Bibi. Historia Tou Hellenikou Etnous (Yunan Ulusunun Tarihi), I-XV, Atina, 1975; S. Aksin, "Osmanlı Tarihi 1600-1908", Türkiye Tarihi, III, İst., 1988; A. Alexandris, The GreekMino-rity of istanbul and Greek-Turkish Relations 1918-1974, Atina, 1983; G. Bozkuıt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu, Ankara, 1989; S. Runciman, Byzan-tine Civilization, New York, 1956; S. Sonyel, Minorities and the Destruction ofthe Ottoman Empire, Ankara, 1993; S. Vıyonis Jr, "The Greeks Under the Turkish Rule", Hellenism and the First Greek War of Liberation 1821-1830: Con-tinuity and Change, Selanik, 1976.
,-.- HERKÜL MİLLAS
RUS ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ
İstanbul'da Rus Arkeoloji Enstitüsü'nün kuruluşu Çarlık Rusya'sının bu konularda gerçekleştirdiği bir dizi çalışmanın meydana getirdiği zincirin doğal halkalarından biri olarak görülebilir.
Rus Çarı L Petro 1718'de Rusya'daki arkeoloji araştırmalarını başlatmıştı. Bu karardan sonra çeşitli araştırma ve kazıların yapıldığı, bulgular üzerinde çeşitli yayınların onaya konulduğu görülür ve araştırma faaliyetlerini yürütmek üzere çeşitli bilimsel kuruluşlar, enstitüler, müzeler kurulur.
İstanbul'daki Rus Arkeoloji Enstitüsü bir tespite göre 1894'te kurulmuştur. Bir diğer tespite göreyse Sakızağacı'ndaki bir evde 26 Şubat 1895'te çalışmaya başlamış, 1899'da da Tepebaşı'ndaki binasına taşınmıştır. Enstitünün kurulmasına Rusya Elçisi Nelidov önayak olmuştur. 1877-1878' de İstanbul'daki Rus Elçiliği'nde maslahatgüzar olarak çalışan Nelidov 1883-1897 arasında da İstanbul'da elçi olarak bulunmuştur. Tarihçilerin yazdığına göre Nelidov Boğazlarla birlikte İstanbul'un Ruslar tarafından ele geçirilmesini sağlamak için yoğun çalışmalarda bulunuyordu.
Esasında Rusların Orta ve İç Asya'da yaptıkları araştırma, inceleme, kazı faali-
G. Fossati'nin
çiziminde Rus
Elçiliği
binasının batı
(giriş)
cephesi.
Cengiz Can
fotoğraf arşivi
yetleri de siyasi propaganda amaçlıydı. Aynı anlayış İstanbul'daki enstitüsü için de söz konusuydu.
Bir dönem enstitünün müdürlüğünü F. İ. Uspenski (1845-1928) yürütmüştür. Us-penski ünlü bir Bizantinist ve aynı zamanda Panslavist idi. Dolayısıyla Rusya'nın bilim anlayışında çok uygun bir araştırmacı olan bu zat, araştırmalarda belirtildiğine göre, Bizans tarihinin en mufassal ve çağdaş dökümü olan Istoriye Bizantiyskoy Im-perii adlı büyük bir eserin yayımını başlatmış, bu çalışmanın 1913'te ilk cildini, 1927'de de ikinci cildini yazmıştır. Ancak bu önemli eser dönemin siyasi olaylarının yarattığı ortam nedeniyle bitirilememiştir.
Uspenski enstitünün müdürü sıfatıyla, Izvestiya Russkogo Arheologiçekogo Instituta v Konstantinopole-(Bulletin de l'Institut Archeologique Russe a Constanti-nople) isimli bir derginin yayımını da başlatmıştır. 1914'te L Dünya Savaşı'mn patlak vermesiyle Osmanlı Devleti ve Rusya karşı ittifaklarda yer almış, bu yüzden enstitü de kapatılmıştır.
Enstitünün oldukça zengin olduğu anlaşılan (27.000 cilt) kütüphanesindeki eserler, Rusya'daki 1917 devriminden sonra Arkeoloji Müzeleri kütüphanesine devredilmiş ise de, 1929'da Sovyetler Birliği'nin isteği üzerine Moskova'ya gönderilmiştir.
İstanbul Rus Arkeoloji Enstitüsü mensupları, her ikisi de Bizans kilisesi olup Türk döneminde camiye çevrilmiş olan İmrahor Camii ile Kariye Camii'nde bazı çalışmalar yapmışlardır. Bu amaçla gerçekleştirilen kazı ve incelemeler, enstitünün dergisinde yayımlanmıştır.
Bibi. S. Eyice, "Arkeoloji Enstitüleri", 757^4, II, 1021-1025; A. N. Kurat, Rusya Tarihi, Ankara, 1987, s. 454-554; ay, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1990, s. 105-107, 109, 116, 117, 119, 120," 130, 131, 141, 143, 154, 174; Ostrogorsky, Bizans, 9.
YAŞAR ÇORUHLU
RUS ELÇİLİĞİ BİNASI
Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde, 443 no'lu kapıdan girilen 7.945 rrf'lik bir bahçe içindedir. Günümüzde Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosluğu olarak kullanılmaktadır. Kuzeyinde Santa Maria Draperis Ki-
lisesi, doğusunda Tarhan Lisesi ve İtalya Elçiliği bahçesi yer alır. Güneyinde bulunan Kazancı Yokuşu'ndaki bahçe duvarı üzerinde günümüzde kullanılmayan ikinci bir giriş mevcuttur.
İtalyan asıllı mimar Gaspare Fossati(->) tarafından 1838-1845 arasında inşa edilmiştir. 19. yy'ın başlarında Rusya'nın İstanbul Elçiliği aynı bölgede, Boğaz manzarasına hâkim, ancak gösterişsiz ve ahşap bir konaktır. Daha sonra elçilik Tünel'de Narmanlı Ham(-*) olarak bilinen yapıda hizmet vermiştir. Rus Çarlığı'nın o yıllarda İstanbul'daki bir diğer önemli binası ise Büyükdere'deki yalıdır. Bu mevcut yapılara rağmen çarın İstanbul'da gösterişli yeni bir elçilik binası yaptırmaya girişmesi ve bu amaçla 1.000.000 ruble tahsis etmesi, Edirne Barışı sonrası Osmanlı karşısında güçlenen ve Karadeniz ile Boğazlar' da seyir emniyetini sağlayan Rusya'nın, gücünü ve prestijini Osmanlı başkentinde hissettirme isteğindedir.
1833'ten itibaren Rusya'da çalışan ve kendini tanıtarak saray mimarları arasına giren Gaspare Fossati, 1836'da Rus Dışişleri Bakanlığı tarafından İstanbul Elçili-ği'nin projelendirilmesi ve inşaatı ile görevlendirildi ve kendisine Rus pasaportu verildi. Hazırladığı avan proje ile çarın onayını aldı. 20 Mayıs 1837'de İstanbul'a geldi. Yapı arsası komşu parsellerin alınmasıyla genişletildi. Fossati Petersburg'a giderek dışişleri bakanına kesin projeyi takdim etti ve 6 Eylül 1838'de inşaata başlandı. Özgün çizimlerden doğu ve batı cephelerini gösteren 2 perspektif ve bazı cephe etütleri İsviçre'de Bellinzona Cantonale Ar-şivi'nde muhafaza edilmektedir. Yardımcı mimarlar kardeşi Giusseppe Fossati(->) ve kayınpederi Alessanro Rusça idi. İç dekorasyondan eniştesi ressam-dekoratör Antonio Fornari ve ressam Scotti sorumlu idi. Daha sonra Ayasofya restorasyonunda da görev alan Fornari yapının tavan ve duvar tezyinatını yaptı, birinci katta bulu-
nan ve Petersburg Salonu olarak adlandırılan mekânın tavanlarını Rus başkentinin önemli anıtlarının resimleriyle dekore etti. Elçilik arşiv dokümanlarında ustabaşı asistanı olarak Fossati tarafından tavsiye edilip işe alınan Casanova ve başka birçok İtalyan asıllı sanatçı ve ustanın ismi kayıtlıdır. Aynı dokümanlardan dekorasyon malzemesinin ve mermerlerinin İtalya'dan getirildiği anlaşılmaktadır. Çatı 1842'de kapatılmış, inşaat 1845'te tamamlanmış, ancak Fossatiler 1849'a kadar yapıyla ilgilenmişler ve Ruslar tarafından görevlendirilmeleri de devam etmiştir. Yapı bir kez İtalyan yapımcı Guglielmo Semprini(->) tarafından, bir kez de Moskova'dan gelen mimarlar tarafından onarılmıştır. Elçilik binası Rus-Osmanlı ilişkilerinde karşılaşılan sorunlar ve savaşlar nedeniyle zaman zaman kapanmış, armaları sökülmüştür. 1990'da tekrar bakım-onarım yapılan bina iyi durumdadır.
Elçilik inşaatı Tanzimat sonrası hızla gelişen Pera'dan hem konumu, hem de geniş cephesi ile kentin büyük bölümünden görülebilen modern bir yapı olarak dikkat çekti. İstanbul'daki yabancılar ve Osmanlı ileri gelenleri yapının ortaya çıkışım yakından takip ederek çalışmaları görmek için şantiyeyi ziyaret ettiler, mimarlara beğenilerini belirttiler. Osmanlı'da, yenileşme konusunda defalarca örnek gösterilen Rusya'nın İstanbul'da inşa ettirdiği elçilik binası, şehrin imarına ve yangınlara karşı kagir yapı üretimine büyük önem veren yenilikçi Tanzimat erkânı için uyarıcı bir örnek oldu. Özel ve kurumsal ihtiyaçlarını karşılayacak yeni ve büyük yapı talepleri olan Osmanlı yöneticileri Fossa-tilere birçok yapı yaptırdılar. Gaspare Fossati, Bekirağa Bölüğü(->) olarak tanınan Bâb-ı Seraskeri Hastanesi, Darülfünun bi-nası(->) ve Hazine-i Evrak binası(-») gibi yapılar için görevlendirilirken "Rus Sefa-reti'nin mimarı" olarak tanımlandı.
Yapının İstiklal Caddesi üzerindeki me-
tal parmaklıklı ve armalı bahçe giriş kapısının her iki yanında iki katlı giriş kontrol binaları yer alır. Zemin kat cephesinde Rusya'yı tanıtan fotoğrafların sergilendiği panolar, üst katta ise ortadaki daha geniş olmak üzere üçer dikdörtgen pencere vardır. Elçilik binası, bahçe kapısından 50 m içeride, Üsküdar'dan Ayasofya'ya kadar geniş Boğaz panoramasına açık, yüksek bir istinat duvarıyla tutulan Boğaz'a (doğu) doğru eğimli bir platform üzerinde kuzey-güney doğrultusunda konumlan-mıştır. Derinliği fazla olmamakla birlikte Boğaz cephesi 100 m'ye yaklaşarak anıtsal bir görünüm kazanır. Bu tasarım anlayışıyla İtalya ve Fransa elçiliklerinden daha küçük bir parsele yerleşmesine rağmen amacına uygun olarak daha güçlü bir imaj sağlayabilmiştir.
Bina, parselin biçimine uygun olarak aynı doğrultuda kademeli olarak birbirine bağlanmış yaklaşık 40 ve 60 m uzunluğunda dikdörtgen iki kütle şeklindedir. Üç kat yüksekliğinde olan her iki kütlenin orta bölümleri içeri çekilmiş ve iki katlı tutulmuştur. Bu dengeli kütle hareketleri ile aksiyal simetrik vurgu güçlendirilmiştir. Doğu cephesinde eğimden dolayı bir kat kazanılmıştır. Kuzey kütlesi aksında bulunan giriş salonunun güneyindeki salonda kolonadla ayrılmış anıtsal bir merdiven yer alır. Fossati, birbirine geçilen tez-yinatlı geniş salonlardan oluşan plan şemasında daha öğrencilik yıllarında üzerinde çalıştığı ve etkilendiği Milano Palazzo'ları-nın büyük nispetli, dinlendirici geniş hacimlerinden oluşan mimari kompozisyonu uygulamıştır. Güney kütlesinin birinci katında düzenlenen dikdörtgen planlı, ahşap ikonostasisli şapel, Bolşevik devrimi ile kapatılmış, daha sonra sinema salonu yapılmıştır.
Cephede sade ve net çizgilerin hâkim olduğu yalın bir armoni vardır. Ciddi görünümlü yüzey hareketleri ve tekrar eden klasik formlar dengeli ve ılımlı bir değişkenlik yaratmıştır. Cephe düzenlemesinde neoklasik mimarinin bir yorumu olarak uygulanan ampir üslubu etkindir. İki kat yüksekliğinde tutulan orta bölüm, kuzey kütlesinde İyonik başlıklı pilastrlarla vurgulanmış, güney kütlesinde ise yine İyonik başlıklı kolon dizisi ile Boğaz manzarasına hâkim cemakânlı geniş bir kış galerisi şeklinde düzenlenmiştir. Zemin katta yuvarlak kemerli, üst katlarda dikdörtgen olan sade profilli pencereler tüm cephelerde eşit aralıklarla tekrar eder. Bu düzen, boşluk açılamayan yerlerde pencere formunda söveler yapılarak sürdürülmüştür. Birinci kat pencereleri üzerinde yer alan yarım daire biçimindeki profilli hafifletme kemerlerinin aynaları madalyonlarla bezelidir. Yapıyı boydan boya çevreleyen kat silmeleri ikinci kat seviyesinde girland sıralarıyla donatılmıştır.
Pera'da Tanzimat sonrası gelişmeye başlayan yapılaşmanın ilk örneklerinden olan ve Fossatilerin 20 yıldan fazla sürecek İstanbul yaşamını başlatan Rus Elçiliği binası, son dönem Osmanlı mimarlığının değerlendirilmesinde önemli bir kaynaktır.
RUS ELÇİLİĞİ YAZLIĞI
370
371
RÜSTEM PAŞA CAMÖ
Bibi. T. Lacchia, I Fossati, Architetti del Sultana di Turchis, Roma, 1943, s. 25-31; E. L. Gatto. Gli Artisti Italiani in Russia, III, Roma, 1943,'s. 131, 223; S. Eyice, "Fossati, Gaspare Trajano", İSTA, XI, 5818-5823; "Pera'da Sovyet Konsolosluğu", AtredamentoDekorasyon, Nisan 1990, s. 44-50; C. Can, "istanbul'da 19. Yüzyıl Batılı ve Levanten Mimarların Yapıları ve Koruma Sorunları" (Yıldız Teknik Üniversitesi, yayımlanmamış doktora tezi), 1993, s.
110-119.
CENGİZ CAN
RUS ELÇİLİĞİ YAZLIĞI
Büyükdere'de, Büyükdere-Sarıyer Caddesi üzerindedir. Önceleri Fransa Elçiliği'ne ait olan geniş bir bahçe içinde yer alan iki katlı, kagir bir yapıdır.
Yapım tarihi ve mimarı saptanamamıştır. Ancak 19. yy'ın başlarında mevcut ve ayakta olduğu, II. Mahmud dönemi (1808-1839) Bostancıbaşı Defterleri'nde "kurbün-de Rusya elçisinin kebir yalısı" olarak geçmesinden ve Melling albümündeki gravüründen anlaşılmaktadır. Albümde 42 no ile verilen gravür ve açıklaması Rus Elçiliği binasına ilişkin önemli veriler sunmaktadır. Aynı Bostancıbaşı Sicilleri'ne göre burada yalnız Rus Elçiliği yalısı değil, iki yanında elçilik mensuplarına veya Rus kolonisine ait yapılar da bulunmakta idi.
Rus Elçiliği binası veya Rusya elçisinin Kebir Yalısı, gravürün sol başında çizilmiş olan yapıdır. Melling, yalının bir ingiliz tarafından inşa edildiğini ve ingiliz zevkine göre tanzim edildiğini belirtmektedir. Bahçesi, 19. yy İstanbul bahçelerinin en görkemlilerinden biridir. Eldem, yanındaki Baron de Hübsch'ün bahçesinden bahsederken bir kısmının da Rus Elçiliği'ne ait olduğunu söylemektedir.
N. Arslan, bahçe konusunda Baron de Hübsch'ün, 18. yy'ın sonunda istanbul'da bulunan Lady Craven'in ve Ubicini'nin (1855) anılarının tümünde Rus Elçilik Rezi-dansı'mn bahçesinin "istanbul'un en muhteşem bahçesi" olduğunda birleştiklerini belirtmektedir.
Bahçenin görkemine karşılık "Elçilik simetrik, basit, ancak çok zarif bir bina" olarak anılmaktadır. Bina günümüzde gravü-ründekinden oldukça farklı bir görünümdedir. Gravürde denize dik konumda iki yan kanat ile bunları birleştiren bir orta bölüm görülmektedir. Bugünkü binanın yan
kanatlan gravüre uyduğu halde, orta bölümün hayli değiştiği fark'edilmektedir. Ayrıca iki bölüm arasında belirli üslup ayrımları da vardır. Bu verilere göre orta bölümün sonradan yenilendiği düşünülebilir.
Neorönesans ağırlıklı klasik bir tasarımı olan orta binanın girişinde üç açıklıklı bir portik bulunmaktadır. Kompozit başlıklı dört yüksek kolonun taşıdığı portik, birinci katta bir balkon olarak öne çıkmaktadır.
Geniş bir silme ile ayrılan üst katta dikdörtgen pencerelerin üstünde klasik silmeler ve üçgen biçimde kabartma bezeme vardır. Bina üstte dişli bir saçak frizi ve parapetle bitirilmiştir.
Yüksek subasman üzerinde tek katlı ve sefarethane tercümanlarına ait olduğu söylenen yan kanaüar ahşaptandır. Yarım daire kemerli üçer açıklıklı bu bölüm, cephede kompozit başlıklı pilastrlarla bölüm-lenmiştir. Köşeleri tutan birer pilastra karşılık ortadakiler çift olarak düzenlenmiş ve aralarına aslan başı figürleri ve altlarında "Pompei evlerindeki Roma bezemelerini andıran motifler" işlenmiştir. Geniş bir saçak kornişinden sonra bina, parmaklıklı bir parapetle bitirilmiştir.
Melling'in gravüründe görülen ve bugün mevcut olmayan bahçe kapısı, yüksek bahçe duvarının ortasında anıtsal bir biçimde yükselmekte ve iki yandaki pilon gibi yükseltilerin üzerinde birer küre motifi bulunmaktadır. Bu çok sembolik motifin yan kanat alınlıklarında da kullanıldığı yine gravürde seçilmektedir.
II. Mahmud dönemi Bostancıbaşı Sicilleri'ne göre Rus Elçiliği yalısının iki yanında yine elçilik mensuplarına veya Rus kolonisine ait yapılar bulunmakta idi. Binanın, günümüzde, özellikle yan kanatları oldukça harap görünmektedir.
Bibi. N. Arslan, Gravür ve Seyahatnamelerde İstanbul, (18. Yüzyıl Sonu ve 19. Yüzyıl), İst., 1992, s. 231-234; Eldem, Boğaziçi Anılan, 218-234; F. İrez-H. Aksu, Boğaziçi Sefarethaneleri, ist., 1992, s. 50-51; C. Kayra-E. Üyepa-zarcı, İkinci Mahmut'un İstanbul'u, Bostancıbaşı Sicilleri, İst., 1992, s. 137.
istanbul
RUS HASTANESİ
9 Mayıs 1874'te, Galata'da Saint-Nicolas Rus Hastanesi adıyla açılmıştır.
Gemicilere ve kutsal yerleri ziyaret eden hacılara hizmet veren bir dispanser
Melling'in bir gravüründe Büyükdere'deki Rus Elçiliği yazlığı. Melling, Voyage
ve hastaneden oluşuyordu. Daha sonra Nişantaşı'nda Mektep Sokağı (1934'te Dershane Sokağı) ile Teşvikiye Caddesi'nin (1934'te Vali Konağı Caddesi) kesiştiği, Harbiye'nin karşısındaki köşede, yanında kilise de olan yeni bir hastane binası inşa edilmiş ve faaliyetini burada sürdürmüştür.
1880-1881'de adı St. Nicolas Rus (Milli) Hastanesi'ydi. Nişantaşı Pangaltı'daydı. Başrahibe Sor irene ve yardımcı rahibeler Paraskevi, Melania, Xenia ve Vera tarafından idare ediliyordu. Hastanede Dr. Ta-mamçef ve görevli J. Parapandopoulo görev yapmaktaydı.
1889-1990'da, hastane Rus Konsolos-luğu'na bağlıydı ve 5 rahibeden oluşan özel bir komite tarafından yönetiliyordu. Dr. Ignatovitz ve yönetici Madam Cathe-rine Bousse yönetim komitesinin basındaydılar.
1891'de hastanede, Dr. Sçepotiev, Dr. Ignatovitz ve Dr. Pleskow görev yapmaktaydı. Hekim kadrosuna, 1893-1894'te Dr. Hadumoğlu, 1896'da cerrah Kamburoğlu, 1903'te Dr. Gabrielidis, 1905'te Dr. Elefte-riadis katılmışlardır.
Açıldığı tarihten 1893'e kadar, hastaneye 5.000 hasta yatmış, 70.000 hasta da muayene olmak ya da diğer ücretsiz hizmetlerden yararlanmak üzere başvurmuştur. 1881-1891 arasında hastaneye başvuran hastaların çoğu Rus ve Karadağlı, Bulgar ve Sırp Slavlardı. Az bir bölümünü de Rum, Ermeni ve Türkler oluşturmaktaydı.
1892'de Rus Hastanesi toplam 9.096 hasta kabul etmiş, yataklı tedavi gören 354 hastanın 337'si ücretsiz, 17'si ücretli tedavi edilmiştir. Bu yıl en çok periyodik ateş, tifüs, influenza, kronik sıtma, akut ve kronik bronşit ve akciğer tüberkülozu vakaları müşahede edilmiş, ayrıca 38 cerrahi müdahale yapılmıştır.
1912'de yine 5 rahibe ve Dr. Ignatovitz ile Müdire Madam Catherine Bousse tarafından yönetilen hastane 45 yataklıydı. Yoksulların ücretsiz muayene edilip ilaç verildiği bir de dispanseri vardı. Maddi durumu iyi olan hastalar için gündeliği 60 kuruş olan özel odalar bulunmaktaydı. Koğuşlarda tek bir yatak için günde 15 kuruş ödenmekte, yoksul hastalardan para alınmamaktaydı.
I. Dünya Savaşı'nda, hastane binası Pangaltı Askeri Hastanesi olarak Çanakkale'den tahliye edilen yaralılar ve hastaların bakımı için kullanılmıştır. Savaş sonunda bu askeri hastane kapatılarak bina yeniden Rus Hastanesi adıyla hizmetini sürdürmüştür.
Bibi. R. C. Cervati, Indicateur Ottomane, İst., 1880, s. 178, 1881, s. 316; ay, Annuaire Orien-taldu Commerce, ist., 1891, s. 522, 1893-1894, s. 557, 1895, s. 559, 1896, s. 690, 1903, s. 887, 1905, s. 112-113, 900, 1912, s. 921, 1915, s. 795; "Hopital Russe de Constantinople", Ga-zette Medicale d'Orient, c. 38, no. 3 (31 Mart 1893), s. 40-41; Ritzo, "l'Oeuvre Medicale et Hygienique de S. M. I. le Sultan Abd-ul-Hamid Khan II1876-1900", ae, c. 45, no. 13 (31 Ağustos 1900), s. 253-254; K. Özbay, Türk Asker Hekimliği ve Asker Hastaneleri, c. III, İst., 1981, s. 165.
NURAN YILDIRIM
RUSSACK, HANS HERMANN
(20. yy) Alman yazar.
Hakkında bilgi edinilemeyen Hans Hermann Russack, istanbul'un Bizans ve Türk dönemlerindeki söylenti ve efsanelerini Almanca bir kitapta toplamıştır. Byzanz und Stambul, Sagen und Leğenden vom Goldenen Horn (Berlin, 1941) (Bizans ve istanbul, Altın Boynuz'dan Söylenti ve Efsaneler) başlıklı, çok ufak boydaki (12x19 cm) bu 200 sahifelik kitap, şehrin I. Constantinus tarafından yeniden kuruluş efsanesinden başlayarak, Ayasof-ya'nın yapımı ve binası ile ilgili çeşitli söylenti ve efsaneleri takdim etmekte, bundan sonra da bazı aziz ve azizelere dair inançları ve imparatorlar ile ilgili birkaç hikâyeyi aktarmaktadır.
Fetih ve II. Mehmed'e (Fatih) dair söylentileri, bazı büyük camilere (Eyüb Sultan, Fatih, Şehzade, Süleymaniye, Sultan Ah-med camileri) dair efsaneler takip eder. Ayrı bir bölümde Koca Mustafa Paşa Camii' nin avlusundaki zincir, Toklu Dede Mescidi, istanbul'un tılsımları, Merkez Efendi ve Kız Kulesi hakkındaki hikâye ve efsaneler sunulmuştur. Son bölümde ise istanbul'dan derlenen birkaç efsane yer alır.
Kitabın sonunda açıklamalı olarak, alınan metinlerin kaynakları ayrıntılı biçimde verilmiştir (s. 155-197). Bundan Rüssack'ın gerek Bizans, gerek Türk kaynaklarını oldukça iyi tanıdığı ve bunlardan faydalanmayı bildiği anlaşılır. En başta gelen Türk kaynağı Evliya Çelebi'dir. Ayrıca söylenti ve efsanelere dair yayımlanmış kitap ve makalelere de yabancı kalmadığını gösterir. Bunlar arasında bilhassa Schrader'in kitabından alıntılar yapmıştır.
istanbul'da bilinmeyen, irene adında eski bir Bizanslı genç kızla Fatih'e dair hikâyenin, Selanik'te çok yaşlı bir molla tarafından C. Fink'e anlatıldığını ve onun da bunu kendisine 1933'te aktardığını, yine aynı yıl Sultan Ahmed Camii ile ilgili bir efsanenin Son Posta gazetesinde çalışan ibrahim adlı kişi tarafından anlatıldığını bildirmesi, Rüssack'ın uzun yıllar, istanbul'da yaşadığına delil sayılabilir.
Rüssack'ın esas mesleği öğrenilememiş-tir. Fakat herhalde folklorcu değildir. Çok zengin malzemeye dayanan büyük bir ilmi yayını ise Yunan bağımsızlığından sonra Atina'nın imarında çalışan Alman mimarlara dairdir; Deutsche Bauen in Athen (Berlin, 1942).
SEMAVi EYlCE
RÜDELL, ALEXSANDER
(19. yy sonu - 20. yy) Alman mimar.
Hayatı hakkında bilgi edinilemedi. A. Rüdell, mimar olarak 19. yy'ın sonlarında bir süre istanbul'da çalışmış, bu arada eski Khora (Hora) Manastırı Kilisesi olan Kariye Camii'ni(-+) incelemiştir, istanbul'da Almanya Elçisi von Radowitz ile Maarif Nazırı Münif Paşa'nın (1830-1910) yardımları ile incelemelerini yapan Rüdell, çizdiği resimleri, Berlin Teknik Üniversite-si'nin Louis Boissonnet Vakfı yayınları arasında ve Prusya devletinin çeşitli ba-
kanlarının desteğiyle bastırmıştır. Die Kahrie-Dschamisi in Constantinopel, Ein Kleinod byzantinischer Kunst (Berlin, 1908) başlığı ile yayımlanan bu eser büyük boyda 37x52 cm ölçüsünde bir albüm halinde olup, Ernst Wasmuth Yayınevi tarafından bastırılmıştır. 11+24 sahifelik bir metnin arkasından 10'u renkli, toplam 31 levha gelmektedir.
Metin kısmında Kariye Camii'nin mimarisi üzerinde durulmakta, arkasından da tarihçesi ile ilgili bilgiler verilmektedir. Resimler ise mimariye dair çizimler ve plan ile başlamakta, binanın dış görünümlerini veren başarılı desenlerden sonra taşa işlenmiş süslemeler ile devam etmektedir. Binanın fresko ve mozaik bezemeleri de siyah-beyaz levhalarda takdim edilmiştir. Duvar, kubbe, kemer ve tonozlardaki fresko ve mozaik resimleri gösteren bazı desenler ile de eser tamamlanır. Bunlar Rü-dell'in büyük emek harcayarak bu desenleri dikkatle meydana getirdiğini gösterir. Üç defa maarif nazırlığı yapan Münif Paşa, 1891'den sonra elçilik görevi ile yurtdışına gittiğine göre Rüdell'in Kariye Ca-mii'ndeki çalışmalarını bu tarihten önceki yıllarda yaptığı tahmin edilir, istanbul'daki Rus Arkeoloji Enstitüsü üyelerinden F. Smit (Schmitt) tarafından da Rusça olarak büyük bir Kariye Camii monografya-sının hazırlanıp 1906'da yayımlanması üzerine, Rüdell'in elindeki malzemeyi olduğu kadarıyla baskıya verdiği anlaşılır. İstanbul ile ilgili başka bir çalışmasının varlığı tespit olunamamıştır.
SEMAVi EYlCE
KAHRIE-DSCHAMISI
CONSTANTİNOPEL
>' KUINOD [İYZANTLNISCHEK KU
ALRXANÜER RÎİDELL
Rüdell'in
1908'de
Berlin'de
basılan
Kariye
Camii'ni
incelediği
kitabının
kapağı.
Semavi
Eyice arşivi
RÜSTEM PAŞA CAMÜ
istanbul'da Sinan'ın deniz kıyısına yaptığı üç camiden birincisi Mihrimah Sultan'ın Üsküdar'daki külliyesinin camii; ikincisi kocası Sadrazam Rüstem Paşa'nın Tahtaka-le'de, Uzunçarşı'nın sonunda yaptırdığı bu cami; üçüncüsü de yine Üsküdar'da Şemsi Paşa'nın küçük külliyesinin camiidir. Her üçü de İstanbul deniz kıyısı siluetinde özel yerleri olan yapılardır. Fakat özellikle Rüstem Paşa'nın çarşı kotunun bir kat üzerinde inşa edilmiş camii, Yeni Cami ile bir-
likte, limanın istanbul yakasının önemli işaret yapılarından biridir. Bu konumunun özelliği dışında Rüstem Paşa Camii Osmanlı döneminin en süslü camii olarak ün kazanmıştır. Rüstem Paşa'nın (ö. 1561) yaşamına bağlı tarihi olgular, caminin mimari özelliklerine bağlı olanlar kadar ünlüdür.
Rüstem Paşa'nın, L Süleyman'ın (Kanuni) en sevdiği kızı Mihrimah Sultan'ın (ö. 1578) kocası, çağının en büyük servet toplayan vezirlerinden biri, II. Selim'e taht yolunun açılışında Hürrem Sultan'ın entrikalarına yardım eden devlet adamı ve iki kez sadrazam olarak Osmanlı tarihinin klasik döneminde önemli bir yeri vardır. Rüstem Paşa imparatorluğun birçok yerinde yaptırdığı bina ve külliyelerle büyük bir yapı patronu olarak da önemlidir. Süley-maniye'nin inşaatı da bir ölçüde onun sadarette olduğu zaman yapılmıştır.
istanbul çarşı bölgesinin en eski caddesi olan, adı ve yeri Roma dönemine kadar uzanan Uzunçarşı Caddesi'nin kıyıya indiği yerde yapılan cami, II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) aynı yol üzerinde yapılmış olan büyük Tahtakale Ha-mamı'nın karşısmdadır. Ticaretin bu en yoğun olduğu yerde, ibadet hacmi yol kotun-daki dükkânlar ve alt yapı üzerinde, yüksek bir platform üzerine yerleştirilmiş ve olduğundan çok daha büyük etki yapan 15,50 m'lik kubbesiyle, cami kıyı siluetine egemen bir konumda inşa edilmiştir. Hadîka caminin burada önceden var olan Hacı Halil Mescidi'nin yerine yapıldığını yazar. Camiyi yapabilmek için çevresinde başka istimlakler yapıldığı da anlaşılmaktadır. Caminin yapılış tarihi belli değildir. Yapının kitabesi yoktur. Konyalı, vakfiyenin 1562 tarihine bakarak caminin 156l'de bitmiş olabileceğini söyler. Başka tarihçiler de bu yargıya katılmışlardır. Büyük bir olasılıkla cami Rüstem Paşa'nın ölümünden sonra karısı Mihrimah Sultan tarafından tamamlanmıştır, ilginç olan Rüstem Paşa'nın Şehzade Külliyesi'ndeki(->) türbesinde ve Mihrimah Sultan'ın Edirnekapı'da aynı tarihlerde yapılan camiinde de kitabe bulunmamasıdır. Rüstem Paşa'nın çağının şairle-riyle arasının tümüyle açık olduğu düşünülerek bunun çağın şairleri tarafından olumsuz bir jest sonucu olduğu akla geliyor. Caminin 1660 tarihli büyük yangında önemli ölçüde hasar gördüğü, Fatih Camii'ni yıkan 1766 depreminde de minaresinin yıkıldığı, kubbesinin çöktüğü biliniyor. Kubbe tanburunun ondüleli kornişi, hattâ kıble duvarında açık bırakılmış büyük kemerle birleştirilmiş payanda duvarları, kubbeyle herhangi bir konstrüktif bağları olmadığı son yapılan restorasyonda ortaya çıkmış olan kubbe çevresindeki çok küçük payanda kemerleri, kıble tarafındaki birtakım duvar ekleri ve düzensiz pencere oranlarının, içeride giriş kapısı üzerinde erişilemeyen yüksek galerinin, kısaca Sinan'ın yapılarında pek olmayan asimetrik kurgular ve çözümsüz kalmış noktaların III. Mustafa döneminde, büyük depremden sonra yapılan tamirlerin sonucu olduğu düşünülebilir. Avludaki büyük sütunların çoğunun çatlakları da yangınlar
Dostları ilə paylaş: |