Allah'ın Eşsizliği:
(Allah'ın yarattığı şeylerden hiçbir varlık ona benzemez.)
Bu ifade yukarıdaki metinde geçen ifadeyi takviye için gelmiş olup Cenabı Hakkın şu âyetinden istifade edilmiştir:
“Allah gibi hiç bir şey yoktur.” 50
Yâni Allah'ın zatı ve sıfatı gibi hiçbir şey yoktur. Yahut bu âyette mislinin mislini nefyetmek, ileri gelen bazı âlimlerin araştırdığı gibi, Burhan yolu ile mislinin yok olmasını gerektirir. Burada “Kemislihî” sözündeki “kâf”ın zaide, olduğu ile hüküm vermiyoruz, misil kelimesinin zaide olduğu ile de hükmetmiyoruz. Zira mutlak misil, bütün yönlerden eşit olandır.
Konevî Şerh”inde zikredildiğine göre, Nuaym b. Hammad şöyle demiştir:
“Kim Allah'ı, yarattığı varlıklardan herhangi birine benzetirse kâfir olur. Kim, Allah'ın kendini vasıflandırdığı sıfatı inkâr ederse o da kâfir olur.”
İshak b. Raheveyh de şöyle demiştir:
“Kim Allah'ı bir vasıf ile vasıflandırıp O'nun sıfatlarını Allah'ın yarattıklarından birinin sıfatına benzetirse, o kimse kâfir-i bülah'il-azîmdir.”
Allame Cehm ve arkadaşları :
Allâme Cehm, Cehmiye taifesinin reisidir. Bunlar Allah'ın sıfatları konusunda Ehl-i Sünnet'e karşı çıkmışlar ve yalan isnad ederek Ehi-i Sünnet'e “Müsebbibe: Allah'ı yaratıklara benzeten” adını vermişlerdir. Oysa Ehl-i Sünnet Müşebbîh değil, Muattıledir. Bu sebeple Selef âlimlerinin çoğu demişlerdir ki:
“Cehmiye taifesinin alâmeti, Ehl-i Sünnet'e Müşebbih adını takmalarıdır. Halbuki Cumhur'a göre, Ehl-i Sünnet'in meşhur olan görüşü, Allah'ın yaratıklara benzemesini nefyetmekle Allah'ın sıfatlarını nefyetmeyi kasdetmedikleri, belki bununla Allah'ın isimlerinde, sıfatlarında ve işlerinde yaratıklardan hiçbirine benzemediğini kasdettikleri yolundadır.”
Zâti Ve Fi'lî Sıfatlar:
(Cenabı Allah geçmişte ve gelecekte Zatî ve Fi’lî sıfatlar ile vasıflanmıştır.)
Zatî sıfatları ilim, hayat ve kelâm gibi sıfatlar olup ittifakla bu sıfatlar kadîmdir. Yaratmak, rızık vermek ve benzeri sıfatlar da fili sıfatları teşkil etmekte olup bu sıfatların kadim olduğunda ihtilâf vardır. Mâtüridîlerin mezhebi ise bu sıfatların kadîm olduğudur. Eş'arîlerin mezhebine göre filî sıfatlar kadîm değil hadistir, yâni sonradan yaratılmıştır. Buradaki ihtilâf, araştırıldığı takdirde, araştırıcılarca anlaşılacağı üzere görünüşte bir ihtilâftır. Bunun açıklaması şöyledir:
Kendi zatı için varlığı vacib olan isim ve sıfatları gibi bütün yönleri ile varlığı vacibtir, yani kendiliğinden var olmuştur. Bunun mânası şudur: Allah Teâlâ'nın beklenen bir sıfatı yahut tehir edilmiş bir hali yoktur. Zira Allah'ın zatı arazların mahalli değildir. Yâni varlığının devamı başka bir varlığa muhtaç şeylerin mahalli değildir. Çünkü Allah'ın zatı, arazları tamamlayacak bütün durumlarla kendisine ait bütün sıfatların meydana gelmesinde kâfidir. Eğer Allah'ın zatı buna yeterli olmasa bunu meydana getirecek başka birine muhtaç olması gerekirdi. Başkasına muhtaç olan her şey ise varlığı kendinden olmayıp başkası tarafından yaratılmıştır. Halbuki Allah'ın varlığının vacib olduğu, varlığı kendinden olduğu sabit olmuştur. Bu konuda Cenabı Allah şöyle buyuruyor;
“Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise hiç bir şeye muhtaç değildir.” 51
Yâni Allah zatı ve sıfatı ile yarattıklarının zuhurundan müstağnidir. Şu demek: Allah yarattığı kâinatı yaratmaya muhtaç değildir. Allah isimleri ve sıfatları ile öğülmüştür. İster öğen olsun, ister olmasın bu birdir. Allah Teâlâ, değişiklikten ve intikalden de beridir.
Belki fi'lî sıfatlarında zevalden, zatî sıfatlarda kendini tamamlamaktan müstağni olmakta devam eder. Allah'ın bu kemal sıfatlarının ilgili bulunduğu yaratıkların hadis olmasından sıfatların da yaratılmış olması gerekmez. Meselâ; Allah rızık veren, gören, işitendir. Bu sıfatlar yaratılmış değildir. Allah'ın gördüğü, rızık verdiği ve işittiği şeylerin yaratılmış olmasından, Allah'ın bu sıfatlarının da yaratılmış olması gerekmez.
Zatî Sıfatlar
(Allah'ın Zatî sıfatları şunlardır: Hayat, Kudret, İlim, Kelâm, Semi', Basar, İrade).
Hayat: Allah Teâlâ'nın yaşaması demektir. Allah Teâlâ'nın ezelî bir hayatı vardır. Mevsufu olan Allah'a ait sıhhatli bir bilgiyi gerektirir.
Kudret: Gücü yetmek demektir. Yaratıklara tâalluk ettiği zaman tesir eden ezelî bir sıfattır. Bunun mânası şudur: Şüphesiz Cenabı Allah, ezeli ebedî olan hayatı ile yaşamaktadır ve sermedi sıfatı olan kudreti ile her istediğini yapmaya gücü yetendir. Yâni Allah bir şeye gücü yettiği zaman bu olay kadîm olan (yaratılmamış olan) kudreti ile gücü ile meydana gelir. Yaratılmış varlıklarda olduğu gibi hadis olan bir kudret ile değil.
Cenabı Allah Hayyul - Kayyûm'dur: Yâni kendi zatı ile kaim olup yaratıkların varlığını da devam ettirmektedir. Allah ilk önce yoktan var ettiği varlıkları öldürdükten sonra tekrar diriltir. Allah her şeye gücü yetendir. Allah yaratıkları yaratmış, onlara hayat vermiş, kudretinden kudret vermiş ve rızık vermiştir. Allah'ın her şeye gücü yeter olmasının mânası Allah'ın bu âlemi yaratması ile yaratmaması ona göre eşittir, demektir.
İlim: Allah'ın zatı sıfatlarından biri de ilimdir. İlim sıfatı, yaratıklara tâalluk ettiği zaman bilgi meydana getiren ezeli bir sıfattır. Allah Teâlâ, bütün yaratıkları bilir, yükseklerde ve aşağılarda bulunanlar içinde zerre kadar hiç bir şey O'nun bilgisinden gizli değildir. Cenabı Allah, gizli ve aşikâre her şeyin gizliden, de daha gizlisini, gayba ait olan şeyleri bilir. Belki O'nun ilmi, ister parça olsun, ister tüm olsun, ister var olsun, ister yok olsun, ister mümkün olsun, ister mümkün olmasın, Allah'ın bilgisi her şeyi kaplamıştır. Cenabı Allah her şeyin zat ve sıfatını, kemâl tariki ile vasıflamış bulunduğu kadîm ilmi ile bilir, intikal, değişme, infial ve kabul yolu ile hasıl olan sonradan olma bilgi ile değil. Allah'ın şanı sonradan olma bilgilerden münezzehtir.
İmam Şafiî'nin arkadaşlarından İmam Abdülaziz el-Mekkî, Halife Memun'un huzurunda Allah'ın ilminden sorduğu zaman Bişr el-Merîsi ile yaptığı münazarayı hikâye ettiği kitabında şöyle diyor:
“Bişr el-Merisî demiştir ki: Allah cahil değildir, derim. Mermin soruyu tekrarlayarak ilmin sıfatından sordu. Bunun üzerine İmam Abdülaziz el-Mekkı demiştir ki: Cehaleti nefyetmek bir övme sıfatı değildir. Zira bu direk de cahil değildir. Halbuki Cenabı Allah Kur'a-n-ı Kerimde Peygamberlerle melekleri ve inananları cehaletlerini nefyederek değil, ilim ile medhetmiştir. İlmi ispat eden, cehaleti nefyetmiş olur. Aksine cehaleti nefyeden ilmi ispat etmiş olmaz. Halka düşen görev, Allah'ın kendisi için ispat ettiğini ispat edip, nefyettiğini nefyetmek, terkettiğini terketmektir. Cenabı Allah şöyle buyuruyor:
“Yaratan bilmez mi? O, lâtifdir, her şeyden haberdardır.” 52
“Gaybın anahtarları Allah katındadır. Onları ancak Allah bilir. Karada ve denizde ne varsa hepsini o bilir. O'nun bilgisi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içinde tek bir dane, yaş ve kuru her şey Allah'ın emridir. O Allah'tır ki sizleri geceleyin uyutarak ölü gibi yapıyor, gündüz de yaptığınız işleri biliyor. Nihayet dönüşünüz O'nadır.” 53
Bu âyetlerde yaratıklardan da ilim sahipleri olduğuna işaret54
“Eğer Allah ezelî bilgisinde onlarda bir hayır takdir etseydi, elbette onlara duyururdu, (bu durumlarında) Allah kulaklarına soksa bile yine onlar, muhakkak ki (Haktan) yüz çevirerek döner giderlerdi. (İmandan çıkarlardı.” 55
“Hayır, evvelce gizleyip durdukları işleri karşılarına çıktı da ondan böyle söylüyorlar. Yoksa (dünyaya) geri çevrilselerdi, o ahkonmak istendikleri fenalığa yine döneceklerdi. Şüphesiz ki onlar yine yalancıdırlar.” 56
Cenabı Allah, kötülük işleyenlerin yeniden dünyaya döndürülmeyeceklerini bilmesine rağmen, geri döndürüldükleri takdirde, kendilerine yasaklanan şeyleri yine yapacaklarını ezelî bilgisi ile haber veriyor. İşte bu âyet-i kerîme'de Rafızî ve Kaderiye inancına mensup olan kişilere reddiye vardır. Çünkü onlar, Allah'ın, bir şeyi yaratmadan önce bilmeyeceği inancındadırlar.
Kelâm: Allah'ın zatına ait sıfatlardandır. Zira Cenabı Allah, ezelî sıfatı olan kelâm sıfatı aracılığı ile konuşur. Bu kelâm sıfatının tezahürü harflerden teşekkül eden ve Kur'an diye isimlendirilen nazm-ı ilâhîdir. Yâni Kelâm-ı nefsî'nin tezahürü kelâm-i lafzî'dir. Zira bir emir vermek, bir şeyi yasaklamak, bir şeyden haber vermek isteyen kimse içinde bu hususta bir mâna bulur; sonra bu mânayı yazı, ifade, yahut işaretle anlatır. Kelâm, yani konuşma sıfatı ilim değildir. Zira insan bilmediği bir şeyden de haber verir, belki haber verdiği şeyin hilafını bilir. Kelâm iradeden de başkadır. Zira insan, yapılmasını istemeden bir emir de verebilir. Meselâ; hizmetçisinin emirlerine uymadığını ve kendisine âsi olduğunu duyurmak için ona bir emir verir, fakat yapmasını murad etmez. İşte bu türlü kelâm'a Kelâm-i Nefsi denilir. Nitekim Cenabı Allah Kur'an-ı Kerîmede bundan bahsederken münafıklar ve Yahudilerden hikâyeten şöyle buyuruyor:
“Onlar kendi aralarında: Allah bizi söylediklerimiz sebebiyle azaplandırsa ya! derler.” 57
Şâir Ahtal bir şiirinde şöyle diyor:
“Şüphesiz söz, kalpte olandır.”
Lisan ancak kalbtekine bir delil kılınmıştır.
Hz. Ömer (r.a.) ise şöyle buyurmuştur:
“Ben kendi içimde bir makale dizdim.”
Cenabı Hakk'ın kelâm sıfatının varlığına delil İcmâ-i Ümmetle peygamberlerden bizlere kadar intikal ettiği üzere yüce Allah'ın kendilerine hükümlerini açıklamayı vahyetmesidir. Ancak şu var ki Cenab-ı Allah'ın kelâmı harf ve ses cinsinden değildir. Allah Teâlâ konuşur, emreder, yasaklar, haber verir denildiği zaman şu mânadadır. Allah Teâlâ'nm kelâmı bir tek sıfattır. Kelâm sıfatını emir, yasak ve haberlere göre çoğaltmak, ilim, kudret ve diğer sıfatlarla ilgisinin muhtelif olması iledir. Zira bu sıfatlar birdir. Çokluk ve hudûs ise ancak nisbetlerde olur. Emredenin bilgisinde emredilenin var olması kâfidir. Hâsılı bu ses ve harflerden meydana gelen ve mahalleri ile kaim olan sonradan olma kelâm-i lafzî'ye Allah'ın kelâmı ve Kur'an adı verilir.
Dostları ilə paylaş: |