Hldlniava V l h o n I n, I,1 V a hjhvi 3a I o I l n V 31 V h fi 11 fi



Yüklə 8,43 Mb.
səhifə52/147
tarix27.12.2018
ölçüsü8,43 Mb.
#86791
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   147

Örme Sütun

Enis Karakaya arşivi

son yıllarında yapılan onarıma işaret eder. Orijinal örgünün olduğu bölümlerdeki delikler evvelce anıtı kaplayan tunç levhaların tutturulması için kurşun yataklar içine çakılan tunç kenetlerin yuvalandır.



Bibi. F. W. Unger, Quetten derByzantinischen Kunstgeschichte, I, Viyana, 1878, s. 307-308; E. A. Grosvenor, The Hippodrome ofConstan-tinople and its Existing Monuments, Londra, 1889, s. 51-52; B. Paluka, "Die Sâule Kons-tantins VII, Porphyrogennetos auf dem Hip-podrom zu Konstantinopel", Byzantinische Zeitschnft, V (1896), s. 158-159; Gurlitt, Kons-tantinopels, 14; St. Casson-D. T. Rice, Prelimi-nary Repon upon the Excavations Carried in the Hippodrom ofCounstantinople, Londra, 1928, s. 11, 44; Janin, Constantinople byzanti-ne, 186-187; Eyice, istanbul, 32.

SEMAVİ EYİCE



ÖZ, TAHSİN

(30 Mart 1887, istanbul - 21 Eylül 1973, istanbul) Müzeci ve sanat tarihçisi.

Kadıoğlu ailesinden Mehmed Şükrü Bey ile Hüsniye Hanım'ın oğludur. İlköğrenimini Fatih'te Çarşamba Mahallesi'nde, Ben-lizade Sıbyan Mektebi'nde yaptı. Ortaöğrenimim ise 1899'da girdiği Vefa Mülkiye İda-disi'nde sürdürdü. Memuriyete girdikten bir süre sonra, 1912'de Darülfünun'un Hukuk Fakültesi'ne kaydını yaptırmakla beraber, buradan diploma alıp almadığı tespit olunamadı.

1903'te Maarif Nezareti evrak kalemine memur olarak giren Öz, 1907'den itibaren de Asâr-ı Atika Müzeleri (bugün Arkeoloji Müzeleri) muhasebe memurluğuna atandı. Osman Hamdi Bey'in(-») 1910'da ölümü üzerine kardeşi Halil Edhem El-dem(-*) müdür olmuştu. Muavini olan yeğeni Edhem Hamdi Bey (1882-1957), 1923' te bu görevden ayrılınca, boşalan bu yere l Nisan 1923'te Tahsin Öz getirildi. 1924' te Heyet-i Vekile (Bakanlar Kurulu) kararı ile Topkapı Sarayı, müzeler idaresine

devredildiğinde, burası Mehmed Refik Bey'in idaresinde bulunuyordu. Bütün personel eski saray görevlileri olup, Refik Bey, hazine kethüdası unvanı ile buranın başında idi. Saray 1924'te müze olunca, bu unvanı da hazine müdürüne dönüştürüldü. Refik Bey 4 yıl sonra, 1928'de emekli oldu ve yerine 14 Aralık 1928'de Tahsin Öz atandı. İstanbul Âsâr-ı Atika Müdürlü-ğü'nün bir bölümü olan Topkapı Sarayı Müzesi böylece Tahsin Öz'ün idaresine geçmiş oldu. Türkiye'nin bu önemli ve değerli müzesinin başında, emekli olduğu 1953'e kadar kaldı. Burasının tanzimi, katalogunun iki dilde hazırlanıp basılması, II. Dünya Savaşı (1939-1945) sırasında müze ve hazinenin İç Anadolu'ya taşınması, 1945'ten sonra bunların yemden yerleştirilmesi, Topkapı Sarayı gibi uzun geçmişe sahip yapılar topluluğunun, 19. yy'ın ortalarından itibaren sürüp giden ihmallerden dolayı harap olan, hattâ bir kısmı çökün-, tu durumunda olan bölümlerinin büyük ölçüde tamirine başlanması gibi büyük işler onun zamanında yapıldı. Öz, Topkapı Sarayı Müzesi'ni, 1938'den itibaren Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı bir müdürlük halinde idare ederken, başta Atatürk olmak üzere devlet ileri gelenleri ile pek çok karşılaşmaları ve hatıraları oldu.

Tahsin Öz, yaş haddinden dolayı emekli olduktan sonra, Vakıflar Genel Müdürlü-ğü'nün İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü teşkilatında, eski eserler başmüşaviri olarak görevlendirildi. Zaten kendisi, müzenin başında olduğu yıllarda, İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni'nin(->) tabii üyesi idi. Ancak bazı şahsi kırgınlıklar yüzünden encümenin Arkeoloji Müzesi'nde-ki toplantılarına katılmadı.

Sultanahmet'te yeni Adliye Sarayı binasının yapılacağı yerdeki tarihi binanın yıktırılması ile ilgili tartışmalar üzerine 5805 sayılı kanunla, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu kurulduğunda, buraya 27 Ekim 1951'de üye oldu ve 19 Nisan 1956'da kurul başkanlığına se-



TahsinÖz

Gövsa, Türk Meşhurları

çildi. Her iki yılda tekrarlanan seçimlerde başkanlıkta kaldı. 13 Eylül 1969'da başkanlıktan ayrılarak sadece üye olarak katıldığı Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kuru-lu'nun idaresini yemden düzenleyen 1741 sayılı kanun gereği, üyelerin yaşlarım sınırlayan madde uyarınca, 16 Haziran 1973'te 22 yıllık bir hizmetten sonra, buradan ayrılmak zorunda kaldı.

Tahsin Öz, 1946-1948 arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde, serbest konferanslar halinde sanat tarihi ve tarih öğrencilerine kurslar da yaptı. Bunlarda bilhassa Türk küçük sanatlarının çeşitli konuları üzerinde duruyor, anıtlar ve müzede tatbiki olarak da anlattıklarını renklendiriyordu.

Meslek hayatı içinde bazı meslektaşları ile sürtüşmeleri oldu. Bunlardan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde sanat tarihi öğretim üyesi, Avusturyalı Prof. Dr. E. Diez ile olanı sert ve çirkin bir polemiğe dönüştü ve günlük gazetelerde uzun süre yazıldı.

Tahsin Öz, Topkapı Sarayı'mn son derecede harap veya son dönemin ihmalleri ile bozulan bölümlerini onarmak ve eski durumuna getirmek yolunda inkâr edilemeyecek hizmetler yaptı. Bu arada sarayın depolarına atılmış pek çok eşyayı ortaya çıkarıp, bunlardan bir kısmını düzenleyerek teşhire koydu. Bir kazı denemesini ise Edirne'de gerçekleştirdi. Osmanlı-Rus Savaşı sırasında harap olan buradaki Saray-ı Hümayun'un kalıntılarında küçük bir araştırma yaptı ("Edirne Yeni Saray'ında Kazı ve Araştırmalar", Edirne'nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara, 1965, s. 217-222).

Tahsin Öz, 20-30 daktilo sahifelik bir hatırat yazmıştı. Bilindiği kadarıyla yayımlanmadan kalan bu hatıratın en önemli tarafı, Topkapı Sarayı ve hattâ diğer saraylardan alınıp Ankara'ya götürülen eşyaya dair notlardır.

Tahsin Öz, yayın hayatına oldukça geç başladı. 1933'te anonim olarak basılan bir Topkapı Sarayı Müzesi rehberinin kendisine ait olduğunu söylemekle beraber, bu güzel, düzenli, temiz baskılı ve iyi resimlerle süslenmiş kitabın kesin olarak onun olduğunu gösteren bir işaret yoktur (^Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi, İst., 1933; în-gilizcesi, Guide to the museum of Topkapı Saray, İst,, 1936). Onun müdürlüğü yıllarında basımına başlanan ve ancak iki cildi çıkan Arşiv Kılavuzu'nün (İst., 1938 ve 1940) kendisinin olduğunu söylemesine rağmen bu anonim yayının hazırlayıcısı olmadığı bellidir. Alman Arkeoloji Enstitüleri İstanbul Şubesi tarafından çok kısa bir önsözle faksimile olarak basılan Fatih vakfiyeleri hakkındaki Zutei Stiftungsurkun-den deş Sultan Mehmed II. Fatih, (İst., 1935) başlıklı eserin de üstünde onun adı bulunur. Esasında ünlü Türkolog P. Wit-tek'in notları ve metin tercümesi ile yayımlanması tasarlanan bu belgeler, bir anlaşmazlık yüzünden T. Öz imzasıyla basılmıştır. Baştaki birkaç sahifelik önsözün ise Wittek'in kaleminden çıktığı yaygın bir görüştür.



ÖZARMAN, MÜNİF FEHİM 198

199

ÖZBEKLER TEKKESİ

Tahsin Öz'ün en çok ilgi duyduğu konu, Türk küçük sanatları olduğundan bunlara dair, Basın-Yayın Genel Müdürlüğü yayınları arasında birkaç kitabı basıldı: Türk Kumaş ve Kadifeleri, XV-XW. Yüzyıl, (I, İst., 1946, II, ist., 1951), Ingilizcesi, Tur-kish Textiles and Velvets, (Ankara, 1950); Turkish Ceramics, (İst., 1955). Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki önemli eserlere dair bir kitabı (The Topkapı Sarayı Museum, 50 Masterpieces, [İst., 1952]) bir gizlilik içinde saklanan kutsal emanetlere dair küçük kitabı takip etti: Hırka-ı Saadet Dairesi ve Emanet-iMukaddese (ist., 1953). Türk Tarih Kurumu yayınları arasında, İstanbul'un fethinin 500. yıldönümü vesilesiyle büyük boyda, resimli bir kitabı da aynı yıl içinde basıldı: Topkapı Sarayı'nda Fatih Sultan Mehmed Il'ye Ait Eserler (Ankara, 1953).

Tahsin Öz'ün müzeden emekli olarak ayrıldıktan sonra, istanbul camilerine dair hazırladığı bir eser ise Türk Tarih Kurumu tarafından bastırıldı: İstanbul Camileri, (I, Ankara 1962, II, Ankara 1965). Hadîka-tü'l Cevamî'nin yerini tutmak üzere düzenlenen bu kitap, yazarın yaşlılığı ve yapıları ayrı ayrı inceleyemediği için kendinden bekleneni yerine getirememiştir. Turizm ve Tanıtma Bakanlığı yayınlan arasında da aynı konuda bir kitabı daha basıldı: istanbul Camileri (Ankara ?, 1964).

Tahsin Öz'ün ilmi dergilerdeki makalelerinin ilki Tahsin Şükrü imzasıyla Fransızca olarak yayımlandı: "Leş faiences Turgu-es", Transactions ofthe Oriental Ceramic Society, (1934) s. 48-61, Türkçesi, "Türk Çiniciliği Tarihi", Geçit-Revieıv, S. l (1945), s. 14-16, 2 (1945) s. 13-16, 3 (1945) s. 13-16. "Mimar Mehmed Ağa ve Risale-i Mimariye" (Arkitekt, yıl XIII-XIV [1943]) başlıklı makalesi ilmi yazılarının en önemlisi olup ayrıca kitap olarak da basılmıştır (İst., 1944). Aynı dergide daha başka yazılsın da çıkmıştır. Üyesi olduğu Türk Tarih Ku-rumu'nun dergisinde de bazı arşiv belgelerini tanıttı ("Topkapı Sarayı Müzesi'nde Yemen Fatihi Sinan Paşa Arşivi", Belleten, X, S. 37 [1946], s. 171-193; "Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde Fatih II. Sultan Meh-med'e Ait Belgeler", ae, XIV, S. 53 [1950], s. 49-56; "Bizans imparatorunun Bir Namesi", ae, XV, S. 58 [1951], s. 219-223). Milli Eğitim Bakanlığı tarafından mükemmel bir biçimde, renkli resimlerle süslü olarak basılan bir dergide de birkaç makale yayımladı: "Hünername ve Minyatürleri", Güzel Sanatlar Dergisi, I (1939) s. 3-9; "Çinilerimiz", ae, II (1940), s. 5-26; "Türk El İşlemeleri ve Resim Dairesi", ae, III (1942), s. 29-52; "Tavanlarımız", ae, V (1944), s. 29-38; "Topkapı Sarayı Müzesi Onarımları", ae, VI (1949), s. 6-74. Bu sonuncu yazısı bilhassa Topkapı Sarayı'nda onun idaresi sırasında yapılan restorasyon çalışmalarını eski ve sonraki durumlarım gösteren fotoğrafları bakımından önemlidir.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın 1940'lı yıllarda yayımladığı fakat sonraları ne yazık ki sürdürülmeyen belgeler dergisinde de birkaç belgeyi tanıttı: "Selim III, Mustafa IV ve Mahmud II Zamanlarına Ait Vesikalar", Ta-rih Vesikaları, I, S. l (1941), s. 19-29; "Fransa

Kralı Louis XVTmn Selim IIFe Namesi", ae, I, S. 3 (1941), s. 198-202; "Murad I ile Emir Süleyman'a Ait İki Vakfiye", ae, I, S. 4 (1941), s. 214-244; "Yerköy Mükâmelesin-de Murahhaslar İçin Gönderilen Büyüler", ae, II, S. 8 (1942), s. 101-103; "Selim IlI'ün Sırkâtibi Tarafından Tutulan Ruzname", ae, III, S. 13 (1944), s. 26-35, S. 14, s. 102-116, S. 15 (1949), s. 183-199.

Topkapı Sarayı Arşivi'nde bulduğu, "Bir Harp Planı" {Türk Tarih-Arkeologya ve Etnografya Dergisi, S. II [1934], s. 254-257), oldukça ilgi çekici bir tanıtmadır. Bu belgede Malta Adası önündeki kuşatma ile ilgili olarak adanın bir haritası yer alır. "Barbaros'un Otantik Resmi" (.ae, III [1936], s. 155-158), başlıklı yazı ise ünlü Türk denizcisinin, bilinmeyen bir resmini tanıtmaktadır. "Ahmed Fethi Paşa ve Müzeler" {ae, V [1949], s. 1-15), Türk müzecilik tarihinin başlangıcını belgelere dayanarak ortaya koyan önemli bir araştırmadır. Sultan Ahmed Camii'ne dair iki yazısı bu büyük Türk eseri monografyasına katkı sağlayan araştırmalardır: "Sultan Ahmed Camii, I", VD, I (1938), 25-28; "Sultan Ahmed Ca-mii'nin Tezyini Hususiyetleri", VD, II (1942), 209-212. Türk minyatür sanatına dair yazısı da faydalı bir ön çalışmadır: "Türk Minyatür Kaynaklarına Bir Bakış", Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, I (1952), s. 30-43.

Tahsin Öz tarafından verilen konferans ve bildiriler arasında basılanlar şunlardır: "Türk Dokumacılığı ve Selçuklular Devrine Ait Bazı Kumaşlar", TTK Yıllık Konferanslar, (Ankara, 1964, s. 155-161); "İstanbul'da Fatih Tophanesi", ae, (II [1970], s. 131-138); "Türk Okçuluğu ve Atatürk", ae, (II [1970], s. 139-146); "Türk Kumaş Tarihi Üzerinde Araştırmalar", ///. Türk Tarih Kongresi, 1943, (Ankara, 1948, s. 556-563); "Yıldız Maruzat Dairesi Arşivi", IV. Türk Tarih Kongresi, 1948, (Ankara, 1952, s. 451-463); "Osmanlılar Devrinde Resimli Türk Kumaşları", V. Türk Tarih Kongresi, 1956, (Ankara, 1960, s. 442-452); "Yurdumuzda Müzeler Nasıl Kuruldu, Neler Yapıldı?", VII. Türk Tarih Kongresi, 1970, (Ankara, 1973, s. 951-960).

Tahsin Öz'ün, geniş okuyucu kitlesine hitap eden Çığır, Mensucat Meslek Dergisi, Geçit-Revieıu, istanbul Halkevleri Dergisi, Panorama, Radyo, Resimli Tarih Mecmuası, Salon, Tarih Dünyası, Tarih Hazinesi, Tarih Konuşuyor, Türk Dili, La Tur-quie Kemaliste, La Turquie Moderne, TTOK Belleteni, Türkiye, Ülkü, Yapı, Ye-digün, Yeni İnci, Yeni Tarih Dünyası dergilerinde pek çok makalesi çıktı. Bunlar arasında yer alan "Atatürk'ün Topkapı Sarayı Müzesini Ziyaretleri", (Yeni Tarih Dünyası [Atatürk Özel Sayısı], [1953], s. 54-58) başlıklı makalesi dikkate değer hatıraları belirtmesi bakımından önemlidir.

Tahsin Öz'ün İstanbul'da çıkan günlük gazetelerde de yüzlerce küçük makalesi yayımlanmıştır. Bunlar Cumhuriyet, Tan, Tanin, Yeni İstanbul gazetelerine dağılmıştır.



Bibi. B. N. Şehsuvaroğlu, "Cumhuriyet Devri Müzecilerinin Piri: Tahsin Öz (1887-1973)",

Tercüman, 24 Eylül 1973; E. Yücel, "Tahsin Öz'ün Hatırası", TTOK Belleteni, S. 41/320 (Ocak-Mart 1974), 17-20; S. Eyice, "Tahsin Öz (1887-1973)", Belleten, XXXVIII, S. 152 (1974), s. 709-732; M. Şakiroğlu, "Tahsin Öz Bibliyografyası", ae, s. 733-749.

SEMAVİ EYİCE



ÖZARMAN, MÜNİF FEHİM

(1899, İstanbul - 6 Kasım 1983, İstanbul) Ressam, illüstratör, karikatürist, tiyatro dekoratörü.

Tiyatro sanatçısı Ahmed Fehim'in(->) oğludur. Üsküdar'da doğdu. Üsküdar Sul-tanisi'ni bitirdikten sonra bir süre Sanayi-i Nefise Mektebi'ne de devam etti. Ama sanat eğitimini daha ziyade aile içinde aldı. Dedesi hattat Abdülkadir Efendi, kız kardeşi ressam Nüzhet Fehim Mimaroğlu'dur.

