Zuhurundur her şey senin, eksik, fazla bize göre
Görüntündür her şey senin, güzel, çirkin bize göre
Tat vermişsin her meyveye, acı, tatlı bize göre
Sıfatındır her görünen, sert, yumuşak bize göre
Kahhar oldun ise bazen, Celȃl dedik bize göre
Merhametin sardı bizi, Cemȃl dedik bize göre
Her şey senden gelir bize, bildik ama bize göre
Dost Emin der affet bizi, günahkȃrız bize göre
Demek ki, güzel, çirkin görecedir. Güzel deriz bize göre, çirkindir o size göre…
Bu yazıda bir de kötü (şer, dert, bela vb.) kavramını ele almak isterim. Kötü olgu dediğimiz şey, biz kulların olgunlaşması “kemȃl” derecesine ulaşması için Rabb’in terbiye edici dersleridir. Eğitimde nasıl ki, ödül ve ceza ile öğrenci belli bir seviyeye getirilirse aynen “Rabbimiz” bizleri terbiye ediyor. Dikkat edilirse bir öğrenci sınıfları yükseldikçe daha ağır derslerle, sınavlarla mezuniyete hazırlanır ve başaranlar okuldan mezun olup diplomasını alır. Bir kulun da “kemȃl” bulması, olgunlaşması için bu dünyada sınavları vardır. Bu sınavlardaki problemlerin zorluğu da kişinin olgunluk seviyesiyle orantılıdır. Diğer bir anlatışla, bizim bela dediğimiz kötü etkiler seviyeye bağlı olarak artar, bir velide, bir nebide en üst seviyelere çıkar, zira mutlak kemȃle ulaşmak ancak böyle mümkün olur… Basit sorunlar karşısında şaşıran kişiler ile Hz. Eyüp, Hz. Yusuf, Hz. İsa ile bilhassa Hz. Muhammed gibi peygamberlerin muhatap oldukları dertleri karşılaştırır isek ne dediğim daha iyi anlaşılır…
Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sinden bir alıntı:
- Hakk yolunda olup nefsi ile savaşan kişinin de zaman olur gönlü ferahlar, zaman olur daralır, derde düşer, şüphelerle kıvranır.
- Çünkü su ve balçıktan yaratılmış bedenlerimiz, can ışıklarını inkȃr eder; o ışıkların hırsızıdır.
- Bu yüzdendir ki, Hakk Teȃlȃ harareti, soğuğu, ağrıyı, sızıyı, hastalığı, derdi bizim bedenlerimize yüklemiştir.
- Korku, açlık, mal noksanlığı, sakatlık; bütün bunlar değerli, geçer akça olan “can”ın meydana çıkması içindir.
(Bu beyit ile Bakara suresi’nin 155. Ayetine işaret var: “Sizi elbette imtihan ve dertlere uğratacağız; korkudan, açlıktan; malların, insanların, yemişlerin eksilmesi ile. Habibim! Bu imtihanlara karşı sabredenlere mükȃfatını göreceklerini müjdele!”)
- Bu korkutmalar, bu vaadler, hep birbirine karışmış iyi ile kötünün ayırt edilmesi içindir.(Mesnevi, beyit 2961.. Ter: Şefik CAN)
O halde dertler insanları olgunlaştırıp iman seviyesini yükseltiyor ise dert acaba mümin için yükselmeye sebep olan bir derman mı oluyor? Niyazi Mısri öyle diyor; “Dermân arardım derdime/ Derdim bana dermân imiş.”
Yunus gibi söyleyebilmek ne güzel;
Cana cefa kıl ya vefa
Kahrın da hoş, lutfun da hoş
Ya derd gönder ya deva
Kahrın da hoş, lutfun da hoş.
Hoştur bana senden gelen
Ya hilat-ü yahut kefen
Ya taze gül, yahut diken
Kahrın da hoş lutfun da hoş.
Gelse celȃlinden cefa
Yahut cemȃlinden vefa
İkisi de cana safa
Kahrın da hoş, lutfun da hoş.
Ey padişah-ı Lemyezel
Zȃt-ı ebed, hayy-ı ezel
Ey lutfu bol, kahrı güzel
Kahrında hoş, lutfun da hoş.
Gerek ağlat, gerek güldür
Gerek yaşat gerek öldür
Ȃşık Yunus sana kuldur
Kahrında hoş, lutfun da hoş.
|
|
|
Demek ki kötülüğü algılamakta da görecelilik söz konusudur. Mümin olan kişi her şeyde bir hikmet, bir hayır olduğunu bilir ve basit insanlar gibi feveran etmez. O zaman şu olur; kötü fiil ortadan kalkar, yerini Hakk’ın fiili, sınavı alır. Fail Hakk olduğuna göre, fiil fiilullah olduğuna göre, gerçek mümin eyvallah der zevk eder… Böylece kötü, şer, bela, korku, endişe o müminin düşüncesinden çıkar, yerini, “her şeyde bir hayır vardır zira fiil Hakk’tandır” düşüncesi yer alır…
Basit insandan Hakk dostu, gelişkin kȃmil insana doğru bir olayı kötü olarak niteleme giderek azalır ve “ ne olacak? “ endişesi, korkusu giderek yok olur ve İbrahim Hakkı hazretlerinin deyişi ünlenir:
Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif anı seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler…
İyi bir kul olmak istiyorsak “kötü” nitelemesini kaldırmalıyız, kötü gördüğümüz olguların bizim için sınav olduğunu bilmeli, sabırlı olmalı, doğru yoldan ayrılmamalıyız. Zira Hakk Teȃlȃ’nın yarattığı her şey yerli yerincedir, yani olumsuz değildir…
ÖZGEÇMİŞİM – TASAVVUF
ÖZGEÇMİŞ:
Sevgili okurlarıma kısaca kendimi tanıtmam gerektiğini düşünerek yazıyorum.
Kemaliye’li bir ailenin çocuğu olarak 1947 yılbaşı günü Malatya’da doğdum. Gaziantep lisesini bitirene kadar babamın işi gereği Elazığ ve Batman’da da bulunduk. 1964 de üniversite tahsili için Trabzon’a gittim ve beş yıl sonra mezun olup Ankara’ya yerleştim. Kentsel altyapı planlamasında serbest proje mühendisi olarak çalıştım. 2002 de mühendisler için bir el kitabı hazırlayıp emekli oldum.
Okuma alışkanlığı çocuklukta başlar, derler ki doğrudur. Kendimi bildiğimden beri okuma ve öğrenme benim bir yaşam biçimim oldu. Çok yönlü okuma ve öğrenme beni inandığım bir hayat görüşüne yaklaştırıyordu. Düşünüp, merak edip, okuyor öğreniyordum. Ön fikirli ve bağımlı olmadım. 2001 yılsonunda içsel bir değişim yaşadım. Eğitsel özellikli ve tasavvufi temalı, basitten gelişmişe şiirler, ilhamlar yoluyla içimde doğuyor, dilleniyordu! İster istemez tasavvuf ilmini öğrenmeye başladım. Ancak nasıl büyük bir ilim deryasına girdiğimi bilemiyordum...
TASAVVUF:
Tasavvufun tanımını yapmaya kalksak sayfalar yetmez. Her mutasavvıf kendi görüşüne göre değişik şekilde tanımlar tasavvufu. Yüzyıllardır tasavvuf ve tevhid anlayışıyla ilgili sayısız eserler yazılmıştır. Bana sorarsanız tasavvuf, kısaca varlık bilgisidir. Varlığın aslını esasını kavramaktır, sonuçta tevhide ulaşmaktır tasavvuf… Aşağıdaki şiirde anlatılan işte tam da budur:
ASLI ESASI...
Bu dünyaya gelmenin
Yiyip, içip, gülmenin
Aslı var esası var
İlimleri bilmenin
Doğru yolda gitmenin
Aslı var esası var
Hakk yoluna girmenin
Gerçeklere ermenin
Aslı var esası var
Aşkla Allah demenin
Allah'a can vermenin
Aslı var esası var
Gelip, ölüp, gitmenin
Mahşerde dirilmenin
Aslı var esası var
Hakkı kalpte bilmenin
O'nu her an görmenin
Aslı var esası var
Çoklukta Bir 'i görüp
Bir 'i pek çok görmenin
Aslı var esası var
Her an namaz kılmanın
Hakkı daim anmanın
Aslı var esası var
Nefsi terbiye edip
Benliği öldürmenin
Aslı var esası var
Yaşar iken ölmenin
Gerçekte dirilmenin
Aslı var esası var
Sevmenin sevilmenin
Her şeyi hoş görmenin
Aslı var esası var
Resulü dinlemenin
Kur'anı hatmetmenin
Aslı var esası var
Ȃlemlerin Rabbinin
İsmini zikretmenin
Aslı var esası var
Hamdini bil Dost Emin
Verilen her nimetin
Aslı var esası var...
Bu varlığın aslını esasını ancak düşünebilen, muhakeme edebilen, yeterli bilgi donanımına sahip, sayıca az kişiler merak ederler ve ancak Hakk Teȃlȃ hazretlerinin lutfu ihsanı olmadan da onlardan hiç biri hidayete kavuşamazlar…
Tevhide girmek, kesretten vahdete dönmektir veya ayrılıktan kurtulup varlığın Bir’liğinde ezel ebed tek var olan Allah’ın varlığında yok olmaktır…
Şah-ı Resul Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) efendimize sormuşlar ki; “kȃinatta en, en evvelinde ne vardı?” diyor ki; “ mutlak yokluk, boşluk olan ȃmȃ idi, ancak ve ancak
Tek olan (ahad) Allah(c.c) var idi.” Erbabı der ki, “ elȃn yine öyledir tek o vardır ȃlemde…”
“ Evvel'dir O, başlangıcı yoktur; Âhir'dir O, sonu yoktur; Zâhir'dir O, her şeyde belirir; Bâtın'dır O, gözlerden gizlenmiştir. Her şeyi en güzel biçimde bilendir O.” ) ( Hadid – 3 )
Yine bir şiirimle konuya yaklaşalım:
EZEL - EBED
Zikr içinde titrer durur şu cihan
Ezel ebed tek O vardır var olan
Bilen bilir bilmeyenler öğrenir
Ezel ebed tek O vardır var olan
Gölgeleri gerçek sanma hayaldir
Sen kendini varlık sanma muhaldir
Zȃhir, Bȃtın bildiklerin hep birdir
Ezel ebed tek O vardır var olan
Her zerrenin tesbihinde O vardır
Müminlerin kalbi O’na mekȃndır
Rahmet eden, hem Rahim hem Rahmandır
Ezel ebed tek O vardır var olan
Dost Emin der gördüklerim hep yalan
Gerçek olan bir tek Mevladır inan
Allah versin bizlere sağlam iman
Ezel ebed tek O vardır var olan
O’nu bilmek için düşün, dinle, oku, öğren ve titre kendine dön, beşerlikten çık gerçek insan ol… Gerçek insan olduğunda kulluğunu anlarsın da geçen günlerine yanarsın…
AFFET YARAB GÜNAHIMIZ
Cahil idik bilemedik
Boşa geçti zamanımız
Gaffar Allah rahmet eder
Affet Ya Rab günahımız
Daim olsun namazımız
Namaz bizim miracımız
Hakk’dan gelir imanımız
Affet Ya Rab günahımız
Geç de olsa teslim olduk
Mevla’mızı kalpte bulduk
Beşer idik insan olduk
