İHANET
Sonra bir gün, hep beraber yenilen bir akşam yemeğinden sonra, Joseph'in oniki arkadaşından biri, hem geriye kalanlara ve hem de genç marangoza, ihanet eder.
O ince, zayıf, narin vücutlu, alçak sesle konuşan, Maria Magdalena’nın sevgilisi maran goz, el ve ayaklarından bir çarmıha gerilip çivilene rek, öldürülür.
Genç marangozun adı: İsa'dır...
Meryem'in oğlu... Müminlerine göre, Allah'ın da oğlu...
Bizim Salamisli Joseph ise İsa'nın Oniki Havarisi'nden biri, Hristiyanlık'ın büyük azizi St. Barnabas, olmuştur artık...
İsa'nın öldürülmesinden sonra, St. Barnabas, yanına St. Paul'u da alarak, yurduna dönmeye karar verir. İki aziz, Filistin'I terkedip, bir gemiye binerek Kıbrıs'a doğru yola çıkarlar. Roma döneminde, adanın başkenti, Baf'tır. Oraya gelirler. Roma valisi Sergius Paulus'u hristiyan yaparlar. Kıbrıs dünyada, bir hristiyan tarafından yönetilen, ilk ülke olur. (MS 45 )Daha sonra Anadolu'ya geçip, orada da Hristiyanlık adına önemli işlevler gören, St. Barnabas, en sonunda, kendi toprağına, Salamis'e döner. Ne var ki MS 75 yılında,kendi öz yurdunda, kendi insanları, Yahudiler tarafından, taşlanarak, öldürülür.
DÖRT ASIR SONRA
MS 477 yılında, St. Barnabas'ın mezarı, Salamis yakınlarında bulunur. Cesedin bozulmamış olduğu ve göğsünün üzerinde, azizin kendi el yazması İncil'in olduğu gibi durduğu görülür.Kıbrıs Başpiskoposu Anthemios, ceset ve İncil'I, Bizans'a götürüp, İmparator Zeno'ya sunar. Bizans impara toru, bu olaydan sonra, Kıbrıs Kilisesi'ne bağımsızlık verir. Kıbrıs başpiskoposları da ondan sonra imparator gibi, kırmızı mürekkep ile imza atmak, asa taşımak ve törenlerde mor cübbe giymek gibi ayrıcalıklarla donatılırlar. Barnabas'ın mezarının bulunduğu yere de bir manastır inşaa edilir.
Böylece, Salamis'li Joseph ölümünden dört yüzyıl sonra bile, yurduna hizmet etmeye devam eder...
KIBRIS'IN TEK KIBRISLI ŞEHRİ
Adanın, pek çok ören yeri vardır... Ancak ne kadar ilginçtir ki bunların tümünü, dıştan gelen yabancılar, Finikeliler, Dorlar, Mısırlılar, Yunanlılar v.b kurmuşlardır. Bunlardan sadece biri, Kıbrıs'ın yerlileri tarafından kurulmuştur:
Vuni...
Kentin antik dönemdeki adının ne olduğu, bilinmemektedir. Soli'nin birkaç mil batısındaki sarp bir tepenin etekleri ve doruğuna oturtulmuş olan şehrin, MÖ 6.yy ile 5. yy'lar arasında kurulduğu sanılmaktadır. Tepenin, doruğu ve denize bakan kuzey yamacında, kentin kralının sarayı uzanmaktadır. Dağlara doğru yayılarak giden güney yamacında ise, kent ahalisinin konutları ve Athena Tapınağı bulunmaktaydı. Bölgenin kazı çalışmaları henüz tamamlanmadığından, çevrede bulunması olası diğer yerleşim birimlerine, henüz ulaşılmış değildir. Burasının eski bir krallık olduğu anlaşıldığı için, çevresinde kendisine bağlı başka yerleşim alanlarının da bulunması beklenmektedir.
Saray ve kentin adanın Grekler ve Persler Öncesi dönemine ait olduğu ve yerel halk tarafından inşaa edildiği bilinmektedir. Burada, büyük bir lüks içinde yaşanıldığı anlaşılmaktadır. Saray'dan çıkarılan sanat eserleri arasında, Yunan anakarasından ithal edilmiş eserler, diğer Kıbrıs kentlerinin sikkelerinden oluşmuş hazineler ve İran altın işlemeciliğinin en güzel özelliklerini gösteren iki altın bilezik bulunmaktadır.
Sarayın ve konutların inşaa planları, buradaki yaşamın, Hellen yaşam tarzından çok, doğu kökenli bir kültür olduğunu göstermektedir. Ne var ki bu, İran kültürü de olmayıp, Kıbrıs'a ait, özgün bir yaşam biçimidir. Kentte, Grek kültürü ile de tanışmış, doğu kökenli Kıbrıslılar'ın yaşadığı düşünülmektedir. Bunların, MÖ 15. yy'da adaya gelmiş Asur kökenli insanlar olduğu, ileri sürülmektedir. Vuni, Kıbrıs'a ait özgün bir toplumsal düzen kurmuş ilk şehir devletidir. Mutlaka bu özelliği olan başka yerler de vardır ama Vuni'den başka hiçbiri, bulunabilmiş değildir, henüz...
Kent, hemen yanıbaşındaki Dor kolonisi Soli ile sürekli bir sürtüşme halinde yaşamıştır. MÖ 400'de, iki kent arasında çıkan bir savaşta, Vunililer, Solililer'i yenip, kenti tahrip etmişlerdir. Kentleri yıkılan Soli halkı, dağlara kaçmış ve gece olunca, onlar da Vuni'ye saldırıp, kenti yakmışlar, böylece Vuni tarih sahnesinden çekilmiştir.
Yedi Kraliçe Öyküsü
İMPARATORİÇE TEODORA
BİR BÜYÜK KIBRISLI DAHA
Bizans döneminde, fakir bir Kıbrıslı köylü, adada geçinemeyince, başkente göç eder. Görüldüğü gibi, Kıbrıslılar'ın geçim sıkıntısına düşüp, " başkente" göçmeleri, tarih kadar eski bir olgudur. İngiliz döneminde, Londra'ya; Osmanlı döneminde İstanbul'a, şimdi de gidilebilen her yere göç etmek, bu ada halkının kaderi olsa gerek!
Kıbrıslı köylünün, Bizans'ta da geçerli bir sanatı vardır:
Ayı oynatmak...
Üç kız çocuğu sahibi olan Kıbrıslı, orada Hipodrom'da Yeşiller partisine katılıp, onların çevresinde ayıcılık ederek, geçimini temin etmeğe başlar. Aile, Bizans'a yerleşmiş ve rahat yaşamaya başlamıştır.
O BİR KORTEZANDIR
Ne var ki, güzel günler uzun sürmez. Ayıcı baba, günün birinde, ölüverir. Kızlardan ortancası, kız kardeşlerinin ve annesinin, geçimini temin etmek üzere, sorumluluğu üzerine almaya karar verir. Adı Teodora olup, henüz bir çocuk olan bu kız, hipodrom çevresinde, bir pandomoim sanatçısı olarak, kendini göstermeye başlar. Sanatıyla eve biraz ekmek getirmeyi beceren Teodora, büyüyüp serpildikçe, giderek dayanılmaz güzel bir genç kadın olmaktadır. Bu durum, Teodora'nın önünde, yeni bir ufuk açar. Fahişelik etmeye başlar. Kısa bir zamanda, o ünlü ve pahalı bir fahişe olup çıkar. Teodora, bir " kortezan" olmuştur. Yani, eskiden Afrodit rahibelerine verilen ve orospuluğu kutsayan bir ünvanın sahibidir. Zamanımızda da böyleleri yok mu?
İMPARATOR'A EĞLENCE GEREK
O zamanki Bizans İmparatoru Justinien, günlerden bir gün, felekten bir gece çalmak ister ve tabii ki kentin en ünlü fahişesini çağırttırır, eğlenmek için. O gece, Teodora'nın İmparatora ne marifet gösterdiği, ne yaptığı bilinmez! Bilinen, ertesi günü Justinien'in, Teodora'ya derin bir aşkla bağlandığıdır. Bu öyle bir aşktır ki; saray soylularının bütün muhalefetine, çıkan büyük skandala aldırmayan imparator, kentin en ünlü fahişesi ile herşeyi göze alarak, evlenir.
Bizim Kıbrıslı orospu, bir anda Bizans İmparatoriçesi olur. Ne var ki, imparator bu seçimden, hiç bir zaman pişman olmayacaktır. Zira Teodora, muhteşem bir kraliçe olur. Hiçbir zaman, başlangıçta kendisine karşı çıkanlardan intikam almaya girişmez. Yüksek bir ahlak ve yöneticilik yeteneği gösterir. Üstün politik öngörüleri ile örneğin Nika Ayaklanması esnasında kaçmak niyetinde olan eşini caydırarak, tahtını korumasını sağlar.
Dostları ilə paylaş: |