EğİTİm biLİmleri



Yüklə 0,82 Mb.
səhifə11/21
tarix23.01.2018
ölçüsü0,82 Mb.
#40581
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   21

4- SOYUT İŞLEMLER DÖNEMİ
En üst bilişsel gelişim dönemi olan soyut işlemler dönemi, 12 yaş sonrasında ergenlikle birlikte yer almaya başlayarak, yetişkinlik yıllarına uzanır. Somut işlemler dönemi bir soruna değişik yollardan yaklaşmada güçlük çekilirken, soyut işlemler döneminde içinde göreceli düşünce gelişerek, bir sorun değişik biçimlerde ele alınabilir. Genelleme, tümdengelim, tümevarım gibi zihinsel işlemler yapılır. Hipotezler kurularak, doğrulukları kontrol edilir. Soyut düşünce geliştiği için, soyut kavramlar kullanılarak, üzerlerinde fikir yürütülür. Bu döneme ulaşan çocuklar tartışmalara katılmayı severler. Öte yandan resim, müzik, şiir, dans duygu ve düşüncelerin sembollerle aktarıldığı etkinliklere ilgi artarak sadece izleyici olmakla yetinilmez, uğraşı alanı olarak da seçilir.
Son dönem olan soyut işlemler döneminden sonra, bilişsel yapıda niteliksel bir gelişme ortaya çıkmaz. Ancak geçirilen yaşantılara bağlı olarak niceliksel gelişmeler her zaman mümkündür.

ERGENLİK DÖNEMİNDE DÜŞÜNCE BİÇİMİ NASILDIR?
Soyut işlemler dönemi, düşünmenin yetişkinler düzeyine ulaştığı dönemdir. Dönemin başlangıcı ergenlik yıllarına denk gelir. Böylece ergenlik döneminde hızlı bedensel gelişmeye paralel olarak zihinsel gelişme de hızlanır. Soyut işlemler dönemi içinde çocukluk çağına has düşünce biçimi, yetişkinlik dönemindeki düşünce biçimine dönüşmekle birlikte, bu dönüşüm birdenbire olmaz. Ergenlik dönemi içinde, yetişkin düşüncesinin özelliklerini tümüyle içermeyen, ergenlik dönemine has olarak kabul edilebilecek bir düşünce biçimi kendini gösterir.
Ortaöğretim yıllarına denk gelen ergenlik çağı içinde ergen ben-merkezciliği diye adlandırılan bir düşünce biçimi ortaya çıkar. Bu durum, soyut işlemler dönemi ile ergenlik dönemine girişin, aşağı yukarı aynı zamanlara rastlaması ile açıklanabilir. Düşünceyle oynamaktan hoşlanan genç, değişik alanlarda adeta kendine has kuramlar geliştirerek, bunların abartılı bir savunucusu olur. Kendi düşünce biçiminin en doğrusu olduğuna inanarak, çevresiyle gereksiz tartışmalara girebilir.

Ergenlerin sık sık kullandıkları iki cümle, bu ben-merkezci düşünce biçiminin tipik ifadesidir. Bunlardan birincisi ben her şeyle başa çıkabilirim, bana bir şey olmaz", diğeri ise "yetişkinler beni anlamıyor" ifadeleridir. Bu yaştaki gençler kendilerinin adeta dokunulmazlığı olduğuna inanır ve olmadık riskler alabilirler. Örneğin çok hızlı ve tehlikeli bir biçimde araba kullanabilir, çok sevdiği için incecik bir montu en soğuk havalarda bile giymeye devam ederler vb... Ergenlerin, yetişkinlerin kendilerini anlamadıklarını düşünmelerinin nedeni de, belli yaşantıların yalnızca kendi başlarına geldiğine inanmalarıdır.


Örneğin, ilk kez aşık olan bir genç kız annesine "Anne, sen aşık olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsun..." dediğinde buna içtenlikle inanır. Yaşadıkları duygular için de bu kural geçerlidir. Yaşadıkları bir olay karşısında hiç kimse onlar kadar öfkelenmemiş-tir ya da sevinmemiştir.


