“inne mesele ‘ıysa ‘ındellahi kemeseli Âdeme halekahü min turabin sümme kale lehü kün feyekunü” (Âl-i İmrân 3/59)
(Kesin ki Allah katında İsâ'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir ki onu topraktan halk etti, sonra onun için (ona), (kün feyekun) "kün/Ol," dedi bu halde oldu (daim olur).
“el hakku min rabbike fe la tekun mine’l mümteriyne” (Âl-i İmrân 3/59)
(Rabbinden Hakk’tır bu halde mümter/kuşkulananlardan olma), beyan edilmiştir.
Bu âyetlerde belirtildiği gibi, İsâ, Âdem’de olduğu gibi tasavvur edilen yok hükmündedir. Görünüp yani zâhir olup irfân olunacak ve müşâhedeye erecektir.
Bu duruma göre, irfân olunma muhabbetinde, mertebeyi ilâhîyi vücûda getirmek üzere (yok) tan ancak mertebeyi vücûdiyet itibâriyle isimlendirmesi hariç (yok) olarak zuhûra çıkmıştır. (DOĞDULAR) Risâleti yerine getirmek üzere, (YAŞADILAR).
*************
Secde Âdem’e değil, liadem/Âdem için yapılır. Âdem’e secde edenler, kendilerinde liadem/Âdem için secde idrâkına gelmesi, onlar için büyük bir inkılâbtır.
*************
Yine Âdem’de “ve la takreba hazihi’ş şecerete fetekuna mine’z zalimiyne” (Bakara 2/35)
(Ve şu şecer/ağaca akreb/yaklaşmayınız, sonra ikiniz de zalimlerden olursunuz.).
“ve nadahüma rabbühüma e-lem ente küma ‘an tilküme’ş şeceret” (Araf 7/22)
(Ve Rableri ise onlara nida etti ki: bu şecer/ağaçtan sizi nehy/yasaklamış değil miydim), sözü dinlememenin önemi tatbîkatıyla dinlemeye dönüş ile o hâl öldürülür.
*************
İbrâhîm’de kesrette tevhîdi zevk etme hâlinin ikmali için öldürme olur.
Mûsâ’da vücûddaki mülk âleminin zannettiği malikliği öldürülür.
İsâ’da da Musevîymiş gibi görünen Ferisîlerin kendi kafalarına icâd ettikleri dini (gadab-dalâlet), aynı Firavun’da olduğu gibi kâhin ve sihir-baz sistemi içindeki hâl öldürülür.
Bunların öldürülmesi için önce bu isimlerle risâletin yaşama geçmesi lâzımdır. Bu öldürme ile yaşama geçmiş olan risâlet, Allah’a izâfeten kendine benlik verme hâlini irâdî olarak öldürür.
Hepsinde sistem tatbîkatta görünmektedir. Yani (DOĞDULAR) - (YAŞADILAR) - (ÖLDÜRDÜLER)
*************
Hz. İsâ gelişi itibâriyle rûh ağırlıklı olduğu halde yanındakilerin bunu algılayabilmesi bakımından zâhiren çarmıha gerilme vesilesiyle Ferisîler-Romalılar tarafından öldürülmüştür.
Ancak kısa bir zaman sonra yanındakilerine diri olarak kendisini göstermiştir. Bu onun aslında ölmediğini ancak makamı anlatabilmek için bir ders vermesidir.
Nitekim bundan sonra “gökteki baba” diye ifade ettiği Allah katına urûc etmiştir. Böylece zâhir olarak alınmış olan isim mânâ itibâriyle kemâlâtı üzere ikmâl olmuştur.
Nihayetinde irâdî olarak bu isim ve bu tatbîkatta Hakk’ı müşâhede edip “Sensin” diyerek ikilik olamayacağından bir hadîsteki “İki imam varsa birini öldürün” sırrı gereği Allah’a urûc etmiştir. Böylece “Allah” ismiyle bâkîlik zuhûra gelmiştir. (ÖLDÜLER)
Her mertebe kendi şânı gereği bu 4 unsuru aynen yaşamışlardır ve halen de yaşanmaktadır.
*************
BUNLARA İLÂVETEN,
FİKRİYATIMIZI GENİŞLETMEK BAKIMINDAN:
Mûseviyette, Firavun’dan kurtulurken mânâ itibâriyle de şeriatın nizamları kuruluyor, bir anda din kalıplara oturtuluyor. (İLÂH)
İseviyette ise o kalıplar yıkılıyor. Kalıplar orada ilâh olmuş oluyor, öbür tarafta ise (LÂ İLÂH) oluyor.
*************
Mûseviyette, Mûsâ, Firavun putunu (kâhin/ kehanet – Sâhir/ sihirbazlık) mülk âlemindeki krallık tatbîkatını öldürmüştür.
İseviyette, Firavun’un mülk âlemindeki hâline benzer olarak sina-gog hahamları, Ferisîler tarafından din kisvesi altında tatbik edilmesi iti-bâriyle âdeta gönlü Mûsâ gibi gönlü İsâ yıkmıştır ve izâfî benliği Fenâfillâh tatbîkatı içinde izhâr etmiştir.
Aynı şekilde de ÂDEM’de ve NÛH’da …
Âdem, (LÂ) oluyor,
Nûh, söz dinleme edeb/terbiyesi kazanılmış Âdem yaşantısı oluyor.
İbrâhîm, kesretteki tevhîd oluyor.
Böylece her mertebe kendi kemâlâtı için:
(DOĞDULAR) - (YAŞADILAR) - (ÖLDÜRDÜLER) - (ÖLDÜLER)
*************
3. KELİME-İ TEVHÎD ve KELİME-İ RİSÂLET İTİBARİYLE (ÖLDÜRDÜLER)
İrfân olunma Kelime-i Tevhîd (lâ ilâhe illâ Allahu) ve Kelime-i Risâlet (HÜVE Muhammedun Rasûl Allah)’tır. Ayrı “Kelime” gibi görünseler de aslında beraberce söylenmesi kemâllidir. “Mü’min mü’minin aynasıdır” hakîkatini temsil eder.
- (Kur’ân’daki yeri itibâriyle Hüviyet)
“allahu” sonunda (hu) “Muhammedun” başında da görünmese de (ve) vardır.
Yani “lâ ilâhe illâ Allahu) HÜVE (Muhammedun Rasul Allah” tır. (lâ ilâhe) ilâh lâ/yoktur – (illâ Allah) ki işte o (huve) hüviyettir
HÜVİYET olarak isimlenmesi:
Allah, EHAD olarak hüviyettir. “kul hüvallahü ehadün” (İhlas 112/1)
Hakîkati itibâriyle felek ve âlemler olarak hüviyet ismi “Muhammed” (övülmeye lâyık olan) ki, (Risâletullah) a havi (Rasul Allah) dir. Yani kendinden kendine, KENDİ olarak makamsal tenezzül eder ve mertebeyi tanımlayan isim ile hüviyetlenir.
Böylece Kelime-i Tevhîd itibâriyle ism-i hüviyet (Allah) Kevniyette, felekler ve âlemler olarak Kelime-i Risâlet itibâriyle ism-i hüviyet (Muhammed)
*****
- (Hadîsteki yeri itibâriyle Hüviyet)
Bu da Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) buyurduğu, “Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim” (Tirmizî, Menakıb 1,3613)
"Ben yaratılışta peygamberlerin ilki, gönderilişte ise sonuncusu-yum." (Ahmed İbn-u Hanbel (Müsned) - (Buharî (el-Tarihu’l-Kebir) - (Ebu Nu’aym (ed-Delâil)) hadîslerinin bir açıklamasıdır, diyebiliriz.
*************
İnsanın yeniden ve mânen dirilmesi için ölmesi gerekir. Zîrâ eski malzemeyle (düşüncelerle) yeni bina yapmak mümkün değildir.
Taliblerde Mürşid-i kâmillerin ilk yaptıkları şey yıkıp yeniden yapmak, yani öldürüp yeniden diriltmektir. Yeniden dirilmek için ölmeye niyet etmek lâzımdır. Bir şarkı sözünde, "Tanrım beni baştan yarat," deniyor.
Erenler, "Bu yolda cânın veren cânân alır yerine," yahut, "Cân-dan taleb kıl yârini, ver cânı, bul dildârını" demişlerdir.
Cân verme sırrı iki veçhelidir.
Birinci veçhesi, ilâhî hayâta ulaşabilmek için âşıkın kendine ait sandığı cânı sahibine vermesi gerekir.
İkinci veçhesi ise, kendisine cân verilen cânân, âşıkına dönüp cân vermektedir. (cân olmaktır.)
İşte, cân verip cânân almaktan maksat budur. Vücûd bir olduğuna göre, âşıkın cân (hayat) verdiği varlık kendinden ayrı değildir.
*************
Kur’ân-ı Kerîm’de Mülk Sûresinde halkiyet ölüm ve hayat olarak tanımlanmıştır.
“elleziy haleka’l mevte ve’l hayate liyeblüveküm eyyüküm ahsenü ‘amelen ve hüve’l ‘aziyzü’l gafurü” (Mülk 67/2)
Dostları ilə paylaş: |