PATRONA HALİL AYAKLANMASI
"Patrona Vak'ası", "Patrona İsyanı" olarak da bilinir. 28 Eylül-2 Ekim 1730 günleri boyunca ayaklanma aşaması, 25 Kasım 1730'a değin de tahakkümü yaşanan, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın(-«) idamı, III. Ahmed'in (->) tahttan indirilmesi ve Lale Devri'nin(->) kapanmasıyla sona eren ayaklanma.
Patrona Halil Ayaklanmasının ilk nedeni, Lale Devri'nin lüksü ve tüketimi özendiren yeni yaşam tarzı, yapılan köşkler, kasırlar, zevk ve eğlence âlemleri ile halka yüklenen yeni vergiler olarak gösterilir. 1720'den sonra yaşanan ve her kesimi etkileyen para darlığı, akçe değerinin yükselmesi, Darphane'ye ve hazineye giren gümüşün giderek azalması, züyuf akçe sorunu, tüm bunlardan kaynaklanan hayat pahalılığı da ayaklanmanın gerisindeki nedenlerdendir. Ülkenin çeşitli yörelerinden iş bulmak ve yerleşmek umuduyla İstanbul'a gelenlerin, kentteki ti-
caret geleneklerini olumsuz yönde etkileyen kaçak çalışma ve üretim yapma çabaları, bundan özellikle gedik esnafının zarar görmesi, yeniçerilerle cebecilerin esnafa müdahaleleri ve her türlü işi yapmaya başlamaları da yönetime karşı başkaldıracak bir zümreye hemen destek vermeye hazır bir kamuoyunun doğmasına yol açmıştır. Damat İbrahim Paşa'nın, kamu açıklarını kapatmak, İran'a açılacak savaşın masraflarını karşılamak için "resm-i bid'at" denen yeni vergiler koydurması ve bu vergilerin doğrudan perakende satışları etkilemesi, diğer yandan, ordunun savaşa çıkacağı beklentisiyle orducu esnaf denen kesimlerin tüm sermayelerini mal alımına yatırmaları, sefer işinin sürüncemede kalması nedeniyle de iflasa sürüklenmeleri, ayaklanma öncesindeki diğer olumsuz gelişmelerdir.
Fakat asıl, kısa Lale Devri'nde III. Ah-med ile Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın ve devlet erkâmyla ulema sınıfından sınırlı bir çevrenin, zevk ve eğlence düşkünlükleri, ayaklanmanın başlıca nedeni olarak gösterilir. Venedik Balyosu Françesco Gritti'nin tespitlerine göre kent halkının büyük bir bölümü işsizlikten ve parasızlıktan şikâyetçi olup günlük geçimini sağlayamaz durumdaydı. İbrahim Paşa, bunun beklenmedik bir anda büyük bir patlamaya dönüşebileceğini hesaplayarak sık sık yoksullara para dağıtıyor, fırınları açtırtıp parasız ekmek tevzi ettirtiyordu.
Tutucu kesim açısından ise bir ayaklanmayı haklı kılabilecek en önemli neden dönemin bir yeniliği olan, kadınların erkeklerin yanında gözükmesi, açık saçık giyim kuşamın da giderek yaygmlaşmasıy-dı. Bağnaz bir kısım ulema "yaramaz avretlerin sokaklarda halkı idlâl kasdında iz-har-ı zîb ü ziynet ve libaslarında gûnâgûn ihdâs-ı bid'at ve kefere avretlerini takli-den serpuşlarında ucube heyetler ile" gezmelerine kızmakta, bunun yaygınlaşması sonunda ümmet-i Muhammed'in yolunu şaşıracağına inanmaktaydı.
Tarihçi Şemdanizade'ye göre ayaklanmanın baş sorumlusu "mirasyedi meşreb gece ve gündüz zevk u sürür icad idüb halkı aldatacak şey lazımdur deyü" bayramlarda, meydanlara dolaplar, beşikler, atlıkarıncalar, salıncaklar kurdurup erkeklerle kadınları karışık salıncağa bindiren, "salıncağa binüb inerken hubbaz yiğid-lere" kadınları kucaklattıran, "hoş-sadâ ile şarkılar" söylettiren... İbrahim Paşa'ydı. Sadrazam, "Sa'dâbad'ı abadan etmekle fisk u ficura ruhsat" vermişti. Bu tarihçi, İbrahim Paşa'nın İstanbul'da, Haliç'te ve Boğa-ziçi'ndeki imar çalışmalarım ise kişisel eğlence arayışı ve düşkünlüğü ile ilgili görmektedir.
Tarih-i Raşid'de ve Küçükçelebizade İsmail Âsım'ın Tarih 'inde de duyulan tepkilerin ve öfkelerin korkunç bir ayaklanmaya, dönüşmesinde 1730'a doğru, geceli gündüzlü birbirini izleyen ziyafetlerin, helva sohbetlerinin, çırağan âlemlerinin, la-lezar temaşalarının, İran seferi gibi en önemli sorunların bile böyle eğlence par-
PATRONA HAIİL AYAKLANMASI 232
233 PATRONA HALİL AYAKLANMASI
tilerinde görüşülmesinin, kış içinde yaz özlemini gidermek isteyen III. Ahmed'in Da-vud Paşa Sarayı bahçelerinde seralar yaptırıp bülbül dinlemeye gitmesinin etkilerinden söz edildiği görülmektedir. Oysa, padişahın ve sadrazamın çevresindeki elit bir zümre ve en başta da şair Nedîm(->), halktan yönelen tepkileri "düşmanın hasedi" olarak yorumlamakta ve dedikoducular için İdüb zevk u sofalar dâima sâhü-sa-râyında /Helak olsun hasedden düşmen-i bed tıynet ü bed-gû demekteydiler. Daha, Ağustos 1726'da, ayaklanmadan 4 yıl önce pahalılıktan ve geçim sıkıntısından bunalanların Beşiktaş'ta eyleme geçip günlerce sahilsarayları taşlamaları da ilgililerin uyanmalarına yetmemişti.
Fransa Elçisi Marquis de Villeneuve, ayaklanma öncesi günlerde, sadrazamın ve damat paşalarla diğer yakınlarının sinirsel bir gerginlik içinde olmalarına karşın alışkanlıklarını terk etmediklerini raporlarında vurgulamaktaydı. Destarî Salih Efendi ise İbrahim Paşa'nın "kendi âlemine meşgul olub enva'ı kabahat ile mâlamâl" olduğunu ve padişahı da aldattığım yazmaktadır.
1730'da istanbul, en küçük bir harekette derhal ortaya atılacak işsiz, aylak, soyguncu, aç, serseri, kaçak insanlarla doluydu. Öte yandan M. de Villeneuve'ün izlenimlerine göre devletin iç sorunları her gün büyümekteydi. Başkent halkına oranla taşralılar daha perişan ve yoksul durumdaydılar. Yeniçerilerde ise disiplin yoktu. Bu kesim, yönetimden memnun olmadıklarını uluorta konuşmaktaydı. 1728' de İzmir'de çıkan bir ayaklanmadan sonra Patrona Halil'in eski ayakdaşlarından Emir Ali de peşine taktığı zorbalarla gizlice İstanbul'a gelmiş bulunuyordu. Yine, Anadolu'dan ve Rumeli'den, yerli mütegal-libeden şikâyet için İstanbul'a gelenler de sorunlarına çözüm bulamadıkları gibi, memleketlerine dönmeye de çekindiklerinden kızgın ve umutsuz bir bekleyiş içindeydiler.
III. Ahmed'in İran seferine çıkıyormuş gibi Temmuz 1730'da hazırlıklar başlatması, Eyüp'e türbe ziyaretine gittikten sonra Üsküdar ordugâhına geçmesi, fakat türlü bahanelerle ordu yürüyüşünü başlatmaması da ayaklanmaya ortam hazırlayan nedenlerdendi. Padişahın son anda seferden cayıp Üsküdar Sarayı'na geçmesi, sözde kapıkulu gözüken İstanbul esnafının ise ordugâhı terk ederek dükkânlarını açmaları tam bir skandaldi. Olasılıkla da III. Ah-med ve İbrahim Paşa, kendi rahatlarını düşünmekten çok, İstanbul'dan ayrılmaları durumunda kentte meydana gelebilecek olayların önlenemeyeceği kaygısıyla seferden vazgeçmişlerdi. Nitekim 8 Eylül 1730'da yapılan bir toplantıda III. Ahmed "Su uyur düşman uyumaz. Benim İstanbul'da kalmaklığım, İbrahim Paşa'nın sefere gitmesi uygundur" demişti.
Ayaklanmayı dolaylı yoldan çabuklaş-tıran diğer bir durum, İbrahim Paşa'nın muhaliflerinin gizli kışkırtılmalarıydı. Bunlar arasında bostancıbaşılıktan uzaklaştırılıp sürgüne gönderilen Mehmed Ağa, es-
ki defterdar Mustafa Efendi, Bursa'da sürgünde olan eski şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin oğulları, hattâ, aralarındaki akrabalık ilişkilerine karşın, Kaptan-ı Derya Mustafa Paşa ile Kethüda Mehmed Paşa da vardı. Patrona Halil Ayaklanması'm elaltın-dan örgütleyenin ise Mustafa Paşa olduğu sonradan ileri sürülmüştür. Şeyhülislam Abdullah Efendi de velinimeti olan İbrahim Paşa'nın aleyhinde çalışanlardandı. Padişaha "Ben gerçi vezirin çırağıyım lakin vezir tadını azıttı!" demekteydi. Tüm bunlardan haberi olan İbrahim Paşa ise kapı kethüdası ile güvendiği birkaç adamının yönetiminde bir hafiye örgütü kurmuştu. Bu örgüt, faili meçhul cinayetlerin düzenleyicisi olarak İstanbul'da yaygın bir nefrete hedef olmuştu. Ulema arasında da arzu ettiği rütbeye yükselemediği için İbrahim Paşa'ya kırgın olanlar vardı. Bunlardan Zülali Hasan Efendi, İstanbul kadılığından azledildiği için sadrazamın aleyhindeydi.
Ayaklanmanın elebaşısı olan Horpeş-teli Arnavut Halil, uzun zaman leventlik, Rumeli'de yeniçerilik yapmıştı. Patrona lakabını, ona hemşerileri vermişti. 1720'ye doğru Vidin'deki bir ayaklanmanın önderleri arasında yer alan Halil, İstanbul'a geldikten sonra, pek çok yeniçeri gibi, esnaflık, tellallık etmeye başladı. Gezgin Sand-wich'e göre boynuna bir işporta sepeti asıp sokaklarda yüksük, iğne, iplik satıyor, akşamlan da Galata'ya geçip meyhanelerde içiyordu. Halk arasında ise onun "gaibden haber verdiğine" inanılmaktaydı. Bir gün cinayet işledi ve Galata voyvodası tarafından tutuklandı. İdam edilecekken Kaptan-ı Derya Mustafa Paşa'nın aracılığıyla suçu bağışlandı.
Patrona Halil, tasarladığı ya da bazılarının kendisine verdiği buyruk gereği ayaklanmanın elebaşı kadrosunu Ağustos 1730'da oluşturdu. Bunlarla son toplantıyı 25 Eylül'de mevlit kandili münasebetiyle padişah, tüm devlet erkânı ve ulema Üsküdar'da Yeni Valide Camii'nde iken yaptı. Bu toplantıda Muslu Beşe'yi ve Emir Ali'yi kendisine yardımcı seçti. Kolbaşıları ise Ali Usta, Karayılan, Çınar Ahmed, O-duncu Ahmed, Derviş Mehmed, Erzurumlu Mehmed, Küçük Muslu, Kutucu Hacı Hüseyin, Manav İsmail, Canbaz Emir Musa, Hafız Paşa'nın kethüdası Salih Ağa, Karagöz İbrahim, Gazi Beşe, Turşucu İsmail, Bayram Çelo, Veli Mustafa, Dereköylü Ali, eski Cebeciler kethüdası Receb olarak belirledi.
