Evl‹YÂ Çeleb‹ seyahatnâmes‹


{Nehr i Tuna'nın İslâmbol'a cereyân etdiğin beyân eder}



Yüklə 6,32 Mb.
səhifə16/72
tarix27.07.2018
ölçüsü6,32 Mb.
#60056
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   72

{Nehr i Tuna'nın İslâmbol'a cereyân etdiğin beyân eder}

Bu uyûn ı Bınarhisâr hakkında müverrihân ı Rûm ve Latin kavilleri üzre bu nehir tâ Tuna Demirkapusu'ndan gelir, derler, muhakkakdır, zîrâ bu hakîr Tuna yalılarında ba‘zı hidmetler zabt eder­ken Tuna Fethülislâmı yanında bir demir kapu var­dır. Rûm ve Arab ve Acem seyyâhânları mâbeynle­rinde meşhûr­dur. Kaçan kim nehr i Tuna'(nın) te­nezzülde olsa ol demir kafes kapu nümâyân olur. Bu kapudan nehr i Tuna ejdehâ gibi kıjğırup (gi­rüp) tâ on konak yer altından cereyân edüp bu Bınarhisârı'na gelir. Ve Çelebi Sultân Mehemmed ibn Yıldırım Hân evkâfnâmelerinde yazar kim kaçan kim Mehemmed Hân Tuna kenârında Urus­çuk kal‘ası mukâbelesinde Tuna aşırı Yergöğü kal‘a­sın Eflak tarafında binâ ederken gem[i]ler ile Tuna sevâhillerin temâşâ ederek mezkûr demir kapuyu görüp su’âl etdikde,

"Pâdişâhım İslâmbol'u binâ eden Yanko ibn Madyan'ın karındaşı Yanvan Kral, ‘Makedonya, ya‘nî İslâmbol'da benim de bir hayrâtım olsun’ deyü var kuvveti bâzûya getirüp bu demir kapudan yarup tâ İslâmbol'a ka‘r ı zemînden yollar edüp İslâmbol'un Terkoz ve Âzâdlı dağlarından geçüp Dâvûdpaşa kırlarından Yenibâğçe içre cereyân ede­rek Aksarây mahallesinden geçüp Lanka kapusu dibinde Bahr i Rûm'a nehr i Tuna [42b] mahlût olup yedi sene kâmil İslâmbol içre nehr i Tuna'nın bir tur‘ası cereyân ederdi.

Ba‘dehu Yanvan Kral karındaşı Yanko Kral ile buluşdukda,

"İşte bürâder, nehr i Tuna'yı avret gibi saçından çeküp senin Makedonya şehrine akıtdım" deyince hemân bi-emri Hayy [u] Kadîr kuvvet ve kudret i azamet i sun‘un ızhâr içün emr i Hak ile Tuna ge­rüye dönüp Büyük Çekmece ve Küçük Çekmece yolunda Tuna nehri zâhir olup andan deryâya gi­rüp ol zamânlar bu buheyre i Çek­me­celer bend olmuşdur. Hattâ Çekmece i Kebîr buheyresinde İbrâhîm Hân tahta cülûs etdiği ân bir morina balığı çıkup Topkapulu Mustafâ Ağa morina balığın Sadrıa‘zam Kara Mustafâ Paşa'ya gönderüp ol dahi İbrâhîm Hân'a hedâyâ gönderüp İbrâhîm Hân hîn i cülûsda ni‘met i ûlâ morina balığı olmuşdur. Ve ba‘de't-ta‘âm nûş etdiği Melek Ahmed Paşa'nın Diyârbekir'den gümüş güğümler ile Murâd Hân'a gönder­diği ayn i hamrevât olmuş­dur kim Murâd Hân mer­hûm olup İbrâhîm Hân'a müyesser olduğu bu ha­kîrin pek ma‘lûmudur.

Ez-în-cânib nehr i Tuna'nın bir fırkası bu Bınarhisâr'da ve kurbunda Yenehisâr'da ve Pravadi ile Varna şehri arasındaki Duna değirmenlerinden âşikâre olup cereyân eder. Yanvan Kral Tuna'nın İslâm­bol'dan döndüğün istimâ‘ edüp cân ber-ce­hennem gider. İlâ hâze'l-ân Çatalca kurbunda Âzâdlı nâm karye kurbunda dağlar içre mağâra­lardan nehr i Tuna cereyân etdüğinün alâmetlerin Fâtıma Sultânzâde Süleymân Beğ ile bu gârlara gi­rüp seyr [ü] temâşâ etdik.

Hattâ Tuna'nın taşışına bu gârlardan "Tuna suları gibi bulanık sular Bınarhisâr'da ve Yenehisâr'[da] akar" deyü Çelebi Sultân Mehemmed'e bu Demir­ka­pu ah­vâllerin umûr-dîde ve kâr-âzmûde pîr i fânî­ler bu gûne hikâyât u rivâyât u dirâyât etdik­lerinde he­mân Sultân Mehemmed i âkıl âkılâne hareket edüp müşkil-küşâlik etmek içün re‘âyâ vü berâyâya bu kadar bin çuval saman ve talaş ve halaş ve kömür gönderüp Bunarhisâr'a ve Çekmecelere ulaklar gönderüp beri tarafda bu kadar bin çuval saman ve kömürü Demirkapu'dan duhûl eden nehr i Tuna'ya döküp üç gün iki gecede Duna ve Bınarhisâr ve Yenehisâr ve Çekmece halîclerinden kömür ve saman cereyân etmeğe başlayup Mehem­med Hân ı Evvel'e haberler gelüp andan ma‘lûm ı sa‘âdetleri olur kim Çekmeceler ve Bınarhisâr ve Duna suları nehr i Tuna'dandır deyü evkâfnâ­me­le­rin­de musarrahdır, ve's-selâm.

Bunarhisâr'ın seyr [ü] temâşâsın edüp andan 8 sâ‘at semt i şarka gidüp,



Menzil i karye i Çöğenli: Müslüman ve kefere köyüdür. Andan 4 sâ‘atde,

Karye i Uzuncular: Müselmânlardır. Bunu ge­çüp 5 sâ‘atde,

Sitâyiş i menzil i kasaba i müzeyyen Sarây: Sene (   ) târîhinde Gâzî Hudâvendigâr Edirne şeh­rin feth et­dikden sonra bu cây ı menâsda ârâmgâh [u] şikâr­gâh olmak içün bir sarây inşâ etdiğiyçün hâlâ kasaba i Sarây ı Rûm derler. Sarâybosna Ebü'l-feth binâsıdır. Bir Sarây şehri dahi iklîm i seb‘a had­dinde Maskov diyârında Balu Hân kurbunda Sarây ı Kazan vardır, ammâ bu kasaba i [Sa]rây ı Rûm Vize sancağı hâkinde Vize beğinin hâssı olup voyvadası hâkimdir ve yüz elli akçe kazâdır. Ket­hu­dâyeri ve yeniçeri serdârı ve muhte­si­bi vardır, ammâ gayri hâkimleri yokdur. Bu bir küçük kasabacıkdır. Cümle sekiz yüz aded cinîn i gaytânlı ve müşebbek bostânlı ve serâpâ kiremitli hânelerdir. Ve cümle (   ) aded mihrâbdır. Cümleden çârşû başında (   ) (   ) câmi‘inin kapusu üzre târîhi budur:

Elhemellâhu lenâ târîhahû

Vedhulûhâ sâlimîne âminîn.

Sene (   )

Mâ‘adâ mesâcidleridir. Ve cümle (   ) aded med­re­se­dir. (   ) (   ) (   )

Ve cümle beş aded mektebdir. Cümleden Ayas Paşa mektebi ma‘mûrdur. Ve cümle üç aded hândır ve yine Ayas Paşa hânı mükellefdir. Ve ancak bir küçük hammâmı var. Ol kadar hoş-binâ ve hoş-havâ değildir.

Ve cümle yüz aded dükkânları var, ol kadar müzeyyen sûk ı sultânîsi yokdur, ammâ bâğları gâ­yet çokdur, lâkin halkında berekât yokdur. Ol ecil­den fukarâları çokdur. Hattâ Melek Ahmed Paşa efendimizi bir gece altı bin askeriyle müsâfirliğe alamadılar, ammâ Süleymân Hân asrında gâyet ma‘mûr imiş. Hattâ Süleymân Hân vüzerâlarından Ayas Paşa Gâzî Hudâvendigâr sarâyın amâr edüp ürd i behişt-misâl bir bâğ ı cinân edüp İslâmbol'dan her çehârşenbe gelüp zevk u safâdan sonra Cum‘a­er­tesi dîvânına yine erermiş. Niçe kerre bir günde gelüp yine ol gün der i devlete gidermiş. Tâ bu mertebe serî‘u's-seyr vezîr i dilîr imiş. Aslında bu şehrin cümle hayrât [u] hasenâtları Ayas Paşa'nındır, rahmetullâhi aleyh. (   ) (   ) [43a]

Andan 10 sâ‘atde,

Menzil i kasaba i Fânûs, ya‘nî Fener

Kefere kasabası olduğu bâlâdaki cilde (   ) tah­rîr olınmışdur. Andan cânib i şarka 13 sâ‘atde âbâ­dân kurâları ve çiftlikleri geçüp,



Menzil i kasaba i Halkalı

Süleymân Hân zamânında bu cây ı mahsûldâr­da Koca Mehemmed Paşa Süleymân Hân'ın mi‘mâr­ba­şısı Koca Mi‘mâr Sinân ibn Abdülmennân Ağa'ya kal‘a-misâl sarây ı azîm inşâ etdirüp hâlâ bâğ ı İrem­den nişân verir bir ravza i rıdvân-misâl bir sa­rây ı azîmdir kim vasfında lisân kâsırdır. Hâlâ hün­kâr bâğçesidir kim başka ustası ve altmış aded kü­lâhlı bostâncıları vardır. Ve civârında İslâmbol a‘yânlarının dahi mükellef ü mükemmel sarâyları var. Bir câmi‘i ve iki hânı ve bir sarây hammâmı taşra kalup hâss [u] âm içün oldu. Ve on aded bakkal ve hab­bâz ve zeyyât ve na‘lbe[n]d ve bozacı dükkânları var.

