Allah'ın Konuşması Nasıl Olur? :
Konevî “Umde” şerhinde diyor ki:
“Ehl-i Sünnet, eşyanın varlığının Allah Teâlâ'nın “Kün” emrine taalluk ettiğine inanmazlar. Onların inancına göre belki eşyanın varlığı Allah'ın icad ve yaratmasına tâalluk eder. Allah'ın icad ve yaratması ise O'nun ezeli sıfatıdır. Bu söz, Allah'ın yaratması ile maksadın süratle meydana gelmesinden ibarettir.
Eş'arilere göre ise eşyanın varlığı Allah'ın ezelî kelâmına taalluk eder. “Te'vîlat” şerhinde de böyle kaydediliyor. “Tefsir'ul-Teysîr”de Cenabı Allah'ın:
“Allah Teâlâ bir işe hüküm verdiği zaman yalnız ol, der olur.”58
Âyeti tefsir edilirken şöyle deniliyor: Cenabı Allah bu ayette eşyayı “ol” emri ile muhatap kıldı, bu hitap sebebiyle var olur, mânasını kasdetmemiştir. Zira bu emir gerçekten eşyaya hitap kılnırsa o takdirde ya yokta olan şeye hitap yapılmış olacak ve bu hitap sebebiyle var olmuş olacak, yahut da var olan bir şeye var olduktan sonra hitap olacak. Yok olan bir şeye hitap olması caiz değildir. Çünkü herhangi bir şey ortada yoktur, yok olan bir şey nasıl muhatap olur? Var olan bir şeye hitap vaki olması da caiz değildir. Çünkü var olan şey vardır. Ona nasıl var ol denilebilir?
Âyetteki ifade şu noktayı beyan ediyor: Cenabı Allah bir şeyi yaratmak isteyince o şey var olur.
Eğer denilirse ki: Allah'ın icadı ile vücud meydana geldiği zaman bu “ol” emrinin faydası nedir? Deriz ki: bu emrin faydası Allah'ın büyüklüğünü ve kudretini göstermektir. Nitekim Cenabı Allah kabirde bulunan ölüleri diriltecek, lâkin sûra üflemek suretiyle diriltecek. Yahut denilebilir ki aklî deliller eşyanın varlığının icat ile var olduğuna delâlet eder. Kesin nakli deliller de o icadın bu emir vasıtasıyla olduğunu beyan ediyor. Bu sebeple faydasını aramakla meşgul olmadan âyetlerin hükmünün gereği ile amel etmek vacib olmuştur. Müteşâbih âyetlerde olduğu gibi. Bu âyetlerin tevili ile meşgul olmadan onlara iman etmek vaciptir.
Fahr'ul-İslâm Pezdevî “Usûl” adlı kitabında Allah'ın “Kün” emrinden maksadın, Eş'arî mezhebine uygun olarak icad mânasında mecaz olan bu kelime konuşmanın hakikati olduğuna işaret etmiştir. Zira bu söz üzerine istenilen şeyi ispat etmek için âyete dayanmak daha kuvvetlidir. Çünkü âyet, bundan, konuşmanın hakikati kaydedildiğine daha çok delâlet eder. Çünkü burada emir mükerrerdir. Diğer âyetler ise böyle değildir.
Pezdevî'ye şöyle cevap verilmiştir. O'nun mezhebi Eş'arîlerin mezhebinden ayrı değildir. Zira Eş'arî'ye göre eşyanın varlığı “Kün-Ol” hitabı iledir, başka türlü değildir. Ehl-i Sünnet'e göre ise Allah'ın icadı iledir, başka bir şey ile değildir. Pezdevî'ye göre ise eşyanın varlığı Allah'ın icadı ve hitabı ile vücut bulmuştur. Böylece Pezdevî'nin görüşü üçüncü bir mezheb olmuştur. Doğrusunu Allah Teâlâ bilir.
Cenabı Allah yarattığı mahlûkattan biri ile konuşacağı zaman Allah'ın emri ile Levh-i Mahfuz'da yazılan Kadîm kelâmına delâlet eden kelime ve harflerle yazılmış bulunan kelâmı ile konuşur, hadis olan kelâm ile konuşmaz. Zira hadis olan kelâm, O'nun kelâmına delâlet eden harfler ve kelimeler olup Allah'ın zatı ile kâim olan kelâmın hakikati değildir. Zira Allah kelâmı diğer sıfatlarda olduğu gibi yaratıkların kelâmına benzemez. Cenabı Hak bir âyette şöyle buyuruyor:
“Hiçbir insan yoktur ki, Allah onunla (doğrudan doğruya) konuşmuş olsun; ancak vahyile, yahut perde arkasından, yahut bir peygamber gönderip de kendi izniyle dilediğini vahyetmesi suretiyle olur.” 59
Yâni Cenab-ı Allah peygamberlere yaptığı gibi, rüyada da kuluna vahyeder, yahut Allah velilerinde olduğu gibi ilham eder.
“Allah Ömer'in lisanı üzre konuşur” mealindeki hadîs-i şerif de bu mânada söylenmiştir. Perde arkasından konuşma, Musa Aleyhisselâm'da olduğu gibi Allah'ı görmeden kelâmını işitmek suretiyle olur. Yahut Cebrail Aleyhisselâm gibi bir melek göndererek bu melek vasıtasıyla vahyeder. Yâni elçi olan melek kul ile konuşarak rabbinin emrini tebliğ eder.
Allah'ın kelâmı kendi zatı ile kâimdir. Mûtezile'ye göre ise durum böyle değildir. Mutezile Allah'ın, başkası ile kaim olan bir kelâm sıfatı ile muttasıf bulunduğu ve Allah'ın böyle bir sıfatı bulunmadığı görüşünü benimseyerek, şöyle demişlerdir: Allah'ın kelâmı harfler ve seslerden meydana gelir ve Allah bu kelâmı Cebrail aleyhisselâm'da, Hz. Peygamber'de ve Levh-i Mahfuz'da olduğu gibi başkalarının ağzında yaratır.
Hanbelilerin sapıkları da şöyle demişlerdir; Allah'ın kelâmı harf ve seslerden ibarettir. Bu harfler ve sesler Allah'ın zatı ile kâimdir. Allah'ın zatı ise kadîmdir. Onların bir kısmı cehaletlerinde mübalağa ederek şöyle demişlerdir: Mushaf'ın cilt ve kâğıdı dahi kadîmdir. Nerde kaldı ki sayfaları. Bu söz bizzarure batıl bir sözdür ve hissi bir davranış icabı olarak inatlaşmadır. Çünkü “Bismillah”taki “ba”nin “sin”den önce olduğu gözle görülüyor.
Görme Ve İşitme Sıfatları
Semi ve Basar sıfatları Allah'ın zatî sıfatlarındandır. Zira Cenabı Allah harfler, sesler ve kelimeleri ezelde kendisine ait sıfatı olan işitme sıfatı ile işitir. Şekil ve renkleri de ezelde kadîm sıfatı olan görme sıfatı ile görür. İşitilenin ve görülenin yaratılmış olmasından işitme ve görme sıfatlarının da Yaratılmış olması gerekmez. Allah her şeyi işiten ve görendir. Ne kadar gizli olursa olsun, O'nun işitmesinden hiç bir ses, kaçmaz; göze göre de ne kadar küçük olursa olsun, hiç bir şey onun görmesinden kaybolmaz. Cenabı Allah Karanlık gecede siyah karıncanın sert kaya üzerindeki sessiz yürüyüşünü görür ve işitir. İşitme sıfatı işitilen varlıklarla ilgili bir sıfattır, görme sıfatı da görülen şeylerle ilgili bir sıfattır. Bu sıfatla Cenabı Allah bir organ tesiri olmadan, hava ulaşmadan; vehim ve tahayyül yolu ile de olmaksızın tam bir idrâk ile idrâk eder. İşitme sıfatı ile görme sıfatının kadîm oluşundan işitilen ve görülenlerin kadim olması lâzım gelmez. İlim ve kudret sıfatının kadîm oluşundan bilinen ve kudret tesiri altına giren eşyanın kadîm olması lâzım gelmediği gibi. Çünkü bunlar kadim sıfatlardır. Âlem-i şuhûdda (Bu dünyada) eşyaya gıyabî olarak tâalluk ettikleri gibi, eşya var olunca hadis olan (sonradan var olan) bu şeylere de zahiri olarak taalluk ederler, işitme ve görme sıfatlarının her biri ilim sıfatından daha özeldir. “Suyûtî Nikâye” adlı kitabında şöyle der: “Semi” ile “Basar” sıfatı öyle sıfatlardır ki, bunlarla meydana gelen inkişaf (bilgi), ilim sıfatı ile meydana gelen inkişaftan daha fazladır. Bu söz ancak bize nisbetle doğru olur. Çünkü bize göre işitme ve görme sıfatları ile de bilgi hasıl olur. Fakat Allah'a nisbet edildiği zaman Allah zatında kâmil olduğu gibi O'nun bütün sıfatları da kâmildir. Allah'ın sıfatları artış kabul etmezler.
Dostları ilə paylaş: |