***
Hakk’ın ruhuyla, Hakk’ın nuruyla can bulan canlar, Kȃbe gönlünüzde, nur içinizdedir… Hakk zȃhir oldu, fȃni Ȃdem’de, sıfat’ından Zȃt’ına namaza durdu, kıyam, rükȗ, secde eyledi, O kendi nurunda tavaf eyledi… Tevhide girmeyen bunu bilmedi, bunu bilmedi…
BİLGİ ( İLİM )
Doğdun, işittin, gördün, yürüdün. Yap dediler yaptın, yapma dediler yapmadın. Farkında olmadan öğrendin, öğrenip büyüdün. Okula gittin, başka şeyler öğrettiler, o şeyleri de öğrendin, öğrenip büyüdün. Sokakta, çarşıda, sinemada gördün, duydun, öğrendin, öğrenip büyüdün…
Dedin ki çok şey biliyorum hem benim kafam da çok çalışıyor, sınavlarda başarılı olan benim, büyüklerden aferin alan benim, herkes beni övüyor, ben neymişim be…
Biri çıktı karşına sana bilmediğin yani önceden sana öğretilmemiş konulardan bahsetti, şaşırdın ve bazı şeyleri bilmediğini görünce kendini sorguladın. Ben neleri biliyor ve neleri bilmiyorum diye özeleştiriye başladın. Sana eğitim verenler kendi bildikleri kadarını sana vermişlerdi, daha fazlasını onlar da bilmiyorlardı…
Bilmediklerini öğrenmek için araştırmalara geçmeliydin. Okuyarak, bilgisayardan yararlanarak bilenlerin konuşmalarını dinleyerek, televizyon izleyerek bilgini artırmalıydın. Bilgini, ilmini artırmaya devam ettin, somut ve soyut her türlü bilgiyi öğrenip duruyordun. Ama baktın ki ilmin de bilginin de öğrenmenin de sonu yoktu. Her zaman, her konuda senden daha çok bilen ilim sahibi olan bir bilgin vardı… Senden üstün gördüğün o bilgin kişinin o bilgileri kimden öğrendiğini merak ettin… Evet, o bilgin kişinin üstünde daha bilgin bir başkası vardı ve bu zincir şeklinde her şeyi bilene doğru ulaşıyordu… Yani bu görünen ve görünmeyen bütün ilimleri bilen ve bütün bu ilimleri ortaya koyanın “El Alîm” olduğunu anladın sanırım…
***
- …Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır. ( 12-76 )
***
- O Allah ki Ondan başka tanrı yoktur. Görüneni de, görünmeyeni de O bilir. O Rahmândır, Rahîmdir. ( 59/22 )
***
İnsan olarak bedenini, çevreni inceliyor, maddenin küçük yapıtaşlarına iniyorsun, molekülleri, atomları inceliyorsun, atomun içine girip atom altı parçacıklarının fiziğini anlamaya çalışıyorsun. Bir yandan da öğrendiğin maddi ilimleri kullanarak hayatı kolaylaştıran, değiştiren teknolojiyi yaratıyorsun, hatta uzayda dolaşıyorsun… Bu ilmin sahibini, seni de bu ilimleri de, yoktan var eden “El Alîm” ‘i düşünüp titriyorsun…
Ya hepsi bu mu diyerek bir de görünmeyen ȃlemlerin sırlarını merak ediyorsun, iç dünyanı tanımaya, varlığın esrarını çözmeye çalışıyorsun… Görüyorsun ki mȃnȃ ȃlemlerinin bilginleri de derece derece, onların ilimleri ilm-i ledün… Yine en üstte “ El Alîm” var, O’nun ilmi var…
Hayretin aşka dönüşüyor, hayranlık içinde Zȃhir, Bȃtın her şeyin O’na ait olan tecelliler olduğunu anlıyor ve her fiilde failin, her sıfatta mevsufun, her varlıkta mevcȗdun “ O “ olduğunu görüyor tevhide giriyorsun…
***
Bilgiye susamış bir insan, meraklı ve akıllı bir öğrenci, ancak ve ancak “El Alîm” in öğrettiği kadar bir bilgiye sahip olabilir… Bu bilgi ise ummanda bir katredir…
Ya Rabbim, El-Ȃlim sensin nice ilmin var, sen yarattın ilminle havsalamız almıyor senin nice ilmin var… İşlettin ilmin ile genişlettin evreni, her an ayrı şandasın, bilemeyiz hikmeti… İnsanoğlu bilemez hatta akıl edemez, ilmin ile çalışır bunca düzen, hikmeti sana ait insanlar düşünemez…
Görünen şu ȃlemi insan anladım sanır, buldum diye övünür sonra bakar yanılır, yani insan aldanır…
Bilimsel gerçek diye bildiğimiz bir nokta, El-Alîm’in ilmiyse sınırsız sonsuzlukta…
“Ol” deyince Padişah, yaratıcı ol ilah, yani yaratan Allah, o anda olur her şey, ilmiyle işler düzen, ilimsiz olmaz bir şey…
Bir kırıntı kaptıysan El-Alîm’in ilminden zȃhirde sen ȃlimsin, uzaylarda gezersin…
El-Alîm’in ilmine insanın aklı yetmez, sıfatıyla müsemma O’nun ilmi hiç bitmez…
Dua edelim, efendimiz ( sav ) gibi “ Allahım ilmimi
artır. “ diyelim. Bize ilmi de bilgiyi de lutfedecek ve bizden işleyecek olan “O” dur…
***
YAKİN
Bilgi alıp öğrendin
Gözün açıp görmedin
Düşünüp de bilmedin
İlm-el yakin olmuşsun
Gördün onun şeklini
Boyasını rengini
Büyüklüğün dengini
Ayn-el yakin olmuşsun
Kalp gözünü açarsan
Hakikati seçersen
Sen kendinden geçersen
Hakk-el yakin olmuşsun
Bunu senden isterim
Hem Rahim’sin hem Kerim
Hakk-el yakin et derim
Candan ister olmuşsun
Dost Eminim nolmuşsun
Hakikatla dolmuşsun
Bir rüyadır görmüşsün
Dosta Yakin olmuşsun
***
SÜLEYMAN DEDE
Ulusta Hacı Bayram Veli Hazretlerinin türbesini ziyarete gitmiş, namazdan sonra camiinin arka tarafındaki çay bahçesinde bir çay içmek istemiştim. 2009 yılı Haziran ayı idi ve bahçe yeşillenmişti, çiçekler etrafı süslüyordu. Çayımı içerken yan masada sohbet eden iki kişinin tasavvufi terimler kullanarak konuşması ister istemez dikkatimi çekmiş ve müsaade isteyerek yanaşıp konuşmalarını dinlemeye başlamıştım. Daha ziyade yaşlı olan konuşuyor biz dinliyorduk. Daha sonra dost olacağım bu zat, muhterem bir insan, Alevi-Bektaşi Dedesi “Süleyman Dede” idi.
Süleyman Dede tasavvuf bilgisi ve tevhid anlayışı bakımından gerçek bir derya idi…70 yaşındaki dedemin şimşek gibi bakan gözleri, makineli tüfek gibi durmadan konuştuğu sözleri var idi…
Mȃnȃ ȃleminin erlerinden ve de veliyullahtan olduğuna şüphe yoktu. Tanıştığımız günden bu yana Dedemle sohbetimiz tevhid üzerine, aşk üzerine, sevgi üzerine devam ediyor, görüşüyoruz, konuşuyoruz, bazen araya cezbe dȃhil oluyor… Allah ona sağlıklı uzun ömürler versin inşallah...
Halen dostum büyüğüm güzel insan Süleyman Dedemin konuşmalarından bazı cümleleri aşağıda not ediyorum, okuyup düşünmek için…
- İşin içinde sen varsan hiçbir şey kolay değildir. Sen çıkarsan aradan her şey kolaylaşır, yani kendinden kendine olduğunu anlarsın…
- Ben gizli bir hazine idim Zȃt’ımı sıfat-ı sübutumda görmeyi murat ettim. Zȃt’ımdan Zȃt’ıma galebe çalarak sıfat’ımı izhar eyledim ve sıfatımda Zȃt’ımı müşahede ettim…
- Hem Sevgiliden ayrı olacaksın hem de gülüp oynayacaksın ayıp olmaz mı?
- Ȃşık yerini terk etmek istemez ama Maşuk onu daha yakınına çekmek için onun rahatını bozar yanına çeker…
- Ölüysen gel beri, dirinin burada yok yeri…
- Her geceyi “Kadir” her gördüğünü “Hızır” bil her an huzurdayız unutma…
- Hızırın evi yurdu yok muhabbet edecek adam arıyor…
- Sen benden razı isen Allah benden razıdır…
- Bu yol öyle bir yoldur ki; huzursuzlukta huzuru buldun mu, her an Hızır seninle beraberdir, makamın veli derdin ise ȃlidir…
- İnsan aynadır, etrafındaki haller sana senden akseder.
- Bizim gittiğimiz yol buz pateni gibidir elinde asan olmazsa düşmen mukadderdir.
- Er kişi odur ki derdini Allah’a dahi söylemez.
- Aşk ateşine düşmedikçe huzur bulma şansın yoktur.
Bȃrigȃh-ı güneş hangi kapta doğarsa onun adı Muhammed olur. Nur suresinde olduğu gibi,”…bir kandildir yanar durur..” yanan kandil aşktır, çıkan O’nun nurudur…
- Aşka düşmüş gönül mangalda külün altındaki köz ateşi gibidir. Bazen rüzgȃr eser de küller uçar ateş çıkar meydane, konuşur Hakkın dili anlatır tane tane…
İşin başı Hakk’a iman
O’dur veren canlıya can
Ef’al O’ndan, sıfat O’ndan
Görünen O her aynadan
Kulluk eyle Hakk’a inan
Görünensin burda O’ndan
Kusur etme sen saygıdan
Senden sana saygı O’ndan…
PIRILTILAR - X -
- Benim ilahım sensin başka ilah tanımam!
Benim silahım sensin başka silah taşımam.
- Üfleyen aynıdır her neyden ayrı ses çıkar
İşleyen aynıdır her esma başka iş yapar…
- Anayasayı yazan ve koruyan O, sen kendine göre yasalar yapmaya çalışıyorsun ama bakalım ki anayasaya uygun mu?
-Bazı insanlar çocuklarına ve sonra torunlarına hizmet ederek ömürlerini tüketiyorlar. Az sayıdaki bazı insanlar ise bütün insanları çocukları kabul ediyor, onlar için hizmet üretiyorlar.
-O hem benimle idi hem her yerde idi. O’nun diğer hallerini güzelliklerini görmek izlemek zevk etmek için gezmeyi severim...
-Tüm yaratılanlar sonsuz esma ve sıfatların tezahürüdür. Bir insanda esmaların bir karışımı, bir demeti vardır, ancak bunlardan biri başat, birkaçı etkin diğerleri tedricen az etkilidir.
Sen de öyle bir tezahürsün. Hep O’nun varlığıdır tezahür eden ve iyi, kötü tüm göreceli, sıfatlar, fiiller O’ndandır. Şaşıran insanın aklıdır. Akıl bu varlığı düşünüp menşeini bulmak ve Tek olana, Allah’a kulluk etmekle görevlidir. Kendine ve mahlȗkata olan selam, sevgi ve saygı gerçekte O’nadır. İrade sadece O’nundur. Bizdeki irade ise duadır, dilektir, istektir, buna dair eylemdir, tercihtir, davranıştır, ancak bu şekilde O’ndan istemektir ki O Rahman olarak rahmet eder verirse ne ȃla... Rehberimiz Resulullah, Habibullah, Rahmet en lül ȃlemin Hz. Muhammed (sav) dir. Ona ümmet ol ona uy rahmet bul, kemȃlȃta erenlerden, bizliğe girenlerden ol…
- İyice düşün, az konuş çok şey söyle, iyi dinle özümle...
- El- Musavvir boyaları karıştırıp senin için özel bir boya seçti, her mahlȗku da ayrı boyalarla boyadı ve benzersiz bir tablo çıktı ortaya... Seyrine doyum olmaz…
- Atarsın oltayı denize balık ya gelir ya gelmez
Tutarsın bir balık o balık ya yenir ya yenmez
At denize oltayı vekil eyle Hüda’yı
Hayırlısı nedir bilinmez…
- Altın varaklara yazılı Kur’an-ı Kerimi duvarlara asıp saklayacağına normal kȃğıtlara basılı Kur’an-ı daima oku da gönlünün başköşesine as…
- Denizden buhar oldun gittin, yağmur olup yere yağdın, süzülüp ırmak oldun ve denize aktın. Denize akarken tecrübeli bir denizci görürsen ona inan sözüne uy ki en kısa yoldan denize kavuşasın. Yalnız kısa yoldan denize giderken zor vadilerden geçmek, şelale olup düşmek de var... Üzülme sen, çünkü en kısa yol en zor olanıdır…
- Her zerre tesbih eder, mezkȗr olan Allah’tır
Tesbihi tesbih yapan çekilen zikrullahtır…
REHBER
Mekke’nin tozlu yollarında, kavuran güneşin sıcağında Hira dağına doğru saatlerdir yürüyordu, ne yoruluyor ne sıcaktan bunalıyordu, çünkü zihninde mekȃn ve zaman kavramlarıyla ilgili duyumlar yok olmuştu, hatta bedeninde beş duyusu çalışmıyor, sadece yüreği ile düşünüyor, kalbinden zikrediyor ve her nefesinde “Allah” diyor, her görünende “Hu”yu görüyordu… Düşündüğü Yüce Mevla’sıydı gördüğü her şey de yine O’nun yansımasıydı…
Hedefine az kalmıştı gelmişti Hira dağının eteklerine. Önünde taşlık, kayalık boz bir dağ yükseliyordu. Mevla’sı ile halvet olmaya, tepedeki mağaraya doğru tırmanmaya başlamıştı. Sanki bir dağ tepesine değil de arş-ı ȃlȃya doğru yükseliyordu… Kayalara, taşlara basarak ilerledikçe her adımında ayağının altında dünyaya ait bir şeyler eziliyor yok oluyordu… Her adımda ayağını bastığı taşlarda dünyaya ait para, pul, maddiyat, çoluk, çocuk, mahlȗkat, şehvet, istek, beklenti, emeller, gayeler, şanlar, şöhretler her bir kavram ezilip toz oluyor, yok oluyordu… Beden buharlaşıyor sadece ruh kalıyordu… Zaman mekȃn kalkıp gidiyor, kesret vahdete dönüyordu… Her bir nefesten çıkan “Allah” zikri kȃinata yayılıyordu…
***
Tepeye çıktığında “Lȃtif” bir ruh halinde secdeye kapanıp Yüce Mevla’sına hamd ediyor şükrediyordu… Mağarada mutlak bir sessizlik içinde sadece her zerreden “Allah” zikri duyuluyordu…
Ve bir ünlem titretti kalbini: “İkra” ! Yüce Mevlasından “Vahiy” geliyor, Kur’an dilleniyordu… Abdullah oğlu Allah’ın kulu Muhammed canlı Kur’an oluyordu, Şah-ı Resul oluyordu…
ŞAH-I RESUL
Ȃlemlerin rahmetisin
Şah-ı Resul Muhammed’sin
Yüce Hakkın habibisin
Şah-ı Resul Muhammed’sin
Kȃinatın kandilisin
Işıtıyor nurun senin
Evvel Ahir nebi sensin
Şah-ı Resul Muhammed’sin
Rabbin ulu elçisisin
Hakk yolunun rehberisin
Ahlak sende örnek sensin
Şah-ı Resul Muhammed’sin
İslam nedir bildirensin
Din yolunu gösterensin
Şeriatı öğretensin
Şah-ı Resul Muhammed’sin
Seni seven tevhid etsin
Zikir etsin Allah desin
Şefaat et rahmet gelsin
Şah-ı Resul Muhammed’sin
El- Emin’sin doğru sensin
Dost Eminin dostu sensin
Tebessüm et hicran dinsin
Şah-ı Resul Muhammed’sin…
Hatem-ül Enbiya bir nur kaynağı olarak parlıyordu… Zaten Allah (cc) onun yani habibinin nuruyla yaratmıştı tüm kȃinatı, şimdi de Kur’an nuruyla mahlȗkatın nuruna nur katıyor ve o kitabı okuyanlar “ Nurun alȃ Nur “ oluyordu… Resulullah (a.s.) Allah(c.c) kelȃmını insanlara tebliğ etmeye başlıyordu...
O tebliğ halen sürer ve inananlar ümmetine girer sen efendimsin ya Resulullah der...
***
EFENDİM
Derdimin dermanı sensin efendim
Her derdin ilacı sensin efendim
Allahın Resulü sensin efendim
Muhammed Mustafa sensin efendim
Allah'ın nurusun dünyaya güneş
Benzemez kimseler olmaz sana eş
Allahın Nebisi sensin efendim
Muhammed Mustafa nursun efendim
Kȃinat seninle oldu müşerref
Ümmetinden olmak ne büyük şeref
Allahın Habibi sensin efendim
Muhammed Mustafa gülsün efendim
Kendini bilenler sana dost olur
Doğru yoldan gider felahı bulur
Allahın Velisi sensin efendim
Muhammed Mustafa birsin efendim
Ezelden ebede parlayan nursun
Dost Eminim ister şefaat bulsun
Allahın güzeli sensin efendim
Muhammed Mustafa sensin efendim…
(Dost Emin der ki; Övgülerden övgü beğen Seni öyle öveyim
Sevgilerden sevgi beğen Seni öyle seveyim…)
***
Düşündün mü hiç, kuş uçmaz kervan geçmez Hira dağının tepesinde bir mağarada kulu Muhammed’e neler bahşetti Yüce Allah (cc)… En olumsuz şartlardan Nebi’lerin en üstününü, Resul’lerin şahını, mȃnȃ ȃleminin padişahını var etti… Düşünelim ve titreyelim…
Anla ki “O” isterse seni kendi yanına çeker de arş-ı ȃlȃda sana konaklar verir, senin vekilin, velin, maşukun olur, şaşar kalırsın… Seni Habibinin, ümmeti kılar, varisi kılar… Ve sen her yanında “O” nu görür “O” na tapar “O” nun sevgili kulu olursun… O zaman dersin ki “Ey büyük Rabbim ben bir hiçtim bana bu nimetleri layık gördün, hidayet verdin, aşkını tatdırdın, arş-ı ȃlȃya çıkardın, her zerrem titremekte, sana şükretmekteyim, bu zevkten beni ayırma… Her nefeste Sen’sin
bana can veren, nasip et ki kulluğumuzu tam yapalım, rızanı kazanalım, Muhammed’in güzel ümmeti içinde sana dönelim...
Ümmeti olmak ne büyük şereftir o Muhammed’in, o güzeller güzelinin…
O bize maddi manevi rehberliğini yaptı, yapıyor. Ömür denen sermayemiz bitmeden, bizler ona layık ümmet olabiliyor muyuz? Rehberimizin gösterdiği aydınlık yoldan adım, adım kendi Hira dağımıza çıkabiliyor muyuz? Ne demişse doğrudur diyebiliyor muyuz?
***
REHBER
Şunu şöyle et demem bilemem doğrumudur
Düşün her adımını yanlış mı doğrumudur
Ölçütümüz bir tane ona uyan doğrudur
Rehberimiz Muhammet ne etmişse doğrudur
Sözünü düşün konuş yanlış bir şey konuşma
Cahilden fikir sorma ham insana danışma
Söz ebesi bencilin yakınına yanaşma
Rehberimiz Muhammet ne demişse doğrudur
Yapacağın her işte akıl dışına çıkma
Doğruysa yaptıkların devam etmekten bıkma
Örneğimiz bir tane yolundan hiç ayrılma
Rehberimiz Muhammet ne yapmışsa doğrudur
Dost Eminim diyor ki, Muhammed’im doğrudur
Ne ederse doğrudur, ne söylerse doğrudur
Örnektir bize Resul ne yapmışsa doğrudur
Rehberimiz Muhammet ona uymak doğrudur
Doğru yoldan giderek doğru hedefe varmak doğru rehberi izleyerek mümkündür. Allah, rehberimiz Hz. Muhammed’in yolundan gidenlerden, onun bayrağı altında haşrolanlardan eylesin, inşaallah. Ȃmin...
***
Ahmed’im, Muhammed’im sevgili peygamberim
Her durumda her anda sensin benim rehberim
İnşaallah mahşerde dersin bize ümmetim
Ahmed’im, Muhammed’im Âlemlere rahmetim
Senin Nurunla kalbim Hakk’ı burda bilecek
Senin Nurunla kalbim Hakk’ı burda görecek
Senin Nurunla kalbim Hakk’a kulluk edecek
Ahmed’im, Muhammed’im nur saçan peygamberim
Sen yetersin bizlere, gülistanda güllere
Sen yetersin bizlere, Hakk yolunda erlere
Sen yetersin bizlere, Müslüman mü'minlere
Ahmed’im, Muhammed’im gül kokan peygamberim
Dost Emin seni özler şefaatini bekler
Her an yolunu gözler nur cemȃlini göster
Sensin benim Efendim lutfet bize himmetler
Ahmed’im, Muhammed’im sevgili peygamberim...
( SENSİN BENİM REHBERİM... SENSİN BENİM REHBERİM... )
ZEVȂL
Kimsin sen düşündün mü hiç? Bedenin nelerden oluşmuş?
Analiz edilirse; toprak, su, hava, ateş yani anȃsır-ı erbaa
olduğunu anlarsın ama bu elementler yığınını canlandıran bir şey var sende…
“Ol” dedi yüce Tanrı hücre hücre çoğaldın ve sana ruhundan ruh verdi canlandın, can oldun… O ruhtur seni sen yapan, yoksa ne farkın olur topraktan…
Rabbin terbiye edecek seni kemȃle ereceksin ve dünyadan zevȃl edip menşeine yani O’na döneceksin…
“Ölmeden önce ölenler” burada zevȃl edip kemȃle ererler, O’nunla “Bir” olurlar…
Toprağa su eklenmiş çamurdandır heykeli
Ateşte pişmiş çamur hava canın nefesi
Anȃsır-ı erbaa şu insanın bedeni
İçinde ruh olmasa olur muydu önemi
Lütuf kerem O’ndandır Allah verir kemȃli
İnsan olarak hiçsin bekliyorsun zevȃli
Hamd-ü sena O’nadır ruhundan ruh üfledi
O’ndan geldiği için insan oldu değerli
O verdi emaneti hem halife eyledi
Kendini bil ey insan O’ndan iste kemȃli
Lütuf kerem O’ndandır Allah verir kemȃli
İnsan olarak hiçsin bekliyorsun zevȃli
Şu hayatı incele kim işliyor fiili
Bende bir şey var sanma düşünme sakın şirki
Sıfatlanmış burada idrȃk eyle tevhidi
Varlık birdir efendim kesrette gör vahdeti
Lütuf kerem O’ndandır Allah verir kemȃli
İnsan olarak hiçsin bekliyorsun zevȃli
İnsan denilen mahlȗk hem ȃlȃdır hem deni
Kȃh hayvandan aşağı kȃh melekten ileri
Allaha kul olursan lütuf eder kemȃli
Kȃmil insan olanlar olur Hakkın zȃhiri
Lütuf kerem O’ndandır Allah verir kemȃli
İnsan olarak hiçsin bekliyorsun zevȃli
Dost Eminim diyor ki düşün de bil kendini
Ömür gelip geçmeden tanı yüce Rabbini
Hiç olduğun unutma zikir kulun görevi
Zikrullahla aşka gir yaşa gerçek tevhidi
Lütuf kerem O’ndandır Allah verir kemȃli
İnsan olarak hiçsin bekliyorsun zevȃli
Zevȃl sözcüğü, yok olma, sona erme anlamına geliyor. Bu dünyaya gelen her mahlȗk fȃni olup zevȃle uğrayacaktır. Kemȃle ulaşmış kȃmil insanlardan olmak istiyorsak, peygamberimizin tavsiyesine uyup “ölmeden önce ölen” yani varlığını Hakka veren, şirk-i hafi’den çıkan, hiç olduğunu bilerek zevȃlini burada yaşayanlardan olalım inşallah…
ÖZÜNDEKİ KİM?
İzah etmeye, söze girmeye gerek duymadım, altta üç şiirimi sundum…
KİM
Ezel ebed O varmış
Zaman yokmuş an varmış
Hayyum kim ki, Kayyum kim?
Kenz-i Mahfi açılmış
Güzellikler saçılmış
Açan kim ki, saçan kim?
Âlemleri yaratmış
Kendine ayna yapmış
Aslı kim ki, suret kim?
Duran yoktur evrende
Döner durur her zerre
Döndüren kim, dönen kim?
Bȃtınında Hakk iken
Zâhirinde Halk olmuş
Mahlȗk kim ki, Hâlık kim?
Beden vermiş Âdem’e
Göndermiş bu Âlem’e
İlah kim ki, kulu kim?
Bütün ef’al O’ndandır
Her an ayrı şandadır
Fail kim ki, Fettah kim?
Bir ses olup ünlemiş
Zevk duyarak dinlemiş
Diyen kim ki, duyan kim?
Sıfatı sonsuz yerde
Görene yoktur perde
Bakan kim ki, gören kim?
Vahiy gelmiş Nebîye
İlham vermiş Velîye
Veren kim ki, alan kim?
Aşk için O yaratmış
Hem Mâşuk hem Âşıkmış
Mâşuk kim ki, Âşık kim?
Hikmetsiz bir şey olmaz
Hikmeti sual olmaz
Hakîm kim ki, Alîm kim?
Dost Emin der Bâki O
La mevcude illa HU
Sen kimsin ki “Ben !” de kim?
***
ÖZ ( 1 )
Doğdun büyüdün bir perde ördün
Özü kapattın dışını gördün
Gördüğün bildin benliğe girdin
Benlik tozuyla özünü örttün
Perdeyi kaldır özün parlasın
Özünü tanı, özde aynasın
Pasları sil ki, Cemȃl yansısın
Benliği öldür, özün yaşasın
Ölmeden öl sen gözünü kapa
Topluma kanma kulağı tıka
Sahte yargılar tuzaktır sana
Özünde olan yeter insana
Özüne in sen, özünde Hakk var
Özün aynadır, surette Hakk var
Benliği öldür kalbinde Hakk var
Dost Emin diyor, özünde Hakk var
***
ÖZ ( 2 )
Özünden içeri bak, özünde bir Öz vardır
O Öz'ü görmek için, kalbinde bir göz vardır
Öz'ünü bilirsen sen, her mevsimin bahardır
İnsan-ı Kâmillerde Öz'ü gören göz vardır
Küllenmiş bile olsa herkeste bir köz vardır
Özünden konuşanda nice güzel söz vardır
Dost Eminim düşün sen Öz'ünü göreceksin
Özünden içeri bak Özünde bir Öz vardır
***
Özümüzde ne olduğunu bilen, tevhide giren, hakikate erenlerden oluruz inşallah…
MEVSUF
Tevhid; görünen görünmeyen tüm varlığı Allah’ın Bir’liği içinde bir bütün olarak algılama, tefekkür ederek zevk içinde kendinin de o tek varlık içre bir var olduğunu keşfetmeye dayalı Bir’lik kavramını ifade etmektedir ki, sen, ben, o, bu veya şu yok, sadece ve sadece O var demektir…
Tevhid düşüncesini özümsemek için kendini ayrı bir varlık olarak görmemek ve tanık olduğumuz her fiilin failinin, her sıfatın mevsufunun ve var oluşta sadece O’nun varlığını ( vücȗdunu ) görmek gerekir…
Mevsuf; nitelenmiş, nitelikleriyle belirlenmiş. (sıfat tamlamalarında) tamlanan demektir. Fenȃ mertebelerinde tevhid-i sıfat aşamasında “ La mevsufe illallah” anahtar bir anlayıştır.
İlâhî sıfatlar, zȃtî ve sübutî olarak ayrılır.
Zȃtî sıfatlar :
1- Vücut (Varlık)
2- Kıdem (Ezeli)
3- Beka (Ebedi)
4- Vahdaniyet (Bir olma )
5- Kıyam binefsihî (Varlığının Zȃt’ından olması )
6- Muhalefetün-lil-havâdis ( Zȃt’ının mahlȗkata benzememesi)
Dostları ilə paylaş: |