Ayaklanma, 28 Eylül 1830 Perşembe günü, üç kol halinde bayrak açan ve yalınkılıç Kapalıçarşı'ya dalan zorbabaşılarm kılıçlarını sallayıp şeriat için, haksızlıkların kaldırılması için, herkesi bayrak altına çağırmaları ile başladı. Çarşı kâhyasına dükkânlar kapattırıldı. Eski Bedesten, Çadırcılar ve Yağlıkçılar, Sultan Bayezid Çarşısı kapandı. Yollar ve kavşaklar tutuldu. Bir anda büyüyen kalabalık, Bahçe-kapı'ya inip oradan Divanyolu'na(-») çıktı ve Etmeydanı'na(->) yürüdü. Eski Oda-lar'dan(->) geçilirken yeni katılımlar oldu. Saraçhane de kapatıldı. Ayaklanmacıların
asıl amacı, yeniçerileri de kendileriyle eyleme yöneltmekti. Bir grup ise ateş kayıklarına binip Üsküdar'a geçtiler ve suçlu gördükleri birkaç kişiyi öldürerek o tarafta bulunan padişaha ve İbrahim Paşa'ya ilk gözdağım verdiler. İstanbul'un tenha bir gününün seçilmiş olması, devlet dairelerinin mevlit nedeniyle kapalı oluşu ayaklanmacılar için her yönden avantaj sağladı. Eyleme ilk anda müdahale etmesi gereken sorumlular ise ya olaya önem vermediler veya korkunç bir ayaklanmaya dönüşebileceği kaygısıyla kaçıp gizlenmeyi yeğlediler.
İlk müdahaleyi Yeniçeri Ağası Hasan Ağa yapmak istedi. 300 kolcu ile İstanbul sokaklarını dolaşıp önlemler almaya çalışırken yanındakiler, zorla dükkânları kapattırıp herkesi ayaklanmaya katılmaya çağırmaktaydılar. Durumu kavrayan Hasan Ağa da kaçıp saklanmak zorunda kaldı. İstanbul Kaymakamı Mustafa Paşa da etkili bir önleme yanaşmadı. Bir süre Tersane'de gelişmeleri izlemeye çalıştı ve emrindeki kolluk güçlerine padişahtan buyruk gelmedikçe hiçbir harekette bulunmamalarını bildirdi. Sonra Üsküdar'a geçip durumu, önemsiz bir olaymış gibi, padişaha aktardı. Sadrazam İbrahim Paşa, devlet adamlarını ve ulemayı Üsküdar'a çağırtarak saraydan da sancak-ı şerifi ve hırka-i saadeti getirtti. Akşam padişahın başkanlığında Hatice Sultan Sarayı'nda yapılan toplantıda hiçbir karara varılamadı. Gece, padişah ve vezirler korku içinde Topkapı Sarayı'na geçtiler. Toplantı, burada sabaha kadar sürdürüldü.
Ayaklanmacılar ise planlarının ikinci aşaması olan yeniçerilerle uzlaşmayı da gerçekleştirdiler ve isyan bayraklarını Et-meydanı'na diktiler. Ertesi gün kentin her tarafında kendi kurallarına göre denetim kurdular. Yeniçeriler ise geleneksel biçimde kazan kaldırıp ayaklanmaya resmen katıldılar. Kent sokaklarında gösteriler, Patrona Halil'in uygun gördüğü birkaç baskının ve yağmanın gerçekleştirilmesi akşama kadar sürdü. Acemioğlanları da gruplar halinde gelip eylemci topluluğunda yer aldılar. Patrona Halil, ayaklanmaya meşru bir dayanak sağlamak amacıyla ilmiye sınıfının desteğine gerek duydu ve eski Kudüs kadısı Samancızade ile birkaç müderrisi Etmeydanı'na getirtti. Müderris İbrahim, önerdiği her konuda kendisine fetva verdiğinden, İstanbul kadısı ilan edildi. Müderrislerin hazırladıkları fetvalara dayalı olarak Galata voyvodasının, Kethüda Mehmed Paşa'nın konakları yağmalatıldı. İstanbul, Hisarlar, Ağa Kapısı, Galata, Tersane zindanlarında ve tomruklarında ne kadar mahkûm varsa salıverildi ve bunlar "şeriat-ı Muhammedi için bayrak açanlara" katılmaya çağrıldı. Müderris İbrahim ise 49. Orta Kışlası'nda mahkeme kurup yargılamalara başladı. İstanbul'un çevresindeki yerleşik veya göçebe Çingenelerden, gayrimüslimlerden de pek çok katılan oldu. Halil, eski kader arkadaşlarından Nişli Kel Mehmed'i yeniçeri ağası atayarak İstanbul'da güvenliğin sağlanmasıyla görevlendirdi. Kuburun ağa-
larından Urlu Murteza Ağa'yı sekbanbaşı, Beytülmalci Mustâfa Ağa'yı kul kethüdası atadı. O gün akşama değin, vezir kapısı halklarından, ağa ve kethüdalardan Pat-rona'ya katılanlar oldu.
III. Ahmed'in bir uzlaşma arayışı ile gönderdiği haseki ağa, saraya dönüşünde İbrahim Paşa'ya ve padişaha, ayaklanmacıların 37 kişinin kendilerine teslim edilmesini istediklerini bildirdi. Herkes kendi başının çaresine düştüğünden karşılıklı suçlamalar, padişahın huzurunda da devam ederken III. Ahmed, sancak-ı şerifin çıkarılmasını ve Müslümanların sancak altına çağrılmasını emretti. Fakat bundan bir sonuç alınamadı. Halkın çoğunluğu çağrıya uymadığı gibi, gelmek isteyenleri de Patrona'nın devriyeleri dağıttılar. Sarayı korumakla görevli bostancıların bile çoğu kaçıp saklandığı için sarayın güvenliği de tehlikeye düşmüş bulunuyordu. III. Ahmed, ayaklanmada parmağı olduğundan kuşkulandığı Mustafa Paşa'yı azledip Damat Abdi Paşa'yı kaptan-ı derya atadı. Tersane'ye giden Abdi Paşa, eskiden tanıdığı Patrona ile görüştükten sonra onunla uzlaşma yolunu seçti ve saraya sığınanlar için başka ümit de kalmadı. İbrahim Paşa, son bir çare olarak ayaklanmacıların arasına nifak sokmayı denemek istedi. Fakat bunlardan bir bölümünün bol para ile serdengeçti yazılması girişimi de bir sonuç vermedi.
30 Eylül sabahı III. Ahmed yeni bir heyet göndererek Patrona'mn önerilerini öğrenmek istedi. Aralarında İbrahim Pa-şa'nın ve Şeyhülislam Abdullah Efendi'nin de bulunduğu 37 kişinin başlarının istendiğini, Yeni Cami Şeyhi Mehmed ile İmamzade efendiler padişaha bildirdiler. Sarayda bulunan ulemadan Zülali Hasan Efendi, III. Ahmed'e öncelikle İbrahim Paşa'yı feda etmesinin gerektiğini söyledi. Bununla birlikte üçüncü kez bir uzlaşma yolu aranarak İspirzade Ahmed Efendi gönderildiyse de İbrahim Paşa'nın kurtarılması konusunda Patrona Halil ikna edilemedi. O gün akşam Mustafa ve Mehmed paşalarla birlikte İbrahim Paşa da sarayda tutuklandılar. Şeyhülislam Abdullah Efendi'nin ise Bozcaada'ya sürgün gönderilmesi için ferman yazıldı. Üç vezirin idamı için ulemadan fetva alındı. Kapıarası'na götürülen vezirler burada mal beyanında bulunduktan sonra boğduruldular. Ertesi sabah da her birinin cesedi ayrı ayrı öküz arabalarına konulup saraydan çıkarıldı ve Bâb-ı Hümayun önünde ayaklanmacılardan iki bölüğe teslim edildi. Asiler, cesetleri akla gelmedik hakaretlerle ve sürükleyerek Etmeydanı'na götürdüler. Mustafa Paşa'nın cesedi Horhor Çeşme-si'nde, Kethüda Mehmed Paşa'mnki Et-meydanı kapısında asıldı. Bu sırada bir söylenti yayıldı ve tanınmaz durumdaki üçüncü cesedin İbrahim olmayıp Kürkçü Manol olduğu ileri sürüldü. Kimileri, "Bu ceset sünnetsiz!" dediler. Aslında bu dedikodunun amacı, ayaklanmayı ikinci hedefine ulaştırmaktı. Bir hamal beygirine bağlanan ceset Turşucu İsmail tarafından saraya götürüldü. Ayaklanmacılar, padi-
Van Mour'un betimlemesiyle
Patrona Halil
ve Muslu Beşe.
Dostları ilə paylaş: |