Sonuç olarak, ergenlerde ben-merkezci düşünce gelişimsel bir özellik olarak ortaya çıkar ve gözlenmesi doğaldır. Gençlerin bu özelliklerini bilerek onlara yaklaşmak, tartışmaya girmekten çok onları anlamaya çalışmak, kuşaklar arası çatışmaların şiddetini azaltacaktır. Normal koşullar altında, ergenlik döneminin sonlarına doğru ben-merkezci düşünce biçimi etkisini kaybetmektedir.





HEİNZ WERNER KURAMI

Werner'ın kuramında temel olan kavram 'ortogenez'dir. Bu kavram gelişimin iki temel karakteristiği olan farklılaşma ve hiye-rarşik entegrasyonu içerir. Farklılaşma prensibine göre, ilkel ve genelleşmiş hareket sistemleri tekamül ederek farklılaşırken, aynı zaman da da diğer sistemlerle kaynaşarak daha bütüncü ve genelleşmiş hareketler oluşturur.

Hiyerarşik entegrasyon prensibine göre, entegrasyonda gelişmeler oldukça, bu gelişmiş sistemler kendisine göre daha az gelişmiş olan sistemlerin yerini alır. Her bir gelişim safhası bir önceki aşamaya bağımlı olmakla birlikte, nitelik olarak farklıdır ve önceki aşamaların davranışların yönetimini üstlenir.
Hiyerarşik entegrasyona paralel olan prensip, genetik spiral prensibidir. Bu prensibin ana hatlarına göre, çocuk olgunluğa ulaşırken kendi gelişiminin son aşamasına doğru ilerleme durumundayken, zaman zaman bir önceki gelişim aşamasına geçici bir gerilemede bulunacaktır. Werner büyümeyi üç safhada değerlendirir. Bunlar duyusal motor gelişim, algı gelişimi ve düşünme gelişimidir.

JEROME BRUNER KURAMI
Bruner'in çalışmaları bebeklik, okul öncesi, okul çağı ve erişkinlik üzerinde yoğunlaşmıştır. Bruner'in teorik yaklaşımı Piaget'nin teorisin den farklılıklar göstermekle beraber gelişimin formulasyonunda farklı bakış açısı getirmesi itibariyle incelenmeye değer bir yaklaşımdır. Her iki bilim adamının bildirdiği, hem fikir olduğu temel, ortak yaklaşım insan gelişiminin bir seri ilerleyici ve her biri nitelik itibariyle diğerinden farklı safhalardan oluştuğu prensibidir.
Bruner insan gelişimini incelerken üç aşamadan söz eder. Bunlar Hareket Dönemi, İmgeleme Dönemi ve Sembolik Dönem'dir.

a- Hareket Dönemi
Bu dönemde bebeğin dünya hakkında bilgilenmesi aşina olduğu nesnelerle tekrarlayıcı motor faaliyetleri sayesinde gerçekleşir. Bakma, yönelme, avuçlama, yakalama gibi davranma biçimleri bilgi kazanmada temel işlemlerdir. Bu işlemler esnasında bebek çevresini nesnelleştirerek ilişkilendirir.

Bruner'e göre en temel bilgilenme süreci, bebeğin çevresindeki nesnelere yoğunlaşarak bakması sayesinde gerçekleşir. Bebekler göz hareketleri ve bakışlarını sabitleştirerek çevrelerindeki dünya hakkında temel bilgileri kazanırlar. Bebek motor yeteneğini gelişmesiyle nesneleri yakalamaya başlar. Yakalama davranışı algı sürecinde zenginleşmeye neden olur. Bu noktada bebek görsel algı sayesinde şekil farkını; aynı zamanda yakalama davranışı ile de mesafe farkını bütünleştirir. Görme ve dokunma yoluyla gelen girdiler eşgüdümle bütünleşir ve bebeğin bilgi kazanmasında zenginleşme sağlar.



b- İmgeleme Dönemi
Bu dönemde çocuk gittikçe hayal gücünü daha fazla kullanmakta dır. Çocuk dünyasını nesnel olarak temsil edebilme kapasitesi kazanmış tır. Bu nedenle çevresini değerlendirip, yaşarken çocuk doğrudan fiziki temasa daha az bağımlı kalır, hayal gücünü kullanabilir duruma gelmiş- tir. Bu ikinci safha, birincisinden daha gelişmiş bir aşamadır ve bu nok tada çocuk, artık nesneleri belirli somut özelliklerine göre sınıflandırabilir.

c- Sembolik Dönem
Bu dönem de kişi dünyayı en üst düzeyde temsil edebilme yeteneğini kazanmıştır. Sembolleri oluşturur veya semboller aracılığı ile düşünce gerçekleşir. Sembolik dönemde çocuğun konuşma becerisinde önemli değişiklikler olur. Bruner'e göre dil alt dönemlerden bağımsız işlemekle birlikte, hareket ve imgeleme dönemlerinde oluşmuş olan olaylarla ilişkili sembolik dönemin bir sistemidir. Bu noktada Bruner ile Piaget'in görüşleri farklıdır. Piaget'ye göre sembolik düşünce dil gelişiminin ön koşuludur. Dil, bilgi ve soyutlamanın ifadesi için bir vesiledir. Oysa Bruner'e göre dil bir soyutlama sürecidir. Bu dönem, soyutlama yapabilme yeteneğinin geliştiği dönemdir. Kişinin nasıl düşündüğü erken dönemlerdeki Hareket ve İmgeleme dönemlerinin deneyimleriyle belirlenir.







DİL GELİŞİMİ

Dil gelişiminde de, tıpkı öteki gelişim alanlarında olduğu gibi, aynı yaşlardaki çocuklar benzer özellikler göstermektedirler. Aynı yaşlardaki çocukların kullandıkları sözcüklerin sayısı, kurdukları cümle yapıları, hatta ses tonları ve vurgulamaları bile birbirlerine benzemektedir. Bu benzerlikleri dikkate alan gelişim psikologları, dil gelişiminin bilişsel gelişime paralel olarak ortaya çıktığını kabul ederler.

Birey, bilişsel gelişim dönemlerinde ilerledikçe dil kullanımındaki beceri ve yetenekleri de artmaktadır. Bilindiği gibi yeni doğmuş bebeklerin çıkardıkları sesler, farklı tonlardaki ağlamalar ile sınırlı kalmaktadır. 3 aylık olduklarında bebeklerin, keyiflerinin yerinde olduğunu gösteren sesler de çıkardıklarına tanık oluruz. 6 aylık bebekler, daha uzun süreli sesler çıkarmaya başlarlar. Bir yaşa doğru ilerledikçe, bebeklerin çıkardığı seslerin tonlamalarında, vurgularında belirgin farklılaşmalar bekler. Öyle ki; anneler henüz hiçbir anlamlı sözcük çıkarmamış olsa da, bebeklerinin ne istediklerini çıkardıkları seslerden anlarlar, adeta bebeklerinin kendileri ile sözcüksüz bir iletişim kurduklarını hissederler. Bebekler 12 aylık kadarken ilk anlamlı sözcüklerini söylerler. 12. ayın sonunda bebeklerin sözcük dağarcığında ortalama 3, 18. ayın sonunda 20 kadar sözcük bulunmaktadır. 2 yaş sonunda sözcük sayısı 200 civarını, 5 yaş sonunda ise 2000'ı bulur.


Anlaşıldığı gibi bir buçuk yaşından sonra, sözcük dağarcığında hızlı bir genişleme ortaya çıkmaktadır. Bu durum dil gelişiminin diğer alanlardaki gelişim ile yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. Özellikle motor gelişim ile dil gelişimi arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Sonuç olarak fiziksel gelişim ile birlikte bilişsel gelişim, dil gelişimine zemin hazırlamaktadırlar.


Bebeklerin çıkardığı ilk ses, farklılaşmamış seslerden oluşan ağlama, nasıl oluyor da zengin dilbilgisi kurallarını içeren bir yetişkin konuşmasına dönüşüyor?
Bu soruyla ilişkili olarak çeşitli araştırmalar ve geliştirilmiş kuramlar bulunmaktadır. Dil gelişiminin nasıl ortaya çıktığına ilişkin farklı görüşler vardır.
Şimdi bu görüşlerden ikisine ele alırsak:

A. Davranışçı Görüş
Bu görüşe göre çocuklar konuşulan dili, herhangi bir şeyi öğrendikleri gibi öğrenirler. Bebeklerin, kendilerini istendik sonuçlara götürdüğünü keşfettikleri sesleri tekrar etmeleri ile, konuşulan dil öğrenilmeye başlanır. Bebekler sesleri tekrar ederken, günlük dildeki sözcüklere benzeyen sesler çıkardıklarında, çevrelerindeki yakınları tarafından ödüllendirilirler. Böylece bebek, söylediği zaman pekiştirilen sesleri daha sık kullanmaya başlar. Pekiştirilmeyen seslerin kullanılma sıklığı ise azalır. Sonuçta da konuşma şekillenir. Pekiştirilmenin yanı sıra, bebeklerin sıklıkla duydukları sesleri taklit etmeleri de dilin kazanılmasında önemli olmaktadır.
Ancak bazı kuramcılara göre, dil gelişimi
ni yalnız taklit ya da pekiştirmeyle açıklamak mümkün olmamaktadır. Aynı evde yetişen çocukların farklı zamanlarda konuşmaya başlaması, bunun yanında farklı kültürlerde yetişen çocukların söyledikleri ilk sözcüklerin benzer sesleri içermesi, hiç işitemeyen çocukların özel eğitimle konuşmayı öğrenebilmesi gibi nedenler, dil gelişimine yönelik farklı bakış açılarının ortaya çıkmasına yol açmıştır.

B. Psikolinguistik Yaklaşım
Chomsky ve Lenneberg gibi dilbilimciler, dil gelişiminin biyolojik temellere dayandığını öne sürmektedirler. Ancak, çevresel koşulların dil gelişimi üzerindeki etkilerini de göz ardı etmemektedirler.
Dil Gelişimini biyolojik ve psikolojik temellere bağlı olarak açıklayan kuramlara "psikolinguistik kuramları" adı verilmektedir. Bunların içinde en önemlisi Chomsky'nin kuramıdır. Bu kurama göre insanlar doğuştan dil öğrenebilmek için özel bir mekanizmaya sahiptirler. Bu mekanizma, çocuğun çevresinde konuşulan dili içselleştirmesini, kurallarını anlayarak öğrenmesini ve daha sonra da uygun dilbilgisi kuralları ile konuşmasını sağlar. Dil kurallarını kavrama ve kullanmayı mümkün kılan bu mekanizma sayesinde tüm çocuklar aynı aşamalardan geçerek, biyolojik olarak belli bir olgunluk düzeyine geldiklerinde, tıpkı yürümeyi öğrenir gibi konuşmayı öğrenmektedirler.
Kısaca söylemek gerekirse, psiko-linguis-tik kuramlara ilişkin olarak konuşmayı öğrenmede, sözcüklerin anlamlarını 'kavrama" ve "anlamlı sesler çıkarma ya da konuşma" olmak üzere iki farklı süreçten söz edilebilir. Bu süreçler birbirleri ile iç içedir ve bilişsel gelişime paralel olarak gelişme gösterirler.

KISACA:
Bilişsel gelişime ilişkin olarak "düşünme ve kavrama sisteminde ortaya çıkan gelişmeler" biçiminde genel bir tanım verilebilir. Je-an Piaget, bilişsel gelişimi açıklamaya yönelik kapsamlı bir kuram geliştirmiştir. Pi-aget'ye göre bilişsel gelişimde önemli olan biyolojik olgunlaşma ile, geçirilen öğrenme yaşantılarının etkileşimidir.
Bilişsel gelişim büyük ölçüde biyolojik olgunlaşmadan etkilenmekle birlikte, bireyin yaşını bilmek, onun hangi dönemde olduğunu bilmek için kesin bir ölçü olmamaktadır. Öte yandan, herhangi bir yaşta, bilişsel olarak birden fazla dönemin özelliklerini taşımak da olasıdır. Piaget ergenlik dönemi ve sonrasına denk gelen son gelişim dönemini, "soyut işlemler dönemi" olarak ifade etmiştir. Ancak, yine Piaget'ye göre, bilişsel gelişim biyolojik olgunlaşma ile birlikte geçirilen yaşantılardan da etkilendiği için, bazı yetişkinlerin yaşları ne olursa olsun soyut işlemler dönemine ulaşamamış olması da mümkün olabilir.
Bilişsel gelişim, birbirini izleyen dört dönem içinde ortaya çıkmaktadır. Dönemler ilerledikçe, çocukların kavrama ve problem çözme yeteneklerinde niteliksel gelişmeler gözlenmektedir.

Bilişsel gelişim dönemlerinden ilki Duyu-sal-Motor Dönemdir. Doğumdan iki yaşa kadar olan bu dönem içinde bebekler, duyuları ve motor faaliyetleri yoluyla dış dünya ile ilişki kurar, dönem içinde ilerledikçe çevresinde olup bitenleri ve kendisinin çevresinden farklı olduğunu keşfetmeye başlarlar. Dönem içinde nesne devamlılığının kazanılması ile bilişsel gelişimde refleks düzeyinde tepki verilen dönemden zihinsel işlemlerin kullanılmaya başlanmasına bir geçiş olur.


2-7 yaş arasına denk gelen bilişsel gelişim dönemi İşlem Öncesi Dönemidir. Bu dönemdeki çocuklar ben-merkezci bir düşünce yapısına sahiptirler. Bu dönemde mantıklı düşünme işlemi henüz gelişmemiş olduğundan, çocuklar nesnelerin görüntülerinin etkisi altında kalırlar. Henüz bilişsel yapıları korunumu kavrayabilecek düzeye ulaşmamıştır. Tek yönlü bir mantık işletirler. Hayal dünyaları oldukça geniştir.


7-12 yaş arasında yer alan Somut İşlemler Dönemi'nde, çocuk bilişsel güçlüklerin üstesinden gelmeye başlar. Korunum problemleri bu dönemde çözülür, çocuk işlemleri tersine çevirebilir. Sınıflama ve sıralama işlemlerini yapabilir.


Bilişsel gelişim dönemlerinden sonuncusu Soyut İşlemler Dönemi'dir. Ergenlik döneminden başlayarak, yetişkinlik yıllarına doğru uzanır. Ergenlik dönemi içinde, işlem öncesi dönemdekine benzer ben-merkezci düşünce biçimi yeniden gözlenir. Bu dönemde soyut düşünce yetisi geliştiği için, soyut kavramlar kullanılarak, üzerlerinde fikir yürütülür. Genelleme, tümdengelim, tümevarım gibi zihinsel işlemler yapılır.


Son dönem olan soyut işlemler döneminden sonra, bilişsel yapıda niteliksel bir gelişme ortaya çıkmaz. Ancak geçirilen yaşantılara bağlı olarak niceliksel gelişmeler olabilir Öğrencilerin okullarda gösterdikleri başarı, zihinsel yeteneklerinin dışında birçok farklı değişkenle de ilgilidir. Okullarda rehber öğretmenleri katkısı ile, başarı düzeyi arttırılabilir.

Dil gelişimi de, bilişsel gelişime paralel olarak ortaya çıkan bir gelişim alanıdır. Dil gelişiminin nasıl ortaya çıktığına ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır. Bunlardan davranışçı görüşe göre çocuklar konuşulan dili, herhangi bir şeyi öğrendikleri gibi öğrenirler. Çıkardıkları seslerin pekiştirilmesi ve çevredeki seslerin taklidi ile konuşma öğrenilir.


Dil gelişimini biyolojik temellere bağlayan görüşlere göre ise, dil gelişiminde biyolojik ve psikolojik temeller bir arada işe koyulmaktadır. Dil gelişimini biyolojik ve psikolojik etkenlere bağlı olarak açıklayan kuramlara psikolinguistik kuramlar adı verilmektedir. Psiko-linguistik kuramlarda, konuşmanın öğrenilmesinde, sözcüklerin anlamlarını kavrama ve anlamlı sesler çıkarma ya da konuşma olmak üzere iki farklı süreçten söz edilmektedir. Bu süreçler birbirleri ile iç içedir ve bilişsel gelişime paralel olarak gelişme gösterirler.

Dil kullanımında da yaşa bağlı olarak değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Bir yaşlarında iki-üç sözcükle başlayan konuşma, beş yaşlarında 2000'i geçen sözcük sayısı ve gramer yapısı ile, bir yetişkininkine benzer biçime dönüşür.

Öğretmenlerin bilişsel gelişimle birlikte dil gelişimini de desteklemek için, okulda her gelişim düzeyinde alabilecekleri önlemler bulunmaktadır.


 



KİŞİLİK GELİŞİMİ

Kişilik Nedir?

Kişilik teriminin yabancı dillerdeki ortak kökeni "persona" sözcüğüne dayanmaktadır. Persona sözcüğünün asıl anlamı, Latin dilinde tiyatro oyuncularının kullandığı "maske" anlamına gelmektedir.
Psikolojide kişilik, bir insanın bütün ilgilerinin, tutumlarının, yeteneklerinin, konuşma tarzının, dış görünüşünün ve çevresine uyum biçiminin özelliklerini içeren bir terimdir.
Bununla birlikte, kişilik kendine özgü ve ahenkli bir bütündür. Öyle ki, bir insana ilişkin her nitelik o insanı anlamada bize ipucu verir. Onun belleği, dış görünüşü, direnme süreci, sesi ve konuşma tarzı, tepki hızı, insanlara, doğaya ya da makinelere karşı ilgi duyması vb. özellikleri o insanın kişiliğini tanımlamada önemlidir. Anlatılmak istenen, kişiliğin, bireylerin diğer kişiler yanında gösterdiği davranış özellikleridir. Psikologlara göre kişilik, bireyin özel ve onu diğerlerinden ayıran davranışlarını içermektedir. Özeldir çünkü bireyin sıklıkla yaptığı ya da en tipik davranışlarını temsil eder. Ayırt edicidir. Çünkü bu davranışlar bireyi başkalarından ayırır. Bununla birlikte "kişilik" terimi, bireyi diğer bireylerden ayıran, farklı kılan ve bireyin ilerdeki davranışlarını ilgilendiren tah-minlerimizin dayanağını oluşturan, göreceli olarak değişmez özelliklerini belirtir.
Kişiliğin ortak ve genel bir tanımına varılamamıştır. Kişilik üretildiği kurama bağlı değerler ve tanımlamaları kapsamaktadır.
Kurumların hepsinin konusu aynı olup insanı anlamaya çalışmaktadırlar. Hepsinin sonuçta varmaya çalıştıkları nokta bu bilinmeyenleri çözüp, pratik sonuçlara ulaşabilmektedir.

SİGMUND FREUD VE PSİKANALİTİK KURAM
İnsanlık tarihinde ruh hastalıklarının tedavisi bazen insancıl yollarla, bazen de insanlık dışı yollarla yapılmıştır. Akıl hastalarının kafataslarına kötü ruhları dışarı çıkartmak için delikler delinmiş, kimisi de yakılmıştır. Zamanla bu tutum değişmiş akıl hastalığına karşı daha insancıl bir tutum söz konusu olmaya başlamıştır.
Psikoanalitik görüşe göre, kişiliğin gelişmesi ve davranışların oluşmasıyla determinizm (gerekircilik) arasında bir bağlantı vardır Doğada nedeni olmayan hiçbir sonuç yoktur. Aynı biçimde insan kişiliğindeki süreçler de kendiliğinden oluşmaz. Değişik nedenler değişik duygu, tutum davranış ve kişilik yapılarına yol açar. Kısaca insanın kişiliğinden kaynaklanan her davranışın bir nedeni vardır. Bu nedenin kökeni bebeklik, çocukluk, gençlik çağlarına dayanır. Bu görüş Freud ile başlamıştır.
Bazı davranışlarımızı kolaylıkla açıklarken bazılarını zorlukla açıklarız, hatta bazen hiç açıklayamayız. Freud insan davranışının nedenlerinin bilinç, bilinçaltı ve bilinçdışı olmak üzere üç ayrı bölümden oluştuğunu ileri sürer.

Bilinç: Algı ve bilgilerin açık seçik izlendiği duygu, düşünce, tutum, heyecan ve davranışa ilişkin haberdarlığın bulunduğu süreç. Bu görüşe göre bilinç o anda yaşananları
içerir. Tüm dikkatini dersine vermiş öğrenci o anda ödevinin bilincindedir. Dersini bitirdiği an karnı açsa açlığı, uykusu gelmişse uykusuzluğu bilinçlenir. Düşünceler insanın aklından arka arkaya bir sel gibi akıp giderler: Bir anda ancak bir düşünce ya da algı bilinçlidir. Oysa bilinç altı derin bir depo gibidir.

Bilinçaltı: Gerçekliğe ilişkin sorunları çözmeye çalışmak gibi gelişmiş düşünce biçimlerinin yanı sıra düş kurma gibi ilkel süreçleri de içerir. Bilince yakın olan, hemen bilinçli olacak bilgiler, anılar ve düşüncelerden oluşur. Sürekli olarak bilinçle bağlantılıdır. Örneğin siz şu anda çevrenizde olan her şeyin bilincinde değilsiniz. Bunların sözü edilir edilmez bu uyarıların bir resmi, daha doğrusu anısı bilincinizde canlanacaktır. Bilinçaltı bilinçlenme olanağı olan anıların deposudur. Bilinçdışı, zorlansa bile bilinçlenmesi yasaklanmış yaşantıların tümünü içerir.

Bilinçdışı: Bilinçdışı, bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları, dolayısıyla bilinç altını içerir. Bunlar istendiği anda. bilinç alanına çıkarılamaz. Konuşma, tutum ve davranıştaki çeşitli anlatım yollan ve simgelerle günlük davranışa yansırlar.

Freud'a göre, rüyalarda bilinç dışı istekler doyum bulur. Rüyanın oluşmasında bilinç dışında yatan bir içgüdü rol oynar. Freud'un görüşünün doğruluğu kişinin rüya görmesi engellendiğinde görülen bulgular gösterilerek savunulmuştur.


Bilinçdışı neden böylesine güçlü koruma altındadır? Çünkü ruhsal dünyanın düzeyinde 'Freud'un id dediği yapı bulunur. Kendine özgü 'düzeni, mantığı,' davranış biçimiyle, yaşamının ilk dönemlerindeki tüm özellikleri koruyarak id bilinçdışında egemenliğini sürdürtür, Her ne kadar bilinçdışına karşı yığılan enerji akımı güçlüyse de bir kapıyla yine de bilince açılır.
Bu kurama göre insanın kişiliği biyolojik bir temele dayanmaktadır. Kişiliği oluşturan üç yapı yani id, ego, süperego sürekli etkileşim halindedir.

İd: Kalıtımsal olarak gelen içgüdüleri içeren ve doğuştan varolan psikolojik gizil güçlerin tümüdür. Ruhsal enerji kaynağı olan id, diğer iki sistemin çalışması için gerekli olan gücü de sağlar. Enerjisini bedensel süreçlerden alır. İd fazla enerji birikimine katlanamaz. Böyle bir durum organizmada gerilim yaratır. Bu gerilimi giderebilmek için id biriken enerjiyi boşaltma eğilimi gösterir. Buna id'in haz ilkesi denir.

Ego: Doğuşta varolan ve zamanla gelişen ego insanın biyolojik yapısına ters olan ya da gerçeklere uygun düşmeyen eylemleri bilinçaltına bastırır. Ego, kişiliğin gerçekçi yürütme organıdır. Gücünü id'den alır. Egonun görevi kendi içinde ve dışında uyum sağlamaktır.
Ego aynı zamanda id, süperego ve dış dünya da çatışma halinde olan istekler arasında bir uzlaşma sağlamakla da yükümlüdür.
Süperego: Kişiliğin üçüncü ve en son gelişen sistemi olan süperego toplum yasalarını kapsar. Doğuşta varolmayan ancak gelişmeyle beliren süperego içimizdeki yargıçtır.

Süperegonun başlıca işlevleri;
1. id'den gelen içgüdüsel dürtüleri bastırmak ve yönlendirmek. Bunlar özellikle açıklanması toplumun hoş karşılamadığı nitelikte cinsel ve saldırgan dürtülerdir.
2. Egoyu gerçekçi amaçlar yerine törelerin amaçlarına yönlendirmeye ikna etmek.
3. Kusursuz olmaya çabalamaktır.

İd kişiliğin biyolojik bölümünü, ego psikolojik ye süperego toplumsal bölümlerini oluşturur. Böylece kişilik, bir bütün olarak işler.


Freud'a göre doğuştan varolan genel içgüdüler gelişmeyle ayrışır. İçgüdülerin yaşamın ilk beş, altı yılına kadar gelişmesi söz konusu olduğundan, psikanalitik görüş kişiliğin temelinin çocuklukta yattığını savunur.
Çocuk dünyaya geldiği anda libidonun (doğuştan gelen, yaşam için gerekli olan cinsel içgüdü) gücüyle davranışta bulunmaya başlar. Tüm bedeni libidoya doyum sağlayabilecek niteliktedir. Bu ilkel doyum, bir çok dönem geçirerek toplumsal bir nitelik kazanır. Libidonun gelişme dönemlerine "Psiko-seksüel gelişme" denir. Her dönem bir öncekinden etkilenir ve bir sonraki dönemi etkiler.

FREUD'UN PSİKOSEKSÜEL GELİŞİM DÖNEMLERİ

1- Oral dönem: Doğumla başlar, bir buçuk yaşına kadar sürer. Başlıca haz kaynağı ağızdan besin almaktadır. Besin alınırken önce dudaklar ve ağız boşluğu uyarılır sonra yutulur, eğer besin maddesinden hoşlanıl-mazsa dışarıya tükürülür. Daha sonra dişler belirdiğinde ağız, ısırma ve çiğneme amacıyla da kullanılır. Bu iki rol, etkinlik türü, yani ağza alma ve ısırma, sonraları gelişecek karakter özelliklerine ilk örnek olur. Ağzın dolmasından ötürü duyulan haz daha sonraları bilgi ya da eşya edinmeden sağlanan doyumla yer değiştirebilir. Isırma ve oral saldırganlığın yerini gizli alay ve tartışmaya eğilim alabilir. Erken dönemde id vardır, geç dönemde ego oluşmaya başlar. Oral dönem bebeğin annesine en bağımlı olduğu ve onun bakımına en çok gereksinim duyduğu dönemdir. Bebek için beslenmesi sevildiğinin, karnının doyurulmaması ise istenmediğinin işaretidir. Yeterince beslenemeyen ya da tersine kendi başına beslenebilecekken bile annesi tarafından uzun süre emzirilmeye devam edilen bebeklerde güvensiz ve bağımlı bir kişiliğin oluşmasının temelleri atılmış olur. Daha ileri yaşlardaki ego gelişmesine karşın bağımlılık eğilimi yaşam boyu sürer ve kişinin kaygılı olduğu ya da güvenini yitirdiği dönemlerde tekrar ön plana geçer.


Yüklə 0,82 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   21




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin