Lenin’in demokrasi sorununun marksist çözümüne ilişkin önemli tanımını yeniden hatırlayalım: “Demokrasi sorununun marksist çözümü proletaryanın burjuvazinin devrilmesini ve kendi zaferini hazırlamak üzere bütün demokratik kurumları ve bütün özlemleri kendi sınıf savaşımında sefeber etmesidir." Proletaryanın sınıf savaşımı elbetteki siyasal demokrasi mücadelesinden oluşmuyor, bundan ibaret değil. Biz bugünden burjuvazinin mülkiyetine el konmasını talep ederiz, sömürünün kalkmasını isteriz, sermayenin tekelindeki zenginliklere el konulmasını isteriz ve tüm bu sosyalist istemler ve hedefler için mücadele ederiz. Yani biz, sosyalizm mücadelesini demokrasi mücadelesiyle birlikte veriyoruz. Proletaryanın devrimci sınıf mücadelesi, bu demokratik ve sosyalist yönün bir toplamıdır. Ve bütün sorun, toplumun tüm demokratik istemlerini ve özlemlerini, mücadelenin ortaya çıkardığı demokratik hakları, olanakları kurumları, biçimleri, proletaryanın iktidar mücadelesinin, onun burjuvaziyi devirme mücadelesinin hizmetine sunabilmekte, bu mücadelenin manivelası olarak kullanabilmektedir.
Ama tarih bize gösteriyor ki, sosyal içeriğinden soyutlanarak, bir takım siyasal tavizler vermek yoluyla, proleter devrim ihtimali bertaraf edilebiliyor. Alman Kasım Devrimi yine bunun en iyi klasik örneğidir. Monarşinin korunmasında ısrar edilseydi (ki monarşi emperyalist savaşın suçlusuydu, ayrıca savaşta yenilmişti, savaşın ve yenilginin yarattığı yıkımların baş sorumlusuydu), Alman proletaryası bütün bunları birleştirip burjuvazinin sınıf egemenliğine fatura ederdi. “Geride kalmış” sorunların devrim için sağladığı en büyük avantaj budur işte. Yani çelişkilerin çeşitliliği ve zenginliği burada bir imkana dönüşüyor. Burjuva cumhuriyetine geçildiği zaman, bazı çelişkiler, o noktada bazı imkanlar, ortadan kaldırılıyor. O günkü yöneticiler bir yana itildiği için, Alman sosyal-demokrasisi başa geçtiği için, savaşın suçluları devre dışı bırakılmış gibi görünüyor. Suçlu ve yıpranmış monarşi yerini burjuva cumhuriyete bırakıyor ve bu, burjuva toplumu üzerinde yoğunlaşacak tazyiki azaltıyor.(111)
Proletarya elbette sadece demokrasi mücadelesi içinde bir politik eğitimden geçmez. Demokrasiyi tartıştığımız için doğal olarak burada demokrasi mücadelesinin bu açıdan taşıdığı çok özel önem üzerinde duruluyor. İşçi sınıfı grev mücadeleleri içerisinde, sömürüyü azaltma mücadeleleri içerisinde, iktisadi, sosyal, siyasal her türlü hak arama mücadeleleri içinde politik bir eğitimden geçer. Sömürüye son verme genel hedefine dayalı mücadeleler içerisinde, yani dosdoğru sosyalist mücadele içinde politik eğitimden geçer. Gerçek yaşamda işçi sınıfının farklı nitelikteki mücadeleleri, sosyalizm uğruna mücadelesi ile demokrasi uğruna mücadelesi bir bütündür. Ama konumuz demokrasi ve biz bu çerçevede burada siyasal demokrasi istemleri(112)ne dayalı bir mücadelenin önemi, anlamı ve imkanları üzerine konuşuyoruz. Ve biz, bütün bu imkanları, burjuvaziyi devirmek gibi temel ve asli bir devrimci hedef içinde, onun hizmetinde ele alırız.
Lenin’in çok veciz tanımının önemi ve anlamı bu kritik noktada düğümlenmektedir. Dikkat edin, bu tanımda, demokrasi sorununun genel çözümü denmiyor, “demokrasi sorununun marksistçözümü”, yani proletaryanın sınıf bakışaçısından sözkonusu olması gereken çözümü deniliyor. Oysa üzerinde şu ana kadar ayrıntılı olarak durulduğu gibi, aynı soruna, bu sorunun çözümüne, öteki muhalif sınıf ya da katmanların, onların temsilcisi siyasal akımların yaklaşımı farklıdır. Marksistler, proletaryanın temsilcileri olarak, sorunu, burjuva mülkiyet düzenini aşma perspektifi içinde, bu temel devrimci hedefe tabi, onun hizmetinde ele alırlar. Böyle olunca da, tüm demokratik istemleri ve özlemleri, mevcut demokratik hakları ve kurumları, burjuvazinin sınıf iktidarını yıkabilmenin bir olanağı, bir manivelası olarak değerlendirirler. Oysa örneğin bir liberal, bir orta sınıf temsilcisi, soruna hiç de böyle bakmaz, bakamaz. Zira orta sınıfın kendisi mülkiyet sahibidir ve burjuva düzenin temelleri üzerinde bir yaşam alanına ve olanağına sahiptir. Bu sınıfın temsilcisi durumundaki liberal özel mülkiyet düzeninden temelde memnundur. Liberal kendine “sosyalist” dese bile, gerçekte o özel mülkiyet düzeninden memnundur. O bu toplumda kendisine göre ayrıcalıklara sahiptir. Ama tekelci burjuvazinin büyük iktisadi gücü, siyasal ve toplumsal yaşam üzerinde kurduğu tekel onu rahatsız etmektedir. Bu sınırsız gücü biraz sınırlamak, bu siyasal güç tekelini hiç değilse biraz hafifletmek ister. Bu noktada örneğin 12 Eylül türü askeri faşist bir rejime karşıdır. Çünkü faşist askeri rejim her zaman büyük tekellerin dizginsiz bir siyasal yönetim tekeli olarak iş görür. Liberal, mülkiyet düzeninin korunmasını fakat onun demokratik bir siyasal çerçevede sürmesini ister, bunu özler, onun demokrasi(113)sorununa ilişkin çözümünün çerçevesi budur. Bir liberal, meseleyi toplumun kendi içinde demokratikleştirilmesi meselesi olarak koyar, buna indirger, bundan ibaret görür.