Der-sitâyiş i mesâcid i Tebrîz;:
................ (1 satır boş) ................
Der-sitâyiş i medâris i Tebrîz;: Cümle kırk yedi medrese i azîmler vardır kim hâlâ ma‘mûr [u] âbâdân dârü't-tedrîslerdir. Cemî‘î ulûm görülür. Fudalâu'd-dehrden ulemâ yı dehrîleri vardır.
Evvelâ Medrese i Zevce i Şâh Cihân:
................ (1 satır boş) ................
Der-sitâyiş i dârü'l-kurrâ yı Kur’ân: Cümle yigirmi dârü'l-kurrâları vardır. Ammâ bi-emrillah Acem diyârına Kur’ân ı azîmi kemâ hüve hakkahu1 tecvîd ile okumak verilmemişdir. Ekseriyyâ galat tilâvet ederler. Kelâm ı izzetlerinde niçe âyet nakısdır.
Der-sitâyiş i dârü'l-hadîs;: Cümle yedi yerde dârü'l-hâdîs i Nebevî vardır. Lâkin ulemâları ilm i hadîs ile şöhret bulmamışlardır. Hemân kelâm ı Hazret i Alî ve kelâm ı düvâzde imâmân ile amel ederler. Hatta "kâle Hazret i Alî sallallahu Te‘âlâ aleyhi ve sellem" deyü kelâm ı Alî tilâvet ederler. Belî hadîs i sahîh dahi nakl ederler ammâ kelâm ı Alî makbûldür. Niçe bin hadîs i Murtazâ kitâbları vardır. ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) [299b]
Der-sitâyiş i mekteb i tıflân ı ebced-hân;: Cümle altı yüz aded dârü't-ta‘lîm i Kur’ândır. Evvelâ mekteb i Şeyh Safî ve mekteb i Hasan Meymendî ve mekteb i Takî Hân ve mekteb i Sultân Hasan ve Sultân Ya‘kûb, bunlarda her sâl gılmâna hil‘at verilir.
Der-sitâyiş i tekyegâh ı dervîşân;: Cümle yüz altmış tekye i muhibb i hânedân ı dil-rîşândır. Tekye i Şems i Tebrîzî ve tekye i Bulduk Hân ve tekye i Zeyneb Ağam ve tekye i Ukayl, tekye i Mîr Haydar, mahalle i derveze i Rîkde âsitâne i Bektâşiyândır kim {Azerîk mahallesindedir}.
Ta‘rîf i çeşme i âb ı revân;: Cümle altı bin çeşme-sârâ yı revândır. Ammâ cümlenin menba‘ı kûh ı Sehen'den gelir ve bu çeşme i âb ı hayâtlardan mâ‘adâ şehr içre ve hâricinde cümle tokuz yüz kariz ve kanavât cereyân eder. Cümlesi hâzımu'l-ifrâtdır.
Der-beyân ı sebîl i cân-sitân: Cümle bin kırk aded sebîlhaneleri var kim mükellef binâlar ile mebnîdir. Cümleden Gül Rüstem Hân sebîli ve Şâh İsmâ‘îl sebîli ve Kör Hudâbende sebîli ve Hoca Şâh sebîli ve Rızâ sebîli ve Yâr Alî sebîli meşhûrlardır.
Der-sitâyiş i mahallât-ı büldân: {Evvelâ bu diyârda mahalleye derveze derler. Cümle bin altmış derveze ta‘bîr olunur. Evvelâ derveze i Dımışkiyye ve derveze i Pul-bâğ, "pul", köprüye derler, ya‘nî Köprü mahallesi derler, derveze i Sîncânân ve derveze i Verdiçûk ve derveze i Şütürbân ve derveze i Rîk, hân sarâyı bu mahallededir, ve derveze i Hıyâbân ve Tebrîz'in şimâlinde derveze i Sürhâb ve dervaze i Emîre Kız} ve Serdâb mahallesi, Özdemirzâde Osmân Paşa serdâbını tathîr etdüğü bir azîm serdâbdır. Miyâh ı Tebrîz ve kanavât [u] kariz ile bu serd i âb Serdâb mahallesinden cereyân eder. Mahalle i Çârminâre ve mahalle i Mırmır ve mahalle i derveze-i Ser[ay].
Tavsîf i sarây ı a‘yân;: Bin yetmiş sarâydır. Evvelâ sarây ı Allahverdi Hân, der-mahalle i Emîrekız ve sarây ı Rüstem Hân, der-mahalle i Rey ve sarây ı Şâh Bende Hân, diğer mahalle i Rey ve sarây ı Pîr Budak Hân, derveze i Rey ve hânlara mahsûs sarây câmi‘ i Hasan Şâh {kurbundadır}
Der-beyân ı sarây ı kârbân;: Cümle iki yüz ârâmgâh [u] mihmângâh kârbânsarâydır. Zübeyde kârbânsarâyı ve kârbânsarây ı Şâh cihân ve kârbânsarây ı Şâh İsmâ‘îl ve kârbânsarây ı Pîr Budak Hân ve kârbânsarây ı Âlem Şâh Begüm duhter i Şâh Cihân.
