43. ER-RAKÎB
Gözetleyip, kontrol eden, 1024 bütün varlık üzerinde gözcü, bütün işler murakabesi altında bulunan. 1025
"Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir." 1026
Noksan sıfatlardan münezzeh her şeyi kontrol eden Allah (c.c.) bize şah damarımızdan daha yakındır. Kullarının fiillerinden hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Cenab-ı Hakk:
"Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şahdamarından daha yakınız." 1027
"Er-Rakib" Kur'an-ı Kerim'de üç yerde zikredilmektedir.
1. "Ben onların içinde olduğum sürece onları kolladım, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) Sen oldun. Sen herşeyi görensin."1028
2. "Allah her şeyi gözetler."1029
3. "Adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir." 1030
er-Rakîb, gönüllerde gizlenen şeyleri bilen ve herkesin yaptığını görüp gözeten, murakabe ve kontrol eden demektir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir." 1031
er-Rakîb, bütün mahlukatı koruyup gözeten ve onları en güzel bir düzen içerisinde ve mükemmel bir şekilde idare eden Allah Teâlâ'dır. 1032
Allahu teâlâ, bütün varlık üzerinde bir râsıd gibi her lâhza gözetip duran bir şâhid, bir nazırdır. Hiçbir şeyi kaçırmaz. Her birini görür ve herkesin yaptığına göre karşılığını verir. Onun için ellerine geçirdikleri kuvvetle, Allah'ın kullarına musallat olarak yer yüzünde akıl ve hayâle gelmez binbir çeşit fesat çıkaran azgın bozguncular, vakti gelince Allah'ın azabından kaçıp kurtulacaklarını asla ummasınlar. 1033
Kula Gereken Şey:
Kendi iç âleminde, Allah'a karşı gaflet ve muhalefete düşürmek için düşmanlarının entrikalarını dâima murakabesi ve yumruğu altında tutup, teşebbüslerini boşa çıkarmağa çalışmaktır. Buna muvaffak olan ne büyük kahramandır.
Hiç kimseyle muamele yapmamış, yumuşak huylu bir insanın bile, kendi iç âleminde iki düşmanı vardır: Nefs, şeytan. Şeytan, insanın yükseldiğini çekemeyen, çok tehlikeli ve korkunç bir düşmandır. Nefs de, maddî zevklere pek düşkün ve bunların te'mîni için, sahibini muhataralara süren dahilî bir düşmandır. Şeytan haset yüzünden, geçici hevesleri yaldızlıyarak ileri sürer. Nefs de, buna imrenir, cehalet ve ahmaklık yüzünden, şeytan gibi, ilk babamızdan kalma, kadim bir düşmana yardakçılık eder. Biri içerden; öteki dışardan, iki düşman birleşerek bizi ve ömrümüzü, yâni bugün şu saat elimizde bulunan maddî ve ma'nevî kuvvetlerimizi, dâima fânî ve kıymetsiz şeylerle oyalamağa, ömrümüzün o kıymetli saatlerini geçici şeylere harcayıp boşu boşuna tüketmiye, yüksek ve baki kazançlardan mahrum etmiye çalışırlar, işte asıl murakabe edilecek düşman bunlardır. 1034
44. EL-MUCÎB
Dilek ve dualara karşılık veren,1035 kendine yalvaranların isteklerini veren. 1036
"Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir." 1037
Noksan sıfatlardan münezzeh Rabbim insana şahdamarından daha yakındır. Dilek ve dualara hemen icabet eder. Öyleki bir kimse dua ettiği zaman onun duasına karşılık verir. Allah'tan kendisine ve Resulüne itaat etmekle bize icabet etmesini niyaz ediyoruz.
"Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun." 1038
"İşte Rablerinin emrine uyanlar için en güzel (mükâfat) vardır." 1039
El-Mucib şeklinde şu ayetlerde geçmektedir.
"O halde O’ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbi (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir."1040
"Andolsun, Nuh bize yalvarıp yakardı. Biz de duayı ne güzel kabul ederiz!" 1041
"el-Mücîb", dua edenlerin duasını, istekte bulunanların isteğini ve ibadet edenlerin ibadetini kabul eden demektir. O'nun icabeti iki tülüdür:
1. Genel icabet: Dua eden ve ibadet eden herkese icabet etmesidir. Allah (c.c.) buyurur ki:
"Rabbiniz; Bana kulluk edin ki size karşılığını vereyim." 1042
Talep duası, bir kulun "Ya Rabbi bana şunu şunu ver" veya "Beni şundan şundan koru" demesidir. Böyle bir dua iyi insanlardan da, günahkar insanlardan da vaki olur. Allah Teâlâ da bu tür dualarda, dua eden herkese duruma göre ve hikmeti gereği icabet eder. Bu, Mevla'nın keremine, iyi ve kötü herkese ihsanının şümulüne delâlet eder. Sadece duanın kabulü, duası kabul edilen kişinin iyi haline delâlet etmez. Ancak bununla birlikte onun iyiliğine ve doğruluğuna delâlet eden başka emareler bulunursa o zaman kişinin iyi halli olduğu anlaşılır. Mesela peygamberlerin kendi kavimleri lehine veya aleyhine dua edip de bu dualarının Allah tarafından kabul edilmesi onların verdikleri haberlerde doğruyu söylediklerine ve Rabbleri katındaki değerlerinin yüksekliğine delâlet eder. Bu sebeple Rasûlullah (s.a.v.) çoğu kez, kabul edildiğini müslümanların ve başkalarının bizzat müşahede ettikleri dualar ederlerdi. Bu, onun peygamberliğinin delillerinden ve doğruluğunun alametlerindendir. Allah'ın veli kullarının kabul edilen dualarıyla ilgili anlatılan pek çok şey de böyledir. Bunlar da onların Allah katındaki kıymetlerinin birer delilidir.
2. Özel icabet: Bunun gerçekleşmesi için de pek çok sebep vardır. Mesela bunlardan birisi başına büyük bir sıkıntı gelip de zorda kalan kişinin yaptığı duadır. Şüphesiz ki Allah böyle bir kişinin duasını kabul eder. Ayet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyurur:
"(Allah'a ortak koştukları putlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren Allah mı hayırlı?" 1043
Bunun sebebi; kişinin Allah'a olan ihtiyacının şiddeti, son derece çaresizlik içinde kalması, yaratıklarla ilgisinin kesilmesi ve Allah'ın rahmetinin bütün mahlukatın ihtiyaçlarını kuşatacak şekilde geniş olmasıdır.
Duanın kabulünün sebeplerinden birisi de uzun bir yolculuk ve Allah'ın isimleri, sıfatları ve nimetleri gibi O'nun en çok .sevdiği vasıtalarla Allah'a tevessül edilmesidir.
Hastanın, mazlumun ve oruçlunun duası, ebeveynin evladına, evladın ebeveyne olan duası, namazların arkasında, seher vakitlerinde, ezan ve ikamet arasında, nida esnasında, yağmur yağarken, şiddetli sıkıntı anında ve bunlara benzer önemli ve mübarek vakitlerde ve durumlarda yapılan dualar da böyledir. 1044
"Muhakkak ki Rabbim (kullarına) çok yakındır ve (dualarını) kabul edendir." 1045
Allahu teâlâ kuluna, kulundan daha yakındır. Bundan maksat, mekân veya cihet yakınlığı değildir. Çünkü bir mekânda veya cihette bulunduğunu kabul etmek, ordakilerine daha yakın, başka yerdekilerine daha uzak gibi, ulûhiyyete yaraşmıyan bâtıl netîceler doğurur. Allah'ın her zerreye, her noktaya yakınlığı müsavidir. Onun için ne kadar içten olursa olsun, kendisine yalvaranları bilir ve yalvarmalarını işitir. Biz başkalarının bize karşı ricalarını işidip duruyoruz ve kendilerine cevab da verebiliyoruz; yâni ricalarını elimizden geldiği kadar is'af ediyoruz. O halde bize bu sıfatı bahşeden ve bize bizden daha yakın bulunan Allahu teâlâ'ya arzettiğimiz dualarımızı, münâcâtlarımızı, her türlü dileklerimizi daha evvel işittiğine îmân etmemiz zarurî olur.
Allahu teâlâ kendisinden ne istendiğini işitir. İstiyeni ve istediği şeyi bilir, dilerse lâhza içinde verir; dilerse bir zaman sonra verir, dilerse hiç vermez.
Bâzan ihtiyaçlarının bertaraf edilmesi için, şuna buna müracaat niyetinde bulunan bir kulunun ihtiyaçlarını, onun müracaat etmek istediği yerlerin gayrisinden gönderir. Bu suretle, o kulunu isteme zilletinden saklar, bâzan da bir kulunun dostları, ahbabları, sevdikleri birleşir; onun pürüzlü işlerini düzeltmek ve yoluna koymak için elbirliğiyle çalışırlar da hiçbir şeye muvaffak olamazlar. Sonra Allah, o işleri başka yollarla halleder, kulunu minnet yükü altında kalmaktan kurtarır.
Velhâsıl, Allah'ın her kuluna ayrı bir muamelesi vardır. Kula yaraşan istemektir. Ondan sonra kendi hakkında, Hak'dan ne muamele zuhur ederse, ona memnunlukla razı ve teslim olmaktır. 1046
Câhîl Tabiiyyeciler:
Câhil tabiiyyeciler, namaz, oruç ve Allah'a yalvarmak gibi, insanların ancak nezâhet ve fazîletde yükseldikleri zaman anlayabilecekleri ibâdetleri, faydasız ve lüzumsuz telâkki ediyorlar. Hele bunlardan bâzı müfritlerin, namaz kılıp, oruç tutanları hor görmesi, Müslümanların toplaşarak rahmet dualarına çıkmalariyle veya umûmî âfet ve belânın kaldırılması için Hak'tan niyazda bulunmalariyle alay etmesi ne kadar kaba bir vahşîlik, ne kadar büyük bir edepsizliktir. Bunlar Allahu teâlâ'nın-hâşâ- bilmez, işitmez, kör, sağır bir kuvvet olduğunu sanıyorlar. Kendisine kulluk etmenin ve yalvarmanın boş olduğunu söylüyorlar, insan gibi şuurlu bir mahlûkun kendini yoktan var edip, gören, işiten, düşünen, fikirlerini başkalarına anlatan bir hâle koyan Yaradan'ı hakkında, bu kadar derin bir sapıklığa saplanması ne fecî bir körlük ve sağırlıktır. Bu sıfatlar Allah'ta yoksa ve Allah yaratmadıysa, acaba kendileri onları nereden ve hangi kaynaktan almışlardır? Güneşten daha açık olan bu hakikati inkâr etmelerinin tek sebebi, heveslerine kul ve köle olmayı, Allah'a kul olmaktan üstün tutmalarından başka bir şey değildir. Heveslerine esir olanlar, dünyâda da, âhirette de ziyan ve ızdırap içindedirler. Bunların bol dünyalık bulanlarına bile imrenilmez. Çünkü bu dünya bolluğuna rağmen -Allah kendilerine ağız tadı vermediği için- onların dışarı taşan çeşitli ıztıraplarından başka, kalplerinin derinliklerinde, kimseye söyliyemedikleri bir takım sızılar vardır ki, içlerini daima kemirir durur. 1047
Kula Gereken Şey:
Hususî ve umûmî bütün ihtiyaçların te'mîn ve tesviyesi için birbirlerinden faydalanmak üzere, arzda yaşayan bütün insanların birbirlerine müracaatları ve "yardımlaşma" isteği doğru ise de, insan kudretinin üstünde bulunan işler için yine insanlara müracaat etmenin doğru olmadığını bilmek lâzımdır. Çünkü, insan kudretinin üstünde olan her müşkülü ancak Allah açar ve böyle bir şeyi Allah'tan başkasından istemek onu Allah'a denk tutmak olurki, bu küfürdür, şirktir.
Esbabı bilinmeyen, çâresi bulunmayan hüccetler vardır ki, bunlara "ıztırar hâli" derler; bu hallerde yalnız Allah'a iltica edilir ve yalnız Ondan istimdat umulur ve ancak Ondan yardım istenir. Böyle çaresizlik zamanlarında, câhil tabiiyyecilerin hangi kapıya baş vurduklarını bilmem, fakat Mücîb, Rahîm, Kerîm bulunan Allahu teâlâ'ya inanmış olanlar kalblerinin bütün samîmiyetiyle O'na yalvarırlar. Metanet ve soğukkanlılıkla ezelî mukadderat hükmüne kendilerini teslim ederler, nihayet böyle ıztırar hallerinde kendisine iltica edenler hakkındaki Allah'ın va'di gelir, çok defa umulmıyan yerlerden selâmet kapıları açılıverir. 1048
Dostları ilə paylaş: |