Affet Ya Rab günahımız
Nasip eyle kul olayım
Doğru yoldan çıkmayayım
Aşkın ile ben yanayım
Affet Ya Rab günahımız
Dost Emin der çok hatamız
Geçti boşa zamanımız
Bundan böyle kapındayız
Affet Ya Rab günahımız
Çok şükür ki rahmeti bol Rabbimiz affetmeyi sever, yeter ki biz ihlȃsla tövbe edelim…
TÖVBE
Senden geldik dönüyoruz
Affet bizi Padişahım
Kusurluyuz biliyoruz
Affet bizi Padişahım
Akıl baliğ olduğunda
Giremedik Hakk yoluna
Hayal kurduk bu dünyada
Affet bizi Padişahım
Gençlik bizde kalır sandık
Sana kulluk yapamadık
Hakikati geç anladık
Affet bizi Padişahım
Bizi çekti yalan dünya
Göz koymuştuk para pula
Doğru işler yaptık güya
Affet bizi Padişahım
Hata kusur işledik biz
Çok günahlar peyledik biz
Temiz değil geçmişimiz
Affet bizi Padişahım
İnsanoğlu hüsrandadır
Bu dünyada rüyadadır
Yaptıkları hep hatadır
Affet bizi Padişahım
Aklı olan seni bulur
Hayat boyu kulun olur
İbadetle huzur bulur
Affet bizi Padişahım
Hȃlık sensin biz mahlȗkuz
Sen ilahsın biz kulunuz
Kullar olmaz hiç kusursuz
Affet bizi Padişahım
Bu varlığı senden bilen
Tevhid edip yola giren
Huzurdadır ebediyen
Affet bizi Padişahım
Sen bizleri arif eyle
Bizliğine dȃhil eyle
Daim senle birlik eyle
Affet bizi Padişahım
Hatamızı affeyle sen
Anladık ki varlık senden
Tecellindir her görünen
Affet bizi Padişahım
Dost Emin der kulunuz biz
Kusurluyuz üzgünüz biz
Tövbe ettik pişmanız biz
Affet bizi sen Allah’ım
Tövbe çok, çok önemlidir, şöyle ki; Padişahın sarayına girebilmek, cennetine burada kavuşabilmek, daha da önemlisi O’nunla dost olarak, onu kalbinde her an duyarak, O’nun sevgilisi olarak yaşayabilmek, yani gerçek aşkın tam içine düşebilmek için Cenab-ı Hakk’ın iznini talep etmektir tövbe… Ola ki inayet eder de sana dostum derse, o zaman açılan sırlar tarife sığmaz…
DOSTU BULDUK
Dost Eminim bu ne haldir Dost’u buldun tȃ içinde
Her oluşta harekette fail O’dur her fiilde
Sıfat O’nun, mevsuf O’dur, beliren O her zerrede
Mevcud O’dur, vücȗd O’nun, hem bȃtında hem zȃhirde
Ayrı bilme nesneleri Vahdet’i gör Kesret’inde
Varlık O’nun, tek O vardır, Evvel’inde Ahir’inde
Esmȃsıyla müsemma O, tek O mevcud bu ȃlemde
Ȃşık kendi Maşuk kendi ezel ebed aşk içinde
Lȗtuf, kerem oldu bize Allah adı zikrimizde
Daim zikir dilimizde, her nefeste kalbimizde
Yaşıyoruz aşk içinde, O mevcuddur fikrimizde
Mutmainiz nefsimizde bulduk O’nu içimizde
Hücre gibi bir bünyede, noktasın sen bu ȃlemde
O kendinden kendinedir tesbih eder her zerrede
Onda, bunda, şunda olan, zȃhir olmuş sende, bende
Dost Eminim bu ne haldir Dost’u buldun tȃ içinde
Dost’u içinizde bulmanız, tevhid içinde, aşk içinde cenneti burada yaşamanız dileğiyle Dost’un dostlarına dostca saygılar, sevgiler sunarım…
Mehmet Emin BAY
( Dost Emin )
Ankara / 09-12-2012
Dostları ilə paylaş: |