Der-‘ayân ı hân ı hâcegân: Cümle yetmiş aded hân ı sevdâgerândır. Ca‘fer Paşa hânı ve hân ı Şâh Bende Hân der-bâzâr ı külâh-dûzân Beğim hânı ve kârbân-sarây ı Baba Hakkı ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( )
Nemedbeç (?) hân ı gurebâ yı mücerredân;: Cümle yüz on bekârhâne i gurebâ yı ehl i ma‘ârif [u] garîbü'd-diyârdır. Hân ı müstakîm, hân ı Ferhâdiyye ve hân ı Ca‘feriyye, hân ı Fîrûz Hân, hân ı Gevher Hân, hân ı Ciğâl Paşa, bekârhâne i kelenter.
Aded i çârsû-yı bezzâzistân: Cümle yedi bin esvâk ı şâhîdir kim çoğu Haleb tarzı kârgîr kâbdır kim cemî‘î emti‘a ve kalay bu bâzâr ı hüsünde füruht olunur azîm bezzâzistânı vardır kim ankâ hâcegiyân anda kâr [u] kesb ederler {bir kârgîr yek kubbe i azîm bezzâzistânı vardır kim rub‘ ı meskûnda nazîri yokdur}
Evsâf ı reng i rûy ı pîr [ü] civân: Âb [u] hevâsının letâfetinden cümle halkı zinde ve ten-dürüst ve serv kad ve lâle-had ve siyâh-hat olup reng i rûyları verd i handân gibi la‘l-gûn ve hokka-dehen ve gül-fâm civânları vardır.
Sitâyiş i mahbûbe [vü] mahbûbân: Cümlesi ebyazu'-levn ve hoş-sûret ammâ mütekebbir [ve] sâhib i nahvet olurlar ve mu‘âşerât ı latîf ü şîrîn, sühan-perdâz [u] sâhib cemâlleri vardır kim anların hakkında. "İnne'l-kebîre ahlâ mine'ş-şebâb"1 denilmişdir kim cîhân-ârâ dilberi vardır.
Evsâf ı kibâr [u] eşrâf [u] a‘yân: Yetmiş iki fırak ı dâlleden âdemi firâvândır. Ammâ Avşarî ve Dumdumî ve Dumbulî ve Lahicânî ve Terekeme ve Gökdolakı kavmi çokdur ve mâl ı Kârûn'a mâlik âdemlerdir. Cümlesi Şî‘î ve mülhidî-mezheblerdir.
Aded i ulemâ yı ebdân: İki bin aded ulemâ yı etıbbâ ve fassâd ve hâzık ve kehhâl ve cerrâh ulemâları var, gerçi âb [u] hevâsının letâfetinden halkı ten-dürüstler olup hekîm i hâzıka muhtâc değillerdir ammâ yine hukemâları vardır.
Sitâyiş i sulehâ-yi meşâyihân: Yedi binden mütecâviz sâlih ve muvahhid ve vâ‘iz ve nâsıh zâl ı zamân meşâyihleri vardır. Bu diyârda pîr i fânîlere gâyet i‘tibâr ederler. Anların re’yinden hâric bir iş etmezler, ammâ mezhebleri ma‘lûm değildir.
Der-vasf ı musannifîn [u] şâ‘irân: Yetmiş sekiz aded dîvân sâhibi fasîhü'l-lisân ve bedî‘u'l-beyân emlahü'ş-şu‘arâ erbâb ı ma‘ârifi var. Evvelâ Yâverî ve Şâbî ve Sâ’ibî, zamânının Örfî'sidir, Edhemî, Çâkerî ve Câyî ve Râzî, müşerref olduğumuz yârân [u] ihvân ola, dîvân sâhibi Seyyid Vâhidî ve hâne sâhibimiz Yezdân Aka ve Merdân Aka cân ve Kurbân Kulu ve Hoca Nağdî ve Pîrbaş Aka ve Mirza Bây ve Husâm Ata ve Elvend Aka ve Rızâ Bây ve Kelb Alî. Mazanna i kirâme i mecâzibân Dede Şürîmî nâm bir meczûb ı İlâhî var, yetmiş senedir yiyüp içüp tebevvül ve tegayyuz etdüğün ve yatup uyuduğun bir ferd i âferîde görmemişdir. Ve Şâh Kend ve Şûh Cân ve Dede Cân meşhûr mecâziblerdir. [300a]
Der-sitâyiş i kabâ yı İnsân;: A‘yân [u] eşrâfı serlerine alaca ve kızıl serbend sardıklarından kızılbaş derler, ammâ çoğu Acemâne beyâz destâr ı Muhammedî sararlar. Lâkin kavukları üzre sivri zurzuvileleri mukarrerdir, ana tâc derler. Ammâ ulemâların tâcı iki karışdan dırâzdır. Avânın (?) bir karış mücevveze gibidir. A‘yânı semmûr ve kebûtî giyerler, mâ‘adâsı çuka giyerler.
{Der-ta‘rîf i tâc ı Acem: Sene ( ) târîhinde diyâr ı İrân zemînde Şeyh İbrâhîm nâm kimesne vâkı‘asında görür kim bir har ı çâr-pâ kendüyi yef‘allerken anıra anıra yef‘alleyüp hımârdan bir evlâdı olup yetmiş parmağı olur. Bu vâkı‘ayı herîf Şeyh Safed Safî hazretlerine nakl edüp Şeyh Safî ta‘bîr edüp eydür: "Müjde sana kim İrân zemînde şâh olup yetmiş evlâd ı evlâdların şâh olurlar" deyü ta‘bîr edince hemân hımâr düzetdiği Şeyh İbrâhîm ibn Haydar herîf eydür: "Eğer şâh olursam beni düzeden hımârın kîrin başıma tâc ederim ve beni yef‘allerken anırdığı savtını tabl [u] kösüme nefîr i kerrenây ideyim" deyü ahd edüp hikmet i Hudâ şâh olup kîr i harı tâc ve savt ı hımârı kerrenây ı revâc edüp hâlâ tâc ı Acem'in aslı budur}.
Der-ta‘rîf i ahâlî i lisân: Terekeme ve Avşarı ve Gökdolakların lehçe i mahsûsaları bu gûnedir kim tahrîr olundu:
heze tanmamışam
henüz görmemişem
|
menimçün hâtırmânde olupdır
bana incinmiştir
|
darcıhmışam
darıldım
|
yavuncımışam
düşman oldum
|
apar gelen çakırı
getir şarâbı
|
ammâ erbâb ı ma‘ârifi Fârisî tekellüm ederler.
Der-vasf ı ibret-nümâ yı Âbâdân: Binâ yı câmi‘ i Sultân Hasan ve binâ yı Şâh Ya‘kûb ve binâ yı Şâh Hıyâbân ve binnâ yı Kasr ı Sehlân ve binâ yı Şâh Cihân ve binâ yı Kasr ı Hadım Ca‘fer Paşa ve binâ yı ibret-nümâ yı Şâm ı Gazan ma‘lûmumuz bunlardır. Ammâ {Mırmır mahallesinde Tâk ı Alî Şâh tâk ı Kisrâ'dan nişân ve binâ yı kal‘a i Emîr Hân, kurb ı câmi‘ i Şâh İsmâ‘îl, harâbdır. Ve binâ yı kal‘a i Hadım Ca‘fer Paşa, mukâbele i câmi‘ i Şâh İsmâ‘îl, harâbdır ve Sehrâb kûhı dâmeninde kal‘a i Reşîdiyye Muhammed Şâm ı Gazan vezîri binâsıdır kim taraf ı şimâl i şarkîsine vâkı‘ olmuşdur}. Bu imâretlerden mâ‘adâ niçe bin ibret-nümâ âsâr ı acîbe ve garîbeler var kim diller ile ta‘bîr olunmaz, ammâ bu kadar kifâyet eder.
Sitâyiş i hevâ yı hûb [u] câvidân: Bu diyârda bâd ı nesîm i subh esüp cümle halkına hayât ı câvidân verir. Anınçün bu diyârda aslâ ısıtma olmaz ve ricâl makûlesi ol kadar müsinn [ü] şeyh ışâbb olur kim kuvvet ve kudreti gitmiş ve hey‘eti yitmiş ve ömr i girân-mâyesi yüz yetmişe yetmiş mu‘ammer olup yine akl ı Aristo efkâr ı mâ‘ânî ve tîz-fehm olurlar.
Der-beyân ı zülâl i âb ı hayavân: Cümle suları kûh ı Sehen'den gelüp şehrin enderûn [u] bîrûnunda olan imâretleri rey edüp çeşmesârlardan cereyân ederek cümle tokuz yüz kariz ve kanavât ı âbları bâğistânlara sarf olur. Ve Mihranzûd'ın âbı ve Tebriz'in hevâsı bürûdete karîbdir. Ve cümle âbı hâzımu'l-ifrâtdır kim âdeme hayât [u] cân bağışlar.
Der-ta‘rîf i câh ı mâ i hânedân: Şehr i Tebrîz içre tokuz yüz aded âb ı karizlerden mâ‘adâ yedi bin câh ı mâ i hayâtlar vardır. Lâkin âb ı kehrîz, âb ı câhlardan hûb ve terdir. Bu şehrin ba‘zı bi'r i mâlları otuzar kırkar zirâ‘ ı melikîdir. Ammâ şiddet i şitâda cümle câh ı mâları sehl suhûniyyet üzredir, mâh ı temmûzda burûdet üzredir. ( ) ( )
Der-tavsîf i ekâlîm i büldân: Dördüncü iklîm i hakîkîdendir ve on sekizinci iklîm i örfiyyedendir. Anınçün hevâsı i‘tidâl üzredir. Arz ı beledî ( ) ( ) ( ) ( ) ve tûl ı nehârî,
................ (1,5 satır boş) ................
Der-hakk ı tâli‘ i Tebrîz i Azerbaycân: Cümle müneccimînin kavli bu zu‘m ı bâtıl üzredir kim ibtidâ bânîsi Zübeyde Hâtûn binâ etdükde tâli‘i burc ı Akrebe düşüp sâhibi burc ı Mirrih olmuşdur. Anınçün cemî‘î düvelde iken üzerine niçe yüz kerre yâğî gelüp Sultân Murâd ı Râbi‘ etdiği gibi bir kaç kerre Timur ve Cengiz Hân harâb etdiği gibi harâb olmuşdur.
Evsâf ı aded i hammâmât ı gâsılân;: Cümle yigirmi bir hammâm ı safâ-engîzi var kim her birinde birer ve ikişer havz ı Şâfi‘i ile ve nîm soffa ve şâzirvân ı selsebîller ile bünyâd olunmuş âb ı latîf ve hevâsı nazîf ve mahbûb dellâkleri afîf, perî-rû civânlar var. Sultân Hasan hammâmı ve Pes i Köşk hammâmı ve hammâm ı Lusar ve hammâm ı Cihân Şâh, kurb ı câmi‘ i Cihân Şâh ve Mırmır Mahallesi hammâmı {Derveze i Ser mahallesi hammâmı, cüllâhlar bâzârın geçüp Zerçü dervezesi hammâmı, Pülbâğ dervezesi hammâmı, bu hammâmların cümlesi âb [u] hevâsı ve binâsı latîf hammâmlardır. Ve Sultân Hasan Câmi‘i ardında Şütürbân mahallesi hammâmı, Derveze i Rey hammâmı, Hıyâbân hammâmı, Sürhâb mahallesi hammâmı}.
Der-beyân ı hammâmât ı mahsûs ı a‘yân: Cümle yedi yüz sarây hammâmı var. Her birinde hûr [u] gılmânları sîm-tenlerin nîlgûn fûtaya beden i uryânın koyup havz ı Şâfi‘î'de mâlik i bahr gibi şinâverlik edüp uşşâklarıyla bilâ-vâsıta koçkucağ olup bir bucağ olurlar. Bu hammâmların Kâşîleri üzre ekseriyyâ Fuzûlî'nin "Hammâm Kasîdesi" mestûrdur.
Der-vasf ı hubûbât ı mahsûlât: Evvelâ cânib i erba‘asındaki yedi aded nevâhîlerinde ve Tebrîz sahrâsında hâsıl olan yedi elvân gendümü gâyet dânedâr olur. Ve fûlı ve şa‘îri vefret üzre olur. Ve pembesi dahi yedi nev‘ olur. Ve sâ’ir sebzevâtı vâfir ve berekâtı mütekâsir bir vâsi‘atü'l-aktâr ve rahîsatü'l-ış‘âr ma‘mûr diyârdır.
Der-beyân ı memdûh ı sanâyi‘ât: Bu Tebrîz'de olan üstâd ı kâmil nakkâş ve ressâm ve bennâ ve zerger ve hayyât bir diyârda yokdur. Her kârın âlü'l-âlı bu şehrde mevcûddur. Husûsan bunda dûhte olunan akmişe i fâhire ve siyâb ı harîr i vâfire bu diyârda peydâ olup sâ’ir diyârlara nakl olunur katîfesi ve Dârâyîsi meşhûr ı âfâkdır. [300b]
Der-sitâyiş i me’kûlât: Evvelâ hâs beyâz girdesi ve çakıl ekmeği ve safî somunu ve yağlı halkası ve katmer kâhîsi ve katmer yezd çöreği ve keklik kebâbı ve tavuk böreği ve kırk gûne mümessek ve mu‘amberîn pilavı ve herîsesi ve mastaba çobrası ve aşbâzlarında düzde büryânı ve pâlûde i teri meşhûr ta‘âm ı firâvânları vardır.
Der-vasf ı me’kûlât u müsmirrât: Niçe bin elvân fevâkihesi var ammâ necm i halef emrûdu, peygamber emrûdı ve sibet mîlânîsi ve zerdâlu yi hulvîni ve necm i Ahmedi ve engûr i hurdesi ve razakîsi ve melikîsi ve tabarzesi ve cezîre i Mecdeddîni ve bakrânı ve âlû yı zerdî ve emrûd ı zenânesi, bu envâ‘ ı meyveler Şam'da dahi olmaz, meğer İslâmbol'da ola, meşhûrdur.
Der-medh i envâ‘ ı meşrûbât: Evvelâ misket üzümünün yedi elvân duhter i rez şırası, gâyet nâfi‘ şıralu metâ‘dır. Ve melikî engürünün şarâb ı nâbı ve şarâb ı koknâzı ve şarâb ı nârı ve şarâb ı gülnârı ve şarâb ı âb ı şüllesi ve şarâb ı Sehlân'ı ve şarâb ı vişnâyî ve mâye i âb ı aseli ve avân ı nâs içün darı bozası ve pirinç bozası memdûh eşribelerdir.
Der-beyân ı it‘âm ı imârât: Şâh Ya‘kûb ve İmâret i Sultân Mütevekkil ve İmâret i Zübeyde Hâtûn ve İmâret i Sultân Hasan, bunlar binâ yı azîm imâret i Keykâvûslardır, ammâ kızılbaş ı bed-ma‘âş elinde kalmak ile bî-ma‘âş dâr ı it‘âmlardır.
................ (1 satır boş) ................
{Seyrgâh ı kûh ı Sürhâb, ya‘nî Kızıldağ: Tebrîz'in cânib i ( ) ( ) vâki‘dir. Vakt i asr olunca bu kûh ı bülendin zirve i a‘lâsından Rûmiyye deryâsı nümâyândır. Tebrîz'e bir fersahdır. Az yâhût dahi az. Ve taban-keş şahbâz bir günde irer}.
Der-sitâyiş i mesîregâh ı bâğvât: Cümle kırk yedi bin bâğ u bâğçe ve teferrücgâhdır. Cümleden Şâh Ya‘kûb bâğı câmi‘inin kurbundadır. Hân ı âlîşân, hakîre bu irem içre bir ziyâfet i âlî etmişdir kim ta‘bîr ü tavsîfden hâric ve temdîhden âric idi. Şundan ma‘lûm ı sa‘âdet-mend ola kim bir günde on bir kerre yetmiş aded hânende ve sâzende ve mutrıbânlar tarz ı Horâsân fasılları edüp rakkâslar zühre-misâl deverân u semâ‘ edüp gûyâ ol gün Hüseyn i Baykarâ meclisi oldu. Bu bâğ eyle bir bâğ ı İrem i İreme zâtü'l-imâddır kim felekde nazîri yok bî-bedel lâ-nazîr kabîlesinden bir bâğ ı cinândır. Meğer bu bâğın bu mertebe âbâdân kalmasının aslı Sultân Murâd ı Sâlis vüzerâlarından Koca Ferhâd Paşa hâkim i Tebrîz iken bu Ya‘kûb Şâh bâğının âb [u] hevâsından hazz edüp gûnâ-gûn müte‘addid kasr ı Havernaklar ve gûnâ-gûn hücre ve kâ‘alar ve hıyâbânlar binâ edüp âbâdân etmeğile Murâd Hân ı Râbi‘ bu şehri harâb etdikde Çiftelerli Osmân Ağa'yı bu bâğ üzre koyup hıfz [u] hırâset eder. Hâlâ hadîka i gülistândan nişân verir bir ravza i rıdvândır. Ziyâfet tenâvül etdiğimiz kasrın âhir-i mısra‘-ı târîhidir:
Eyledi Ferhâd eyvân ı Şîrîn, sene 983.
Mesîregâh ı hıyâbân ı Şâh Safî: Medhinde lisân kâsırdır.
Teferrücgâh ı meydân ı Çevgân: Bu arsagâhın ortasında eflâke ser çekmiş iki ar‘ar sütûnun birbirine kadayup tâ zirve i a‘lâsında bir sîm tâs vaz‘ olunmuşdur. Her bâr Cum‘a günü cümle şâh nökerâtı ve hân nökerleri esb i sabâ-sür‘atlerine süvâr olup ol meydân ı Çevgân'da lu‘bede-bâzlık ederek mezkûr tasa cemî‘î kemândârânlar tîr bârân etdiklerinde cümle yârân ı gam-hârân temâşâ ederler. Husûsan bu meydân ı melâhatde nevrûz ı Hârzemşâhî rûzunda muzlim künclerde kırk elli gün beslenmiş atları birbiriyle ceng etdirüp azîm temâşâ olur. Ve şütürler cengi, bu dahi azîm teferrücdir. Ve câmûslar cengi ve kûsfend cengi ve hımâr cengi ve kelb cengi ve horos cengi, bu hayvânâtların ol rûz ı nevrûzda temâşâları olur kim diyâr ı Acem'e mahsusdur. Ve,
Mesîregâh ı ibret-nümâ yı acîbe ve garîbe: Her sene mâh ı Muharremü'l-Harâm'ın onuncu gün yevm i Âşûr olunca bu Çevgân Meydânı'na cümle a‘yân [u] eşrâf, sığâr u kibâr hayme ve hargâhlarıyla çıkup meks edüp üç gün üç gice sohbet i hâsu'l-hâs edüp ervâh ı şehîdân ı Deşt i Kerbelâ içün niçe yüz bin kazgan âşûrâsı tabh edüp bây u gedâ yı hâs u âmma bezl edüp sevâbın şehîdân ı Kerbelâ rûhuna hîbe ederler kim deşt i Yezîd'de rûz ı aşurada şehîd olmuşlardır, deyü ol gün bu fezâda şükür şerbetleri bezl olunup sakkâlar billûr ve necef ve moran ve çam u tihtâb taslar içre akîk i Yemenî ve pîrûze i balgamî taslara koyup üzerine kırbalardan şerbetler ve âb ı rakîk zülâller koyup atşâna âb ı hayâtlar bezl ederken nûş edenler [301a] bu mısra‘ı terennüm ederler "Hüseyn i Kerbelâ aşkına sahhâ" der. Ba‘zısına 1 der, ba‘zıları 2 der. Ve niçe a‘yân-ı kibâr bu günde gerdenine kırbasın bend kılup âr [u] nâmûsu terk edüp rûh ı Hüseyn içün su bezl eder. Ammâ temâşâ yı azîm, elbette Tebrîz hânı bu arsagâhda çetr i mülemma‘ın ve serâperde i münakkaşın kurup cemî‘î a‘yân ı Tebrîz çıt-â-çıt zânû-be-zânû olup Maktelü'l-Hüseyni, Rum'da kürsî üzre Mevlûd i Nebî okur gibi tilâvet ederler. Cümle muhibb i hânedânlar süst-endâm olup hulû‘ [u] huşû‘ ile sâmi‘înden olup âh [u] enîn i ciğer-sûz çekerek dinlerler. Tâ ki "Mazlûm Hazret i İmâm Hüseyn'i Şibr i zâlîm [u] la‘în böyle şehîd etdi" deyince hemân maktelü'l-Hüseyn kırâ‘at edenin ardındaki perde ardından başı ve gövdesi başka bir beyâz teni meydân ı muhabbete getirüp kanları cereyân ederek serâperde meydânına bırağup sâ’ir evlâd ı İmâm şeklinde susuz merhûm olmuş ma‘sûm ı pâk cesedlerin meydâna getirdiklerinde azametullah halkdan bir gırîv u feryâd u figân kopup herkese bir vecd hâleti el vurup mest [ü] medhûş olurlar. Bu mahalde niçe yüz Selmânî berberler âşıkân [u] sâdıkânlar içre girüp ellerinde usturalar ile ol gün Hüseyn aşkına kan akıtmak murâd edinen kimesnelerin sînesine ve kollarına aşk ı Hüseyn deyü ol kadar şerha çeküp kanlar akıdırlar kim zemîn i sebze-zâr, hûn-alûd olup lâle-zâr olur. Niçe bin aşıkân kellesi üzre teslîm i dâğî ve bâzûlarına Hasanî ve Hüseynî ve Ukaylî dâğları yakup kollarına be-aşk ı Hüseyn na‘ller kesüp kanlar akıdırlar. Ba‘dehû ol İmâm Hüseyn vücûdu şeklin meydân ı muhabbetden kaldırup yüz bin bükâ ile tevhîd [u] tezkîrler ile Maktelü'l-Hüseyn'i tamâm edüp âşûrâlar tenâvül olunup üç gün üç gice cân sohbetleri olur. Böyle bir çemenzâr ve mesîregâh ı zemîn teferrücgâhdır. Ve bu şehrin âb [u] hevâsının letâfetinden bâğ u bâğçe i gülistânı hisâba gelmez, mesîregâh ı İreme zâtü'l-imâd misillü bir şehr i rûşen-âbâddır ki her teferrücgâhı bâğ ı Merâm'dan ve bâğ ı Aspozu'dan veya Sudak'dan nişân verir. Tarz ı Acemâne musanna‘ kâh ı Şîrînler ve kâ‘a-i Vâmık u Azrâlar var kim henüz dillerde dâstândır. Hattâ sâkin olduğumuz Kelenter bâğı kasrının hatt ı Kutbeddîn Muhammed Yezdî ile târîhi budur:
 cây ı şîrîn vâlâ yı eyvân,3 sene 982.
Bunun emsâli niçe âsâr ı binâ ve niçe ibret-nümâlar var ammâ gayrı meşhûrun zikrinde fâ’ide ve beyânında i‘tibârı olmayan şeylerin kitâbet i midhatinde tatvîl i kelâm olup melâlet vardır. Anınçün bu mertebe ile iktifâ olundu. Hamd i Hudâ kâmil iki ay zevk [u] safâlar edüp seyr [u] temâşâ yı civân ı Azerbaycân ı nısf ı cihân etdik. ( )
Hân ı âlî-câh ile Tebrîz'in nevâhileri teferrücine gitdiğimiz kend [u] kılâ‘ları ve ziyâretleri beyân eder
Evvelâ şehr i Tebrîz'in cânib i erba‘asında yedi nâhiye i ma‘mûr [u] âbâdânı vardır. Bin mikdârı asker ile tablbâzlara tarralar urulup karçığa ve bâz u şâhîn ve balabân kuşlar ile ve niçe kelb i mu‘allem tıraş ve tula ve terc zağarlar ve yetken Avşar tazılar ile sayd [u] şikâra çıkup evvel,
Nâhiye i Mihrânrûd: Tebrîz'in cânib i şarkîsinde bâb ı Tebrîz'den beş fersah ba‘îddir. Kurâ i Kenderût, kurâ i Esfah, Kend i Sa‘îd-âbâd, bu zikr olunan kendlerin üçü dahi şehr-misâl benderlerdir. Müte‘addid câmi‘leri ve hânları ve hammâmları ve esvâk ı muhtasarları ve bâğ u bâğçeleri var.
Nâhiye i sânî Serâvrud: Tebrîz'in cânib i garbîsi tarafına meyilli Tebriz'in bâğlarına müşâdır. Ve cümle seksen pâre ma‘mûr [u] âbâdân kurâ yı Azerbaycân'dır. Kurâ yı Dûşt ve kurâ yı Çevlânduruk ve kurâ yı Elkâbendilis ve kurâ yı Lâkdirih ve Kurâ yı Kücâbâd, bu nâhiyenin ma‘mûr kasaba-misâl câmi‘li ve hammâm [ve] mesâcidli kendlerdir. Zirâ‘at olıcak yeri âb ı Serâverd üzre mahsûldâr zemîndir.
Nâhiye i sâlis Dîdeher'dir: Tebrîz'den dörd fersah garbî ve cenûbî tarafına meyyâl cümle yigirmi dörd pâre âvâdân câmi‘ ve hân ve hammâm [ve] çârsûlu ve bâğ ı İremli kendlerdir.
Nâhiye i çârum Ürdnik'dur. Tebrîz'in cânib i garbîsindedir ve Tebrîz'den bu nâhiyenin ibtidâsına varınca kâmil bir fersah yerdir ve cümle otuz pâre kurâdır. Her biri câmi‘ ve hân ve hammâm ve esvâk ı şâhîli kend i masîrlardır. [301b] Ve
Nâhiye i pencüm Rûdkat'dır ki kûh ı Sürhâb'ın ardında ve Tebrîz'in şimâli tarafındadır. Ve bu nâhiyenin evveli Tebrîz'den bir fersahdır. Ve cümle yüz pâre ma‘mûr [u] âbâdân kasaba-misâl bâğ ı İremli kend i azîmlerdir. Ve
Nâhiye i şeşüm Hânumrud'dur. Cümle yigirmi bir pâre kend-misâl müzeyyen kurâlardır. Ve
Nâhiye i heftüm Bedûstân'dır. Cânib i Şimâl i Tebriz'dir. Nâhîye i Rûdkat'ın halfindedir kim cümle yetmiş pâre âbâdân câmi‘li ve hân ve hammâmlı kurâlardır. Eğer Hân ile kâmil yigirmi gün bu kurâlarda etdiğimiz sayd [u] şikârları ve zevk [u] safâları rûz-merre Tebrîz'in cümle ahvâlâtına vâkıf ı esrâr olduğumuz kadar evsâfın tahrîr ve tastîr eylesek Hudâ âlimdir bir mücelled kitâb olur. Zîrâ memâlik i İrân zemînde Tebrîz i dilâvîz ve Isfahân ı nısf ı cihân kadar bir şehr i azîm ve sevâd ı kadîm yokdur. Ve âb [u] hevâsı ve mahbûb u mahbûbesi ve binâ yı aliyyesi ve'l-hâsıl niçe bin hayrât [u] hasenât ı vâfiresi var kadîm şehr i azîmdir. Hudâ Âl i Osmân'a yine müyesser ide. Ammâ yine harâb u yebâb olur. Hudâ yı müte‘âl dâ’imâ ma‘mûr ve âbâdân eyleye. Zîrâ bu diyârda çok zevk u safâ ederek Hân ile yine şehre gelüp her bâr Hânın şeref i sohbetiyle müşerref olup rûz-merre sohbet i hâs ederdik.
Ve mine'l-bedâyi‘i'l-münâzarât: Bir gün hân ile cân sohbeti ederken Hân hakîre şarâb ı nâb teklîf etdi. Bu hakîr eyitdim "Vallahi ve billahi ve tallahi Hazret i Alî'nin pâk rûhiyçün bu âna dek anadan müştakk olalı muharremât, mükeyyefât, mu‘âcenât [ve] müskirâtdan bir şey müyesser olmamışdır. Tâ ecdâd ı ızâmımız Türk-i Türkân Hoca Ahmed-i Yesevî ibn Muhammed Mehdî'den berü ecdâdlarımızdan şarâb [u] mükeyyefât yimiş içmiş yokdur. Bizi meclis i hâssınızda ma‘zûr edüp afv ile mu‘âmele buyurun" deyü ricâ etdim. Hân eyitdi: "Ey birâder i cân-berâber i mâ! Gör ki menim nûr ı dîdem ve sürûr ı sînem çığı çığı mirza şâhım sana ber-ayak durup bir ayak çakır ı nâb verir. Anın hatıriyçün ben câm ı bâde i lâ‘l ı fâmı nûş etmeyüp kimin destinden piyâle çekesin. Ohum! Kimden korkarsın?. Eğer Kayser-zemîn şâhından korharsan şâhınız beş aylık yoldadır, eğer hânınızdan korharsan Tebrîz'den Erzurûm kırh konah yerdir. Pes imdi kimden korharsın. Men ki İrân [u] Tûran Şâhının hânlar hânı Kelb Alî Hânım. Güzelce Şâhım böyle kadâğa etdiğim menim Sultân ı hân ı hânânlarımdan ve çöreğim çekenlerden kim ki çakır nûş ederse bağrın sınıkdırırım, deyü kadağa ide. Men güzelce şâhın kadağasın sıyup nihâyetince meclis i ıyş [u] tarab kurup bâde i nâb, çakır şarâb nûş ederim. Pes sen kimden korharsın, elbette çakır içersin" dedi. Hemân hakîr eyitdim "Ey güzelce hânım! Sana güzelce şâh şarabı kadağa etdi ise mana Şâhlar Şâhı Pâdişâh niçün nass ı kâtı‘la âyet:
1
deyü katresin harâm etmişdir. Ol Cenâb ı Kahhâr'dan korkarım kim cemî‘î mevcûdât-ı ademden vücûda getirdi. Anın emrin sımayup bâde içmenem" dedikde hemân Hân "Vallah yahşi mü’min ve muta‘assıbsın" dedi. Hakîr eyitdim "Vallah hânım muta‘assıb değilim, illâ Nu‘mân ibn Sâbit mezhebinde pâk-i‘tikâd seyyâh ı âlem ve nedîm i benî Âdem [ü] muhibb i hânedân ı merd i Hudâyım" dedikde cümle huzzâr ı meclis nüdemâları dembeste ve mest [ü] medhûş i bî-hûş sarhoş kaldılar. Hemân musırr olup cümle dilberânlarıyla ayağa kalkup yanıma gelüp eydür "Gel gözümin nûrı! Çığı çığı Evliyâ ağam! Bu menim çâker efkende gulâmlarımdan Yezden Şîr mi ve Mirza Şâh'ı mı ve Fîrûz mı ve Pervîz mi ve Alî-yi Yâr'ı mı ve Zevâlîzen mi ve Şehland mı ve Seyf Kulu mı ve Hâl Hân'ı mı bu gulâmlarımın kangısını dilersen sana cabalarım. Kırmızı Murtazâ Alî ve Düvâzde imâmları seversin, gel mü’minim! Püserlerimin destinden bir câm çakır nûş et. Gelen kim kelleler germ ve sîneler nerm olup şu fezâ bezmgâhında bir kâm alalı ve bir dem süreli" deyü cümle pençe i âfitâb [u] nûr ı mahz gulâmlarıyla sarılup anlar beni, ben anları şarp şarp öperim, ammâ yine Feyyâz ı Mutlak'dan isti‘ânet taleb ederim. Hemân hakîr eyitdim: "Ey Hânım! Cân sohbeti bu mıdır kim imdi Hoca Nağdî bir ayak çakır çeküp mest [ü] medhûş olup huzûrunda Hoca Nağdî [302a] nakd-i rîhiyle bâd'efeşânlık edüp yüzüne karşu zartazârlık eder. Keyfiyyet [u] germiyyet i ıyş [u] nûş ı İrân zemîn bu mıdır?" dediğimde hemân Hân depme urarak Hoca Nağdî'yi kaldırdıp başına tomlar urarak ser i meclisde hâzır etdiler. Ammâ beyt:
Eyle sermestem ki idrâk etmenem dünyâ nedir
Men kimem sâkî olan kimdir mey-i sahbâ nedir
mazmûnunca mest [u] harâb iken Hoca Nağdî bu ebyâtı terennüm etdi. Gördüm ki Hân bir dahi hakîre ibrâm ı tâm eder. Hemân hakîr bildim ki meclis emânındır, ol dem hakîr eyitdim: "Hânım! Siz bâde i nâb nûş edersiz kim bir keyfiyyet ü germiyyet hâsıl idesiz. Ammâ keyf i Hudâyî gerekdir. Bana bir dâ’ire getirsinler. Tâ ki hânım keyf i Hudâyîyi müşâhede ide" dediğimde "Hey Yâr Alî! Aşk ı Alî içün olsun birâderime bir dâ’ire getir" dedikde ol ân bir Hind pususkârîsi câm pullu bir dâ’ire getirüp Yâr-ı Alî destinden destime alınca tarz ı Rûm üzre makâm ı segâhda taksîm,
Aşkın senin hayât ı ebedden nişân verir
Gûyâ yolunda ölmeğe her haste cân verir
deyüp üç murabba‘ ve bir semâ‘î ve ba‘dehû bir dü-beyt ile faslı tamâm etdiğimde cümle huzzâr ı meclis engüşt-ber-dehen edüp hemân Hân eyninden tarz ı Acemâne semmûr libâçe;sin kendi eliyle eynime giydirüp hezâr-ahsend deyüp bir Gürcî gulâmı ihsân etdi. Ve "sad-i lek bârekallah ey Kayser zemîn âlüftesi" deyüp on tümen Abbâsî ve bir karaçabuk esb i sabâ-reftâr hîbe eyleyüp bizden artık emîn olup bâde teklîfinde olmadı. Kâmil bir ay her şebimiz leyle i kadr ve her rûzumuz yevm ı ıyd ı adhâ olup niçe bunun emsâli cân sohbetleri edüp şehr i Tebrîz i dilâvîzi seyr [u] temâşâ ederdik. Ammâ adl-i adâlet ve emn [u] emânlarına ve re‘âyâ vü berâyâ perver olmalarına ve zabt u rabt ve çârsû-yı bâzârının pâklığına ve narh ı Şeyh Safîlerinin nizâm [u] intizâmlarına aşk ı sad-lek aşk olsun. Zîrâ cemî‘î halkı ehl i zevk ve ehl i şevk ve ıyş [u] ışret sâhibleridir ammâ şâhrâhda aslâ mestâne bir kimesne yokdur. Gâyet mü‘eddeb halkı vardır kim anların hakkında bu şi‘r i belîğ denilmişdir:
Tebrîz cu heft kavmeş zi safâ
Çûn âyine ândenâk ez jeng i hafâ
Güftî ki be-dûstî ne sadık bâşened
Ez âyne çez aks nökerder-i peyda
Dostları ilə paylaş: |