Bu cây ı ma‘hûde Halkalıbınar demenin vech i tesmiyesi oldur kim kefere asrından berü bir ayazma var, hâlâ keferelerin ziyâret i bed-âyînleri­dir. Ol ayazmanın kubbesinde bir demir halka var imiş. Bir âdem ol halkaya ip bağlayup kahrından kendüyi salb edince ol halka kapağıyla kopup he­rîf i zarîf Takyanusî altuna gark olup altun içinden yüzerek taşra çıkup Süleymân Hân'a haber eder. Ol pâ[di]şâh ı âdil dahi,

"Cenâb ı Kibriyâ ol mâlı sana vermiş, sen de öşr i sultânîsin beytü'l-mâl ı müslimîne ver" deyüp be-dest i Defterdâr İskender Çelebi bin altmış kîse öşr i şer‘î beytü'l-mâl içün kabz olunur. Gayri herî­fe kalan mâlı ana göre kıyâs oluna.

Anıniçün bu mahalle Halkalıbınar derler. Bir âb [u] hevâsı latîf yerdir. Bu menâkıbı pederimiz görüp anların nakli üzre tahrîre cür’et olundu, ve's-selâm.

Andan kasaba i Halkalı'dan yine şarka giderken üç göz Odabaşı cisri Haraççı deresinde Kapuağası kantarası ve Sinânlı köyünde Koca Mehemmed Paşa pülü cümle Süleymân Hân mi‘mârbaşısı Mi‘mâr Sinân bin Abdülmennân binâsıdır.

Andan 9 sâ‘atde Çekmeceler kurbundan ubûr edüp sene 1072 şa‘bânu'l-mu‘azzamının ikinci hafta Cum‘aertesi gün sevâd ı azîm ve bilâd ı ka­dîm belde i tayyibe, ya‘nî mahrûse i Kostan­tiniy­ye hamâhallâhu Ta‘âlâ ani'l-beliyye olan şehr i İslâmbol'a bir alay ı şevket ile dâhil olup Paşa efendimiz doğru Köpürlüzâde Fâzıl Ahmed Paşa'ya varup mülâkât olduklarında hemân Sadr­ıa‘zam paşayı sa‘âdetlü pâdişâha götürüp bu­luş­durdukda sa‘âdetlü pâdişâh,

"Melek Lalam hoş geldin. Erdel gazân mübârek ola. Bana ey hazîne tahsîl eylemişsiz. Berhordâr olup ekmeğim size helâl olsun" deyüp niçe hayır du‘âlardan sonra paşaya bir semmûr kürk ve on kîse guruş ihsân edüp,

"Var Fâtıma Sultân halama düğün edüp bu kîse­leri harc ı sûr eyle" dedikde paşa selâm verüp taşra çıkdı. Ve cümle musâhiblerle buluşup görüşüp öpü­şüp niçeleriyle el ele yapışup ba‘dehu vedâlaşup sa­râyına gelüp kurbânlar kesilüp cümle ağavâtlara zi­yâfetler oldu.

On günden sonra Ramazân ı şerîfin onuncu gün sünnet üzre sûr ı zifâf olup sene 1072 Ra­ma­zân'ında Melek Ahmed Paşa efendimiz Fâtıma Sul­tân binti Sultân Ahmed Hân'ı izdivâclarında mün­deric edüp leyle i zifâfda cümle Melek Ahmed Paşalı Fâtıma Sultân'ın Ebû Ensârî kapusundaki sa­rây[ın]da tâ sabâha dak cân sohbetleri etdik. Vakt i şâfi‘î kim oldu Melek Ahmed Paşa efendimiz yine ke'l-evvel esbâbıyla gazab-âlûd taşraya çıkup gözleri tas ı pür-hûna dönmüş.

Cümle sika hüddâmları "Zifâf mübârek ola" dedik­lerinde "Dahi salât ı ışâ âbdestiyleyim dediler.

Vakt i Hanefî ki oldu "Seccâde" deyüp salât ı fecri edâ edüp hakîre eydir:

"Evliyâm tîz bana karpuzcunun dörd çifte ka­yığın hâzır et, bir yere gitsem gerek" buyurdular.

Hakîr; eyitdim: "Sultânım, şimdi cemî‘i vüzerâ ve vükelâ ve ulemâ ve sulehâ ve e'imme ve hutebâ ve meşâyih [ü] sâdât ve a‘yân ı kibâr ı kübbâr cümle gelüp zifâf paçası yerler. Siz kanda gidersiz" dedikde,

"Belî kanda giderim, tîz kayık getir" deyü gaza­bâne tekellüm edüp derhâl iskeleden karpuzcu ka­yığın getirdim.

Der-beyân ı menâkıb ı garîbe vü acîbe i Melek Ahmed Paşa

Hemân Paşa yı kâmil kethudâsı ve hazînedârı ve gayri iş erlerin çağırup "Ziyâfete gelen vüzerâ kar­daş­­lar›m›z› ve cümle ulemâ efendilerimizi kanûn [u] kâ‘ide üzre ağ›rlayup bir hofl i‘zâz u ikrâm [eylen], be­nüm sehel iflim var" deyü tenbîh ü te’kîdler edüp si­lihdâr ve çukadâr ve mühürdâr ve hakîr, Pafla ile kay›ğa süvâr olduğumuzda Pafla eyitdi:

"Bizi tershâne bâğçesine götür" dedi. Tarfetü'l-ayn içre ol bâğçe i hâssa varup kay›kdan ç›kup piyâdece ol [43b] cinânân › İrem içre giderken bâğçe üstâd› gelüp dest bûs etdikde iç ağalar›yla bâğçe üstâd›na,

"Siz gerü kal›n, biz Evliyâ ile birez gezeriz, aslâ bize mukayyed olman ve yan›m›za gelmen" dedik­lerinde anlar dahi gerü dönüp gitdiler.

Biz ikimiz ol koyah › servî d›rahtistân› içre vakt i seherde giderek bâğçesin ortas›nda bir havz › azîm kurbunda befl on dâne serâmed servîler [sâye]­sinde rûy › zemîn üzre seccâde cirmi kadarca yere çâr-kûfle tafllar dizüp bir çemenzâr makâm olmufl, ol mahalle vard›ğ›m›zda Melek Pafla eydir:

"Evliyâm bu makâm › lâlezâr› bilir misin?" de­dikde,

"Belî sultân›m bilmem" dedim.

"Bu makâm ol yerdir kim kaçan Ebü'l-feth Sultân Mehemmed karflu İslâmbol'u muhâsara edüp dö­ğerken bu makâm › müferrihde Akflemseddîn haz­retleri çille ve erba‘în çeküp tâ İslâmbol feth olunca bunda sâkin idi. Hâlâ bu makâm › gül-‘izârda du‘â müstecâbd›r. Dünyevî ve uhrevî cemî‘i hayr murât bi-emrillâh hâs›l olur. Gel imdi seninle ikifler rek‘at hâcet namâz› k›lup bir du‘â edeyim, sen âmîn de" dedikde n'ola sultân›m dedim.



Menâk›bu'l-iber i Melek Ahmed Pafla

Bu makâm › fieyhde ikifler rek‘at namâz k›lup hemân Melek Pafla belinden hançerin ç›karup yeri kazup bir çukurcuk eyleyüp yüzü üstüne yatup mübârek sakal›n ol (ol) çukura gömüp toprağ›yla sakal›n basd›rd› ve hakîre "Âmîn de" dedi. Andan eyitdi kim,

"Efendim, senden sana selâm, Melek Ahmed ku­lun eski dilencindir, yine kapuna geldi. Hiçbir kerre kapundan mahrûm göndermemiflsindir. fiim­di yine flimdi yine seni Allâh'a geldi. İzzetin celâl [ü] cemâl [ü] azametin hakkiyçün olsun ve yüz yigirmi dörd bin peygamberin olsun ve bizzât Habîbin Muham­me­dü'l-Mustafâ rûhiyçün olsun ve âdem oğlan› âfl›k›n Veys el-Karanî ve yetmifl yedi bin s›fât sâhibi kibâr › kümmelîn gavs › a‘zamlar›n yüzleri suyuna olsun bu Ahmed kulu­nun du‘âs›n kabûl eyle" deyü "Evliyâm âmîn de ha" dedi.

Hakîr dem-beste vü hayrân olmuflum. Hemân,

"Yâ Rabbî du‘âm oldur kim yâ benim cân›m› îmân ile al, beni bu çirkef i dünyâdan halâs eyle, yâ Fât›ma Sultân'dan beni halâs eyle" deyü du‘â et­dikde,

"Bire Evliyâ âmîn desene" dedikde,

"Bire sultân›m, bunda du‘âya âmîn denilir mi?" dedim. Hemân yüzün ve gözlerin yere süre süre,

"Yâ Rab, yâ Rab du‘âm kabûl eyle" deyüp hayli tazarru‘ u nâlifller edüp bir hayli murâkab[ey]e va­rup kalkup oturdukda vech i hüsnüne nazar etdim.

Yüzü ve gözleri ve sakal› sâfî çamurlu toprak olmufl. Meğer gözü yafl› seyl-vâr revân olup ol hâk i amber pâk tîn › mahtûm h›tâm olup rûy › münev­veri tîn-âlûd olup yüzüme kağan arslan gibi alar› alar› nazar edüp bir kerre bir âh [u] enîn çekdi kim Dershâne bâğçesinde olan eflcârâtlar gûyâ lerzenâk olup bu hakîrin vücûdu berk i hazân gibi dir dir ditreyüp vücûdumda her ser i mû haberdâr olup hareket etdiler.

"Evliyâm mahrem i esrâr›ms›n ve akrabâ ve ka­r›ndafl›m›z ve cân›ms›n. S›r sakla sana diyeyim" de­dikde,

"Buyurun sultân›m" dedim.

"Evliyâm, ‘Du‘ân kabûl oldu, ammâ ok niflân›n gerü urdu’ dediler. Sak›n sen elem çekme. Benden sonra sen garîb kalmazs›n. Senin âfl›k › sâd›klar›n gâyet çokdur ve hayli mu‘ammer olup çok seyâhat edersin. Hemân beni hayr du‘âdan ferâmûfl etme" deyüp o[n] kerre sûre i elhâkümü't-tekâsür'ü tilâvet edüp ol makâm › gül‘›zârdan kalkup serserî Ders­hâ­ne bâğ›nda gezerken ol nergis gazâlî göz­le­rin­den seyl i Ceyhûn-vâr çekîde çekîde cere­yân ede­rek mezkûr havz › kebîre varup rûy › hâk-âlûdun gasl edüp maksûre i Ebü'l-feth'de sehel isti­râhat mahal­linde yine kendüleri buyurdular kim

"Evliyâm, bu Tersâhâne bâğçesini bilir misin? İslâmbol'u binâ eden Yanko ibn Madyan'dan berü cemî‘i mülûke bâğ › İrem olmufl bir hadîka i rav­za i r›dvân › cinân › kadîmdir ve nazargâh › azîmdir. Bu nev İrem içre Sultân Mustafâ ve Sultân Osmân ve Sultân Murâd Hân ile ne sohbetler edüp ne tâ‘at u ibâdâtlar etmifldir. Hamd i Hudâ yine bu müs­te­câbü'd-da‘ve yerde du‘âm›z hedef i icâ­betde bu­lun­du" deyü sehel celâli gidüp cemâl i nû­run gösterdikde hakîr eyitdim:

"Sultân›m ne aceb bugün âtefl-pâreliğiniz var" dedikde,



fiikâyet i Melek berâ y› Fât›ma Sultân binti Ahmed Hân

"Evliyâm, s›r bunda kals›n. Bu leyle i zifâfda sabâha dak benim ol avretden çekdiğim azâb › elîmi Malta üsârâlar› çekmez. Estağfirullâh ne bî-hayâ ve [44a] ve kalîlü'l-edeb müsrife avret olur. Hemân Bism i İlâh ile içeri hareme girüp kendüyi yerinde ber-karâr görüp helâli olsam gerek dahi ibtidâ ge­cemiz olsa gerek, hakîre sehel ta‘zîm [ü] tekrîmen hareket gerek. Aslâ yerinden deprenmeyüp kat› durdu. Hakîr ileri varup dest bûsdan sonra,

"Pafla hofl geldin",

"Hofl bulduk sultân›m›n gül cemâlin gördük el­hamdülillâh" deyü niçe gûne kelimât › dervîflâne hüsn i ülfet içün du‘âlar etdim.

Aslâ otur demeyüp on iki kocadan mahlûle kal­m›fl bir fertûte i cihâne iken yine nâ-flüküfte duh­ter i pâkîze-ahter evzâ‘ [u] etvâr›n etdi. Hemân dürr i kelâm › evveli ol oldu kim,

"Paflac›ğ›m, eğer benimle geçinmek istersen, eğer hâz›r ve eğer gâ’ib olup mans›blara gidersen de mâh-be-mâh on befler kîse masrûfum var. Ve Kiremitçi Mustafâ Ağa kethudâma yüz kîse deynim var, ale's-sabâh deynim ver. Ve her y›l alt› Marmara gemisi odunum al›nur. Ve Selmân Beğime ve Ömer Beğime ve Mukbil Ağama ve kethudâma beher yevm yüzer kîle arpa ve yevmiyye onar vukiyye kahve ve onar vukiyye sükker i mî‘âd ve her fleb onar vukiyye flem‘ i asel i kâfûrî ve niçe yüz tekâ­lîf i mâlâ-ya‘nî kelâmlar› gûyâ dilli defter gibi bir ma­srûf kelimât­lar› söyleyüp niçe kerre yüzüme yap›fld›. Ben yine ayak üzre kadîd i mahz gibi ket­hu­dâ kad›n› ve hazî­nedâr› ve musâhibeleri ve'l-hâs›l üç yüzden müte­câ­viz nisvân › sâhib-isyânlar gelüp hakîrin destin bûs edüp kat-ender-kat durup,

"İflte cân›m pafla, bunlar benim iç hüddâmla­r›md›r ve bir bu kadardan ziyâde taflrada âzâdl› k›z­lar›m ve anlar›n ehl [ü] iyâlleri va[r], cümle yedi yüz ki­mesnedir. Bunlar›n ve anlar›n cümle dîbâ ve flîb ve zerbâf ve çuka y›ll›klar›n ve cümle baltac› ve aflç› ve baflç›lar ve bâğbânlar ve arabalar ve kara ağ[a]lar›m ve beğlerimin ve anlar›n hüddâm›n›n cümle befl yüz kiflinin y›ll›klar›n verirsin ve illâ sen bilirsin" dedikde ben eyitdim:

"Vallâhi sultân efendim, ben hâlâ Erdel seferi gazâs›ndan gelir bir mücâhidün fî-sebîlillâh vezîrim. Ben ol seferde yedi bin âdem besleyüp yüz yetmifl bin altun ve iki yüz kîse harc etdim ve bu kadar raht ve z›rh [u] zereh-külâh ve âlât › silâh satup yeniçeri ocağ›ndan mu‘âmele ile karz akçe dahi ald›m. Ve ben zâlim değilim ki mutasarr›f olduğum mans›b­larda zulm edüp mâl alup seni bu isrâf masrûf üzre besleyem. Ben bu kadar masrûfu çekmeğe kâdir değilim. Benim de bu kadar tevâbi‘ [u] levâh›k›m var. Ben ehl i seferim, bu masrûf çokdur. Lütf edüp se­hel tenzîl buyurun. Kaya Sultân merhûme kadar masrûfa tahammülüm vard›r, ammâ bu befl kat mas­rafa tâkat›m yokdur" dedim.

Hemân ol dahi "Ya Paflac›ğ›m, beni Kaya Sultân gibi mi görürsün. O benim kardafl›m k›z›d›r, ammâ ben Sultân Ahmed Hân efendinin k›z›y›m. Baka flu babam kölesini beni Kaya k›z ile bir dutar" dedikde ben eyitdim:

"Hâflâ sultân›m, ben seni an›nla berâber dutam. Sen efendim Ahmed Hân k›z› yetmifl yedi yafl›nda bir ih[ti]yâre hâtûnsun ve çok mu‘ammere olup çok yüz görüp on iki kocadan art›k kalm›fls›n, ammâ ben Kaya Sultân'› on üç yafl›nda duhter i pâkîze iken babas›ndan gayri er yüzün ve erkek sözün istimâ‘ et[me]miflken k›z oğlan k›z alup Râbi‘a i Adeviyye gibi geçinüp benim taht › nikâh›mda iken mer­hûme oldu. O bir pâre i cüvân Kaya İsmihân › mâh­tâb idi. Sen oturuflmufl ve duruflmufl ve yüzü gö­zü büzüflmüfl hâtûnsun. Hiç efendim sultân›m ben seni an›nla berâber gördüm mi?" dediğimde hemân,

Sultân eydir: "Baka güğeyi, çünki beni ihtiyâr bilirdin, yâ beni niçün ald›n" dedi.

Ben dahi eyitdim: "Hâflâ ve kellâ ben seni al­makdan haberim yokdur. Ben Erdel seferinde ha­berim yok iken İslâmbol'da sen beni alm›fls›n. Bana nikâh haberi Erdel'de geldi. Ben Kaya Sultân mas­rû­f›n­dan kurtuldum deyü hamd ederken Köpürlü merhûm seni bana vermifl. ‘Melek'e bir fîl verdim, beslesin’ demifl, andan gebermifl. İflte flimdi sana dufl geldim, emir Allâh'›n" dedim.

Hemân Sultân eydir: "Paflam sen benimle geçi­nemezsin. Ben seni diri iken yâhûd ölü iken bofla­r›m. Hemân bana bir M›s›r hazînesi nikâh›m ver­meğe hâz›r ol" dedikde sabâha dak azîm mücâdele i gûnâ-gûnlar edüp ne zifâf gecesi leyle i (   ) gecesi olup âhir i kâr vakt i fiâfi‘îde ben dahi dedim ki,

"Sultân›m, bu dediğin masrûfât [u] müsrifâtlar› cümle al›n›z. Bir dahi ben bunda gelirsem Hak Ta‘âlâ cân›m als›n" deyüp taflra ç›kd›m ve sizinle sa­bâh namâz›n tâ iflâ âbdestiyle k›lup iflte bu makâma gelüp hamd i Hudâ du‘âm›z [44b] kabûl oldu. Estağfirullâh bir dahi ben Fât›ma Sultân sarây›na varmam ve inflâallâh art›k yüzün dahi görmem" deyü bükâ ederek Sultân ile geçen mâcerâ y› seren­câm›n Dershâne bâğçesinde hakîre nakîr ü k›tmîr takrîr edüp andan yine kay›ğa binüp Bâğçekapusu iskelesinde at›na süvâr olup doğru Köpürlüzâde Vezîria‘zam Ahmed Pafla'ya varup vezîria‘zam ik­râmlar edüp "Zifâflar mübârek ola" deyüp Melek Pafla ile sa‘âdetlü pâdiflâha gidüp bulufldukda,

"Lalam Melek Pafla, halam ile zifâf›n mübârek ola" deyüp paflaya bir semmûr lipâçe geydirüp,

"Melek lalam, seni vezîria‘zam›m›n alt yan›nda kubbe alt›nda ikinci vezîr edüp Afyonkarahisâr san­cağ›n sana ber-vech i ar­pal›k hâss › hümâyûn ihsân eyledim" deyüp pafla y› hamûl "Emir pâdiflâh›m›n" deyüp taflra sarây›na gelüp kâmil üç ay dîvân › pâdi­flâhîye müdâvemete bafllad› da hakîr müsellim ile Afyonkarahisâr'›na gitmeğe izin taleb etdi­ğimde "Sen bize birkaç günden lâz›ms›n" deyüp izn i flerîfleri olmad›.

Ve birkaç günden ba‘z› müfsidîn i bî-dîn zem­mâm u nemmâm ve deccâl u fassâl kimesneler,

"Melek Ahmed Pafla Fât›ma Sultân ile leyle i zi­fâfda çekiflmifller" deyü efvâh › nâs › hannâsda güft [ü] gû olarak âhir i kâr Sultân Mehemmed Hân'›n sem‘ i hümâyûnlar›na bu haber vâs›l olunca bir arz günü sa‘âdetlü pâdiflâh › âlem-[pe]nâh hazretleri pa­flaya buyurdular kim,

"Melek Pafla lalam, benim halam ile çekifldiler mi? Eyle olur er ü avret mâbeynine kimse giremez, ammâ ben sizi yine bar›fld›r›r, görüfl­dü­rürüm" deyü latîfe-gûne kelimâtlar olup Pafla arzdan ç›kup ba‘de'd-dîvân sarây›na geldi ve salât › ebvâbeyni k›ld› ve âsûde-hâl durdu.

Menâk›b › maz›nne i kerâme i mecâzibân

Bu kadar bevvâbân [u] nigehbânlar kapularda âmâdeler iken hemân paflan›n savma‘as› bâb›ndan içerü bir Bektaflî fukarâs› çâr-darb ve bî-rîfl ü dilrîfl elinde teberi ve belinde tennûresi ve debdevi ve dehdehi ve cilbend i mahabbeti ve belinde pâlhengi ve bafl›nda âftâbesin kec k›lup sîne-çâk ve bî-pîre­hen bir z›rt›l ve torlak ve flallak ve mallak ve kavm i cullâk ve pâ-bürehne ve ser-bürehne çeflm i gazâl­leri mükehhal bir abdâl › Rûm Bektaflî kapudan nümâyân olup,

"Aflk ola Melek Hân aflk ola" deyüp destûr dile­yüp belinden tennûrun ç›karup o[n] kerre sûr ile gûnâ-gûn zemzeme ve ferdâfllar etdi kim âlem i hayretde kald›k.

Hemân Pafla y› halîm tebessüm edüp eydir: "Dervîfl sen hofl safâ geldin. Ne yerden ve ne kapu­dan geldin" dedikde dervîfl eydir:

"Bizim dergâhdan geldim ve efendimiz yerin­den gelüp senin derinden Dershânene girdim. Hamd i Hudâ mübârek gül cemâlini gördüm" de­dikde,

Pafla eydir: "Dede bana ne bir selâm›n getirirsin" dedikde,

"Vallâhi pâdiflâh›m, hâlâ İflpanya kâfiristân› erenlerinden size selâm getiririm. Cenâb › flerîfinize Balorna(?) irflek size selâm gönderüp bu mektûbu ve bu kitâb› size gönderüp buyurdular kim flimden gerü Melek Dede, Tarîkat › Muhammediyye kitâb›n okuyup Budin mans›b›yla amel edüp mekr i ze­nândan halâs olup flimden gerü pamuk bezi esbâb­lar geysin" deyü cilbendinden bir mikdâr pembe ve bir mikdâr iğne ve iplik ve buhûr ve aselbend ve kâ­fûr ve amber i hâm vasleleri paflaya verüp,

"Bu cihâzlar bizim küstâhâne size hedâyâlar›­m›z­d›r. Yine biz sizi hayr du‘âdan unutmaz›z. Siz de bizi birkaç gün du‘âdan unutmayalar, yâ hû sizi" deyüp kapudan taflra bu kadar huddâmât aras›ndan ç›kup,

"Bire, dede gitmesin" deyince niçe kimesneler arad›lar nâm [u] niflân › dervîflân› bulmad›lar. Cümlemiz hayrân kald›k. Ba‘dehu dervîflin getirdiği kitâb› k›râ’at etdik. Hakîkatü'l-hâl Kitâb › Tarîkat › Muhammedî, ammâ Firengistân'da basma yaz›lm›fl kitâblardan idi. Hemân Pafla, "At hâz›r edin" dedi.

Der-beyân › rumûz › kelimât › Melek Ahmed Pafla

Ol ân pafla y› Âsaf-flân mezkûr kitâb› koynuna koyup ve bir flemmâme amber bilesince alup esb i sabâ-sür‘atine süvâr olup doğru fieyhülislâm Sun‘î­zâde Efendi'ye varup dest bûsdan sonra koynundan Tarîkat › Muhammedî kitâb›n gösterüp birez mü­tâla‘a ederken haflr u neflr ve mevt ü hayât mahalleri k›râ’at olunup,

Sun‘îzâde Efendi "Bârekallâh a‘lâ kitâbd›r. Hakkâ ki her bâr bu kitâb› okuyun" buyur­duk­la­r›nda Melek Pafla kitâb› yine koynuna koyup fley­hülislâma bir flemmâme amber ve bir tuhef Keflmîrî flâl ve­rüp dediler kim,

"Bizi hayr du‘âdan unutman ve namâz k›ld›kda bizi [45a] hayr ile yâd ve mahzûn gönlümüz flâd ediniz ve kâhîce bize geliniz" deyü fleyhülislâma niçe rumûzlar söyleyüp birbiriyle ol kadar ve­dâ‘lafl­d›lar ve ol kadar ağlafld›lar kim gûyâ bir dahi görüflmezler.

Andan Pafla yine sarây›na gelüp hazînesinden cümle ağavâtlara niçe yüz aded zî-k›ymet eflyâlar ihsân eyleyüp ale's-sabâh yine dîvân › pâdiflâhîye gitdi.

Der-beyân › icmâl i sebeb i vefât › merhûm Melek Ahmed Pafla

Hikmet i Hudâ ol gün Melek Ahmed Pafla dî­vânda ta‘âm› çok yeyüp ve bîgâneler elinden gûnâ-gûn eflribeler nûfl etmeğile sehel flikeste-hât›r olup Sadr›a‘zam izniyle Kubbealt›ndan sarây›na bâzâr gün gelüp bî-tâb u bî-mecâl kald›. Ba‘dehu Sal› gün oldu aliyye dîvân olup cemî‘i Âl i Osmân kullar›na befl bin kîse ulûfe ç›kacağ› gün idi, Pafla "Dîvâna gi­demem" deyü cümle tevâbi‘ine haber etdi. Hemân hakîr içerü pafla yan›na girdikde,

"Evliyâm efvâh › nâsda ne var ve ne yok?",

Hakîr eyitdim: "Ne var ve ne yok, ammâ siz bugün dîvâna teflrîf buyurmaz m›s›n›z?" dedim.

"Vallâhi pek bî-tâb u bî-mecâlim, gidemem" dedikde,

Hakîr eyitdim: "Ammâ bu gün aliyye dîvân› olup kula mevâcib ç›ksa gerek. Kul mâbeyninde bir fetret ü tuğyân olup kul çorba içmeyüp ulûfe kal­d›rmazlarsa (   )

‘Hay Melek Ahmed Pafla'n›n bu fetretden ha­beri var imifl. An›niçün dîvâna gelmemifl ve an›n tahrîkiyle kul kîse kald›rmam›fl’ deyü gûnâ-gûn güft [u] gûya bâ‘is ü bâdî ve niçe kelâm › türrehât­lara mü'eddî olur. Yiğit değil misiz hemân var kuv­veti bâzûya getirüp "Yâ Kavî ve yâ Metîn" ismine mü­dâ­vemet ederek ve "Yâ Hayy ve yâ Kayyûm" es­mâ­s›n çe­kerek dîvâna teflrîf buyurursuz" dediğimde hemân,

Pafla y› âk›bet-endîfl "İlâhî Evliyâm, berhordâr › ömr olas›n. Bire at getirin ve beni geydirin ve beni lefl gibi dîvâna sürüyüp götürün" deyüp dîvân es­vâblar›n geyüp sürüne sürüne durup at›na binüp ol ân Kubbealt›'na varup vezîria‘zam ile bî-mecâl niçe ke­limâtlar edüp ba‘dehu kanûn › Âl i Osmân üzre cemî‘i kula ulûfe ç›kup du‘â vü senâdan sonra her­kes ocaklar›na revâne eden cümle vüzerâlar pâdi­flâha arza girecekleri mahalde Melek Pafla Sadr›­a‘zam­dan me’zûn olup tâ Kubbealt›'na at [ile] gelmek memnû‘ iken Melek Pafla'n›n at›n sa‘âdetlü pâdiflâh›n binek tafl›na yanafld›rup on, on befl âdem gücile paflay› ata bindirüp vâlih [ü] hayrân sarây›na gelüp hâb › râhata yatd›.

Ve ol gün kara kara kanlar kusmağa bafllad›. Sal› ve çehârflenbe ve pençflenbe günlerinde kara kanlar ve karaciğer pâreleri kay ederek ve yine is­mullâh› yâd ederek kâhîce ser i sa‘âdetin girde bâ­lifl i nâlifl üzre ve kâhîce bu hakîrin zânûsu üzre ko­yup ol ân yüz befl aded gulâmlar› mâl›ndan âzâd edüp cümle atlar› ve silâhlar›n kendülere yüzer aded altun ile ihsân edüp befl bin altun cümle ağavâtlar›na ve üç bin altun Galatasarây›na ve üç bin altun Büyükoda ve Küçükoda'ya ve üç bin altun İbrâhîm Pafla sarây›na ve üç bin altun kendü techîz [ü] tekfî­nine cümle ulemâ vü a‘yân huzûrunda vasiyyetler edüp buyurdular kim,

"Allâh emâneti olsun, bu teslîm i mütevellî et­diğim altunlarla Allâh içün her gece her odada hatm i flerîfler okuyup sevâb›n rûhuma hibe edeler. Ve her Cum‘a geceleri Risâlet-penâh rûhiyçün k›rk bin salavât › flerîfe tilâvet oluna. Ve benim vücûdum bir kubbeli yerine komayup Ebâ Eyyûb › Ensârî ci­vâr›nda velî-ni‘am üstâd›m Kiçi Mehemmed Efendi hazretlerinin pây › sa‘âdetleri cenbinde beni defn edün ve üzerime bir kubbe ve âsâr › binâlar etmen. Ancak sebeb(?) üzre bafl›m ve ayağ›m uçlar›na hice tafllar› alâmet dikin ve oğlum İbrâhîm'ime on bin altun ve ker[î]mem (   ) Fât›m'a on bin altun verüp anlar› Allâh'a ›smarlad›m ve edenleri(?) de ol Kâdir ü Kayyûm ve Kahhâr Allâh'a havâle eyledim" deyü yedi sâ‘at kâmil vasiyyetler edüp mecmereler ile buhûr ve amber i hâm ve ûdlar yanup cümle iç ağalar›yla kendüler bile Yâsîn i flerîf tilâvet edüp bir vakit na­mâz›n cemâ‘atsiz k›lmayup ve bir vaktin kazâya komayup edâ y› salât ederdi.

Âhir i kâ[r] sene (   ) (   ) leyle i Cum’ada sa­bâha karîb re’s i flerîfi hakîrin dizinde iken hakîr Yâsîn i fierîfe tilâvetin 1 âyetin tilâvet ederken [45b] bir kerre "Yâ Allâh" deyü bir sayha urup cân havliyle cânib i k›bleye müteveccih olup rûh › pür-fütûhu dâr › fânîden d[â]r › bâkîye re­vâne olup min mücîbillâhi Ta‘âlâ rûh › flerîflerin cânib i Hakk'a teslîm edüp, makâm› Firdevs i Illiyyîn ola. Rahmetullâhi aleyh.


Yüklə 6,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin