Önerilen Tanım
“Tefsir, Kurân ayetlerinin kullanılan mefhumunu beyan etmekten, Yüce Allah’ın muradını da Arap edebiyatı ve muhaveredeki akli temellere dayanarak aşikâr etmekten ibarettir.”
Açıklama
Her kelamda bir “kullanılan mefhum/mana” olduğu gibi bir de “gerçek amaç” vardır. Kullanılan mefhum, kelimelerin örfteki anlamları, yapı, terkip ve muttasıl karinelerin üzerine hâkim olduğu kaidelerle delalet ettiği manadır. Gerçek murat ise konuşmacının kendi sözünden anlaşılmasını istediği konudur; bu, ister kullanılan mefhuma mutabık olsun isterse de ona aykırı olsun. Buna göre her sözün anlaşılmasının iki aşaması vardır: Mananın anlaşılması ve maksadın keşfi. Birinci aşamada kullanılan sözde hiçbir belirsizlik olmayabileceği ve neticede onda kullanılan mefhum aşikâr olabileceği gibi bazen de birtakım faktörlerden (kelimelerin anlamlarının malum olmayışı veya kelime ve cümlelerin ferdi ya da terkibi yapılarının malum olmayışı veyahut kelamın çıkış şartlarının malum olmayışı…) dolayı kullanılan mefhum müphem olabilir. Bu durumda belirsizliğe neden olan faktörü bertaraf ederek onu ortaya çıkarmak mümkündür. Dolayısıyla sözün bu aşamada tefsire ihtiyacı vardır. İkinci aşamada ise konuşmacı kullanılan manayı irade etmiş olabileceği gibi etmemiş de olabilir. (İster irade ettiği mana kullanılan mananın bir bölüm ve bazı fertleri olsun veya bunun tam tersi; yani kullanılmış mana onun ima ettiği geniş kapsamlı anlamın bir parçası veya bir ferdi olsun) Birinci durumda cümledeki hedefi keşfetmenin tefsire ihtiyacı vardır. Fakat ikinci durumda tefsire gerek yoktur.
Öte yandan konuşmacı, bazen tüm konuları detayları ve en ince ayrıntıları ile bir yerde ve bir defada beyan edebileceği gibi bazen de bir konuyla ilgili sözleri parça parça ve dağınık bir şekilde ortaya atmakta veya müphem şekilde konuşmakta ve belirsizliğin giderilmesi için muhataplara bir merci tayin etmektedir. Birinci durumda kullanılan mefhum aynı zamanda onun esas muradıdır ve bunda tefsire ihtiyaç yoktur. Çünkü eğer kullanılan mefhum konuşmacının muradı olmasaydı muhatapların yönelecekleri diğer mana yönünde birtakım karineler zikretmesi gerekirdi. Fakat ikinci surette konuşmacının diğer sözlerine müracaat etmek (ya da iphamların giderilmesi için tayin edilmiş mercie başvurmak) gereklidir ve sonuçta tefsirin zarureti vardır.
Elbette eğer muhatap, konuşmacının diğer sözlerini incelemeden ve tayin edilmiş merciye sormadan önce muteber bir delilin ışığında konuşmacının gerçek muradının kullanılan mefhum olduğu neticesine ulaşırsa artık onun diğer sözlerini araştırmasına ve tefsire ihtiyaç kalmaz.
Kurân-ı Kerim, maksada delalet etme yönünden öyle bir şekildedir ki birçok yerinde ayetlerde kullanılan mefhumlar Allah’ın ciddi ve esas muradı olmayıp, onlardaki ince ayrıntılar başka ayetlerde veya Peygamberin (s.a.a) ve Masum İmamların (a.s) sözlerinde gelmiştir. Böylece önerdiğimiz tanımda ifade edilen tefsirin iki aşamalı olması gerektiği anlaşılmaktadır. Ayrıca şu da bir gerçektir ki; Kurân, Arapça bir kelamdır ve Yüce Allah ve Resuller (a.s) insanlarla kendi dillerinde konuşmuşlardır. Tanımda geçen “Arap edebiyatı ve muhaveredeki akli temellere dayanarak” vasfının zikredilmesi de anlaşılmaktadır. Zira onun Arapça oluşu, kullanılan mefhumun açıklamasının da Arap edebiyatı kurallarına uygun olmasını gerektirmektedir. Halkın dilinde oluşu da Yüce Allah’ın ayetlerdeki muradının muhaveredeki akli ilkelere dayandırılmasını iktiza etmektedir.
Dostları ilə paylaş: |