Gecenin karanliğinda doğan işIK


Öfkelenme güzel dostum, yapan çatan Yüce Hakk’tır



Yüklə 0,75 Mb.
səhifə5/9
tarix02.11.2017
ölçüsü0,75 Mb.
#28640
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Öfkelenme güzel dostum, yapan çatan Yüce Hakk’tır

Her oluşta işleyen O, her işinde hikmet çoktur

Halka bakıp karar verme, halk olanda bir şey yoktur

Yaratanın işidir o, işleyen O yüce Hakk’tır.

Bir de şöyle düşünelim ki, karşında insan gibi görüp tenkit ettiğimiz mahlȗk acaba gerçek insan mı? Öyle ya bakın Kur’an ne diyor;




Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir. (Araf-179)
O halde şöyle düşün ve öfkelenme. Bir kedi, bir köpek vb. hayvan sana hoş gelmeyen bir şey yaptığında nasıl aldırmıyorsan yine öyle yapmalısın, yani karşındakine aldırmayıp geçmelisin dost…
Başta belirttiğim gibi eğer insanın sana göre hoş olmayan davranışıyla karşılaşırsan durum şudur: Ya o insanın davranışında Tevhid-i Ef’al’ i hatırlayıp o davranışta bir hikmet olduğunu, bir sınav olduğunu düşünüp tefekkür etmeli ve susmalısın, veya o insanın kendi kader yolunda giderken cüzi iradesiyle yaptığı bir yanlış kabul edip, ona “Allah ıslah etsin” demelisin.
Cemad, nebat, hayvanat, beşer ve insan ve İnsan-ı Kȃmil seviye, seviye yaratılmış ve bu dünyaya bir tekȃmül yani “ Kemȃl” e erme için gönderilmiş, yani tecelli etmiştir. Yaratılan her mahlȗk bir işlev için ama “AŞK” ile yaratılmış, zuhur etmiştir.
Her seviyede yaratılan yani her seviyenin ayrı bir aşk basamağı vardır. Bu gözle bakarak hiçbir yaratılana aşk’sız bakmayalım ve sevgiyle yaklaşalım;
Yüzünde gülücükler olsa da senin

Belli bir seviyenin aşkısın güzel
Boşuna üzülüp de çırpınma tatlım

Belli bir seviyenin aşkısın güzel
Yaradan seni de böyle yaratmış

Belli bir seviyenin aşkısın güzel
Her aşkta ayrı bir seviye varmış

Belli bir seviyenin aşkısın güzel
Kıskanma başkasını benliğini yen

Belli bir seviyenin aşkısın güzel

Dost Eminim diyor ki şükretmeyi bil

Belli bir seviyenin aşkısın güzel

Yunus’un deyişiyle;

“Sevelim, sevilelim bu dünya kimseye kalmaz”
Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez
Onu sen senden iste, o senden ayrı olmaz
Dünyaya gelen geçer, bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer, Cahiller onu bilmez




Gelin tanış olalım, işin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz
Yunus sözün anlar isen, mani'sini dinler isen
Sana iyi dirlik gerek, bunda kimseler kalmaz

“Yaratılanı sevelim Yaratandan ötürü” , Öfkesiz, huzurlu, hoşgörülü, sevgi dolu bir ömür sizin olsun. Allah doğru yolundan ayırmasın inşallah. Ȃmin.



SU
"Sana Ruh'tan sorarlar; de ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." (İsra Suresi, 85)
Durgundu deniz, sonsuz büyüklükteki bir “Umman” sessizdi… Sadece O vardı…

İstek belirdi ve emir geldi, kıpırdadı su yüzeyi, dalgalandı deniz… Tarifsiz çok yönlü bir hareket başladı,

sanki ısındı da kaynadı deniz… Buhar tanecikleri oluştu, uçuştu göğe doğru yükseldi ve bir bulut oldular. Ummandan ayrıydılar ama farklı sayılmazlardı, onlar kaynakları itibariyle yine “su” idiler. Şartlar oluştuğunda bulut kümelerinde buhar tanecikleri su damlacıklarına dönüştüler, yağmur olup yağdılar… Bir kısmı kısa zamanda tekrar döndüler ana kaynağa, bir kısmı ise toprakla tanıştı, toprağa karıştı. Suyun arı duru saflığı toprakla kirlendi, çamur oldu su… Can geldi suya ve bitki, hayvan, beşer oldu su…

Ummandan ayrılan “su” canlı cansız her yerde idi, ancak geldiği kaynağını yani “Umman” ı unutmuştu… Kendini canlı cansız nasıl zuhur etti ise o sanıyordu, şaşkındı, aslını unutmuştu “su”… O sendin, o bendim…

Kaynaklarını hatırlayıp bilenler de vardı. Bilenler bilmeyenlere öğretmeye, aslını menşeini belirtmeye başladılar… İstidadı olanlar gerçeği kavrıyor, diğerleri inkȃr ediyorlardı… Hȃlbuki denizin sesi, dalgaların hareketi her an her yerde görülebiliyordu… Aslını öğrenenler öğrendikçe olgunlaşıyor, “kemȃlat”a eriyor yani Kȃmil İnsan oluyorlar, burada da “Umman”ın bir parçası olarak yaşıyorlar ve özlemle anayurda dönmeyi bekliyorlardı… Su, su olduğunu bilince topraktan ayrılıp tekrar denizine akıyor, onunla bir oluyordu… Yani mȃsivadan geçiyor ölmeden evvel ölüyorlardı…

Umman hep bildiğimiz ezel ebed “Bȃki” olan sonsuz kaynaktı… Her an kendinden kendine hareketteydi, yeni bir oluşum sergiliyordu…

Güzel kardeşim kendini bil “su gibi aziz ol”, akmaya başla “Umman”a ve tekrar “Umman” ol…

Hamdolsun bilene bildirene, ilim sahibi olan “Ȃlim”e…

Umman sana gebe iken

Sen kendini bilemezdin

Sen ummanda katre iken

Sen kendini bilemezdin


Dalgalandın düştün ayrı

Sanma sakın umman gayrı

Olamazsın ondan ayrı

Sen kendini bilemedin


Dost Emin der ummandasın

Sanırsın ki bir damlasın

Sen ummandan bir aynasın

Sen kendini bilemedin…



HİKMET
Sonsuz büyüklükte bir küre düşün ki, içinde zaman da dȃhil her boyutta sayısız şekiller, oluşumlar var ve sürekli hareket halindeler… Noktacıklar oynaşıyor tarifsiz şekiller bir yanıp bir sönüyor, farklı boyutlarda görüntüler oluşuyor… Her oluşumun bir evveli bir de ahiri söz konusu… Evvelinde bȃtın olan ahirinde zȃhir oluyor… Bu muazzam bütünlük bir ilişkiler yumağı halinde bir hikmet( bilgi, ilim, ilahi bir gaye..v.b. ) dȃhilinde sürüp gidiyor… Bu bütünlük, bu BİR’lik içinde sen de bir noktacıksın ve bir işlevin var… Her oluş bir hikmet dȃhilinde oluşuyor ve sonsuz oluş sonsuz hikmetleri ifade ediyor…

Hikmetsiz bir şey olmaz, hikmetinden sual olmaz...
Hikmet nerde diye sorsan hikmet biçim içindedir

Biçimine aldanma sen hikmet hikmet içindedir

Bir hikmet yok bin hikmet var gönül gözü içindedir

Biçimine aldanma sen hikmet hikmet içindedir


Hikmetleri görmek için gönül gözü açılmalı

Tefekkürle Hakkı anıp mȃsivadan kaçılmalı

Hikmeti çok Yaradan’ın esrarına ulaşmalı

Biçimine aldanma sen hikmet hikmet içindedir


Mahlȗkatın işlevi ne, görevi ne, sıfatı ne

Hȃlık bilir hikmetini enfüste ne, afakta ne

Hikmet vardır her ef’alde, O’dur bilen hikmeti ne

Biçimine aldanma sen hikmet hikmet içindedir


Hikmet nedir diye sorma onu ancak Mevla bilir

Her oluşta hikmet vardır hikmetini Allah bilir

Lütuf eder sır verirse bir de kȃmil insan bilir

Biçimine aldanma sen hikmet hikmet içindedir
Hikmetinden sual olmaz hikmet bin bir biçimdedir

Neden böyle denilemez hikmet hikmet içindedir

Her işte bir hikmet vardır hepsi başka biçimdedir

Dost Eminim aldanma sen hikmet hikmet içindedir

Kendini bu bütünlüğün dışında düşünürsen, o zaman, niçin? Neden? Niye? der durursun ve karıştırırsın her şeyi ki, kimisi böyle şaşkın meczup olur… Kimisi de gerçeği anlar ve hakikate erer, tevhide girer ve der ki;

A’yȃn-ı Sabite’de ben de bir nokta idim

“Ol” dedi yüce Tanrı bu cihanda belirdim

Sonsuz esmȃlarından bir tanesi de bendim

Bilsen de bilmesen de O’ndan geldik O’yuz biz

Bilenlerde saklı giz, derler İlm-el Yakîniz


Tevhide giren esmȃ, sanki olmuş müsemmȃ

Fail, mevsuf, Zȃt burda, Hakk işliyor her anda

Ayrı yoktur, gayrı da, buldun O’nu dünyada

Bulsan da bulmasan da O’ndan geldik O’yuz biz

Bulanlarda saklı giz, derler Ayn-el Yakîniz
Fenafillȃh’tan geçmiş Bekabillȃh’a ermiş

Bir hiç olduğun bilmiş Tevhid sırrına girmiş

“La mevcude illa Hu”, sözünü kalpte duymuş

Olsan da olmasan da O’ndan geldik O’yuz biz

Olanlarda saklı giz, derler Hakk-el Yakîniz
Dost Eminim şükreyle bildin Hakk’ın lütfuyla

Kıyısından su içtin doydun Kevser suyuyla

Hiçliğe ereceksin gerçek Allah aşkıyla

Şeref duy kulluğunla O’ndan geldik O’yuz biz

Kendindedir asıl giz, varlık BİR’dir biz hiçiz
Hakikatın yolunda seviye seviyeyiz

Bilen İlm-el Yakîniz, bulan Ayn-el Yakîniz

Nasip etmişse Mevla olan Hakk-el Yakîniz

Hem Evvel hem Ahir’iz, Hem Bȃtın hem Zȃhir’iz

Varlık BİR’dir budur giz, sen, ben, yokuz hep BİR’iz.
Ayrı - gayrı yok, önce – sonra yok, görünen – görünmeyen yok, güzel – çirkin yok, iyi – kötü yok, her şey yerli yerinde, varlıkta BİR’lik var, O var, O’nun hikmeti var...
Kazaya kadere inanır mümin

Tanrıdan gelende bir hikmet vardır

İradeni kullan, Allah'a bırak

Tanrıdan gelende bir hikmet vardır


Ok attım sanırsın yay elindeyse

Belki sen atarsın nasip ettiyse

Yay sensin belki de atan O ise

Tanrıdan gelende bir hikmet vardır


Ne dediyse olur O'na inandık

Takdir Allahındır O'na güvendik

Dost'dan gelir hayır O'ndan istedik

Tanrıdan gelende bir hikmet vardır


Dost Emin kadere razı olmuştur

Her işte Allah'tan takdir bulmuştur

Tevekkül eyleyip başın eğmiştir

Tanrıdan gelende bir hikmet vardır

Seni sana sen gösteren perdeleri kaldır, şaşırma, sonsuz çaplı kürenin içinde bir noktacıksın… Sonsuz hikmetlerden biri de sensin, bir yanarsın bir sönersin… Nur’dan gelir Nur’a dönersin… Dikkat et kalp gözünle bak gerçeği göreceksin, Vahdet’e ereceksin…

Dost Eminim bu zevk bitmez ulu Mevlam boş şey vermez

Halifesi kimdir O’nun, Zȃhir O’dur cahil bilmez

Yaratan O, yaşayan O, hikmetinden sual olmaz

Evvel, Ahir, Bȃtın, Zȃhir, Hakk’tan gayrı devran dönmez
                       

PIRILTILAR - VI –
- “Doğru Yol” orta yoldur, orta yol mutluluktur…
- İç mimarlar, dekoratörler vasıtasıyla yeni tasarımlar, post modern düzenlemeler ve pahalı aksesuarlar ile yaşama ortamlarında huzur arayanlar, aslında gerçek huzuru dış dünyalarındaki doğal ortamda zahmetsizce bulabilirler. Yaratılmış olan doğal sanat eserleri sana Yaratan’ı hatırlatıyorsa, O’nun eserleri seni O’na yaklaştırıyorsa, o güzellikler her yerde sana huzur ve mutluluk verecektir…
- Yüce Allah (cc) Kur’anda birçok ayette “Biz” öznesini kullanıyor. “Ben”likten kurtulup “Kȃmil İnsan” olanlar “Biz” liğe dahil olanlar olsa gerek.. Onlar Hakk’ın eli, dili, gözü, kulağı olanlardır, ne mutlu…
- Hayatta uymamız gereken iki prensip bana göre şöyle:

1- Allah’a kulluk etmek,

2- Hayata anlam katabilmek

Allah’a kulluk etmek için; islamın şartları dȃhilinde önce Müslüman olup Hakk’a teslim olmak gerekir. İmanın şartlarına göre de ihlȃslı bir mümin olmak lüzumludur. Kur’anda belirtildiği gibi kulluğunu bilip daima ibadetini yapmak ve O’nu tesbih etmek baş görevimizdir. Bu noktada ibadet kavramının Allah’ın rızasını sağlayacak tüm eylemlerimizi de kapsadığını unutmamak gerek…

Hayata anlam katmaya gelince; Müslüman, mümin kişi için tek örnek, tek rehber Hz. Muhammed (sav) dir. Ölene kadar çalışmak, faydalı işler yapmak ve yaratılanlara hizmet etmektir amaç… Hayata anlam katmak için yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevip hizmet etmeli veya halka hizmet Hakka hizmettir diyebilmeliyiz…
- Her Mecnun Leyla’yı görmemiştir, Leyla’yı görmeyen göz aşk nedir bilmemiştir…
- “ Ben kulumun zannettiği gibiyim” diyor, Rabbimiz. Her zan diğerinden farklıdır ancak “Suphanallah” noksansız olduğundan özelliklerini havsala almaz…
- İbadet müminin en büyük zevki ve tatminidir. Sıklıkla yapılan ve ihlȃsı olmayan şekilsel ibadetler ise bu zevk ve tatminden yoksundur.
- Başkasına iyilik edeceğim derken, dikkat et de kendine kötülük etme…
- Hürmetli’nin Hürmetli’sine hürmet etmek, hürmete şayandır…

DOLUNAY
Gece uyandım, odanın aydınlığı beni şaşırttı. Işığın kaynağını aradım ve muhteşem bir görüntüyle karşılaştım. Evet, dolunay vardı ve denizin üstünde yanıp sönen bir nur bölgesi yani yakamoz oluşmuştu…

Her an bir şanda olan yüce Allah’ım gören gözlere neler sergiliyordu neler... Perdeler açık olmasa bu güzel manzarayı kaçıracaktım. Perdeleri açmak O’nu görmek gerek diye düşünceye daldım… O her yerde mevcuttu, tabii sende de mevcuttu ve kendinden kendini seyrediyordu… Mümin olan bunu biliyordu ki hiçbir mekȃna sığmayan, mümin kulunun gönlüne taht kurmuştu…

Çok severek dinlediğim bir ilahi şöyle başlar;”Hakk’tır Allahım- Muhammed mahım- Ali’dir şahım- Allah Eyvallah” dilime geldi.

Neden derseniz dolunay yani “Mah”, “En Nur” esmasının kȃinattaki temsilcisi Muhammed (sav) idi… Allah (cc) tüm ȃlemleri Muhammed(sav) nuruyla yaratmıştı… Gökteki dolunay nasıl güneşten aldığı ışığı yeryüzüne yansıtıyorsa Muhammed (sav) de nuruyla aydınlatıyordu insanlığı…

Şu anda dolunayın etrafındaki yıldızlar ona göre kıyaslanmayacak etkisiz birer ışık noktalarıydı. Hȃlbuki gökyüzünün karanlığında dolunayla kıyaslanmasaydı onlar da derece derece parlak birer kandil gibi görünürlerdi. Derecelerine göre veya yansıttıkları ışıklara bakarak her bir yıldızı da Allah’ın veli kulları gibi düşünmek mümkündü…

Denizin üstünde dolunayın ışığıyla aydınlanmış bir bölge parlıyordu ki bu da bana hakikat yolunda tevhide eren, mȃnȃ ȃleminden aldıkları nurla yaşayan, çevrelerine göre her biri ışıklı birer noktacık olan nurlu müminleri hatırlattı, daha doğrusu onların kümelendiği mutlu bir mümin topluluğunu hatırlattı…

Güneş, ay, yıldız, yakamoz derken benzetmeler, semboller, yine bir tefekkür yine aynı sonuç; Allah (cc) Bir’dir efendim ne şüphe... Başka ilah yoktur… Muhammed (sav) O’nun kulu ve resulüdür, benim peygamberimdir, yolumu ışıtan rehberimdir. O’nun nuruyla aydınlanmış ve O’nun nurunu yansıtan nice enbiya nice evliya gelmiş…

Dolunay her an nurlarını yaymakta, karanlık gecelerimizi aydınlatmaktadır... Ne mutlu kendi karanlık gecelerinde bu seyre varanlara, nurlanıp ışıyanlara…

”Hakk’tır Allah’ım- Muhammed Mah’ım” diye ürperenlere ne mutlu…
29 / 03 2010 - Antalya

BİR TANE
BİR TANE’sin güzel Allahım, yaratırsın nice bir tanelerini de tecelli edersin zȃhirde… O bir tanelerini gören senin gül cemȃlini görür burada. Bir tanelerin seni bilir, seni görür de sensiz olamam diye sana döndüğü günü “ Şeb-i Aruz” ilan ederler…

Elbette olan da ölen de Sen’den gelir, Sana döner. Senin BİR TANE olduğunu bilen aşk içindekiler, ȃşıkın da maşukun da Sen olduğunu bilir, çünkü Sen BİR TANE sin “Ahad” olan Sen’sin…

Bir taneleri sevenler BİR TANE’yi severler, O’nu görür, O’na kulluk ederler, aşk içinde yaşar aşk içinde ölürler...

Sen’den gelirler Sana dönerler…

Bir tanelerinden biri olabilmek ne güzel, nasip eyle Allahım , Ȃmin…

(BİR TANE’nin bir tanesi de sensin ona göre oku!)


BİR TANE’nin bir tanesi

Hakk yolunun er tanesi

Aşka düşmüş nur tanesi

BİR TANE’nin bir tanesi


Sensin ȃşık sensin maşuk

Sana derler Hakka ȃşık

Nurlar sana verir ışık

BİR TANE’nin bir tanesi


Muhammed’in ümmetisin

Hakk’ın dostu bir velisin

Sen Mevlaya sevgilisin

BİR TANE’nin bir tanesi


Tanesi çok BİR TANE’nin

Zȃhir, bȃtın BİR TANE’nin

Sonsuz varlık BİR TANE’nin

BİR TANE’nin bir tanesi


Sever ise BİR TANE’si

Dostun olur BİR TANE’si

Dilin olur BİR TANE’si

BİR TANE’nin bir tanesi


Ne mutlu ki bir tanesin

BİR TANE ‘ye sevgilisin

Eli, kolu bir velisin

BİR TANE’nin bir tanesi


Murtazasın Ali’m sensin

Rabiasın, Cüneyd sensin

Şeyh-i Ekber, Rumi sensin

BİR TANE’nin bir tanesi


Hakk yolunda nice ȃlim

Kimdir veli Hakka mȃlum

Ayrı ayrı hepsi pirim

BİR TANE’nin bir tanesi


Gülistanın gül tanesi

Hakka ȃşık kul tanesi

Dost Emin’in pir tanesi

BİR TANE’nin bir tanesi




PIRILTILAR VII
- Sonunda anladım ki; ben “Ben”liğimi sana vermedikçe, sen “Sen”liğini bana vermeyeceksin…
- İnsanı insan olmaktan çıkaran nefs-i emmaresinin esiri yapan maddi zenginlik yerine, onu gerçek insan yapan fȃkirliğini bilmek ne güzel…
- Kafam erdiğinde bu varlık nedir, nereden gelip nereye gider diye düşünür ve sonuçlandıramaz bir tuhaf olurdum. Başlangıcın en başı, geleceğin en sonu neydi? Gördüklerim ve göremediğim kavramlar, neden, niçin, nasıl oluşmuş ve halen oluşuyordu?

Şimdi rahata erdim ve iman ettim ki, Varlık Birdir…”O hem evvel, hem ahir, hem bȃtın, hem zȃhirdir”…

- Hakikate ermeyi engelleyen perdeler kat kat önümüzü kapatıyor. Bu perdeler; para, altın, ziynet, mal, mülk, şöhret, nam, mevki, makam, şehvet, evlat ve yaratılmışlara aşırı sevgi ve bağımlılık v.b.dir.

Bu perdeleri önümüzden kaldırdıkça ” Hakikat” ortaya çıkacaktır. Beterin beteri de bu perdeleri ilah yapmaktır. Bütün kalbimizle mȃnȃsını düşünerek her an “Lȃilȃheillallah” diyelim, tevhide girelim, Hakikat’e erelim inşallah…


- Maddi göz ile manevi olgular görülemez, maddi bilgilerle donanmış akıl da manevi oluşumları izah edemez, zira “bȃtın” ayrı, ”zȃhir” ayrıdır…

- Kendini bir şey zanneden yandı ki yandı…


- Nefsini yendin ise seni tebrik ederim, kazandıysa cihadı o mümini severim…
- Yanlışa sevk eden varsıllık yerine, doğru yola ulaştıran yoksulluk ne güzel…
- Dünya nimetleri gönlüne yakınsa Allah gönlünden uzaktadır...
- Gençken bedenini çok ruhunu az besleyenler olgunlaştıkça tersini yapmalı, dengeyi sağlamalı…
- Tavuğu yiyebilmek için kesip pişirmek gerekiyor. Bir lokantada uzunca bir şişe geçirilmiş tavukların ateşe karşı çevrilerek kızartıldığını gördüğümde, çeşitli sınavlardan geçerek olgunlaşan insanın “Kȃmil İnsan” haline gelişi bir benzeşim olarak aklıma geldi. Şöyle ki; tavuğun kesilip yolunması işlemi karşılığında, sȃlik ölmeden önce ölmek yani benliğini yok edip nefsini arıtmak ve mȃsivayı terk ederek tevhide erişmek sürecini yaşıyor. Tavuğun ateşte kızartılmasına gelince; hakikat yolundaki sȃliklerin çok değişik, acılar, mihnet ve belalarla pişmesi ve olgunlaşmasına benzemekte… Mevlana hazretleri gibi kȃmiller de “ Hamdım, piştim, yandım elhamdülillah “ demişler, aynen…
- Aklı olan insan noksanlı olduğunu bilir ve noksanlarını gidermek için gayret eder. Ancak noksanı olmayan BİR’liğe kavuşursa o zaman bakar ki kendi de kalmamış noksanı da…
HȂL
Bir nazarda aklımı aldı baştan

Elli beş yıl kül oldu hayat başladı baştan..


Bir lütuf ki akıl ermez iş oldu

Akıl makıl yürümez bildiklerim boş oldu..


Aşka düşen anlar bizi Maşuk cana bedeldir

Her an O’nunla olmak anlatılmaz bir zevktir..


Hem dilde hem gönülde her an ismi anılır

Hem O’nunla yatılır hem O’nunla kalkılır..


Başka şey düşünemem Maşuk her an kalbimde

Çağırsa tȃ Fizan’a duramam ben yerimde..


İşte böyle dostlarım yaşım oldu altmış üç

Kendimi ayrı görmem, görebilmem olur suç..


Mabudum zuhur etmiş hem dışarda hem içte

Gayrısı yok varlıkta yer etmiş bu bilinçte..


Her an ayrı şandadır fail O’dur fiilde

Şekil sıfat O’ndandır mevsuf O’dur zȃhirde..


“Varlık Bir” dir tek O var

Bȃtın, Zȃhir tek O var..


Ben’liği yok edelim

Ölmeden biz ölelim..
Hȃlde tevhid edelim

Allah, Allah diyelim..


Tek O kalsın fikirde

Tek O olsun zikirde..


Allah, Allah Evvel’i

Allah, Allah Ahir’i..


Hȃl budur, Allah, Allah

Var O’dur Allah, Allah..


Dost Eminim der Allah

Şükür Elhamdülillah…


22-10-2010

“ ULU ZȂT ”
Aklım erdi ereli duyup, dinlemiş ve merak etmiştim. Bir “ Ulu Zȃt “ varmış, çölde bir vahada yaşarmış. Vaha bir cennet gibiymiş, sular akar, yeşillikler mis kokulu çiçeklerle her yanı kaplarmış ve bu vahanın tek sahibi işte o “ Ulu Zȃt “ imiş…

Yok yok imiş yani her bir şey var imiş bu vahada, olan biten her şey ise “Ulu Zȃt “ istediği içinmiş, “Ol” dediği o anda olurmuş…

Öyle şeyler anlatırlar ki bu “ Ulu Zȃt “ hakkında insanın havsalası almaz; zamana bağlı olmadan her mekȃnda bulunabilir, sonsuz evrende veya görülemeyen ȃlemlerde her

anda her işte ve oluştaymış… Türlü çeşitli görüntülerde hep o varmış ama gören görür göremiyen bilemez imiş…

İsterse yeryüzünde istediği yerde istediği bitkileri istediği kadar üretir, gerekli olan yağmurları yağdırır güneşle ısıtırmış toprağı… Envai çeşit bitkiyle ve kendi cinsleriyle beslenen hayvan türleri yaratır, çoğaltır ve yeryüzüne salarmış…

Nedendir bilinmez bu “ Ulu Zȃt “ var ettiği nesneleri zaman zaman değişik vesile ve vasıtalarla yok edermiş… Yaptığı işler hiç durmadan devam ederken nedenini niçinini kendi bilirmiş, yani irade hep O’nunmuş…

Bütün bunlardan ayrı yetkin ve yetkili kıldığı bazı insanları görevli kılar bizleri uyarırmış… Bu kişilerden bazıları özel izinle mucizeler gösterirler ve “ Ulu Zȃt” ın isteklerini biz insanlara anlatırlarmış… Bu söylentilerden bazılarını akla sığmaz şeyler olarak anlatmışlardı; bir denizi iki yana ayırıp ortasından geçici bir süre için yol açılması, bir ölünün

diriltilmesi ve gökteki ayın bir komutla iki şak olarak ayrılıp sonraki komutla birleşmesi gibi…


Daha neler neler dinlemiştim de bu “ Ulu Zȃt “ ‘ı pek çok merak eder olmuştum. O’nu görmek tanımak istiyordum. O’na nasıl ulaşabileceğimi merakla araştırıyordum. Sorup soruştururken O’nu görenlerin olduğunu öğrendim. O’nu tanımış olanlar gerçekte çok az sayıdaki şanslı kişilerdi ve benim gibi meraklı olanlara rehberlik ediyorlardı… Bu kişiler sadece vahaya giden tur otobüsleri işletiyor ve yolcularını “ Ulu Zȃt “’ a ulaştırıyorlardı… Doğrusu heyecanla bu firmaları araştırmaya başladım ve sonunda bir firmayı belirledim, biletimi aldım…

Otobüse bindiğimde kalbim merakla küt küt atıyordu. Bu özel tasarlanmış bir otobüstü. İçi genişti ve her oturanın yüzü diğerlerini görecek şekilde koltuklar kenarlarda bir bir dizilmiş orta alan boş bırakılmıştı. İlginç olan sürücü koltuğu da önde ve içeri bakıyordu. Ancak sürücünün dışarıyı görmesi için bazı özel aynaları ve otobüsü kullanması için bir takım aletleri sürücü koltuğunun ön ve yanına yerleştirilmişti…

Merakla izliyordum. Her gelen yolcu büyük bir saygı ve sevgi ile içeridekileri selamlıyor ve yerine oturuyordu. Sürücü geldiğinde yolcular onu ayakta saygıyla karşıladılar, öyle ya hepimizi hedefe götürecek yetkin kişi o idi… Otobüsün hareket

ettiğini sürücünün davranışlarından anlamıştım. İçerdeki yolcular sürücünün hareket ve sözlerini takip ediyor onunla bir şeyler mırıldanıyordu… Benim görebildiğim herkesin yüzünde

büyük bir mutluluk ve huzur vardı… Dışarıyı görememiştim zira bulunduğum kısımda perdeler kapalıydı…

Ne kadar zaman geçti bilemiyorum, otobüs durdu ve yolcular neşe içinde indiler… Ben en sona kalmıştım. İlginç bir yolculuktu benim için. İndiğimde şaşkınlığım daha da arttı,

adeta şok oldum… Otobüs hiç gitmemişti ve biz başlangıç noktasında idik… Yetkiliye koştum:

- Hani bizi vahaya götürecektiniz? Dedim. Gülümsedi:

- Dostum vaha burası, dedi.

- Baksana etrafına işte her taraf cennetten bir köşe sanki…

- Peki, dedim, “ Ulu Zȃt “ nerede ben onu görmeye gidiyordum? ‘

- Anlaşılan senin aynan yok dostum, dedi.

Anlamsız bakışlarla ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum.

- Bak yol arkadaşların “ Ulu Zȃt”’la birlikteler, dedi.

Etraftaki yolcu arkadaşlara dönüp baktığımda bir kere daha şaşırdım, her biri elindeki küçük el aynalarına bakıp tebessüm ediyorlardı…

- Nasıl olur, ben O’muyum yani?

- Herkes ne kadar O ise sen de o kadar, dedi

- O halde O’ndan ayrı yok desene, dedim.

- Evet, dedi. Her gördüğün O’ndandır, O başlangıcı ve sonu olmayan hem görünen hem görünmeyen tek varlıktır…

Bir şeyleri anlar gibi olmuştum… O her yerde idi, her oluşta her işte yapan çatan hep O idi… Her gördüğümüz, duyup, etkilendiğimiz sıfatlar O’nundu… Yani tek O vardı ve varlık hep O’nun kudreti ile kaimdi… O gören gözlerin önünde, burada açıkta idi… Göremeyenler O’nu çölde vahada yaşar sanıyorlardı ve O’nu görebilmek için de bazen göklere bakıyorlardı… Oysa “ Ulu Zȃt “ hep bizimleydi…

Yepyeni bir mutluluk kaplamıştı üzerimi ve etrafıma başka nazarlarla bakar olmuştum… Yan tarafta iki kişinin konuşması ister istemez ilgimi çekmişti. Bir şiir fısıldıyordu biri, kulak kesildim, dinledikçe titredim...



Yüklə 0,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin