Sorunun kendi programımız için, bu program çerçevesinde taşıdığı çok özel öneme dönüyorum. Türkiye’nin bugünkü temel sınıf ilişkilerini veri alarak, biz, devrimimizin burjuvazinin sınıf egemenliğini hedef alan bir devrim, bu yönüyle, bu karakteriyle, bu özelliğiyle de sosyalist devrim olduğunu söylüyoruz. Ama bu, demokrasi sorununu (parantez içinde hatırlatayım, burada demokrasi sorunu derken, dar anlamıyla, burjuva anlamıyla siyasal demokrasiyi kastediyorum) ortadan kaldırmadığı gibi, onun önemini de herhangi bir biçimde azaltmıyor. Tam tersine, eğer biz burjuvaziyi devirme stratejisine bağlanmış bir sosyalist devrimi başarıya ulaştırmak istiyorsak, demokrasi mücadelesini bütün bu kapsamıyla kavramak, ona gerekli önemi vermek ve pratikte de bu mücadeleyi başarıyla ilerletebilmek zorundayız. Demokrasiye endekslenmiş, demokrasiyi eksen almış bir mücadele, Türkiye’de devrimin başarısını gerçekleştiremez. Bu çok açık. Ama demokrasi mücadelesine gerekli önemi vermeyen(17) bir sosyalist devrim stratejisi de Türkiye’de herhangi bir başarı şansı elde edemez. Bu açıdan bakıldığında demokrasi sorunu bizim hareketimiz için de son derece önemli bir sorundur ve bizim siyasal çizgimizde de çok belirgin bir yer tutmaktadır.
Bunun altını çiziyorum. Çünkü kendimizden kaynaklanan nedenlerle değil, ama Türkiye solunun bizi algılaması çerçevesinde, sosyalist devrim stratejisini savunduğumuz için, demokratik devrimi bir stratejik aşama olarak reddettiğimiz için, bizim demokrasi mücadelesini küçümsediğimiz sanılır. Siyasal sorunların, bu arada siyasal demokrasinin önemini gözden kaçıran, bunun bu toplumdaki varlığını ve devrim mücadelesi için taşıdığı önemi gözden kaçıran bir hareket zannederler bizi. Bu ciddiyetsiz ve dayanaksız düşüncenin gerisinde ya bir algılama darlığı ve çarpıklığı vardır, ya da ideolojik çaresizliğin getirdiği kasıtlı bir tutum sözkonusudur. Çünkü bizim daha çıkışımızda, temel bir belge olan Platform Taslağı’mızda sorun tüm kapsamıyla ve son derece net bir biçimde ortaya konulmuştur. Sonrasında ise konu döne döne yayınlarımızda işlenmiştir ve pratik politikada hareketimiz siyasal özgürlükler uğruna mücadeleye hassasiyetle yaklaşmıştır. Başından itibaren bizim için ve elbetteki her gerçek marksist için, sorun ya da tartışma, Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin anlamı ya da önemi değil (bu anlam ve önem çok açıktır), ama bu mücadelenin nasıl bir çerçevede ele alınacağıdır. Devrim programının ve stratejisinin bütünlüğü içinde nasıl bir yere oturtulacağıdır.
Demokrasi bir siyasal sorundur ve her siyasal sorun kendi tarihsel somutluğu içerisinde ele alınır. Yarı-feodal bir ülkede demokrasi sorununun ortaya çıkışı başkadır. Kapitalist bir ülkede demokrasi sorununun ortaya çıkışı başkadır. Sosyalist devrimi yapmış bir ülkede demokrasi sorununun ortaya çıkışı başkadır. Zira demokrasi bir tarihsel kategoridir. Onun her tarihsel döneme, sınıf ilişkilerinin her düzeyine uygun tek bir anlamı ve çözümü yoktur. Tersine, her siyasal sorunda olduğu gibi(18)demokrasi sorununda da, sorunu teorik olarak doğru kavramak ve pratikte yerli yerine oturtabilmek için, onun tarihsel niteliğini mutlaka göz önünde bulundurmak gerekir. Feodalizmden kapitalizme geçişte demokrasi sorunu vardır. Temel bir sorundur; ama anlamı, kapsamı, dolayısı ile konuluşu başkadır. Kapitalizmden sosyalizme geçişte bir demokrasi sorunu vardır. Önemlidir; ama bu evredeki anlamı ve kapsamı başkadır. Proletarya burjuvaziyi devirmeyi başardıktan sonra yine ciddi bir demokrasi sorunu vardır, ki bunu bize tarihsel deneyimler de gösteriyor; ama bu aşamada da, yine aynı şekilde, demokrasinin gerek anlamı, gerek kapsamı, dolayısı ile somut konuluşu daha başkadır. Bunlardan soyutladınız mı, bunlardan kopardınız mı, genel bir demokrasi sorunu olarak meseleyi algıladınız mı, meseleden hiçbir şey anlayamamış olursunuz. Bunu göstermiş olursunuz.
Özetle genel, ya da soyut, ya da tarihsel dönemler üstü bir demokrasi sorunu yoktur. Tıpkı sınıf karakteri olmayan bir demokrasinin olmaması gibi. Zira o tarihsel evrelerin her biri, belli bir sınıf karakterine denk düşer. Sorun bu açıdan programı ve onun stratejik başarısını dolaysız olarak ilgilendiriyor. Sorunun taşıdığı çok özel önemin bir boyutu bu.
Demokrasi sorunu ve işçi sınıfının siyasal eğitimi
Sorunun, kuşkusuz bundan da kaynaklanan, bir başka temel yanına geçiyorum. Lenin, “Demokrasi mücadelesi okulunda okumamış bir işçi sınıfının burjuvaziyi devirmesi imkansızdır” der. Bu temel düşünce çok derin bir anlam taşımaktadır. Bu düşüncedeki gerçeklik, burada tanımlanan olgu, olağanüstü bir önem taşımaktadır. “Demokrasi okulu” burada siyasal mücadele sürecinin ta kendisidir. Proletarya temel demokratik siyasal haklar uğruna mücadele içinde gücünü ve bilincini geliştirir. Bu mücadele içinde demokratik mevziler kazanır ve bu mevzileri daha ileri bir mücadelenin dayanağı olarak kullanır. Aynı(19)şekilde demokratik siyasal haklar uğruna mücadele, mücadelenin ortaya çıkaracağı kazanımlar, haklar ve kurumlar, proletaryanın siyasal eşitsizliğin gerisindeki gerçek sorunu, sınıfsal eşitsizliği, sınıfsal tahakkümü görmesini kolaylaştırır. Bu mücadelenin toplamı içinde işçi sınıfı siyasal bir eğitimden geçer ve burjuvazinin sınıf iktidarını devirme kapasitesine ulaşır. Gerek siyasal güç ve gerekse siyasal bilinç olarak... “Demokrasi okulunda okuma”nın tüm anlamı budur.
Ama ne yapıyor bizim ülkemizin ufku demokratizmi aşamayan geleneksel devrimci akımları? Alıyorlar Lenin’in bu temel düşüncesini, bir geriliğin dayanağı haline getiriyorlar. Lenin’in sözlerinden; burjuva-demokrasisi kurulmadıkça, siyasal özgürlük kazanılıp kurumlaştırılmadıkça, işçi sınıfı burjuvaziyi deviremez diye bir anlam çıkarılamaz. Böyle olsaydı eğer, teorik ve tarihsel olarak, menşevikler, yani Lenin’in işçi hareketi içindeki ideolojik karşıtları haklı olurdu. Bu doğru olsaydı, çağdaş dünya tarihinin en bilinçli işçi sınıfı örneğin İngiliz işçi sınıfı olurdu ve İngiliz burjuvazisini de çoktan devirmesi gerekirdi. Leninizmin bu çarpıtılmış menşevik ve kautskist yorumunun temelsizliğini gösterebilmek için bunu hatırlatmak bile kendi başına yeterli. Belki Rusya’nın kendine özgü toplumsal sorunlarının ve Rusya’nın toplumsal-siyasal yapısı temeli üzerinde devrim sorunlarının ele alındığı, örneğin İki Taktik gibi eserlerde bunu akla getirecek şeyler var. Ama Lenin’in özellikle emperyalist savaş dönemindeki teorik tahlillerinde bunu artık bulamazsınız. Savaş, yeni çağı bütün bir açıklığıyla ortaya çıkarmıştı; yani savaş, emperyalist çağın çelişkilerinin en ileri düzeyde açığa çıkması anlamına gelmekteydi. Birinci emperyalist savaşı kastediyorum. Lenin’in bu savaş ortamındaki yoğun teorik çabalarına, bu teorik çabalarının teorik sonuçlarına baktığımız zaman, gördüğümüz şey hiçbir yorum gerektirmeyecek denli açıktır.