10.HİDAYET
Hidayet; he,dal,ye harflerinden oluşan hedye kökündendir.
Lügat anlamı; ulaşmak,ermek,iletmektir.
Allah’uteala kur’anıkeriminde bu anlamlara göre HİDAYET’İN ALLAH’A HİDAYET OLMAK ALLAH’A ULAŞMAK olduğunu buyuruyor.
AL-İ İMRAN - 73 : Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dininize tâbi olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet (insan ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşması), (Allah'ın kendisine ulaştırması)s Allah'ın hidayetidir, size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.”. Yoksa onlar, Rabbinizin huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi'dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîmdir (en iyi bilendir).
BAKARA - 120 : Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah'tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.
Fakat bütün kur’an meallerinde nerde HİDAYET fiili gecmişse hep “DOĞRU YOL”olarak belirtilmiştir.Bu husustaki görüşler de şöyledir.
*Türkiye gazetesi dini terimler sözlüğü; Hidayet,doğru yolda bulunma,Allah’utealanın razı olduğu yolda bulunma,doğru yolu göstermedir.
*Osmanlıca türkce sözlük; Hidayet,doğruluk,İslamlık,hakkı hak bilip batılı batıl olarak görüp doğru yola girmek,dalaletten ve batıl yoldan uzaklaşmak.
*İslami ilimler ansiklopedisi(diyanet işleri başkanlığı): Ehli sünnet(mezhep alimleri); Hidayet,hidayete erme fiilinin yaratılmasıdır.Ehli sünnet alimleri şunda ittifak etmişlerdir;insan cüz-i iradesini iyiye sarfederse Allah hidayeti yaratır,kötüye sarfederse Allah dalaleti yaratır.
Lugat anlamını yerli yerine oturtamayan ve kur’anı idrak edemeyen alimlerin bu yanlış tarifleri yüzünden böyle kabul eden insanların dalalette kalmalarına ve cehenneme gitmelerine sebep olmuşlardır.
Halbuki ayetler acık,
…İnnelhüda(şüphesizki hidayet) hüdallah (Allah’a hidayet olmak-Allah’a ulaşmaktır.
…İnne hüdallahi (şüphesizki Allah’a hidayet olmak-Allah’a ulaşmak varya) hüvelhüda (işte o hidayettir)
HİDAYETİN gercek anlamının ALLAH’A ULAŞMAK olduğunu idrak eden hidayet’e ermek için bir gayretin içine gireceği ve dalaletten kurtulacağından, ŞEYTAN özellikle hidayeti kendi dostlarına gizletmiş ve YUVARLAK LAFLARLA (doğru yoldur,namaz kılar oruc tutarsanız vs gibi beş şartla) onların oyalanmasını sağlamış.
BAKARA - 159 : İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).
İndirdiğimiz o beyyinelerden olan şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaştırılmasını) Kitap'ta Allah insanlara açıkladıktan sonra gizleyenler (var ya), onlara, hem Allah lânet eder hem de lânet ediciler lânet eder.
İşte rabbimiz bunları bildiği için bize bir hatırlatma yapıyor.Rabbimiz.Namaz kılanlardan bahsederek,namazda “Allah’a ulaşmayı dileyenlerin”hidayete erdiğini ama böyle bir dua da bulunmayanların şeytanı kendilerine dost edinerek onun oyunlarına gelip dalalette kaldıklarını beyan ediyor.
A'RAF – 29-30 : Kul emere rabbî bil kıst(kısti) ve ekîmû vucûhekum inde kulli mescidin ved’ûhu muhlisîne lehud dîn(dîne), kemâ bedeekum teûdûn(teûdûne). Ferîkan hadâ ve ferîkan hakka aleyhimud dalâletu, innehumuttehazûş şeyâtîne evliyâe min dûnillâhi ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
De ki: “Rabbim, adaletle davranmanızı ve bütün mescidlerde kendinizi (vechlerinizi) namaza ikame etmenizi emretti. Ve dînde ihlâsla O'na (Allah'a) dua edin. Sizi yarattığı gibi (O'na) dönersiniz.” Bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. Muhakkak ki; onlar, Allah'tan başka şeytanları dostlar edindiler. Ve onlar kendilerinin hidayete erdiklerini zannediyorlar (hesap ediyorlar).
Enam/71 de HİDAYETİN gercek anlamını saptırmak için şeytanın oyunlarına gelenlerden haber veriyor
EN'AM - 71 : Kul e ned’û min dûnillâhi mâ lâ yenfeunâ ve lâ yadurrunâ ve nureddu alâ a’kâbinâ ba’de iz hedânâllâhu kellezîstehvethuş şeyâtînu fîl ardı hayrâne lehû ashâbun yed’ûnehû ilel hude’tinâ, kul inne hudallâhi huvel hudâ, ve umirnâ li nuslime li rabbil âlemîn(âlemîne).
De ki: “Bize fayda ve zarar vermeyen Allah'tan başka şeylere mi dua edelim? Bizi Allah'ın hidayete erdirmesinden sonra, yeryüzünde şeytanların kandırıp, şaşkın bıraktığı arkadaşlarının “bize hidayete gel” diye çağırdığı kimse gibi topuklarımızın üzerinde geriye mi döndürülelim?” De ki: “Muhakkak ki; Allah'a ulaşmak, o, hidayettir ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.”
Çünkü hidayeti doğru yol olarak kabul edenler Allah’a ulaşmak kavramını bimedikleri için kendileri de HİDAYETE eremezler ve başkalarını da hidayete erdiremezler dalalettedirler başkalarının da dalalette kalmalarına sebep olurlar.Ve bunun da farkına ölümlerinde varırlar kıyametten sonra da dalalette bıraktıklarının günahlarının bir kısmıyla kendi günahlarını yuklenerek azabını tadarlar.
YUNUS - 45 : Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).
YUNUS – 35-36 : Kul hel min şurekâikum men yehdî ilel hakk, kulillâhu yehdî lil hakk(hakkı), e fe men yehdî ilel hakkı ehakku en yuttebea em men lâ yehiddî illâ en yuhdâ, fe mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne). Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ(zannen), innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey'â(şey'en), innallâhe alîmun bimâ yef'alûn(yef'alûne).
De ki: “Sizin ortaklarınızdan Hakk'a (Allah’a) hidayet edecek (ulaştıracak) kimse var mı?” De ki: “Allah, Hakk'a hidayet eder (ulaştırır). Öyleyse Hakk'a hidayet eden (ulaştıran) mı tâbî olunmaya daha lâyıktır (daha çok hak sahibidir) yoksa hidayete erdirilmedikçe, kendisi hidayete eremeyen kimse mi?” Artık size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? Onların çoğu zandan başka bir şeye tâbî olmaz. Şüphesiz zan, haktan bir şey kazandırmaz. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını bilendir.
NAHL - 25 : Liyahmilû evzârehum kâmileten yevmel kıyâmeti ve min evzârillezîne yudıllûnehum bi gayri ilm(ilmin), e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
Kıyâmet günü, onların kendi günahlarının tamamını yüklendikten başka, ilimleri olmaksızın dalâlette kalmasına sebep oldukları kimselerin günahlarından (da) yüklenmeleri için. Yüklendikleri şey ne kadar kötü, öyle değil mi?
İBRÂHÎM - 21 : Ve berezû lillahi cemîan fe kâled duafâu lillezînestekberû innâ kunnâ lekum tebean fe hel entum mugnûne annâ min azâbillâhi min şey’(şey’in), kâlû lev hedânallâhu le hedeynâkum, sevâun aleynâ ecezi’nâ em sabernâ mâ lenâ min mahîs(mahîsın).
Hepsi Allah'ın huzuruna çıktılar. Ve zayıf (güçsüz) olanlar kibirlenenlere şöyle dediler: “Muhakkak ki; biz size tâbî olduk. Şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden giderebilir misiniz?” Onlar: “Eğer Allah, bizi hidayete erdirseydi elbette biz de sizi hidayete erdirirdik. Sabretsek de, sabretmesek de bizim için aynıdır. Bizim için kaçacak bir yer yoktur.” dediler.
Peki HİDAYETE nasıl erilir?
-Hidayeti yani Allah’a ulaşmayı Allah’tan talep etmekle ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEKLE.
Hadis-i kudsi (riyazussalihin/137,Müslim/6737,tirmizi/2683,ibnimace/4398,tabarani/1650,imam hanbel/müsnet)
“Ey kullarım,bimiş olunki;ben zulmü kendime ve onu aranızda haram kıldım.Sakın zulmetmeyin.Ey kullarım hepiniz dalalettesiniz hidayete erdirdiklerim müstesna,benden hidayeti bana ulaşmayı dileyinki sizi de hidayete erdireyim.”
Hadis te gecen “hidayete erdirdiklerim müstesna” sözü peygamber resullere veli resullere(Onlar ezelde seçilmişlerdir) ve Hidayet’i(Allah’a ulaşmayı) dileyenlere mahsustur.
KASAS - 68 : Ve rabbuke yahluku mâ yeşâu ve yahtâr(yahtâru), mâ kâne lehumul hıyarat(hıyaratu), subhânallâhi ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Ve seçim hakkı onlara ait değildir. Allah Sübhan'dır (münezzehtir) ve (onların) şirk koştukları şeylerden yücedir.
Ayetlerde de “münib-enab olmakla”yani o na yönelmekle o’na ulaşmayı dilemekle olduğu açıklanıyor.
RAD - 27 : Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
ŞURA - 13 : Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Hadis-i kudsi de buyrulduğu gibi başlangıçta peygamberlerde dahil bütün insanlar DALALETTEDİR(Peygamberler ve kavim Resullerinin Allah’a ulaşma talebi olmadan Allah’uteala onları Hidayete erdirir.)
DUHA - 7 : Ve vecedeke dâllen fe hedâ.
Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.
ŞUARA – 19-20 : Ve fealte fa’letekelletî fealte ve ente minel kâfirîn(kâfirîne).
Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
(Fravun)Ve sen, yapacağın işi yaptın (cinayet işledin). Ve sen, kâfirlerdensin. Musa (A.S): “Onu yaptığım zaman ben, dalâlette olanlardandım.” dedi.
EN'AM - 77 : Fe lemmâ reel kamere bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem yehdinî rabbî le ekûnenne minel kavmid dâllîn(dâllîne).
Ay'ı doğarken görünce: “Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca: “Eğer Rabbim beni hidayete erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.” dedi.
EN'AM – 86-87 : Ve ismâîle velyesea ve yûnuse ve lûtâ(lûtan), ve kullen faddalnâ alel âlemîn(âlemîne). Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve İsmail (A.S) ve İlyesea (A.S) ve Yunus (A.S) ve Lut (A.S), hepsini âlemlere üstün kıldık. Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).
TAHA - 121 : Fe ekelâ minhâ fe bedet lehumâ sev’âtuhumâ ve tafıkâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneti ve asâ âdemu rabbehu fe gavâ. Summectebâhu rabbuhu fe tâbe aleyhi ve hedâ.
Bunun üzerine ikisi de ondan (o ağaçtan) yediler. O zaman ikisinin de edep yerleri kendilerine açıldı. Cennet yapraklarından üzerlerine örtmeye başladılar. Ve Âdem, Rabbine asi oldu, böylece azdı.
Gercekte hal böyleyse dalalette olanlar da dünya ve ahiret saadetine ulaşamıyorsa ki ayetler böyle söylüyor.
MAİDE - 105 : Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.
Eger kişi DALALET ten kurtulamazsa kesin cehennemliktir.
KAMER – 47-48 : İnnel mucrimîne fî dalâlin ve suur(suurin). Yevme yushabûne fîn nâri alâ vucûhihim, zûkû messe sekar(sekare).
Muhakkak ki mücrimler (suçlular), dalâlet ve çılgınlık içindedir. O gün yüz üstü (sürünerek) ateşe sürüklenirler. “Sekarın (alevli ateşin) dokunuşunu tadın!” (denir).
YASİN – 62-63 : Ve lekad edalle minkum cibillen kesîrâ(kesîran), e fe lem tekûnû ta’kılûn(ta’kılûne). Hâzihî cehennemulletî kuntum tûadûn(tûadûne).
Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez misiniz? Size vaadedilmiş olan cehennem (işte) budur.
YUNUS - 45 : Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).
O zaman HİDAYET farz onun için Allah’a ulaşmayı dilemeliyiz ama ŞEYTAN buna hep engel olacaktır.Allah’utela da bizim hidayete erebilmemiz için etrafımızda olayların-imtihanların-oluşmasını ya takdir edecek yada oluşmasına müsaade ederek kendisine yönelmemizi ona sarılmamızı ona ulaşmayı dilememizi murad eder.
Biz bu imtihanlar karşısında iki şekilde tavır sergileriz.
1-Bizim başımıza gelen olayların boşuna olmadığını bizim için bir imtihan olduğunu hayır olduğunu düşünerek şükredebiliriz.
2-Nefs’imizdeki afetler nedeniyle akıldanesi şeytan olduğu için isyan ederek hayrı örteriz(küfredebiliriz)
ANKEBUT – 2-3-4 : E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne). Ve lekad fetennellezîne min kablihim fe le
ya’lemennellâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn(kâzibîne). Em hasibellezîne ya’melûnes seyyiâti en yesbikûnâ, sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).
İnsanlar, "amenna (îmân ettik)" demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar? Ve andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da (doğru söyleyenleri de) tekzip edenleri de (yalancıları da) mutlaka bilir.
Ve andolsun ki onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da (doğru söyleyenleri de) tekzip edenleri de (yalancıları da) mutlaka bilir. Yoksa seyyiat işleyenler (kötülük yapanlar), Bizim imtihanımızı geçeceklerini mi sandılar? Hüküm verdikleri şey ne kötü!
Bu imtihanlar neticesinde,Allah’a mülaki(ulaşma)olmayı dileyebiliyorsak Allah muhakkak kendine ulaştıracağını(hidayete erdireceğini) garanti ediyor.
ANKEBUT - 5 : Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
BAKARA – 155-156-157 : Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves semerât(semerâti), ve beşşiris sâbirîn(sâbirîne).
Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul
muhtedûn(muhtedûne).
Ve sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da maldan, candan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele. Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O'na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O'na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler. Onlar (dünya hayatında Allah'a mutlaka döneceklerinden emin olanlar var ya), Rab'lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, hidayette olanlardır.
Bu imtihanlar neticesinde küfredersek (Bizim için bir kurtuluş vesilesi,bir hayır olan imtihanlara isyan,onları o hayrı örtersek-Küfretmek örtmek demektir-) dalalette kalırız,Allah bizimle ilgilenmez.Eger şükredersek(Bizim için hayır olduğunu idrak ederek razı olursak),zümer suresinin 7.ayeti kerimesi gereği bizden razı olacağı için bizi “Allah’a davet eden bir teslim yoluna ulaştırarak” o daveti işitip icabet etmemizi yani Allah’a ulaşmayı dilememizi sağlar.(maide/16)Ve hidayete ereriz.
ZUMER - 7 : İn tekfurû fe innallâhe ganiyyun ankum, ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufr(kufra), ve in teşkurû yerdahu lekum, ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne), innehû alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Eğer inkâr ederseniz, muhakkak ki Allah, sizden Gani'dir (size ihtiyacı yoktur). Ve O, kulları konusunda küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizden razı olur. (Hiç)bir günahkâr, diğerinin (başkasının) günahını yüklenmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. Böylece size yapmış olduklarınızı haber verecek. Muhakkak ki O, sinelerde olanı bilendir.
MAİDE - 16 : Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Allah (c.c.), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm'e hidâyet eder (ulaştırır).
İşte bu teslim yollarında,ya devrin imamı(nebi resul veya veli resul) ya bir kavim resulü veya onlara tabi olan bir mürşid veya vekillerinin konferansı,radyo,tv konuşması veya sohbeti vardır.Onlar “Allah’a dönüp (yönelip-Allah’a ulaşmayı dileyip) teslim olmaya davet ederler.”orada DAVETİN Allahtan gelen sözler olduğunu, Allah’a ulaşmanın var olduğunu farz olduğunu ve kendisinin de ulaşması gerektiğini işitip idrak(ilim sahibi olması) etmesi için” Allah onun kalbine ihbatı koyar.(hac/54)
HAC - 54 : Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîne âmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.
Böylece Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi verdiği sözü gereği (rad/27,şura/13) kendine hidayet etmeyi murad eder.Ve Allah kimi kendine hidayet etmeyi murad etmişse onun göğsünü islam’a acacaktır.(enam/125) göğsünü islam’a actığı kişiyi de rabbinden bir nur üzere kılar(zümer/22) yani maide/16 da bahsedilen “zulmetten nura çıkarır”ve sıratımustakime (Allah’a ulaşan-Allah’a hidayet olan) hidayet eder.
Rad/27,Şura/13 ün mealleri yukarıda gecmişti.
EN'AM - 125 : Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah'a) teslime (İslâm'a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü'min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.
ZUMER - 22 : E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah'a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur, değil mi? Allah'ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.
Allah’ın Allah’a davet edenlerin görevleri sadece tebliğdir,bizim görevimiz de bu davete icabettir.(Allah’a ulaşmayı dilemektir) HİDAYETE ERDİRMEK Allah’a aittir.
LEYL/12 : İnne aleynâ lel hudâ.
Muhakkak ki hidayete erdirmek mutlaka Bize aittir.
Allah hidayete erdirme işini her devirde var olan devrin imamlarıyla gercekleştirir.Bu imamlar,peygamberler döneminde peygamberlerdir.
ENBİYA – 72-73 : Ve vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya’kûbe nâfileh(nâfileten), ve kullen cealnâ sâlihîn(sâlihîne). Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâh(zekâti), ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
Ve ona, İshak (A.S)'ı ve nafileten (ilâveten) Yâkub (A.S)'ı vehbî (armağan) olarak verdik. Ve hepsini salihler kıldık. Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah'a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.
Peygamberlerin olmadığı dönemlerde de kavim resulleri arasından sectiği bir resuldür.
SECDE - 24 : Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
Bu imamlar her devirde vardır.
A'RAF - 159 : Ve min kavmi mûsâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve Musa (A.S)'ın kavminden bir ümmet vardır. Hakk'a hidayet ederler (hidayete ulaştırırlar). Ve onunla (hak ile) adaletle hükmederler.
A'RAF - 181 : Ve mimmen halâknâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki, Hakk'a (Allah'a) ulaştırırlar ve onunla adaletle hükmederler.
RAD - 7 : Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihî), innemâ ente munzirun ve li kulli kavmin hâd(hâdin).
Ve kâfirler derler ki: “O'nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Sen, sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde).
Kavim resulleri,Mürşidler ve onlara tabi olan mü’minler ise hidayet’e ulaşmanın bir vesiledir.
MAİDE - 35 : Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takvâ sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
MU'MİN - 38 : Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum sebîler reşâd(reşâdi).
Ve âmenû olan adam şöyle dedi: "Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım."
Her devirde ki peygamberlerin,resullerin,mürşidlerin ve mü’minlerin daveti ALLAH’A ULAŞMA yani HİDAYETTİR.
Peygamberlerin ve veli resullerin daveti;
TEVBE – 32-33 : Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrehu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne). Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
(Onlar) ağızları ile Allah'ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez. Resûl'ünü müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar etmesi (hak dîn olduğunu ispat etmesi) için gönderen odur.
NEML - 92 : Ve en etluvel kur’ân(kur’âne), fe menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe kul innemâ ene minel munzirîn(munzirîne).
Ve "Kur'ân'ı okumakla (emrolundum). Kim hidayete ererse, o taktirde sadece kendi nefsi için hidayete erer. Ve kim dalâlette kaldıysa, o zaman Ben sadece inzar edenlerdenim (uyaranlardanım)." de.
NAHL - 36 : Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün)
Mürşid lerin daveti;
FUSSİLET - 33 : Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
Mü’min’lerin daveti;
40 / MU'MİN - 14 : Fed’ûllâhe muhlisîne lehud dîne ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
Öyleyse dîni, O'na halis kılarak Allah'a davet edin. Kâfirler kerih görse de.
Kişi Allah’ın davetcilerinin davetine icabet etiğinde (Allah’a ulaşmayı dilediğinde-münib olduğunda) Allah’ın da onu kendine hidayet edeceğini ve gögsünü teslime acıp bir nur üzerine kılacağını yukarıda beyan etmiştik.İşte bu nur ile Allah ona ilk mutluluğu tattırır takva sahibi olduğu için günahları örtülür(enfal/29) daha sonra da mağfiret edilecektir.Ve o kişi aynı zamanda Ahasen’e (en güzele) ulaşacaktır.(rad/18)
RAD - 18 : Lillezînestecâbû li rabbihimul husnâ, vellezîne lem yestecibû lehu lev enne lehum mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu leftedev bih(bihî), ulâike lehum sûul hısâbi ve me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel mihâd(mihâdu).
Rab'lerine (Rabbinin emrine) icabet edenler için en güzeli vardır. Ve O'na icabet etmeyenler, yeryüzünde olanların hepsi ve bir o kadarı daha onların olsa, onu mutlaka fidye olarak verirlerdi. İşte onlar; onlar için hesabın kötüsü var. Ve onların barınacağı yer, cehennem; ne kötü bir döşektir.
ENFAL - 29 : Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Ve mürşid arama ihtiyacı duyar Allah’ı zikretmeye başlar ve huşuya ulaşır.O huşu ile hacet namazı kılarak Allah’ın kendisi için ezelde tayin ettiği mürşidini Allah tan sorar.Allah ta ona mürşidini gösterir ve o na tabi olur.O tabiyet esnasında yapılan tövbe merasiminde Allah o na yedi tane NİMET verir.
1.Nimet;devrin imamının ruhu sultanisi onun başının üzerine gelir.
2.Nimet;başının üzerine gelen ruhusultanisinin uyarısı ile kendi ruhu bedeninden ayrılarak devrin imamının dergahına gider.
MU'MİN - 15 : Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
3.Nimet;o kişinin kalbine İMAN yazılır.
MUCADELE - 22 : Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
4.Nimet;o kişi Allah’a ulaşmayı dilediğinde(münib olduğunda) takva sahibi olduğu için (rum/31) Allah onun amellerini ıslah edici amel kılar(ahzap/70,71) ve o nefs teskiyesine başlar.
AHZAB – 70-71 : Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe ve kûlû kavlen sedîdâ(sedîden). Yuslıh lekum a’mâlekum ve yagfir lekum zunûbekum, ve men yutıillâhe ve resûlehu fe kad fâze fevzen azîmâ(azîmen).
Ey âmenû olanlar, Allah'a karşı takva sahibi olun ve sedîd (doğru) söz söyleyin! (Böylece) sizin için amellerinizi ıslâh etsin (salih amele çevirsin). Günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve kim, Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat ederse, o taktirde fevzül azîm (en büyük mükâfat) ile kurtulmuş olur.
5.Nimet;o kişinin derecat sistemi değişir daha önce bire karşı 10 mükafat alırken bire 100 e daha sonra artarak bire 700 e kadar cıkar(bakara/261).Günahlarıda sevaba cevrilir.
BAKARA - 261 : Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh(habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her sünbülünde (başağında) yüz adet tane (tohum) olmak üzere, yedi sünbül (başak) veren bir tek tohumun durumu gibidir.
FURKAN - 70 : İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet gönderendir)
6.Nimet;Allah onun iradesini nefs’ine karşı güçlendirir.
7.Nimet;Allah onun fizik vücudunu da güçlendirir.
Böylece kendisine verilen görevlerini yerine getirdikce bunların başında şu anda yaşanan islamda farz olmayan ama olmazsa olmaz ve en büyük ibadet olan ALLAH’I ZİKRETMEK vardır.namaz,oruc,zekat ile nefs inin 7 kademede tezkiyesine parelel ruhunun yedi gök katındaki yolculuğunun neticesinde Allah’ın zatına ulaşmasıyla o kişi HİDAYETE erer.O kişinin kalbinin yüzde iki rahmet nuru ile yüzde kırkdokuzu da fazıl nuru ile olmak üzere yüzde 51 i nurlanmıştır.
YUNUS - 9 : İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm(naîmi).
Muhakkak ki âmenû olanlar ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar, îmânlarından dolayı Rab'leri, onları hidayete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan naîm cennetlerindedirler.
TAHA - 82 : Ve innî le gaffârun li men tâbe ve âmene ve amile sâlihan summehtedâ.
Ve muhakkak ki Ben, (mürşidin önünde 12 ihsanla) tövbe edenler ve (ikinci defa) âmenû (kalbine îmân yazıldığı için îmânı artan mü'min) olanlar ve salih amel (zikir) yapanlar (nefsi ıslâh edici amel işleyenler) için mutlaka Gaffar'ım (onların günahlarını sevaba çevirenim). Sonra onlar, (Benim tarafımdan) hidayete erdirilir (ölmeden önce ruhları Allah'a ulaştırılır).
Eger kişi hidayetin “ALLAH’A ULAŞMAK” olduğunu kabul etmez hidayeti beyan edenlere karşı çıkarsa ne olur?-mü’min olamaz,dalalette kalır
İSRA - 94 : Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ illâ en kâlû e beasallâhu beşeren resûlâ(resûlen).
Onlara hidayet geldiği zaman insanların inanmalarına, “Allah, insan resûl mü gönderdi?” demelerinden başka bir şey mani olmadı.
KEHF - 55 : Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ ve yestagfirû rabbehum illâ en te’tiyehum sunnetul evvelîne ev ye’tiyehumul azâbu kubulâ(kubulen).
Ve insanları, onlara hidayet geldiği (hidayete davet edildikleri) zaman Rab'lerinin mağfiretini dilemekten ve mü'min olmaktan men eden (alıkoyan) şey, sadece evvelkilerin sünnetinin, onların başına gelmemesi veya azapla karşı karşıya kalmamalarıdır.
A'RAF - 193 : Ve in ted’ûhum ilel hudâ lâ yettebiûkum, sevâun aleykum e deavtumûhum em entum sâmitûn(sâmitûne).
Ve eğer onları hidayete (Allah'a ulaşmaya) çağırırsanız size tâbî olmazlar. Onları davet mi ettiniz yoksa siz sessiz mi kaldınız? Sizin için birdir (sizin durumunuz aynıdır, farketmez).
A'RAF - 198 : Ve in ted’ûhum ilel hudâ lâ yesme’û, ve terâhum yenzurûne ileyke ve hum lâ yubsırûn(yubsırûne).
Ve onları eğer hidayete (Allah'a ulaşmaya) çağırırsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün ve onlar görmezler.
O zaman şu gercek ortaya çıkmıyormu?
Allah’ın kitabı yerine “emaniyye adı verilen”elyazması kitaplara dayalı olarak zan ve kuruntudan ibaret olan bilgilerle bu güne kadar gelmiş olan din ALLAH’IN DİNİ değil ATALARIN DİNİ değimli?
NİSA - 120 : Yeıduhum, ve yumennîhim, ve mâ yeıduhumuş şeytânu illâ gurûrâ(gurûren).
(Şeytan) onlara vaad eder ve onları emaniyyeye (kuruntuya) düşürür. Ve şeytan, onlara aldatmaktan başka bir şey vaadetmez.
BAKARA – 78-79 : Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne). Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne).
Onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah'ın) Kitabı'nı bilmezler, sadece emaniyyeyi (kişilerin yazdığı kitapları) bilirler. Ve onlar sadece zannediyorlar.
Yazıklar olsun onlara ki; elleriyle kitap yazarlar, sonra da (emaniyye bilgiler içeren) bu yazdıklarını az bir bedel (para) karşılığında satmak için: “Bu, Allah'ın indindendir.” derler. Yazıklar olsun onlara, elleriyle yazdıkları şeylerden dolayı. Yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeyler sebebiyle.
Eger bugün,bu gercek ortaya çıkmış ve bugüne kadar insanlar kur’an dan uzaklaşmışlar ve eskiler ne diyorsa YANLIŞ olduğu ortaya çıkmışsa hala onlara mı tabi olunacak yoksa “herşeyiyle ispat edilmiş”bu gercekleremi ?
BAKARA - 170 : Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ elfeynâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’kılûne şey’en ve lâ yehtedûn(yehtedûne).
Ve onlara: “Allah'ın indirdiği şeye tâbî olun!” denildiğinde; “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yola) tâbî oluruz.” dediler. Ve eğer, onların ataları hiçbir şeyi akıl etmiyor ve hidayete ermemiş olsalar bile
MAİDE - 104 : Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûlî kâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn(yehtedûne).
Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine (Kur'ân'a) ve Resûl'e (itaate) gelin.” denildiğinde; “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey (din) bize yeter (kâfi)” derler. Ya onların babaları (bu gerçeklere ait) bir şey bilmiyorlarsa ve hidayete ermemişlerse de mi...?
LOKMAN - 21 : Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ vecednâ aleyhi âbâenâ, e ve lev kâneş şeytânu yed’ûhum ilâ azâbis saîr(saîri).
Ve onlara "Allah'ın indirdiği şeye (Kitaba) tâbî olun!" denildiği zaman: "Hayır, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (putlara) tâbî oluruz." dediler. Ve şeytan onları, alevli ateşin (cehennemin) azabına çağırıyor olsa da mı?
Bir de hem meallerde bahsedildiği gibi, hem din adamlarının çoğunun ve hem de halkımızın çoğunun zannettiği gibi,Allah’ın”Allah dilediğini dalalette bırakır dilediğini hidayete erdirir”sözünü;Allah dilediğini dalalete (sapıklığa) düşürür dilediğini hidayete erdirir olarak algılayıp,sanki “kişinin hiçiradesi yokmuş”çasına yuvarlak laflar edip,ayrıca başlangıçta dalalette değilmiş te Allah onu dalalete düşürmüş gibi yanlış tanımlamalar yaparak,”HİDAYETİN GERCEK ANLAMINI ve nasıl HİDAYETE ERİLEBİLECEĞİNİ ortadan kaldırmaya çalışmaları doğrudan ŞEYTAN’A YARDIM VE YATAKLIKTIR.Çünkü Şeytan hiç kimsenin hidayete erip kurtulmasını istemez ve kendisi ile beraber cehenneme gitmesini ister (nisa/119).Peki gerçek nedir ?
Gercek odurki; Yukarıda açıkladığımız gibi,
1-Başlangıçta herkes dalalettedir.Taki hidayeti dileyinceye kadar.
2-Allah hiç kimseyi başkalarından ayırmaz.(Bu zaten Allah’ın “adl”esmasına terstir) ve sadece “Hidayet’in Allah’a ulaşmak olduğunu idrak edip Allah’a ulaşmayı kalben DİLEYENLERİ “hidayete erdirir.(rad/27,şura/13-ayetler yukarıda geçmişti) ve kesin sağlamasını da “A’raf/186.ayet ile yunus/11.ayeti”birleştirdiğimiz zaman yapabiliriz.
A'RAF - 186 : Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh(lehu), ve yezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır).
YUNUS - 11 : Ve lev yuaccilullâhu lin nâsiş şerresti’câlehum bil hayri le kudiye ileyhim eceluhum, fe nezerullezîne lâ yercûne likâenâ fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Ve eğer Allah onların hayrı acele istemeleri gibi insanlara şerr için acele etseydi, elbette onların ecelleri yerine getirilirdi (kaza edilirdi). Fakat (hayatta iken) Bize ulaşmayı dilemeyen kimseleri, isyanları içinde şaşkın bırakırız.
Dalalette olanlar aynı zamanda (Gaviyn dir) azgındırlar.A’raf/186 da “dalalette olanları oldukları yerde azgınlıkları içinde şaşkın bir şekilde “bırakılır onlarla Allah ilgilenmez.Yunus/11 de onların “başlangıcta dalalette ve azgınlıklarının”nedeninin ALLAH’A ULAŞMAYI (Allah’a mülaki olmayı) dilememeleri olduğu ortaya çıkmıyormu ?
A’raf/186 da,Dalalette olanlar: Azgınlar .
Yunus/11 de,Allah’a mülaki olmayı dilemeyenler: Azgılar
O zaman netice aynıysa başlangıç ta kişilerin durumu; Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için dalalettedir,Hidayette değildir ve gideceği yer de cehennemdir.
ŞUARA – 94-95-96-97 : Fe kubkıbû fîhâ hum vel gâvun(gâvune). Ve cunûdu iblîse ecmeûn(ecmeûne). Kâlû ve hum fîhâ yahtesımûn(yahtesımûne). Tallâhi in kunnâ le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Onlar (putperestler) ve azgınlar(gavinler), oraya (cehenneme) yüzüstü (burunları yere sürtünerek) atılırlar. Ve iblisin ordularının hepsi. Onlar (taptıkları şeyler ve onlara tapanlar) orada hasım olarak (düşmanca çekişerek) dediler ki…Allah'a yemin olsun ki, biz mutlaka apaçık bir dalâlet içindeydik.
Diyanet teşkilatının 15/haziran/2010 tarihli takviminde de “HİDAYET;ALLAH’A ULAŞMAKTIR” olarak açıkca yazılmıştır.
Demekki HİDAYET;Allah’a ulaşmak bize düşen de Allah’a ulaşmayı Allah’a hidayet olmayı dilemektir.
Dostları ilə paylaş: |