Babasının, sanatla uğraşmasını istememesine rağmen, ilk olarak 19l4'te Şehza-debaşı'ndaki tiyatrolara dekor ve afiş yaparak sanat hayatına atıldı. Daha sonra Mu-sahibzade CelaPin(-») İstanbul Efendisi adlı oyununun kostüm ve dekorunu içeren albüm ile Leyla Saz'ın Saray Hatıratı hm resimlerini yaptı. 1919'da babasının yönettiği Binnazve Mürebbiye adlı filmlerin dekor ve kostümlerini hazırladı. İlk çizgileri 1918'de Fağfur dergisinde çıktı. 1921'de ileri gazetesinde illüstratör olarak çalışmaya başladı. 1923-1924'te İbnürefik Ahmed Nuri (Sekizinci), Mahmut Yesari ve Reşat Nuri Güntekin ile Kelebek adlı bir mizah dergisi çıkardı, ikdam, Vakit, Ay-dede, Akbaba, Son Posta, Tan, Yedigün, Yirminci Asır ve Cumhuriyet gibi gazete ve dergilerde de çalışan Münif Fehim £s-ki Şiir Bahçeleri, Dünden Hatıralar, Elli Türk Büyüğü gibi eserlerin de illüstrasyonunu hazırladı. Afiş ve kitap kapağı konusunda Türkiye'nin ilk sanatçılarından olan Özarman'ın ilk iki Galatasaray resim sergisinin de afişlerini yaptığı bilinir.

1923'ten sonra suluboya tekniği ile yaptığı resimlerde kontrast unsurunu kullanan sanatçı, yaşamında daha çok gazeteciliğin etkili olması nedeniyle tuval resmini ihmal etmek zorunda kalmış ve ancak 1960'tan sonra yağlıboyaya yönelebilmiştir.

Kendi deyimi ile "eski şiirlerin medlul-

Ressam Münif Fehim çalışma masasında. Cengiz Kahraman arşivi

leri" olan resimleri, 19. yy İstanbul yaşantısından detaylı kesitler vermektedir. Feraceli, yaşmaklı kadınları, sarıklı, cüppeli âlimleri, göğsü sırmalı, madalyalı, gösterişli paşaları ile günlük yaşamdan kesitler sunan kahvehaneleri, kayıkhaneleri, çarşıları, meydanları, hamamları, mesire yerleri ve ahşap cumbalı ve cihannümalı evlerle dolu dar sokakları işlediği resimleri bugün detayları bakımından belgesel olabilecek niteliktedir. Diğer yandan sanatçının, natürmort resimlerinde de izlenimci etkileri ve aşırı detaycılığı görülmektedir.

Bibi. S. Koşan, "Münif Fehim", Türkiyemiz, S. 30 (1980); Boyar, Türk Ressamları, 228.

MEHMET YENEN



ÖZBEKKAN, SUBHİ ZİYA

(25 Şubat 1887, istanbul -19 Temmuz 1966, Ankara) Bestekâr.

istanbul'da Türbe semtinde doğdu. Bestekâr ve devlet adamı Yusuf Ziya Paşa'mn oğludur. Özel derslerle yetişti. Yükseköğrenimini Hukuk Mektebi'nde(->) tamamladı. 16 yaşında Hariciye Nezareti'nde başlayan memurluk hayatında üst düzey yöneticiliğe kadar yükseldi. Bir süre serbest avukat olarak çalıştı. 1952'de emekli olduktan sonra 196l'e kadar Ankara Radyosu sanat müşaviri ve Türk musikisi üslup öğretmeni olarak, musiki ile ilgili görevler üstlendi. Türk musikisi icra tarihine "Küçük Koro" olarak geçen topluluğun kurucusudur.

Özbekkan, babası Ziya Paşa'mn oluşturduğu musiki çevresi içinde büyüdü. Ni-şantaşı'ndaki konakları, dönemin en önde gelen musiki çevrelerinden biriydi. Bu ortam, musiki birikiminin temelim oluşturdu. 12 yaşında iken Vasil'den kemence öğrenerek musikiye başladı. Hacı Kirami Efendi ile Levon Hancıyan'dan(->) meşk etti. Rauf Yekta(->), Ali Rifat ÇağatayC-»), Udi Nevres Bey(->), Üsküdarlı Ziya Bey, Lavtacı Andon, Tanburi Cemil Bey(-»), Hanende Kaşıyarık Hüsameddin Bey ve Kemani Kirkor gibi dönemin ustalarından faydalandı. Musikiyi eski tarzda, "meşk usulü"ne göre öğrendiği için nota bilmezdi. Eserlerini Nevzad Atlığ ve başka musi-kiciler notaya almışlardır.

Bestekârlığa 40 yaşından sonra başladı, ilk eseri, hüzzam makamından bir ilahidir, ikinci eseri olan uşşak "Neden hiç durmadan sevmiş bu gönlüm durmadan yanmış" şarkısıyla sanat çevrelerinin dikkatini çekti.

Özbekkan, Türk musikisinin son döneminde, saz musikisi alanında Refik Fer-san'ın(-») bestekârlığında kendini gösteren hayatiyetin, sözlü musikideki temsilcisi oldu. Türk musikisinde gelenekçi çizginin son büyük bestekârlarından biri sayıldı. Yaşadığı yıllarda yozlaşma eğilimi gösteren musiki ortamında ince zevk ürünü, ağırbaşlı eserleriyle direnen bellibaşlı birkaç musikiciden biriydi.

Şarkıları, teknik kusursuzlukları ve sıra-dışı estetik nitelikleriyle, İstanbul musiki kültürünü üstün düzeyde temsil eden sanat ürünleri arasında yer aldı; ciddi musi-



m

Subhi Ziya Özbekkan

Türk Bestecileri Ansiklopedisi, ist., 1969

ki programlarında, konserlerde sık sık o-kundu.

Ozbekkan'm bu düzeye ulaşmasında, içinde yetiştiği seçkin kültür ve sanat ortamının süzgecinden geçerek gelişen ve incelen zevkinin yamsıra, sanatının somut malzemesini seçerken gösterdiği titiz yaklaşım da büyük rol oynadı. Basmakalıp ezgilerden hep kaçındı. Hiçbir eseri için, belli bir sanat değerinin altında kalan şiirler üzerinde çalışmadı. Seçtiği şairler ister geçmiş yüzyılların, ister çağının sanatçıları olsunlar hepsi de İstanbul kültürünün vazgeçilmez edebi temsilcileriydi.

Özbekkan, beste, ağır semai, yürük semai, divan, gülbank, şarkı, ilahi, köçekçe ve türkü türlerinde verdiği 60'tan fazla eserinde 34 değişik makam kullandı. Daha çok aşk acısı, sevgiliye sesleniş gibi konuları işledi. Kızının ölümü üzerine bestelediği muhayyer ("Titrer yüreğim her ne zaman yadıma gelsen") ve yurtdışında yaşadığı yıllardaki sıla hasretini dile getiren saba ("Semt-i dildâre bu demler güzerin var mı saba") şarkılarında olduğu gibi, yaşadığı birçok hatırayı da ezgilere döktü. Ozbekkan'm özellikle karamsar eserlerinde saba (sabah rüzgârı) motifinin özel bir yeri vardır. Saba, bazen sevgiliyle seven arasında bir sırdaş ve haberci, bazen de acıların paylaşıldığı bir kişilik olarak, üzerinde birçok eserde ısrarla durulan özel bir ifade unsurudur.

Ozbekkan'm musikisi, hızla değişen bir hayatla hesaplaşan bir duyarlığı yansıtır. Birçok eserinde, olgun bir kişiliğin, zamana, eşyaya ve olaylara bilgece yaklaşımı hissedilir. Musikisinde kolayca hissedi-

len bu yaklaşımın yansıtıldığı yer bir fildişi kuleymiş gibi görünse de, aynı ağırbaşlı tavırdan ayrılmayan bestekârın, birdenbire bir aşk hikâyesinin başkahrama-nı olarak, hayatın içindeki yerini alıverdi-ği görülür. Bazı eserlerinde ise, bir daha geri gelmeyecek olan eski güzel günlerin dillere destan aşklarının artık bir şey ifade etmemeye başladığı "zamane" karşısında, güngörmüş bir asilzadenin çaresiz, fakat vakarlı, neyi özlediğini iyi bilen ve geçmişle bugün arasındaki farkı açık seçik görebilen tavrı içindedir.

Özbekkan, eserleriyle, istanbul kültürünü musikide başarıyla yaşatan ustalardan biri oldu. Yaşama biçimiyle de İstanbul zevkine ve kültürüne bağlı kaldı. Tipik bir istanbul beyefendisi olarak tanındı. Ölümünden sonra, Beylerbeyi'nde Küplüce'de istanbul'un, kendine özgü esrarengiz güzelliğini hâlâ kaybetmemiş bir sokağına adı verildi.

Bibi. inal, Hoş Şada; M. Rona, 50 Yıllık Türk Musikisi, ist., 1960; B. S. Ediboglu, Ünlü Türk Bestekârları, İst., 1962; î. B. Sürelsan, "Subhi Ziya Özbekkan", Musiki Mecmuası (Ağustos 1966); S. K. Aksüt, 500 Yıllık Türk Musikisi Antolojisi, ist., 1967; İ. B. Sürelsan, "Subhi Ziya Özbekkan'a Dair", Musiki ve Nota, S. 9 (1970); M. N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, II, Ankara, 1986; Öztuna, BTMA, II.

MEHMET GÜNTEKİN



ÖZBEKLER TEKKESİ

Üsküdar İlçesi'nde, Sultantepe'de, Hacı Hesna Hatun Mahallesi'nde, Servili Köşk (Münir Ertegün) Sokağı üzerinde bulunmaktadır.

İstanbul'da aynı adla anılan diğer kuruluşlar gibi, bu tekke de Orta Asya'dan İstanbul'a gelen, Nakşibendî tarikatına bağlı seyyah dervişlerin barınağı olmak üzere tesis edilmiştir. Kaynaklarda "el-Hac Hoca", "Hâce, Hacı Hoca", "Hâce, Kalender-hane" gibi adlarla da zikredilen Özbekler Tekkesi 1166/1752-53'te Maraş Valisi Abdullah Paşa (ö. 1755) tarafından kurulmuş, 1171/1757-58'de, Hasan Ağa adında bir şahsın masrafları karşılamasıyla ilk post-nişin Şeyh Seyyid Hacı Hâce Abdullah Efendi, tekkeyi, mensup olduğu Nakşibendî tarikatına vakfetmiş, mescit-tevhidhane-ye minber koydurmuş, imamet ve hitabet görevlerini de kendisi üstlenmiştir. III. Mustafa döneminde (1757-1774), 2. postni-şin Semerkantlı Şeyh Seyyid Abdülekber Efendi (ö. 1787) tarafından tekkenin geniş-letildiği anlaşılmaktadır. İlk tekke binalarının bugünkülere göre bir miktar daha doğuda veya güneyde bulundukları rivayet edilir.

Başlangıçta mütevazı bir kuruluş olduğu tahmin edilebilen Özbekler Tekkesi zaman içinde birtakım eklerle donatılmış ve tam teşekküllü bir tarikat tesisi niteliğine bürünmüştür. Bu meyanda en önemli olay tekkenin Abdülmecid (hd 1839-1861) tarafından 1260/1844'te, bugünkü şekliyle yeni baştan yaptırılmasıdır. Ayrıca 12657 1849'da 5. postnişin Buharalı Şeyh Mehmed Receb Efendi (ö. 1816) ile büyük oğlu ve halefi olan Şeyh Mehmed Sadık



ÖZBEKLER TEKKESİ

200


201

ÖZBEKLER TEKKESİ

Üsküdar'daki Özbekler Tekkesi'nin restorasyon sonrası bir görünümü. Kadir Aktay /Onyx, 1994

Efendi'nin (ö. 1846) ruhları için bir su haznesi ile çeşme yaptırılmış, bunlar 1289/ 1872'de Abdülaziz'in (hd 1861-1876) baş-kadm efendisi Dürrünev Kadın Efendi (ö. 1895) tarafından tamir ettirilmiş, öte yandan "93 Harbi" olarak anılan 1877 Osman-lı-Rus Savaşı sırasında tekkeye sığınanlar için arsanın kuzey kesiminde ahşap odalar inşa edilmiş, 19. yy'm sonlarında II. Ab-dülhamid (hd 1876-1909) tarafından bir onarım gerçekleştirilmiştir.

Tekkelerin kapatılmasından (1925) sonra selamlık bölümünde son postnişin Şeyh Ata Efendi'nin (ö. 1936) kardeşi Şeyh Nec-meddin Efendi (Özbekkangay) (ö. 1971) ile ailesi, haremde tekkenin bazı emektar mensupları, derviş hücrelerinden birinde de son "hücrenişin" Tufan Baba ikamet etmişlerdir. Cumhuriyet döneminde de, senenin belirli günlerinde tekkenin mutfağında geleneksel Özbek pilavı pişirilmiş, aşure ve mevlit cemiyetleri düzenlenmiş, Şeyh Necmeddin Efendi tarafından musiki ve sohbet toplantıları devam ettirilmiştir. Bu arada uzun müddet onarım görmeyen tekke binası harap düşmüş, 93 muhacirleri için yaptırılan odalar 1950'lerde yıktırılmıştır. ABD'de yaşayan ve tekke şeyhlerinin neslinden gelen ünlü işadamları Na-suhi ve Ahmed Ertegün'ün yardımları ile tekkenin mescit-tevhidhane, mutfak ve selamlık bölümleri 1983'te yüksek mimar Cengiz Bektaş'ın denetiminde onarılmıştır. Günümüzde Şeyh Necmeddin Efendi'nin küçük oğlu Edhem Özbekkangay, ailesi ile selamlık bölümünde ikamet etmekte, tekkeyi özgün dekoru ve havası ile küçük bir müze gibi korumaktadır. Son olarak harem bölümü de onarılmış ve 12 Eylül 1994'te açılışı yapılmıştır.

Aslında Nakşibendîliğin, Yesevî izleri taşıyan ve cehrî (açık, sesli) zikri benimseyen koluna bağlı bulunan Özbekler Tekkesi'nin son döneminde aynı tarikatın Ha-lidî kolu da temsil edilmiştir. Nitekim Şeyh Necmeddin Efendi döneminin ünlü Hali-dî şeyhlerinden Ankaralı Şeyh Küçük Hüseyin Efendi'nin (ö. 1930) halifelerinden-dir. Tekkenin ayin günü Asitâne (1840) ile Mecmua-i Cevâmi'de (1886) pazar, Mecmua-i Tekâyâ'da. ise perşembe olarak verilmekte, Dahiliye Nezareti'nin R. 1301/ 1885-86 tarihli istatistik cetvelinde burada 13 erkek ile 8 kadının ikamet ettiği belirtilmekte, ayrıca Maliye Nezareti'nin Ta-amiye ve Tahsisat Defteri'nde tekkeye günde 2 okka et, yılda 372 kuruş verildiği bildirilmektedir.

istanbul'daki diğer Özbek tekkeleri ve Üsküdar'daki Afganîler Tekkesi(->) ile yakın ilişkiler içinde bulunan bu tesis Cumhuriyet dönemine kadar kuruluş amacına uygun biçimde faaliyet göstermiş, tekkede bulunan künye ve resmi misafirin defterlerinden anlaşıldığı kadarı ile Orta Asya'nın çeşitli şehirlerinden gelen yüzlerce kişi burada konaklamıştır. Özbekler Tekkesi bu asıl görevinin yanısıra, Orta Asya tasavvuf kültürünün ve özellikle, İstanbul'da hiçbir zaman doğrudan temsil edilmeyen Ye-sevîliğe özgü tarikat folklorunun yaşatıl-dığı bir ocak olması açısından önem ta-

şımaktadır. S. N. Ergun burada "zikr-i er-re" (testere zikri) tabir edilen, "bedii olmaktan ziyade yorucu ve coşturucu bir mahiyeti haiz" zikir biçiminin "basit nağmeli Ahmed Yesevî güfteleri" eşliğinde icra edildiğini nakletmektedir. Ayrıca kandil ve kadir gecelerinde, tekkenin mutfağında havuçlu, etli ve ince kıyılmış portakal kabuklu Özbek pilavının pişirildiği, yemek duasından sonra mescit-tevhidhane-de yatsı namazına kadar mevlit okunduğu, bu arada Çağatayca ve Uygurca ilahilerin okunduğu, mevlitten sonra tekke şeyhinin, özel bir Özbek giysisi olan "çapan"ı giyerek sakal-ı şerifi ziyaret ettirdiği bilinmektedir.

Özbekler Tekkesi'nin sanat ve sanayi tarihimizde de önemli bir yeri vardır. Tekkenin 6. postnişini olan Şeyh Mehmed Sadık Efendi'nin, anayurdu olan Buhara'da öğrendiği ebru sanatını istanbul'da devam ettirdiği, bu sanatı oğulları İbrahim Edhem Efendi (ö. 1904) ile Mehmed Salih Efen-di'ye öğrettiği bilinmektedir. 1829'da bu tekkede doğan Şeyh İ. Edhem Efendi ise o günlerin deyimi ile "hezarfen" (bin sanat sahibi) olarak ün yapmıştı. İ. Edhem Efendi kendi deyimi ile "saatçilik dışında her şeyle meşgul olmuş", hattatlık, ebruculuk, doğramacılık, marangozluk, oymacılık, hakkâklık, matbaacılık ve dokumacılık gibi pek çok el sanatını büyük bir beceri ile icra etmiştir.

Döneminin en büyük ebru ustası olan İ. Edhem Efendi, aralarında Sami Efendi' nin, Aziz Efendi'nin ve Abdülkadir Kadri Efendi'nin bulunduğu birçok ebru sanatçısı yetiştirmiştir. Midhat Paşa 1869'da kurduğu sanayi mektebinin başına İ. Edhem Efendi'yi getirmişti. Burada pek çok tornacı ve tesviyeci yetiştiren, Türkiye'de ilk kurşun borunun dökümünü gerçekleştiren İ. Edhem Efendi, hakkında düzenlenen "tekkede top döküp sarayı havaya uçurur" yollu jurnaller yüzünden, Kabe'nin ve Harem-i Şerifin onarımı bahanesiyle bir süre Hicaz'a yollanmıştır. Yaptığı aletlerle 1867 Uluslararası Paris Fuarı'na katılıp bir de madalya alan İ. Edhem Efendi'nin icadı olan buhar makinesinin plakası halen tekkede muhafaza edilmektedir. İ. Edhem Efendi'nin, tekniğini bir Hintliden öğrendiği dokumaları Abdülaziz ile II. Abdülha-mid'in çok beğendikleri ve sarayın mefruşatında kullanılacak dokumaları kendisine sipariş ettikleri söylenmektedir. İ. Edhem Efendi'nin meşihatı (1855-1904) sırasında bir ilim ve sanat yuvasına dönen Özbekler Tekkesi'ne matematikçi Salih Zeki Bey, Mekteb-i Harbiye Nazırı Galib Paşa, ressam Hüseyin Zekai Paşa, H. Edip Adı-var'ın babası Edib Bey, filozof Rıza Tev-fik (Bölükbaşı) gibi ünlü simaların devam ettiği bilinmektedir.

Öte yandan Özbekler Tekkesi Kurtuluş Savaşı tarihinde de önemli bir rol oynamıştır. İ. Edhem Efendi'nin torunu ve tekkenin son şeyhi olan Ata Efendi, İstanbul'da işgal kuvvetlerine karşı oluşturulan ilk örgütün, Karakol Cemiyeti'nin(->) üyelerin-dendi. Hukukçu olan Ata Efendi'nin denetimindeki Özbekler Tekkesi, işgal yılların-

da yaralanan "kuvvacılar" için hastane, ayrıca istanbul'dan Anadolu'ya kaçırılan silahların, cephanelerin ve Anadolu'ya geçmek isteyenlerin ilk durağı olmuştur. Özbekler Tekkesi aracılığı ile Anadolu'ya geçip Kuva-yı Milliye'ye katılanlar arasında İsmet İnönü, Adnan ve Halide Edip Adıvar, Ali Fuad Cebesoy'un babası İsmail Fazıl Paşa, Mehmed Akif Ersoy, Celaleddin Arif Bey gibi ünlüler bulunmaktaydı. Söz konusu faaliyetleri yüzünden İngiliz gizli servisi tarafından tutuklanan Şeyh Ata Efendi daha sonra Mustafa Kemal'i temsilen Türkistan'a Enver Paşa ile görüşmeye gönderilmiştir.

Özbekler Tekkesi eski Üsküdar'ın, havası ve manzarasının güzelliği ile ünlü mesirelerinden Sultantepe'de, yüzölçümü 11,50 dönümü geçen geniş bir arsa içinde yer alır. Arsa kuzeyde Servili Köşk (Münir Ertegün) Sokağı'ndan başlayarak Sul-tantepe'nin arka (güney) yamaçlarındaki Bülbüldere-Bağlarbaşı Caddesi'ne kadar uzanmaktadır. Tekke binalarını barındıran kesim kuzeyde, hazireye tahsis edilmiş olan kesim ise kuzeydoğuda yer almakta, geriye kalan yüzey mevye ağaçları ve kırlarla kaplı bulunmaktadır.

Haremi, selamlığı, mutfaklardan birini (küçük mutfağı) ve derviş hücrelerini barındıran, en geniş yerinde 25x25 m boyutlarına ulaşan "L" .planlı yapı Servili Bahçe Sokağı üzerindedir. "L"nin güney ucuna, bir sundurmanın sonuna mescit-tevhidhane yerleştirilmiş, bu kitlenin kuşattığı alan, selamlık ve harem tarafından bölüşülen bir iç bahçe olarak değerlendirilmiş, su haznesi, havuz, güneybatı köşesinde de büyük mutfak ve çeşme ile donatılmıştır. "L" planlı ana yapı moloz taş örgülü bazı zemin kat duvarları dışında tamamen ahşaptır. Yapının batı kanadını oluşturan harem üç katlı, kuzeydoğu köşesini işgal eden selamlık ile küçük mutfak ise iki katlı olarak tasarlanmıştır.

Selamlığın zemin katında bulunan dikdörtgen açıklıklı cümle kapısının üzerinde, cephenin ahşap kaplamasına tespit edilmiş olan mermer kitabe tekkenin 1260/1844'te Abdülmecid tarafından yenilendiğini belgeler. Metni şair Tırnakçızade Mehmed Sa-id Ziver Bey'e (ö. 1873) ait olan ta'lik hatlı kitabe, güneş ışınlarının çerçevelediği, Abdülmecid'in tuğrasını içeren beyzi bir madalyonla taçlandırılmışım Cümle kapısından bahçeye doğru uzanan, eyvan niteliğindeki geçidin solunda arabalık ile bunun arkasında bir atdiye, sağında ise, muhtemelen bevvablık (kapıcılık) görevini üstlenen dervişe ait, içinde ocağı ve helası bulunan bir mekân yer almaktadır. Geçidin sonunda, solda bulunan ahşap merdivenle, derviş hücrelerinin önünde kuzey-güney doğrultusunda uzanan, ahşap dikmeli sundurmaya çıkılır. Zemini kısmen "rodoskâri" demlen çakıllı bezeme ile kaplı bulunduğundan "çakıllık" olarak anılan sundurmanın kuzey ucunda selamlığın, güney ucunda da mescit-tevhidha-nenin girişleri yer almaktadır.

Selamlık bölümü, sundurmaya açılan girişin arkasındaki sofanın çevresinde sıra-

lanan küçük mutfak, hela-abdestlik ve iki oda ile hareme bağlanan mabeyin bölümünden meydana gelir. Selamlığın kuzeydoğu köşesini işgal eden oda, şeyhlerin misafirlerini ağırladığı, meşklerin ve sohbet toplantılarının yapıldığı şeyh odasıdır. Güney duvarı boyunca bir yüklüğün uzandığı bu odadaki dolap nişlerinde Şeyh İ. Edhem Efendi'nin eseri olan maden işleri ve diğer sanat eserleri, ayrıca duvarlarda tekkenin tarihçesine ve Nakşibendî tarikatına ilişkin çeşitli levhalar ile resimler sıralanmaktadır. Şeyh odasının yanındaki (batısındaki) mekân yemeklerin yendiği ta-amhanedir. Nispeten yakın bir tarihte şeyh odası ile taamhane arasında duvarda geniş bir açıklık meydana getirilerek söz konusu mekânlar birbiriyle kaynaştrnlmıştır. Küçük mutfağın derviş hücrelerine komşu olan güney duvarında ocak yer alır. Zemin kattaki geçidin üstüne isabet eden mabeyin, selamlığın sofası ile harem sofasını birbirine bağlayan ve bahçe (güney) yönüne açılan pencerelerden ışık alan bir koridor ile bunun kuzeyine yerleştirilmiş bir oda ve ince uzun dikdörtgen planlı ardiye niteliğinde bir mekândan meydana gelmektedir.

Yukarıda sözü edilen sundurmanın gerisinde (doğusunda) yan yana iki derviş hücresi (4x3,5 m) bulunur. Doğu yönünde hazireye açılan ikişer pencere ile donatılmış olan bu mekânlardan sonra güneye doğru ilerlendiğinde, bahçeye bakan fevkani bir eyvan niteliğindeki girinti ile karşılaşılır. Bu girintinin yerinde vaktiyle üçüncü bir derviş hücresi ile meydan odasının bulunduğu söylenmektedir.

Selamlık ile kurulmuş olan mabeyin bağlantısı dışında tekkenin diğer bölümlerinden tamamen tecrit edilmiş bulunan harem kanadı tam ortasından ikiye ayrılmış ve aynı boyutlarda, bu ayırıcı çizgiye göre simetrik konumda ikiz ev şeklinde düzenlenmiştir. Aslında orta sofalı plan şemasına sahip olan haremin her üç katında da kuzey-güney doğrultusunda birer zülvec-heyn sofa uzanır. Söz konusu sofalar tam ortalarından birer duvarla ikiye ayrılmış böylece yan sofalı denilen plan tipi elde edilmiştir. Birinci ve ikinci katlarda sofaları ayıran duvarda birer kapı açılmak suretiyle ikiz daireler arasında bağlantı kurulmuştur. Katların planı birbirinin aynıdır. Köşelerde sofaya açılan yüklüklü birer oda, odaların arasında kalan kesimlerde de bir üst kata çıkan merdiven ile birer hela-abdestlik yer almaktadır. Haremde göze çarpan bu ilginç düzenin sebebi tekkenin 1844'teki ihyası sırasında, Buharalı Şeyh Mehmed Receb Efendi'nin oğulları olan Mehmed Sadık Efendi ile Abdürrezzak E-fendi'nin (ö. 1854) beraberce postnişin bulunmaları ve her ikisi için de bağımsız birer harem dairesinin tasarlanmış olmasıdır. Zemin kattaki odaların Şeyh İ. Edhem E-fendi tarafından marangozhane ve dökümhane olarak kullandığı bilinmektedir.

Derviş hücrelerinin önündeki sundurmadan güneye doğru bir miktar daha devam edilince mescit-tevhidhaneye varılır. Bu kesimde, doğu duvarında hazireye açı-

lan dört tane dikdörtgen pencere sıralanır. Kuzeyden güneye doğru ikinci ve üçüncü pencerelerin arasına tekkenin 1166/1752-53'te Abdullah Paşa tarafından inşa ettirilmiş ve daha sonra Şeyh Seyyid Abdülekber Efendi tarafından III. Mustafa döneminde tamamlanmış olduğunu belgeleyen sülüs hatlı, manzum kitabe yerleştirilmiştir. Bu kitabenin tekke inşa edildiğinde cümle kapısı üzerinde bulunduğu, daha sonra, muhtemelen 1844'teki yenileme sırasında bugünkü yerine taşındığı tahmin edilebilir.

Aynı duvarda üçüncü ve dördüncü pencere arasında da 1182/1768-69 tarihli, bir onarımı ya da yenilemeyi belgelemekten ziyade tekkenin niteliğini belirten, sülüs hatlı diğer bir manzum kitabe vardır.

Mescit-tevhidhaneye varmadan az önce (4 m) sundurma sona erer. Burada bahçeye (sağa) doğru genişleyen bir platform meydana getirilmiş, üzeri İ. Edhem Efendi'nin eseri olan rodoskâri çakıllı bir yıldız motifi ile süslenmiştir. Sağ köşesinde bahçeye inen çeyrek daire planlı taştan bir merdivenin bulunduğu bu platform sonradan camekânla kapatılarak bir nevi son cemaat yeri haline sokulmuştur. 8x6,5 m boyutlarında olan fevkani mescit-tevhidhane malzeme ve inşaat tekniği açısından harem-selamlık kanadı ile aynı özellikleri paylaşır. Kuzey duvarında giriş ile bunun sağında bir pencere, doğu ve batı duvarlarında karşılıklı üçer pencere yer alır. İçeri taşkın bir kitle içine yerleştirilmiş olan yarım daire planlı, basık kemerli mihrap yanlardan İyon başlıklı sütunlarla kuşatılmış, bunlara oturan ahşap bir lento ile taç-landırılmıştır. Çubuklu tavanın ortasına yine çıtalarla meydana getirilmiş iç içe iki baklava oturtulmuştur.

Mescit-tevhidhanenin zemin katında Şeyhi. Edhem Efendi'nin atölye olarak kullandığı bir oda yer alır. Bu mekân batı yönünde bahçeye açılan bir kapı ve üç yö-

ne (güney, batı ve doğu) bakan toplam yedi pencere ile donatılmıştır.

Bahçenin güneybatı köşesinde bulunan büyük mutfak moloz taş örgülü duvarları, alaturka kiremit kaplı ahşap çatısı ile iddiasız bir yapıdır. Aslına uygun biçimde onarılmış olan mekânda dikdörtgen açık-lıklı geniş bir ocak ve tezgâhlar yer almaktadır. Tavandaki ahşap kirişler çıplak bırakılmış, mutfağın kuzey yönüne bir grup hela inşa edilmiştir.

Mescit-tevhidhane ile mutfağın arasında uzanan duvar, selamlık bahçesini Bülbül-deresi'ne kadar devam eden büyük bahçeden ayırır. Bu duvardaki kapıdan büyük bahçeye çıkıldığında sağda, 93 Harbi muhacirlerine mahsus odaların bulunduğu bilinmektedir. Selamlık bahçesinin ortasında yer alan geniş havuzun batı kenarında bir kuyu, kuyunun önünde, havuzla bağlantılı küçük bir selsebil oluşturan iç içe iki mermer çanak görülür. Çanakların kenarları dalgalı biçimde yontulmuştur.

Selamlık bahçesinin kuzeybatı köşesinde, harem bahçesine bitişik olarak yer alan su haznesinin duvarları moloz taş ve tuğla ile örülmüş, tonozların üstü alaturka kiremit kaplı, çift meyilli bir çatı ile kapatılmıştır. Bahçeye bakan doğu yüzünde, solda haznenin inşa tarihi (1289 Cemaziyelev-vel/1872) ile hayır sahibinin kimliğim veren ta'lik hatlı, manzum kitabe görülür.

Söz konusu kitabenin sağında minik bir çeşme bulunmaktadır. Yuvarlak kemerli bir nişin içine yerleştirilmiş olan dikdörtgen aynataşında, yanlarda sütunçeler ve bunlara oturan, kıvrık yapraklardan müteşekkil bir kemer kabartma olarak işlenmiştir. Musluğun çevresinde de yine barok üsluba uygun motiflerden oluşan bir madalyon seçilmektedir. Aynataşının üstünde, kemerin üzengi hizasında bir mermer levha yer alır. Çeşmeyi barındıran nişin, üzerinde, çeşmenin inşa tarihi ile amacını ifade eden kötü bir talikle yazılmış, diğer



Yüklə 8,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   147




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin