El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 5 Nisa Suresinin Devamı ve Maide Suresi


Mâide Sûresi 41-50 ....................................................... 567



Yüklə 7,94 Mb.
səhifə40/48
tarix04.01.2019
ölçüsü7,94 Mb.
#90079
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   48

Mâide Sûresi 41-50 ....................................................... 567


 

568 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

41- Ey Elçi! Ağızlarıyla "inandık" dedikleri hâlde kalpleri inanmamış



olan (munafık)lardan ve Yahudilerden küfürde yarışanlar

seni üzmesin. Onlar (Yahudiler), yalana kulak verenler, sana gelmemiş

olan bir başka kavme kulak verenlerdir. O kavim, kelimeleri

yerlerine konulduktan sonra kaydırırlar; "Eğer size bu verilirse alın;

eğer bu verilmezse sakının" derler. Allah kimi fitneye düşürerek

sınamak isterse, sen onun için Allah'tan hiçbir şeye malik olamazsın.

Onlar öyle kimselerdir ki Allah, onların kalplerini temizlemek

istememiştir. Onlar için dünyada rezillik var ve yine onlar için

ahirette de büyük bir azap vardır.

 

Mâide Sûresi 41-50 ....................................................... 569

 

42- Yalana kulak verirler, haram yerler. Sana gelirlerse, ister

aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir; eğer onlardan yüz

çevirirsen, sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen,

aralarında adaletle hüküm ver. Çünkü Allah adalet sahiplerini sever.

 

43- Içinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken,



seni nasıl hakem yapıyorlar da sonra bunun ardından [Tevrat'taki

hükümden] dönüyorlar?! Gerçekte onlar inanmış değillerdir.

 

44- Gerçekten Tevrat'ı biz indirdik, onda yol gösterme [itikadî



bilgiler] ve nur [şer'î hükümler] vardır. (Allah'a) teslim olmuş peygamberler,

onunla Yahudilere hüküm verirlerdi ve kendilerini Allah'a

vermiş rabbanîler ve âlimler de, Allah'ın kitabını korumakla

görevlendirildiklerinden ve onu gözetip kolladıklarından (onunla

hüküm verirlerdi). O hâlde, insanlardan korkmayın, benden korkun

ve benim ayetlerimi az bir paraya satmayın! Kim Allah'ın indirdiğiyle

hükmetmezse, işte onlar kâfirlerdir.

 

45- Onda onlara: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa



kulak, dişe diş ve yaralara karşı kİsas yazdık. Kim bunu bağışlarsa,

o kendisi için keffaret olur. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse,

işte onlar zalimlerdir.

 

46- Onların izleri üzerine arkalarından, önündeki Tevrat'ı doğrulayıcı



olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona, içinde yol

gösterme ve nur [şer'î yasalar] bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayıcı,

korunanlar için yol gösterici ve öğüt olarak Incil'i verdik.

 

47- İncil sahipleri, Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Kim



Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar fasıklar (yoldan çıkmışlar)

dır.

 

48- Sana da kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve onlara



egemen olarak bu kitabı gerçek üzere indirdik. Şu hâlde insanlar

arasında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen gerçekten ayrılıp

onların keyiflerine uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir

yol belirledik. Allah isteseydi, hepinizi bir tek ümmet yapardı; fakat

 

570 ............................................. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

size verdiği nimetler içinde sizi sınamak istedi. Öyleyse hayırlı işlerde

yarışın; hepinizin dönüşü Allah'adır. O size ayrılığa düştüğünüz

şeyleri haber verecektir.

 

49- Insanlar arasında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine



uyma. Onların, Allah'ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni

şaşırtmalarından sakın. Eğer dönerlerse, bil ki Allah, bazı günahları

yüzünden onları felâkete uğratmak istiyordur. Zâten insanların

çoğu yoldan çıkmışlardır.

 

50- Yoksa cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgisi olan



bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?

 

AYETLERIN AÇIKLAMASI



 

Bu ayetler birbirleriyle bağlantılıdır. Tümüne tek bir ahenk egemendir.

Baştan sona aynı akış sürüp gitmektedir. Bundan da

anlaşılıyor ki, ayetler, Ehlikitab'a mensup bir grup hakkında

inmiştir. Adı geçen grup, Tevrat'ın bazı hükümleriyle ilgili olarak

Resulullah'ın hükmüne başvururlar. Beklentileri, Hz. Muhammed-

'in (s.a.a) Tevrat'ın konuya ilişkin hükmünden farklı bir hüküm vereceği

yönündedir. Böylece Tevrat'ın ağır hükmünden kaçıp Peygamberimizin

(s.a.a) hükmüne razı olacaklar.

Bu arada, aralarında şu tür bir konuşma yapmayı da ihmal

etmiyorlar: "Eger size bu verilirse -yani kişisel arzularınıza uyan

hüküm verilirse- alın; eger bu verilmezse -yani size Tevrat'ın hükmü

öngörü-lürse- sakının!"

 

Hz. Peygamber (s.a.a) onları Tevrat'ın hükmüne uymaya yöneltir,



onlar bundan kaçınırlar. Bu arada, münafıklardan bir grup da,

Ehlikita-b'ın, Peygamberimizden fetva isteyen, hükmüne başvuran

mensupları gibi bir eğilim içine girerler. Peygamber'in (s.a.a) aklını

çekip, hevadan hüküm vermesini, güçlülerin tarafını tutmasını,

yani cahiliye hükmüyle hükmetmesini isterler. Oysa: "Kesin bilgisi

olan bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?"

Bu değerlendirme, ayetlerin nüzul sebebine ilişkin rivayetleri

desteklemektedir.

 

Mâide Sûresi 41-50 .......................................................... 571

 

Buna göre, ayetler Yahudiler hakkında inmiştir. İçlerindeki eşraf



takımından evli iki kişi zina ederler. Hahamlar, Tevrat'ta böyle

durumlar için öngörülen taşlayarak öldürme (recm) cezasını kırbaç

cezasıyla değiştirmek isterler. Bu arada, evli insanların zina etmeleri

durumunda çarptırılacakları cezayı öğrenmek üzere Peygamberin

(s.a.a) ya-nına adam gönderirler. Şayet kırbaç cezasını öngörürse

kabul edin, taşlayarak öldürmeyi öngörürse kabul etmeyin,

diye de tembih ederler. Resulullah (s.a.a) taşlayarak öldürme

hükmünü verir. Bunun üzerine Yahudiler, bunu kabul etmekten

kaçınırlar. Bu arada Resulullah (s.a.a), İbn-i Suriya'dan Tevrat'ın

konuya ilişkin hükmünü sorar ve gerçeği gizlememesi için onu Allah

ve ayetleri adına yemine verir. Adam doğruyu söyler ve

Resulullah'a recm hükmünün Tevrat'ta mevcut olduğunu belirtir.

İnşallah, ilerideki hadisler bölümünde bu olayı daha detaylı bir şekilde

ele alacağız.

 

Bununla beraber ayetler açıklamaları itibariyle bu özel durumdan



bağımsızdırlar ve nüzul sebebine ilişkin rivayetlerde anlatılanlarla

kayıtlı değiller. Yaşanan gelişmelere ilişkin özel sebeplerden

dolayı inen Kur'ân ayetlerinin tipik bir özelliğidir bu. Bu gibi ayetlerin

iniş sebeplerinin, ayetlerin birçok amacı arasında sadece belli

bir payları olur. Bunun tek nedeni, Kur'ân'ın evrensel ve sürekli bir

kitap oluşu, herhangi bir zaman veya mekânla kayıtlanamayacağı,

belli bir kavme veya özel bir olaya özgülenemeyeceği gerçeğidir.

Ulu Allah konuya ilişkin olarak şöyle buyurmuştur: "O sadece bütün



âlemler için bir ögüt-tür." (Yûsuf, 104) "Âlemlere uyarıcı olması

için kuluna Furkan'ı indiren Allah pek kutludur." (Furkan, 1) "O, eşsiz

bir kitaptır. Ki ne önünden, ne de arkasından ona batıl gelmez."

(Fussilet, 42)

 

"Ey Elçi!...küfürde yarışanlar seni üzmesin." Bu ifade, ayette sözü



edilen kimselerden gördüğü kötü muamele karşısında, Peygamberin

(s.a.a) gönlünü hoş tutma, ona moral destek sağlama amacına

yöneliktir. Ayette sözü edilenler, küfürde yarışanlardır, hızlı

adımlarla küfür yolunda koşuşturanlardır. Bunların fiillerinden ve

 

572 .............................................. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

sözlerinden küfrün gerekleri birer birer orta yere dökülür. Bunlar



küfürde yarışan kâfirlerdir. Küfürde yarışmak, küfre doğru yarışmaktan

farklıdır.

 

"Ağızlarıyla "inandık" dedikleri hâlde kalpleri inanma-mış olanlardan"

Küfürde yarışanlara, yani münafıklara ilişkin bir açıklamadır

bu. Burada nitelik, nitelenenin yerine konulmuştur. Bunun-la

yasağın nedenine işaret etmek amaçlanmıştır. Nitekim, önceki nitelik,

yani: "küfürde yarışanlar" ifadesi, yasaklanan şeyin nedenine

yönelik bir işarettir. Dolayısıyla -Allah doğrusunu herkesten daha

iyi bilir- şöyle bir anlam belirginlik kazanıyor: Bunların küfürde yarışmaları,

senin üzülmene neden olmasın. Çünkü onlar, yalnızca

dilleriyle i-nanmışlar, kalpleriyle değil; onlar mümin değildirler.

Sana gelip bir şeyler söyleyen Yahudiler de öyle.

Ayetin akışından anlaşıldığı kadarıyla "ve Yahudilerden" ifadesi,

"Agızlarıyla inandık, dedikleri hâlde kalpleri inanmamış olanlardan"

ifadesine atfedilmiştir. Yeni bir başlangıç değildir. Buna

göre, "Yalana kulak verenler sana gelmemiş olan bir başka kavme

kulak verenler" ifadesi, mahzuf müptedanın haberidir. Yani,

"Onlar, yalana kulak verenlerdirler."

Uyum içinde sıralanan bu cümleler, Yahudilerin durumunu

açıklamaya yöneliktir. Ayetin girişinde işaret edilen münafıkların

durumunun ise, bu niteliklerle örtüşmediği açıktır.

Buna göre, sözü edilen bu Yahudiler, yalanı dinleyenlerdir. Yani

yalan olduğunu bile bile onu sürekli dinlerler. Aksi takdirde bir

yergi niteliği olarak kullanılmazdı. Onlar ayrıca, sana gelmeyen bir

kavmi de çokça dinlemektedirler. Kendilerine yapılan bütün telkinleri

kabul ediyor, kendilerinden istenen her şeyi yerine getiriyorlar.

Dinlemenin farklı anlamlar ifade etmesi nedeniyle "kulak verenler"

ifadesi tekrarlanıyor. Çünkü birincisi "kulak verip dinlemek",

ikincisi ise "kulak verip kabul etmek" anlamında kullanılmıştır.

"Kelimeleri yerlerine konulduktan sonra kaydırırlar." Yani, yerlerine

iyice yerleştikten sonra, kelimeleri yerlerinden kaydırıp ilgisiz

anlamlara değiştirirler. Bu cümle, "bir başka kavme" sözünün ni-

 

Mâide Sûresi 41-50 ................................................. 573

 

teliği konumundadır. "Eger size bu verilirse alın; eger bu



verilmezse sakının' derler." sözü de öyle.

Ayeti bütün olarak ele aldığımızda şu husus ortaya çıkıyor: Bir

grup Yahudi, dinleri açısından cezayı gerektirirci bir suç işliyorlar.

On-lar bunun için öngörülen ilâhî cezayı da bilmektedirler. Fakat

bilginleri, sabitleşen bu hükmü değiştiriyorlar. Sonra içlerinden bir

grubu Hz. Resulullah'a (s.a.a) gönderiyorlar ve bu olay hakkında

hükmüne başvurmalarını emrediyorlar. Eğer bilginlerin verdiği

değiştirilmiş hükme uygun bir hüküm verirse alın, başka bir hüküm

verirse sakının, diye de tembihliyorlar.

 

"Allah kimi fitneye düşürerek sınamak isterse, artık sen onun için



Allah'tan hiçbir şeye malik olamazsın." Görünen o ki bu cümle, bir

ara cümle konumundadır. Bununla anlatılmak istenen şudur: Onlar,

bu olayda ilâhî bir fitne ile sınanmaktadırlar. Do-layısıyla Peygamber

(s.a.a) müsterih olmalı, üzülmemelidir. Çünkü bu iş Allah'-

tandır ve O'na dönmektedir. Peygamber, bu işte Allah adına hiçbir

role sahip değildir. Onların sınamadan geçirilmesi için bu iş illâki

olacaktı. Bu nedenle üzülmeyi gerektirecek hiçbir gerekçe yoktur.

"Onlar öyle kimselerdir ki Allah, onların kalplerini temizlemek istememiştir."

Dolayısıyla kalpleri önceki kirliliği üzere kalmıştır.

Günah üzere günah işedikleri, tekrar tekrar yoldan çıktıkları için,

Allah bununla onları saptırmıştır. Allah bununla ancak yoldan çıkanları

saptırır.

 

"Onlar için dünyada rezillik var ve yine onlar için ahi-rette de büyük

bir azab vardır." Dünyada rezil olacaklarına ilişkin bir tehdittir bu.

Nitekim öyle oldular da. Ahirette de büyük bir azaba uğrayacakları

vaat ediliyor.

 

"Yalana kulak verirler, haram yerler." Ragıb el-Isfahanî el-



Müfredat adlı eserinde şöyle der: "es-Suht, gövdeden koparılmış

kabuk demektir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Feyushitekum biazabin:



bir azap ile kökünüzü keser." (Tâhâ, 61) Bazıları bu ifadeyi

"feyeshetekum" şeklinde okumuşlardır [ki, bu tarz okuyuş farkları

anlam değişikliğine neden oluşturmaz]. Araplar, ["kökünü kazıdı"

 

574 ................................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

anlamında] "sehatehu" ve "eshatehu" derler. Yasak ve haram olan



şey için de "es-suht" ifadesi kullanılır ki, bu gibi kişiyi utandıran

şeylerin onun dinin ve kişiliğini kökünden kazıdığı ima edilir. Yüce

Allah, "haram yerler..." (Mâide, 42) buyuruyor. Yani, dinlerini kökünden

kazıyacak haram şeyler yiyorlar. Resulullah efendimiz (s.a.a)

şöyle buyurmuştur: "Eti haramdan biten bedene ateş yaraşır."

Bundan dolayı rüşvete de "suht" denilmiştir."

Şu hâlde, haramdan kazınılan her mal "suht"tur. Ayetin akışı

gösteriyor ki, bu kelime ayette "rüşvet" anlamında kullanılmıştır.

Bu bağlamda haram mal yediklerine işaret edilmesinden anılıyoruz

ki: İçlerinden bir grubunu Hz. Peygamberin (s.a.a) yanına gönderen

bilginler, Allah'ın konuya ilişkin hükmünü tahrif etmek için

rüşvet almışlardı. Çünkü Allah'ın hükmü bazılarına zarar veriyordu.

Onlar rüşvet vererek bu zararın önüne geçmek istediler. Bilginleri

de rüşvet alarak Allah'ın hükmünü değiştirdiler.

 

Buradan hareketle anlıyoruz ki: "Yalana kulak veririler, haram



yerler." nitelemesi, tümü itibariyle, Yahudilerin tümüne yönelik bir

nitelemedir. Nitelemeyi aralarında paylaştırmak gerekirse, bu sefer,



"Yalana kulak verirler" sözü, önceki ayette sözü edilen Yahudilerin,

yani Hz. Peygamberin yanına gönderilenlerin ve onlarla aynı

kategoriye giren diğer uyrukların niteliğini, "haram yerler" sözü

ise, yine önceki ayette sözü edilen "bir başka kavm" in niteliğini

anlatıyor. Kİsacası, demek istenen şudur: Yahudilerin bir kısmı

rüşvet yiyen bilginler, bir kısmı da yalana kulak veren taklitçi kitlelerdir.

 

"Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir..."

Burada hükmüne başvurmaları durumunda, aralarında hüküm

vermek veya onlardan yüz çevirmek hususunda Peygamberimiz

serbest bırakılıyor. Bilindiği gibi, Peygamber efendimizin

(s.a.a) iki şeyden birini tercih etmesi, ancak gerektirici bir maslahata

göre belirginlik kazanır. Dolayısıyla mesele, Hz. Peygamberin

(s.a.a) görüşüne havale ediliyor.

 

Sonra yüce Allah, bu tercih bağlamında, Peygamberimize



 

Mâide Sûresi 41-50 ......................................................... 575

 

(s.a.a) aralarında hükmetmeyi terk etmesi, onlardan yüz çevirmesi



durumunda bunun kendisine zarar vermeyeceğini, açıklıyor ve aralarında

hükmetmesi durumunda adalet ilkesi doğrultusunda

hükmetmesi gerektiğini vurguluyor.

 

Sonuçta mesele şuraya gelip dayanıyor: Yüce Allah, onların



arasında hükmünün geçerli olmasından başka bir şeye razı

olmuyor. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.a) ya onlar hakkında Allah'ın

hükmünü uygulayacak ya da onlar hakkında hükmetmeyecek.

Başka bir hüküm vermesi ise, söz konusu değildir.

 

"İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken seni



nasıl hakem yapıyorlar da sonra bunun ardından dönüyorlar?! Gerçekte

onlar inanmış değillerdir." Burada Yahudilerin bir tutumunun hayret

verici oluşuna dikkat çekiliyor. Şöyle ki: Kendileri kitap ve şeriat

sahibi bir ümmettirler. Senin peygamberliğini, getirdiğin kitabı ve

şeriatı inkâr ederler. Sonra bir gelişme yaşanıyor ve buna ilişkin Allah'ın

hükmü kitaplarında mevcuttur. Ama onlar, içinde Allah'ın

hükmü bulunan Tevrat'tan yüz çeviriyorlar. Dolayısıyla kitaptan ve

hükmünden uzak duran bu adamlar, ona inanmıyorlar.

Bu bakımdan, "Sonra bunun ardından dönüyorlar" ifadesinin

an-lamı şu şekilde belirginleşiyor: Içinde Allah'ın hükmü bulunan

Tevrat yanlarında bulunduğu hâlde, olaya ilişkin hükümden dönüyorlar.



"Gerçekte onlar inanmış degillerdir" yani, onlar Tevrat'a ve

içerdiği hükümlere inanmıyorlar. Onlar Tevrat'a ve hükmüne inanmak

durumundan saparak küfre yönelmişlerdir.

 

"Sonra bunun ardından dönüyorlar" ifadesini, Peygamberin

(s.a.a) verdiği hükümden dönüyorlar, şeklinde anlamak da mümkündür.

Bu durumda, "Gerçekte onlar inanmış degillerdir." ifadesini

de, onlar Hz. Peygambere (s.a.a) inanmış değillerdir, şeklinde

anlamak gerekir. Çünkü Hz. Peygamber'e başvurmaları, aralarında

hükmetmesini istemeleri, ona inanmış olduklarını ima edecek bir

davranıştı. Ya da hem Tevrat'a, hem de Hz. Peygambere inanmamış

oldukları kastedil-miş olabilir. Ne var ki, önceki anlam, ayetlerin

akışına daha uygundur.

 

576 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

Ayet, bugün Yahudilerin elinde bulunan Tevrat'ı bir ölçüde onaylamaktadır.



Bugünkü Tevrat, Babil'i fetheden Iran kralı "Kûruş"

un izniyle "Azra" tarafından derlenmiştir. Kuruş, Israiloğullarını

Babil esaretinden kurtarmış, Filistin'e dönüp heykeli onarmalarına

izin vermişti. Bu Tevrat, Hz. Peygamber zamanında onların ellerindeydi.

Bugün de aynı Tevrat ellerindedir. Kur'ân, bu Tevrat'ta Allah-

'ın hükmünün bulunduğunu açıklıyor. Ama aynı zamanda tahrif ve

değişim geçirdiğini de vurguluyor.

 

Bütün bunlardan şu sonuca varıyoruz: Bugün Yahudilerin elinde



bulunan Tevrat, Hz. Musa'ya (a.s) inen orijinal Tevrat'tan bölümler

içeriyor. Bunun yanında bazı yerleri tahrif edilmiş, değiştirilmiştir;

ya eklemede bulunulmuş, ya çıkarmalar yapılmış ya da ifadelerin

yerleri değiştirilmiştir vs. Kur'ân'ın Tevrat'a ilişkin görüşü budur.

Bu konuda yapılacak objektif kapsamlı bir araştırma da bunun

böyle olduğunu ortaya koyacaktır.

 

"Gerçekten Tevrat'ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nur vardır.



(Allah'a) teslim olmuş peygamberler, onunla Yahudilere hüküm verirlerdi."

Bu ifade, önceki ayette açıklanan hususun gerekçesini açıklamaya

yöneliktir. Dolayısıyla, bu ve bundan sonraki ayetler, yüce

Allah'ın değişik dönemlerde yaşayan topluluklara şeriatlar indirdiğini,

bu şeriatları kutsal kitaplar kapsamında onlara indirdiğini

açıklıyor.

 

Bununla güdülen amacın, söz konusu toplulukların bu kitaplar



aracılığıyla doğru yola iletilmeleri, onların aracılığıyla hakkı görmeleri,

aralarında baş gösteren ihtilaflar hususunda onlara

başvurmalarıdır. Bu çerçevede peygamberlere ve bilginlere, indirilen

bu kitapların içerdiği şeriatlar doğrultusunda hüküm vermeleri,

kitapları ve içerdiği şeriatları korumaları, değiştirme ve tahrif girişimlerinden

muhafaza etmeleri, hükmederken, insanlardan miktarı

ne olursa olsun, az olmaktan öte olmayan herhangi bir bedel

almamaları, bu hususta sadece Allah'tan korkmaları, O'ndan başkasından

korkmamaları emrediliyor.

 

Bu arada yükümlülükleri daha da pekiştirilerek heva ve heves-



 

Mâide Sûresi 41-50 ...................................................... 577

 

lere tâbi olmamaları, dünya perestlerin baştan çıkarıcı çalımlarına



kanmamaları isteniyor. Şeriatların ve hukuk sistemlerinin farklılığı,

toplumların ve yaşadıkları dönemlerin farklılığından kaynaklanan

bir durumdur. Amaç, toplumlara yönelik ilâhî sınamanın eksiksiz

olarak tamamlanmasıdır. Çünkü asırlar geçtikçe zamanlar

değişik kapasiteler edinir. Güçlülük ve zayıflık bakımından değişiklik

arz eden iki farklı kapasite de, tek bir tarzda sürüp giden tek bir

teorik ve pratik eğitim sistemi ile istenen olgunluk derecesine ulaşmaz.

Dolayısıyla, "Gerçekten Tevrat'ı biz indirdik, onda yol gösterme



ve nur vardır." ifadesi, doğru yola ulaşmak için bir ölçüde hidayet

ve Israiloğullarının pratikleri ölçeğinde ve kapasiteleri oranında

bilgileri ve hükümleri görmek için bir nur vardır demektir.

Yüce Allah, Kur'ân-'da, onların genel ahlâkî yapılarını, çeşitli dönemlerde

tarih sahnesine çıkan halklarının karakteristik özelliklerini

ve anlayış kapasitelerini açıklamıştır. Bu yüzden onlara hidayetin

sadece bir kısmını, nurun sadece bir bölümünü indirmiştir. Bu

eski dönemde yaşamalarından, ümmet olarak önce tarih sahnesine

çıkmalarından ve kapasitelerinin azlığından kaynaklanan bir

durumdur. Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: "Musa için



levhalarda her şeyden bir ögüt ve her şeyin bir açıklamasını

yazdık." (A'râf, 145)

 

"(Allah'a) teslim olmuş peygamberler, onunla Yahudilere hüküm



verirlerdi." Bu ifade de peygamberler Allah'a teslim olmak anlamına

gelen "İslâm" niteliğiyle anılıyorlar. İslâm, Allah katındaki dinin

adıdır. Bununla dinin tek olduğuna işaret ediliyor. Bu din de Allah'a

teslim olmaktır, O'na kulluk sunmaktan kaçınmamaktır. Allah'a

teslim olmuş bir müminin Allah'ın hükümlerini ve yasalarını kabul

edip uygulamaktan kaçınması düşünülemez.

 

"Kendilerini Allah'a vermiş rabbanîler ve âlimler de, Allah'ın kitabını

korumakla görevlendirildiklerinden ve onu gözetip kolladıklarından

(onunla hüküm verirlerdi)." Yani, bilgi ve amel olarak kendilerini Allah'a

adayan âlimler ya da "Rabbaniyyûn" kelimesinin "rab" veya

 

578 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

"terbiye" sözcüklerinden türediğini esas alarak, bilgileri doğrultusunda



insanları terbiye etme görevini üstlenenler ve Yahudilerin

üst düzey bilginleri olan Hahamlar, Allah'ın emri doğrultusunda

onunla hükmederlerdi. Allah, kitabı koruma görevini de onlara

vermişti. Dolayısıyla kitabı koruma ve onu taşıma açısından onun

gözetleyicileriydiler -denetleyicileriydiler- de. Onu ezber-lerinde tuttukları

için değiştirilme ve tahrif ihtimali de ortadan kalkıyordu. Bu

bakımdan, "ve onu gözetip kolladıklarından" ifadesi, "ko-rumakla

görevlendirildikten" ifadesinin bir sonucu konumundadır. Onlara

kitabı korumaları emredilmişti, onlar da, onu kollayıp gözetmek

suretiyle koruyorlardı.

 

Şahitlik etmenin, kollayıp gözetmenin anlamıyla ilgili olarak



anlattıklarımız, ayetin akışından da kendini göstermektedir. Bazılarına

göre, bundan maksat, Peygamberin recme ilişkin hükmünün

Tevrat'ta yer aldığına tanıklık etmeleridir. Diğer bazılarına göre

de, bundan maksat, kitabın tek ve ortaksız Allah'ın katından

geldiğine şahitlik etmeleridir. Ne var ki ayetin akışından, bu iki yorumu

destekleyecek karineler algılamak mümkün görünmüyor.



"O hâlde, insanlardan korkmayın, benden korkun ve benim

ayetlerimi az bir paraya satmayın." ifadesine gelince, bu cümle,

"Gerçekten Tevrat'ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nur vardır...

onun-la hüküm verirlerdi." ifadesinin ayrıntısı, açılımı konumundadır.

Yani, Tevrat bizim katımızdan indirilmiştir ve bir şeriat, bir

hukuk sistemi içermektedir. Peygamberler, kendini Allah'a adamış

bilginler ve Hahamlar aranızda onunla hüküm verirlerdi. Şu

hâlde, ondan herhangi bir şey gizlemeyin, birilerinden korktuğunuz

veya maddî bir çıkar beklentisi içinde olduğunuz için onu değiştirmeyin.

Diğer bir ifadeyle: Insanlardan korkup Rabbinizi unutmayın.

Bilâkis, Allah'tan korkun ki, insanlardan korkmayasınız. Öbür yandan,

boş, geçici dünyevî bir mal veya makam şeklinde somutlaşan

az bir bedele karşılık Allah'ın ayetlerini satmayın.

 

Bu ifadenin, anlam itibariyle, "Allah'ın kitabını korumakla görevlendirildiklerinden ve onu gözetip kolladıklarından" ifadesine



 


Yüklə 7,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin