III. Oturum
Nüvit Gerek: Teşekkür ederim. Hepiniz hoş geldiniz. Programın bu ikinci gününde ülkemizde bu konuda neler olup bittiğini hep birlikte öğrenmeye çalışacağız. Beş değerli sunum yapılacak. Bunlara geçmeden önce ben organizasyonda emeği geçen bütün çalışma arkadaşlarıma teşekkür ediyorum ama özellikle teşekkür etmek istediğim iki kişi var, Fakültemizle Enstitü arasındaki işbirliğini başlatan Sayın Angela (...) buradan kendisine selam ve saygılarımı iletmek istiyorum ve değerli kardeşim Özlem Hanım. Onların hakkını ödeyemeyiz gerçekten. Ve başlangıcından itibaren fakültemizin bu konudaki faaliyetlerini organize eden değerli arkadaşım, sevgili kardeşim Ayşe Yürük. Ona da özellikle teşekkür etmek istiyorum. Ve Sayın Ufuk Aydın’a da projelere sahip çıkarak devam ettirdiği için teşekkür etmek istiyorum. Akademik yaşamının tamamı üniversitemizde geçen, Hukuk Fakültemizin değerli öğretim üyesi Sayın Ayşe Tülin Yürük, bu oturumda ilk tebliği sunacak. Kendisi Ticaret Hukuku, Rekabet Hukuku, Sermaye Piyasası Hukuku dersleri veriyor lisans ve lisansüstü düzeyde. Ayrıca enstitüyle ilişkilerimizi başından beri organize ediyor ve ilk uygulamayı da Çocuk Hukuku konusunda genç arkadaşlarımızdan Kıvılcım’la beraber yürütüyor. Konusu, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin Hukuk Kliniği öğretim süreci nasıl başladı ve nasıl devam edecek? Söz Ayşe Hocanın, buyurun.
//Ayşe Tülin Yürük’ün sunumuna makaleler kısmında yer verilmiştir.//
Nüvit Gerek: İkinci sunum Sayın Gülriz Uygur tarafından yapılacak. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Kliniği deneyimini bize aktaracak. Kendisi Ev-İçi Şiddet ve Kadına Yönelik Şiddet Birimi Koordinatörü. Ankara Hukuk mezunu, yüksek lisansını fakültesinde tamamlıyor, doktorasını Hacettepe’de tamamlıyor. Halen fakültesinde Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürütüyor. Ev-İçi Adalet Birimi Koordinatörlüğü ve Cinsel Taciz ve Cinsel Saldırıya Karşı Destek Birimi Koordinatörlüğünü yapıyor. Başlıca çalışma konuları arasında Hukuk ve Etik, Adalet Toplumsal Cinsiyet söz konusu, buyurun.
Gülriz Uygur: Teşekkür ederim Hocam. Ben yine teşekkür konuşmalarında özellikle Eskişehir’in bu konuda gösterdiği ev sahipliği için başta Sayın Dekan olmak üzere Ayşe Hoca’ya ve arkadaşlarımıza çok teşekkür etmek isterim. Hepsi gerçekten burada özverili bir şekilde çalışıyorlar. Kasım olsun, işte bütün yazışmalardaki titizliğiyle Defne olsun, Kıvılcım olsun, (...) olsun, yani burada muhteşem bir ekip var bu çalışmaları yapacak. Onun için de Özlem Hanım doğru bir yer seçmişsiniz, doğru bir yerden başlamışsınız. Bu fakültedeki bu ruh, yapma ruhu bence bu çalışmayı başarıya götürecek bir ruh. Şimdi ben, bizim Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki Hukuk Kliniği deneyimini anlatmaya çalışacağım. Bunun için biraz kliniği açabilirim. Hocamdan da izin istedim baştan. Şimdi bununla ilgili olarak bizim Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde iki Hukuk Kliniği yer almaktadır. Bunlardan birisi Ev-İçi Şiddet Hukuk Kliniği, diğeri de Hukuk-Etik ve İnsan Hakları Kliniği’dir. Ama Hukuk-Etik, İnsan Hakları Kliniği ile ilgili geçmişimiz çok az, deneyimlerimiz çok fazla değil. O yüzden ona burada yer vermeyeceğim. Benim bugün üzerinde duracağım deneyim Ev-İçi Şiddet Hukuk Kliniği’yle ilgili olacak. Şimdi, öncelikle bir söz vardı demin Ayşe Hoca’nın belirttiği. Oradan başlayacağım. Başka bir şeyden başlayacaktım ama Ayşe Hoca onu söyleyince, oradan başlamak çok önemli. Yani orada avukat arkadaşın söylediği söz, bu çalışmaların da özellikle Ev-İçi Şiddet Hukuk Kliniği’yle ilgili çalışmaların da temel noktasını oluşturuyor. Dosyanın içinde insanı görmek. Yani bizim problemimiz de, bu çalışmaları ortaya koymada temel problemimiz de buydu. Yani bizim insanı görmemiz gerekiyor. Hukuk öğrencisine insanı göstermemiz gerekiyor ve dolayısıyla bu insanı gösterebilmek için, o dosyalar arasında unutturmamak için ne yapmamız gerekiyor? Bunlardaki temel hareket noktamızı bu soru oluşturdu. Bu soru Ev-İçi Şiddet Hukuk Kliniği’nde özellikle önemli. Neden önemli? Biliyoruz ki ev içi şiddet sadece bizim ülkemizde değil bütün dünyada da temel bir problemi oluşturuyor. Ev içi şiddetle ilgili mücadeleye yine biliyoruz ki, dünya düzeyinde oldukça yeni başlanmış durumda, yani tarihi 1980’lere uzanıyor. Bizim ülkemize geldiğimizdeyse, ülkemizdeki hukuki mevzuat açısından bakarsak 1980 (...) kabul edilmesiyle beraber gerekli çalışmaların yapıldığını görüyoruz. Şimdi, ev içi şiddetle mücadelede hukuk çok önemli rol oynuyor. Niye önemli rol oynuyor? Çünkü özellikle kadına yönelik şiddetin sürmesinde veya ev içi şiddetin devam etmesinde başlıca rol oynayan faktörlerden birisi hukuktur. Yani bunun başlıca sorumlularından birisi hukuktur, hukukçulardır. Neden dediğimizde, çünkü hukuk ev içi şiddeti görmemiştir, dokunmamıştır. Özel alan sorunu saymıştır. Örneğin, bir kadına sokaktaki bir adam tecavüz ettiğinde veya cinsel saldırıda bulunduğunda bunu bir cezalandırma konusu olarak değerlendirirken, evdeki koca tecavüz ettiğinde, bunu bir cezalandırma konusu olarak hiç görmemiştir. Suç olarak kabul edildiğinde ki yeni Ceza Kanunumuzla suç olarak kabul edilmiştir; hukuk uygulayıcıları, savcılar, avukatlar bunu bir suç olarak görmemişlerdir, görmemektedirler. Ancak, hukuk ev içi şiddeti görmeme, bunu özel alan sayma yüzünü değiştirmiştir, değiştirmektedir. Özellikle hukukumuzda 1990’lar sonundan itibaren yapılan değişiklikler, yeni Ceza Kanunundaki değişiklikler, Ailenin Korunması Kanunu ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, İstanbul Sözleşmesi, artık hukukun bu yüzünü değiştirdiğini açıkça ortaya koymaktadır. Yani hukuk demektedir ki; ben bununla mücadele ediyorum, ben bunu özel alan konusu saymıyorum, ben bunu cezalandırma konusu sayıyorum.
Ama hukukun bu değişen yüzü henüz uygulayıcılara yansımamıştır. Bunun başlıca nedenlerinden birisi de hukuk eğitimidir. Bunu açıkça ortaya koymak gerekiyor. Zira hukuk eğitiminde özellikle hukukun cinsiyetçi yüzü devam etmektedir ve objektiflik adına bu meselelere kör kalınmaktadır, dokunulmamaktadır. Bu konuda eğitimin önemi üzerinde duran; yani hukukun bu farkındalığını artık hukukun bu yüzünün değiştiğini, artık devletin bu işten sorumlu olduğunu ortaya koyan ve hukuk eğitimine bunu yansıtan Türkiye hukuk fakültelerindeki akademisyenlerin sayısı bir elin parmakları kadardır, belki de daha az. Bir de bunu ortaya koymak gerekiyor. Dolayısıyla, açıkça belirtilmesi gereken nokta; eğer biz ev içi şiddetle mücadele edeceksek, bunu ortadan kaldıracaksak, bu mücadele önündeki en büyük engellerden birinin hukukçular olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Hukukçulara da bu yönde eğitim vermeyen hukuk fakülteleridir. Dolayısıyla bizleriz sorumlu olan. Bu yüzden, artık hukukun bu değişen yüzünü, bunun cinsiyetçi tavır sürdürüp sürdürmemeyle ilgisi yok. Eğer hukukçuysak, pozitif hukuk metinleriyle hepimiz bağlıysak, uygulamaya yansıtmamız gerekiyor. Örneğin, boşanma davasında yer alan bir avukatın veya kocasını öldüren bir kadının davasına bakan bir avukatın ev içi şiddetle ilgili dinamikleri bilmesi gerekiyor. Bununla ilgili hukuki mevzuatların farkında olması gerekiyor, bununla ilgili, yorumlamada dayanacağı ilkeleri bilmesi gerekiyor. Dolayısıyla, hukuk eğitiminde ev içi şiddete yer verilmesi zorunludur. Bunu sağlayacak en önemli vasıtalardan birisi de hukuk kliniğidir. Dünden itibaren hukuk kliniğinin çok çeşitli yararları belirtildi, ortaya kondu. Elbette bunların hepsi önemli ama ev içi şiddette çok önemli bir yararı daha var, nedir bu? Türkiye kadına yönelik şiddetle mücadele edecekse, bunu ortaya koymadaki en önemli faktörlerden veya bunu sağlamadaki en önemli faktörlerden birisi; Ev İçi Şiddetle İlgili Hukuk Kliniği. Neden en önemli vasıta, bunu da üç madde halinde belirtmek gerekiyor. Birincisi, ev içi şiddetle ilgili olarak hukukçuların ihtimam, attention İngilizcesi de, özen göstermek ya da dertlenerek ilgilenmek şeklinde belirtebileceğimiz bir erdeme sahip olmaları gerekiyor. İkincisi, ihtimam göstermek için adaletsizliğin farkında olmak gerekiyor. Bunun için de öncelikle hukuk uygulayıcılarının ev içi şiddetten zarar görenlerin sesini duymayı öğrenmesi gerekiyor. Seslerini duyabilmek için farkında olmak gerekir, üçüncüsü bu. Farkında olmak ise, baskıların, engellerin ve önyargıların farkında olmaktır. Yani konu toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle ilgili engellerin, baskıların farkında olmakla ilgilidir. Bu üç şeyi kazandırmak bakımından hukuk kliniğinin önemini ortaya koymak gerekiyor Ev-İçi Şiddet Hukuk Kliniği’nde. Elbette bunu Ev-İçi Şiddet Hukuk Kliniği dersi tek başına yapamaz. Bir dönemlik, bir senelik bir dersle biz bunu yaparız demekle olmaz. Bunun için önceden temel bilgilendirme yapılmalı. Ardından da uygulamayla veya deneyimle bir tür aklıbaşındalık veya Aristotelesçi anlamda phronesis denilen şeyi kazandıracak bir eğitime girişilmesi gerekiyor. Az önce, Ayşe Hocam Sokak Hukuku dersi öğrencilerinin, Çocuk Hakları’ndaki temel eğitimi almış olmaları gerektiğini söyledi. Bu tür bir bilgiye sahip olmadan siz öğrencileri eğitime sokamazsınız. Dolayısıyla taban bilginin oluşturulması gerekiyor.
Şimdi, uygulamaya geçtiğimizden itibaren neler yaptık bunu belirtmeyle ilgili olarak kısaca tarihimizden söz edelim. 2005 yılında biz bu çalışmalara başladık. 2005 yılından itibaren de bu çalışmaları yaparken de hani fazla ses mes çıkmadı, gizli gizli yaptık, niye gizli gizli yaptık dersek de onu da söylemek gerekiyor. Yani bir anlamda gizli gizli yapmadık, bir anlamda gizli gizli yaptık. Hocamın da söylediği gibi ben Toplumsal Cinsiyet ve Adalet konusunda çalışıyorum ve Hukuk Meslek Etikleri konusunda çalışıyorum. Bunun da en önemli ayaklarından birisi Kadına Yönelik Şiddet. Kadına yönelik şiddetle ilgili uygulamada çalışırken, 2005 yılında Aile Mahkemeleri Hâkimleriyle bir toplantıda bulundum ve orada Aile Mahkemesi Hâkimlerinden birisi Nevin Hanım’a, gerçekten hayatımda önemli yeri olan hâkim arkadaşlardan birisi, dedim ki: “Ben öğrencilerle böyle bir çalışma yapmak istiyorum, bana yardım eder misiniz?” O da dedi ki: “Ederim.” Ve biz bu çalışmayı Aile Mahkemesi Hâkimleriyle başlattık. Sonra, Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi’ne gittim, dedim ki: “Ben Kadın Hakları Merkezi’nde öğrencilerimi çalıştırmak istiyorum, onlara bu konuda farkındalık kazandırmak istiyorum, bana yardım eder misiniz?” “Ederiz, öğrencilere kapımız açık.” dediler. Dolayısıyla, ben bu çalışmaya başlarken Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi ve Aile Mahkemesi Hâkimleri’yle başladım. Bu anlamda gizliydi. Peki kime karşı gizliydi: Benim fakülteme karşı gizliydi. Neden? Çünkü Fakültede birtakım engeller söz konusu oluyordu. Bilinmedik bir çalışmaydı, dolayısıyla engellenme riski çok fazlaydı ve başka anlamlara çok kolay çekilebilirdi. Bu tür tehlikeler vardı. Bu yüzden çalışmaları sessiz yapmanın ve sonuçları olumluysa da kendiliğinden yayılmasının önemli olduğunu düşündük. Bu çalışmaya yön veren başlıca uygulama olarak da Aile Mahkemeleri ve Kadın Hakları Grubu olarak 2006 yılında iki tane grup çalışması oturttuk. Tabi bundan önce bir bilgilendirme gerekiyordu, onun için de Fakültemizde seçimlik olarak yürütülen Hukuk’ta Kadın dersini alan öğrencilerden, ikinci sene Aile Mahkemeleri ve Kadın Hakları gruplarını oluşturmaya başladık. Başlangıcımız buna dayanıyor. Şimdi ne yaptığımıza gelince… İlk olarak Hukuk Fakültesi’nde bizim yürüttüğümüz Ev-İçi Şiddet Hukuk Kliniği denilen sertifikalı bir programımız var. Söz konusu program üç yıl sürüyor. İlk yılda; hukuk fakültelerindeki öğrenciler Hukuk’ta Kadın dersini almak zorundalar. Ders teorik olarak temel kavramların bilgilerini veriyor. Dersi alan öğrenciler mevzuatla ilgili bilgiye de sahip oluyorlar, temel kavramları da anlıyorlar. Ardından, bu dersi tamamladıktan sonra ikinci yılda, hukuk fakültesindeki öğrenciler, gruplara katılıyorlar; bunlar Aile Mahkemesi Grupları ve Kadın Hakları Grupları. Bu ikinci yılda öğrenciler ne yapıyorlar dediğimizde, burada Kadın Hakları, Grubu’nda yer alan öğrencilere öncelikle eğiticilerin eğitimi dersi veriliyor. Ardından da bu öğrenciler çeşitli gruplara eğitimler veriyorlar, kadın hakları konusunda, şiddet konusunda. Bu gruplar çeşitli olabiliyor, bunlar liseler olabiliyor. Bunun dışında, Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi çeşitli yerlere eğitim faaliyetleri yapıyor. Onların ayarladıkları yerlere gidebiliyoruz veya Halk Eğitim Merkezleri olabiliyor veya bizim fakültemize gelip bize bu konuda ders verir misiniz, seminer verir misiniz, diyen kadın derneklerinin sayıları gittikçe artıyor, onlar oluyor.
Bunlara yönelik öğrenciler eğitim çalışmaları yapıyor. İkinci yılın temel konusunu bu oluşturuyor. Tabi bu eğitim çalışmalarını yaparken öğrenciler eğitim materyallerini de kendileri hazırlıyor. Bu en önemli şey, öncelikle eğitim materyallerini hazırlıyorlar. Ardından hazırladıkları bu eğitim materyalleriyle eğitime çıkıyorlar. Kadın Hakları Grubu bahsettiğimiz şekilde. Bir de Aile Mahkemeleri Grupları var. Aile Mahkemeleri Gruplarındaki öğrencilerimizse, 4 tane Aile Mahkemesi’ne bütün bir sene boyunca gidiyorlar, duruşmaları izliyorlar, dosyaları inceliyorlar, dosyalar incelendikten sonra onlarla ilgili raporlar yazıyorlar ve bu raporlarla ilgili olarak uygulamadaki eksikleri saptayan ve çözüm önerileri sunan çalışmalar yapıyorlar. Bu çalışmada Aile Mahkemesi Hâkimlerinin önemini ben hiçbir şekilde yadsımıyorum. Bu çalışmayı çok götürdüler. Mesela diyorlar ki, öğrenciye kanunları (…) duruşmada yanlarında zaten, onlara da soru soruyorlar duruşma sırasında, bir olayla ilgili yargılamayla ilgili olarak sonra öğrencilerle toplanıyorlar; ne düşünüyorsunuz, bu konuda ne yapabiliriz? Veya diyorlar ki, şu konuyu gidin hazırlayın, bu konuda biz nasıl karar vereceğiz? Argümanlarınızla yarın bize gelin. Dolayısıyla, Aile Mahkemesi Hâkimleri bu konuda çok işbirliğine açık ve bizim çalışmamızı üst boyuta taşıyor. Daha sonra da Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı’ndan bir öneri geldi ki bu bizim de bulamadığımız bir öneriydi. Bu sene bu uygulamayı yapacağız. Aile Mahkemeleri’nde bize stant açacaklar, bu stantta öğrencilerimiz duracak ve burada mahkemeye gelen insanları hem bir tür rahatlatacaklar hem de hukuki hakları konusunda onlara biraz bilgilendirme yapılacak; içeride duruşmada ne olacak, başımıza neler gelebilir. Biraz rahatlatma biraz bilgi verme şeklinde bir çalışmaya girecekler. Bu da Aile Mahkemeleri’yle ilgili bizim ikinci yılda eklediğimiz yeni bir şey olacak. İkinci yılda Kadın Hakları Gurubu bu uygulamayı yaptı. Üçüncü yıla geldik. Grup çalışmasını da tamamladıktan sonra öğrenciler Hukuk Fakültesi’nin 4. sınıfında Ev-İçi Şiddet Hukuk Kliniği dersine katılıyorlar. Yani bu üç senelik bir eğitim süreci oluyor. Bu klinik dersinde öğrencilerin birebir şiddet mağdurlarıyla görüşmeleri söz konusu ve bunu farklı şekillerde yapıyorlar. Nasıl farklı şekillerde yapıyorlar dersek, bizim üç tane ayağımız var. Bir tanesi Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi, ikincisi Ankara Sincan Kadın Cezaevi, üçüncüsü de şurada gördüğünüz bizim Ankara Hukuk Fakültesi Ev-İçi Adalet Birimi. Şimdi, bizim bu çalışmalar ilerledikçe ve bunların olumlu boyutları otaya çıktıkça, yani fakültede de artık bu işi bu kadın ne için yapıyor? Para için yapmıyor anlaşıldı. Ün için yapmıyor anlaşıldı. E pek kimsenin uğraşacağı bir konu da değil, o da anlaşıldı. O yüzden biz bunu birazcık daha destekleyelim diye 2009 yılında Üniversite’nin desteğiyle bize Ev-İçi Adalet Birimi kuruldu. Bu Ev-İçi Adalet Birimi’nde ne yapılıyor? Buraya şiddet mağduru olan insanlar doğrudan doğruya başvurabiliyor. Dolayısıyla bizim kendimize ait Ankara Hukuk Fakültesi’nde böyle bir başvuru birimimiz var artık. 2009 yılından günümüze kadar bize 80 kişi başvurdu, bu sayı azdır, çünkü biz bu sayıyı da az görmeye çalışıyoruz. Başından sonuna kadar davayı görüp sonuçlandırmak için sayısının az olması gerekiyor. Çünkü hepimiz biliyoruz ki Türkiye’de kurumlar henüz çok yetersiz. Bu kurumlarla ilgili altyapılarımız yok. Dolayısıyla fazla yayılmamamızın temel nedenlerinden birisi de bu.
Yani öğrenciler üç yerde direkt olarak uygulamada yer alabiliyorlar. Birisi, Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi’nde, ikincisi, Ankara Sincan Kadın Cezaevi’nde, üçüncüsü de Ev İçi Adalet Birimi, kendi Fakültemizdeki birim. Sincan Kadın Cezaevi’yle ilgili olarak ben şunu söylemek istiyorum. Biz Sincan Kadın Cezaevine de 2009 yılında gitmeye başladık İlk gittiğimizde, gene Ankara Barosu’yla beraber gittik. Kocasın öldüren veya birlikte yaşadığı eşi, sevgilisi veya kişiyi öldüren kadınlarla buluştuk. Konuştuk, bitti. Sonra tekrar gittik gittik, yani bu iş böyle olmaz dedik, bir daha gittik. Bu sefer öğrencilerle beraber konferans vermeye gittik. Konferansta anlattık anlattık, yine bir şey olmadı. Yani anlattık, bitti. Onlara bir şey olmadı, böyle baktılar, biz de baktık çıktık. Sonra yine dedik ki bu iş olmuyor. Yargı paketiyle ilgili bize bir şeyler sormuşlardı. Üçüncü toplantımıza gittik. Onlara yargı paketiyle ilgili güzel sunumlar hazırladık ve bilgilendirme yaptık. Bu kez tamam biraz işlerine yaradı ama olmadı. Neyi olmadı? Biz orada yine insanı görmeyi başaramadık. Dolayısıyla olmamışlık duygusu habire geliyordu. Ondan sonra dördüncü gidişimizde yine kendilerinin isteği doğrultusunda bir bilgilendirme sunumu hazırladık, gittik, anlattık. O dördüncü gidişimizde kadın mahkûmlardan birisi geldi ve benim kolumu tuttu, dedi ki; “Benim dışarıda kocasından dayak yiyen bir kızım var. Onu o adamdan kurtarır mısın?” İşte o kadın bize yolu açtı. Peki bu yol nasıl bir yoldu? Oradaki kadın mahkûmların ve tutukluların ulaşamayacakları konularda, tabi ki hukuki konularda onlara yardım etmek, onların dertlerine bir çare bulmak yoluydu. Biz böyle başladık orada. Şimdi çalışma bu şekilde devam ediyor, öğrencilerle gidiyoruz, her bir mahkûmla birebir, yüz yüze hepimiz görüşüyoruz, onların öncelikle öykülerini alıyoruz, sonra geliyoruz, araştırıyoruz, dosyalarını buluyoruz. Bir de şunun altını çizmek lazım, cezaevindeki mahkûmların, özellikle yoksul mahkûmların avukatları yok, avukatları olmadığı için de birçok hak kaybına uğruyorlar. Adli yardımdan avukat geliyor. Avukat bir kere ortaya çıkıyor, ondan sonra hiç ortada yok. Dolayısıyla o kapanmışlık içerisinde çok ciddi problemleri var. Biz bu problemi tespit ettik ve biz ne yapabilirize geldik ve böyle bir yol bulduk. İki senedir bu çalışmanın içerisindeyiz ama daha bunu geliştirmedik. Bu devam eden bir şey, işliyor mu? İşliyor. Şimdiye kadar yani iki senedir 160 kadın mahkûmla birebir görüşmemiz oldu ve iki sene boyunca da toplam 160 tane mektup yazdık. Bu mektupları yazmada, dosyalara ulaşmada bize mahkemeler, hukuk olsun, Asliye Ceza, Ağır Ceza Hâkimleri olsun gerçekten çok yardım ettiler, dosyalara ulaşmamızı sağladılar, işin niteliğini anlayınca herkes size yardım etmeye başlıyor yani, onu gördük. Onu birebir gördük bu çalışmada. Dolayısıyla bu çalışmayı çok değerli buluyorum. Cezaevindeki bu çalışmayı çok değerli buluyorum. Asıl bunu geliştirmek, bunun üzerine bir şeyler yapmak… hemen hedefimizi oluşturuyoruz, ilerideki yıllarda tabi nereye götürür bu, bunu tam olarak bilemiyorum. Şimdi buradaki çalışmalarla ilgili… Mesela buradaki bu resim lisedeki bir çalışmayla ilgili, çok kalabalık gruptu, bunlar ilk faaliyetlerimiz, bu kadar kalabalık gruplara sadece konferans veriliyor, bir şey yapılmıyor. Onun için de küçük gruplar halinde ve hocamın da söylediği gibi böyle sürekli bir eğitim, 9-10 haftalık bir eğitim ya da en az 6 haftalık bir eğitimin liselere verilmesi önemli oluyor.
Bu eğitimlerde öğrencilerimiz yer alıyor, öğrencilere bir şey oluyor. Öğrenciler anlattıkları için ufukları gelişiyor. Ama dinleyen kalabalık gruba bir şey olmuyor. Bu nedenle bu faaliyeti küçük küçük gruplarla yapmak gerekiyor. Öğrenciler yıl içerisinde bizim çok iş yapıyorlar. Mesela Aile Mahkemeleri Sempozyumları düzenliyorlar. Bunlarda da inanılmaz yoğunluk oluyor, onları da belirteyim. Küçük gruplarımız bunlar. Bunlar hukuk fakültesine gelip eğitim almak isteyen gruplardı. Bunlara ilişkin küçük eğitimler veriyoruz. Bunlar en başarılı olan, sürekli olan çalışmalar. Üç yılın sonunda bu çalışmayı tamamladıktan sonra da öğrencilerimize sertifika vererek işi tamamlıyoruz. Dün Kıvılcım’ın çok haklı bir sorusu vardı, onu söylemek istiyorum çünkü biz birebir yaşadık, dedi ki; “Bu tür şiddete uğramış kişilerle karşılaştığında acaba öğrenciler psikolojik olarak etkileniyor mu, psikolojileri bozuluyor mu, onlara bir şey yapmak gerekiyor mu?” Oluyor. Mesela cezaevine gittiğimizde sabaha kadar ağlayan öğrenci biliyorum. Cezaevinden çıkışta ağlama krizine giren öğrenci biliyorum. Dolayısıyla biz bu şiddet konusunda çalışan kadın psikologlardan üniversitemizden yardım alıyoruz. Onlarla beraber oturup konuşuyoruz. Bu bize çok yardımcı oluyor. Şiddet konusunda çalışan kadın psikologlar şunun için de çok önemli, şiddet mağduruyla nasıl konuşulması gerektiğini öğrencilere öğretiyor. O konuşmanın anahtar kelimeleri, cümleleri var. O konuda da çok yardım alıyoruz. Bu bakımdan o sorduğun soru çok haklıydı. Birebir onu yaşayan olarak destek almanızı kuvvetle tavsiye ederim. Ben süremi aştım, çok aştım değil mi Hocam. Çok özür dilerim. Bitiriyorum. Çok teşekkür ederim.
Nüvit Gerek: Biz de değerli hocamıza çok teşekkür ediyoruz. Gene pek çok toplantıda olduğu gibi Kadın Hakları ön plana çıktı. Tabi ki kadın hakları önemli ama konunun bundan ibaret olmadığını düşünüyorum. Şimdi bildiğiniz gibi son zamanlarda pek çok yeni üniversite ve hukuk fakültesi açıldı. Bunların içerisinde dikkati çeken üniversiteler ve fakülteler var. Bunlardan bir tanesi de İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin eğitim konusundaki ciddiyetini takip ediyorum ve takdir ediyorum. Bugün de aramızda bu güzide üniversitemizin, fakültemizin mensubu olan iki değerli genç meslektaşımız bizlerle beraber, Sayın İdil Elveriş ve Ezgi Taboğlu, sunumlarında kendi üniversiteleriyle ilgili deneyimlerini bize aktaracaklar. Sayın İdil Elveriş Klinik Programlar Koordinatörü, Adalete Erişim ve Yargı Çalışmaları Çalışma Grubu Koordinatörü. 1996 İstanbul Hukuk mezunu. Doktorasını 2012 İstanbul Bilgi Üniversitesi Siyaset Bölümü’nden alıyor. 2003 yılından beri Bilgi Üniversitesi mensubu olarak çalışıyor. Hukuk Kliniklerinin öncülüğünü yapıyor, Adalete Erişim, Fakirlik ve Hukuk, Yargı, Adalet Sistemi ve Mahkemeler özellikle ilgi alanları. Sayın Ezgi Taboğlu da yine genç bir akademisyen. Hukuk ve Psikoloji dallarında çift anadal yapmış kendisi, üniversitesinden 2009 yılı mezunu. 2012 yılından beri fakültesinde görevli. Ceza Adaleti, Kriminoloji, Cezaevleri ve Alternatif İnfaz Yöntemleri özellikle ilgilendiği alanlar. Şimdi sunumları için sözü ben kendilerine bırakıyorum, buyurun.
İdil Elveriş: Çok teşekkür ederim Hocam. Herkese günaydın. Ben hiperaktifim, oturarak sunum yapamıyorum, o yüzden buraya geldim, lütfen kusura bakmayın. Ben de herkese teşekkür ederek başlayayım. Biz 2005 yılında aslında buradaki ortamı oluşturmak için bir konferans düzenledik ama görüyorum ki her fikrin bir zamanı var, o zaman da bu zamanmış. Dolayısıyla buradaki katılımı görünce insan çok mutlu oluyor, gurur duyuyor, dolayısıyla emeği geçen herkese bir kez daha teşekkür etmek isterim. Şimdi, şuradan başlamak lazım, dünden beri dile getirilen, hem yabancı konuşmacılarımızın hem burada söz alan, sorularıyla haklı endişeler ve katkılar yapan kişilerin söylediklerinden sonra ben biraz sunumumu değiştirdim, onlara ilişkin de bir şeyler söylemek istedim. Şimdi, dün rektör bey gerçekten çok önemli bir şey söyledi; Türkiye’de sosyal bilimlerin yeterince gelişmemiş olmasının, Türkiye’nin toplumsal sorunlarına çözüm üretilmesinde büyük bir eksiklik olduğunu söyledi, bu gerçekten çok doğru bir tespit. Ama son en azından 5-6 yıldır, belki 10 yıldır Türkiye’de sosyal bilimler patlaması da yaşanıyor, yani müthiş araştırmalar yapılıyor, müthiş konular üzerinden de gidiliyor. Yani bunu kadın konusuna da getirebilirsiniz, yoksulluk araştırmalarına da getirebilirsiniz, kimlik vesaire yani bunun her konuda örneği var. Rektör beyin söylediği çok önemli şeylerden bir tanesi de; üçüncü nesil üniversite kavramıydı. Üniversitenin topluma hizmet etmesi gerektiğinden söz etti ve kliniği o kontekste oturdu. Ben de çok doğru söylediğini düşünüyorum. Buna ek olarak şunu söylemek lazım. Üçüncü nesil bir üniversitede, böyle bir güncel toplumda, özür dilerim, global toplumda, bugün geldiğimiz yerde, bilginin bir iktidar aracı olmaktan çıkması gerekiyor. Hukuki bilgi de buna dahil. Bir iktidar, bir güç aracı olmaktan çıkması gerekiyor. Bu anlamda, Gülriz Hoca da çok güzel söyledi, bizim hukukçular olarak belki sosyal bilimciler olarak, yani hukukçuları kast etmiyorum burada, hayattan kopuk, fildişi kulelerde akademik anlayışı gerçekten bırakmamız gerekiyor. Üniversiteyle toplumu bir araya, uygulamayı ve teoriyi bir araya getiren, yaklaştıran bir şey yapmamız gerekiyor. Şimdi, bunu söylüyoruz ama bunu yapmaya gelince herkes bildiği yoldan eski şeklinde devam etmek istiyor, buna benim üniversitem de dâhil. Konuşuluyor, konuşuluyor, hep aynı şeyden şikâyet: Çocuklar öğrenmiyorlar, hiçbir şeyi hatırlamıyorlar. Ay işte biz bunlara nasıl yapacağız? Müfredat. Vesaire, vesaire… Sonunda herkes kendi bildiği takribi yolla derslerine devam etme kararı alıyor. Dolayısıyla bence şunla öncelikle yüzleşmek lazım. Maalesef hukukçular aldıkları eğitim gereği ya da mesleklerinin bir sonucu olarak çok muhafazakârlar. Çok fazla muhafazakârlar. Lütfen bununla yüzleşelim. Buna ilişkin bir literatür de var, hatta hukuk fakültelerinin öğrencileri bozduğu, itaate, konformizme ve menfaat grupçuluğuna yönelttiğine dair. Dolayısıyla, bizim burada biraz çuvaldızı kendimize batırarak ilerlememiz gerektiğini düşünüyorum. Bütün bunları söyledim; biz kliniklere başlarken aslında biraz buralardan yola çıkmaya çalıştık. Bilgi Üniversitesi de aslında hem bulunduğu kampüsler nedeniyle ki bunlar bilerek seçilmiş yerlerdir, çevreye katkısı olması istenmiş yerlerdir. Yani yine bir sosyal duyarlılık misyonu nedeniyle de böyle bir şeye girmeye karar vermiş üniversitedir.
Yani gitti İstanbul’un çok kötü mekânlarında kampüsler kurdu, özellikle o çevreden, o mahalleden insanların üniversitede çalışmasını istedi, etrafa katkı sağlamak istedi, dolayısıyla bunları biraz düşünmek lazım. Burada öğrenci profilimiz de tabi önemli, çünkü İstanbul’da bir vakıf üniversitesi olduğunuz zaman size gelen öğrenciler, evet burslu öğrencileriniz var, % 20’ye yakını öyle ama şunu kabul edelim; orta-üst sınıf gelir grubunda olan, özel liselerde okumuş, işte şu sitelerde belli korumacı ya da korunmuş hayatlar yaşayan, toplumda insanların nasıl yaşadığıyla çok fazla ilgisi olmayan korunmuş ailelerden gelen öğrencilerden bahsediyoruz. Bunları da düşünmek gerekiyordu. Başlarken bir başka düşündüğümüz şey de, dünyada ne oluyor? Almanya, Fransa dışında ne oluyor, buna da bakmaya çalıştık. Sürekli bir şikâyet hali var hukuk eğitiminden, yani bugün şimdi sorsam hepiniz şikâyet edersiniz ama neyi, ne yapmalıyız? Daha çok ders anlatmalıyız. Hatta işte hukuk fakültesinin süresini 5 yıla çıkaralım, 6 yıla çıkaralım, 15 yıla çıkaralım ve hatta kredili şekilde dersleri anlatmaya devam edelim. Yani hep aynısından yapmaya devam edelim, hiçbir işe yaramıyor ama biz yine de yapalım, 6 sene olsun, 18 sene olsun gibi. Şimdi, hâlbuki biz şunu da biliyoruz, araştırmalar, burada söylendi de, klasik tarzda eğitimde öğrenmenin % 10’da kaldığını gösteriyor. Hukuk kliniği gibi bir şeye başlarken şunu da çok düşünmek gerektiğini düşünüyorum, burada konuşulan şeylerle çok alakalı: Bu ülkede hukuk hangi rolü oynadı? Bunu her zaman hatırlamamız gerekiyor. Dün konuşanlar kendi ülkelerinden örnekler verdiler, yani hukuk kendi ülkelerinde bir baskı aracı, bir toplumsal dayatma aracı oldu. Türkiye’de de buna benzer bir geçmiş olduğunu biliyoruz, tepeden inme, topluma belli bir şey dayatan ve maalesef bunu ki altını çizerek söylemek lazım: Türkiye’de Hukuk güçlüyü haklı kılmanın bir aracı olagelmiştir!
Dolayısıyla, hukuk klinikleri aslında Türkiye için bir paradigma değişimidir; hukuku güçlüyü haklı kılmak için değil, güçsüzü güçlendirmek için kullanabilmenin bir aracıdır. Hatta şudur, hukuku toplumda bir sosyal fayda yaratmak için kullanmaktır, yani kamu sağlığı gibi, aşılama gibi bir şeydir. Siz hukuku koruyucu bir anlamda kullanırsanız, kişileri güçlendirici bir şey olarak kullanırsanız; o zaman vatandaşlar da hukuku dayatmacı, onları ezen, onları görmeyen, insanı görmeyen bir şey olarak görmekten vazgeçebilirler. Böyle bir umudu da bence içinde barındırıyor. Dün bu soru soruldu zaten. Yani hukuk klinikleri insanların Hukuka olan güvenini artırabilir mi? Böyle bir potansiyeli olduğunu ben düşünüyorum. Şu da çok önemli, hukuk dedik ya tepeden inme, devlete ait bir şey olageldi bu ülkede. Siz paradigmayı tersine çevirebilirseniz, herkesin hukuktan faydalanmasını sağlayabilirseniz o zaman toplum da hukuka sahip çıkar, hukuk topluma ait bir şey olur, devlete ait bir şey de. (Kayıt sonu) Bu çok iyi bir şey ama şunu da unutmamak lazım, özellikle bizim ulaşmak istediğimiz kesimlerin bir, böyle bir okuryazarlığı yok, yani internet okuryazarlığı, teknolojik fark durumu var. Bir başka şey, Gülriz Hoca da dile getirdi, Türkiye’de adalete erişimin bir aracı olması gereken Adli Yardım Hizmeti’nin sunuluşu çok sıkıntılı, açıklamaya gerek yok. Bunun ötesinde Türkiye’de, dün de biraz konuşuldu, gönüllülük, yani pro bono denilen İngilizcesi ya da Latince’den gelme tabiriyle, Türkiye’de gönüllü olarak hukuki hizmet sunmanın da çok yeni bir gelenek olduğunu biliyoruz. Yeni yeni oluşmaya başlayan bir gelenek olduğunu biliyoruz. Ama Malgorzata’nın da dün bizi uyardığı gibi, hukuk klinikleri ya da gönüllü hizmetler devletin sunması gereken bir şeyin önüne geçmemek durumunda, yani bunu, adalete erişimi sağlaması gereken devlettir. Vatandaşlar buna katkı yapabilirler ve yapmalıdır, çünkü hepimiz birbirimizle dayanışmak ve birbirimize sahip çıkmak durumundayız. Elbetti ki, hukuk öğrencileri de bunu öğrenmek zorundalar ama bu bir devletin görevlerini üstlenme şekline dönüşmemeli. Bir başka adalete erişim engelinin bilgiye ilişkin olduğunu biliyoruz, Hocam da söyledi: Bir şeyi istemeniz için onu bilmeniz lazım, hakkınızı bilmezseniz o zaman onu da istemeniz mümkün olmaz. Dolayısıyla, adalete erişim bakımından bir başka mesele de hak bilinci, hak farkındalığına ilişkin eksiklik. Bunu çoğaltabiliriz ama biraz daha hukuk kliniği üzerinden gitmek isterim. Bunun içerisine mesela usullerin, prosedürlerin karmaşıklığını, her şeyin hukuk, kanunların hukukçular için yazılmasını vatandaşlar için değil, onların anlayabileceği bir dilin kullanılmamasını, bir sürü şeyi ekleyebiliriz. Ve biz bütün bunlardan yola çıktığımızda ne yaptık, nasıl yaptık bunları biraz anlatmak istiyorum. Hukuk kliniğine girişirken dekanlık desteği çok çok önemli, dekanlık desteği olmadan neredeyse hiçbir şeyin olması mümkün değil. Bunu mutlaka açık yüreklilikle ortaya koymak gerekiyor. Vizyon sahibi, bunu anlayan, önemseyen bir dekanlık, bir yönetim şart. Yine çok eğitim alındı, yani ne yapıldı? Birçok Georgetown, American University gibi yerlerdeki eğitimlere gidildi, oradan hocalar geldi, David de bize ders verenler arasındaydı. Macaristan örneğine baktık, Güney Afrika’ya baktık, Polonya’da hatta ben okula gelmeden araştırmalar yapıldı. Bize destek olan buradaki gibi donörler oldu. Çünkü buralara gitmek, gelmek, o hocaları getirtmek bunlar maddi şeyler sonuçta. Şu çok önemliydi, dekanlık desteği şu anlama da geliyor, Hocam gibi, sertifika programları, cebelleşme, gönüllük vesaire gibi şeylerle uğraşmıyorsunuz, bir ders açıyorsunuz, seçimlik bir ders açıyorsunuz ve bu dersin kredi karşılığı olması gerektiğini düşündüğünüz için de bunun gereğini yapıyorsunuz. Niçin seçimlik bir ders? Çünkü böyle bir ders söz konusuysa her öğrenci bunu yapmaz, yapamaz, yapmak da istemez. Biz de, elinin kenarıyla iş yapmak isteyen öğrenciyi böyle bir şeyin içerisinde istemeyiz, seçimlik ders olmasındaki sebep bu. İkincisi de; öğrenciler çok çalışıyorlar burada, dolayısıyla onlara bir havuç vermeniz lazım, yani bu sadece 3 krediyle olabilecek bir şey değil, bir dönemlik bir ders değil iki dönemlik bir ders, dolayısıyla 6 kredi. Şunu da söylemek lazım, niçin ilk dönem 0, ikinci dönem 6 kredi? İlk dönem öğrencilerin yapacakları Hukuk Kliniği, hangi klinikte çalışacaklarsa ona hazırlamakla geçiyor ama siz öğrenciye üç kredi verirseniz, o: “Ay bu çok zormuş, ben en iyisi ikinci dönem bunu almayayım”, diyebilir. Dolayısıyla bunu biraz teşvik etmemek için ilk dönemki hazırlık sınıfına 0 kredi veriyorsunuz, ikinci dönemine 6 kredi veriyorsunuz. En azından bizim benimsediğimiz çözüm bu oldu. Ben tam zamanlı kişi olarak, bundan sorumlu devlet bakanı olarak işe alındım. Kurumsal desteği, dekanlık desteği dedik, seçimlik ders olması dedik, kredinin ayarlanması dedik, bir kişinin bundan sorumlu olması önemli, bu anlamda bir kaynak sıkıntısı olmaması açısından da önemliydi, çünkü dışarıdan birisiyle yürütmeye çalıştığınızda çok fazla verim alamayabilirsiniz ama donörlerle de çalışmak önemli.
Dün burada hep konuşuldu, hangi konularda çalışmak lazım? Ne yapmak lazım? Türkiye’de ve belki de dünyada bilinmeyen şeylere karşı böyle bir kuşkuculuk, böyle gizli gündem aramaları gibi şeyler hep olabiliyor. Dolayısıyla, siz bir şeye başlamadan karşınıza bir sürü şey, insanları almak istemiyorsunuz. Hep böyle bir ülkede biliyorsunuz, semboller savaşı üzerinden gidiyorsunuz. Dolayısıyla, çok fazla tepki çekmeyecek bir yerden, çok fazla tepki almayacak bir modelden yola çıkmaya çalıştık. Bu nedenle Gündelik Hayatta Hukuk Kliniği ile başlamak bizim için doğruydu. Bu klinikte ne yaptığımızı Ezgi Taboğlu birazdan sizinle paylaşacak. Kendisi de Bakırköy Kadın Cezaevinde ilk ders vermiş olan klinik öğrencilerinden bir tanesidir ama artık büyüdü, kanatlandı, dolayısıyla onun içerisinden geliyor ve şimdi bizim kürsümüzde asistan olarak çalışıyor. Sonra, derslere başladık, yani Gündelik Hayatta Hukuk Kliniği’ni kurduk, ondan sonraki sene Özel Hukuk Kliniği’ne geçtik. Dün konuştuğumuz sebeplerden dolayı bunu yapmadan, yani Özel Hukuk Kliniği’ni kurmadan önce barolarla görüşelim diye düşündük biz de. Ama bu düşüncemizden vazgeçtik, çünkü anlamayabilirler, anlamadıkları gibi engel olmaya çalışabilirler diye düşündük. Sonuçta biz akademik bir kurumuz, belli bir özerkliğimiz var, hangi dersi vereceğimizi de kimseye danışmak durumunda değiliz diye düşündük. Dolayısıyla icazet alır gibi olmak da istemedik. Biraz bekleyelim bu başarılı olsun, ne olduğu anlaşılsın, ondan sonra belki bunu konuşmak daha anlamlı olur diye düşündük. Ama Hocamın da söylediği sebeplerden dolayı, bir şeyi de yapıyorsunuz ama kör gözüm parmağına şeklinde yapmanın da çok bir manası yok, o anlamda biraz görünürlükten de kaçınmaya çalıştık. Yapıyoruz ama size de nispet yapar gibi bir tavırla bunun yapılmadığının altını çizmek için söylüyorum. Ne yapıldı? Özellikle hukuki yardım kliniğini ben anlatıyorum, yani Özel Hukuk Kliniği’ni, Ezgi, Günlük Hayatta Hukuk Kliniği’ni anlatacak ama öğrenciler gerçekten de ilk dönemde iletişim, mülakat yapma, kriz yaşayan insanlarla, mağdur olmuş kişilerle nasıl mülakat yapılır, üzerine eğitildiler. Bunları çeşitli simülasyonlarla, rollerle vesaire yaptık. Ve onlara öğretmeye çalıştığımız şeyler arasında, müvekkil odaklılık, görüşülen kişinin menfaatlerini koruma ve temsilde etik meseleler ve yükümlülükler nelerdir ki dün sorulardan bir tanesi buydu, yani gizlilik, sır saklama, bunlara ilişkin öğrencilerin dikkatlerini çekmeye çalıştık. Malgorzata da bahsetti, zaman içersinde check listler oluşturduk. Yani öğrencilerin takip etmesi gereken birtakım prosedürler belirledik. Yani bir kişiyle görüşmeye, bir kişi bizimle görüşmeye geldiğinde ne yapması lazım? Check liste bakacak, cep telefonunu kapattın mı? Güvenliğe haber verdin mi? Gidip müvekkili oradan aldın mı? Bir gün önceden teyit ettin mi buluşacağınız yeri? Su koydun mu? Her neyse. Dosya tutma standartları geliştirdik. Bir kişi söyledi, herkesin uygulamada öğrendiği şeyi öğrencinin üniversitede öğrenmesi güzel bir şey. Hukukta dosyalar üstten alta doğru tutulmaz, aşağıdan yukarıya doğru tutulur ki açarsınız ne olduğunu en son görürsünüz? Şu nasıl oldu? Yani bir sorumluluğunuzun olması söz konusu olabilir, buna karşı ne yapıyorsunuz? Bizim bulduğumuz çözümlerden bir tanesi, öğrencilerin check listte mülakattan önce yapmaları gereken şeyler var ama mülakat sırasında da yapmaları gereken şeyler var. Ve mülakat sırasında söylemeleri gereken ilk şey: Biz öğrenciyiz, hocalarımızın denetiminde bu hizmeti size sunuyoruz, bir. İkinci, bu hizmet ücretsizdir. Çünkü insanlar bir menfaat karşılığı böyle bir şey yaptığınızı düşünebiliyorlar, dolayısıyla bu ücretsizdir, eğitim amaçlıdır, biz de öğrenciyiz. Karşı tarafa bunu böyle bir “disclaimer” gibi söylediğiniz zaman, onların da beklentilerini şartlandırabilme imkânına kavuşmuş oluyorsunuz. Ben buna çok katılmıyorum ama diğer arkadaşlar böyle düşünüyorlar.
Biz onlara bir hukuki görüş ya da bir araştırma ya da bir bilgi sunduğumuzda bunu yazılı olarak yapmamayı da seçtik. Bazen evet, basit bir dilekçe yardımında bulunuyoruz, o zaman onu yazılı veriyoruz. Ama hukuki durumun ne olduğunu anlatıyoruz, yazılı olarak vermiyoruz. Ben çok katılmıyorum ama öyle gelişti. Öğrenciler daha sonra bütün bu iletişim, mülakat yapma, bu etik meseleler yükümler vesaire hukuki araştırma yapma ve görüş yazmayı öğrendiler. Bu yazdıkları onlarla hep oturularak değerlendirildi; şu olmuş, bu olmamış, bunu çıkar, bunu ekle, burada bir Yargıtay kararı var bakılmamış, niye yapmadınız? De ler, da lar ayrı yazılıra kadar işte justified paragraf, efendim Times New Roman’la 1,5 satır aralığı yapmayı öğrenmelerine kadar onlara geri bildirimde bulunuldu. En önemlisi, Hocam da burada çok güzel dile getirdi, öğrencilerin hukuka bir mevzuat hukukçusu olarak yaklaşmalarını istemiyoruz. Eğer biz bir paradigma değişiminden bahsediyorsak, eğer biz toplum için hukuku kullanmaktan bahsediyorsak, mevcut kanunları, ne yapalım bu da böyle, yapacak bir şey yok, hadi dükkanı kapatıp gidelim, şeklinde yorumlanmasını istemiyoruz. Tam Hocamın bahsettiği şekilde, öğrencilere eleştirel hukuk teorisinden bahsediyoruz, bunun içerisinde feminist hukuk teorisi de var. Eleştirel hukuk teorisinin söylediği temel şey: Objektiflik mobjektiflik yalan bunlar. Yok öyle bir şey. Tabi ki hukukun da tuttuğu bir taraf var ve bu taraf şimdiye kadar, bunu Amerika’dan alarak belki söylemek lazım, beyaz, erkek, güçlü kişilerin değerlerini kodifiye etmek üzerine kurdu. Dolayısıyla, biz öğrencilerin yeni hukuk, eleştirel hukuk teorilerine de expose etmeye çalışıyoruz ki, hukuka statükodan yana, mevzuattan yana, onu farklılaştıran bir yerden değil, sorgulayıcı, fakirin yanında, güçsüzün yanında eleştirel bir bakış geliştirebilmeyi öğrensinler ve bunu yaparken de, sadece burada benim bahsettiğim gibi, anlattığım gibi bunu yapmıyoruz, eleştirel bakacaksınız hukuka. Onlara belgeseller izletmeye çalışıyoruz, biliyorsunuz Türkiye’de silikozis diye bir hastalık var. Silikozis hastalığı kot taşlama işçiliğinden ortaya çıktı. İşçilerin son derece sağlıksız koşullarda sosyal güvenliksiz çalışmalarında çıkartıldı, ortaya çıktı ve insanlar patır patır ölmeye başladılar. Bununla ilgili çekilmiş bir belgesel var. Şimdi siz bunu öğrenciye izlettiğinizde, bu insanların çaresizlikten o işlerde çalıştığını, hiçbir hukuki korumadan faydalanamadığını gösterdiğinizde, bu onlar için unutulmaz bir şey oluyor. Ya da meslek hastalığı denilen prosedürün; nefes alamayan, yürüyemeyen bir insanın gerçekleştiremeyeceği kadar karmaşık prosedürlerle, avukatsız asla yapamayacağı şeylerle dolu olduğunu gösterdiğiniz zaman, o öğrenci mevcut hukuki düzenlemelerin yapılabilirliği konusunda, sizin onlara bir sekiz derste anlatamayacağınız şeyi bir belgeseli izleyerek öğrenebilir. İkinci döneme geçtiğimizde, hukuki yardım kliniğinde gelen, bize yapılan başvuruları teker teker değerlendirmeye başlıyorlar. Özellikle ikinci dönemde her hafta öğrencilerle, birazdan resimlerini göstereceğim, değerlendirme yapılıyor, herkes kendi dosyasından bahsediyor, bu bir akran öğrenmesi yöntemidir, bazen çünkü çok güzel çözümler geliştiriyorlar kendi kendilerine. Diyoruz ki, lütfen Defne bunu Alparslan’a anlat, Alparslan bunu Utku’ya anlat. Birbirlerinden öğrenmeleri çok önemli ki bunu bilirsiniz hukukçular çok yaparlar, avukatlar birbirlerine sorarlar, hâkimler birbirlerine sorarlar, savcı bey siz ne yaptınız vesaire gibi, bunu teşvik etmek çok önemli. Şimdi, şunu da cevaplayayım, mahkemelerde dava mı açacak öğrenciler vesaire gibi şeyler söylendi. Ha pardon ona geçmeden şunu da söyleyeyim, bu bir, hem bir akran öğrenmesi hem de bir psikolojik deşarj sağlama aracı, çünkü bazen karşınıza çıkan dosyalar gerçekten çok üzücü, çok şaşırtıcı, tokat etkisinde olabiliyor!
Ve şunu hatırlayalım, yani bizim öğrencilerimiz, bir kez daha söyleyeyim, orta-üst gelir gruplarından gelen son derece steril, böyle sitelerde korumalı hayatlar yaşamış insanlar, biraz yüzleşecekler yani gerçeklerle, çünkü gerçekler bunlar. Ama tabi her zaman buna hazırlıklı olmayabiliyorlar. Yani çok zorlayan dosyalar oluyor, mesela bir kekeme müvekkil ya da görüşmeci gelmişti, görüşme 5 saat sürmüş! 5 saat! Ve çocuklar çıktıklarında mahvolmuşlardı, perişanlardı. Bu çok güzel bir tecrübe aslında. Dolayısıyla, birbirleriyle de paylaşarak yaşadıkları sıkıntıları buradan da bir öğrenme sağlayabiliyorlar. Tekrar şunu söyleyelim, genelde hukuki temsil değil, hukuki bilgi ihtiyacı oluyor insanların. Bir çekyat aldım, bunun taksitlerini ödemeye çalışıyorum, bir tanesini iki günlüğüne kaçırdım hepsi muaccel oldu, ben ne yapacağım? Muaccel ne? Buradan başlayabiliyorsunuz. Dün Alpaslan Bey söyledi, hiç kimliği olmamış kadının, 30 yaşına gelmiş kimliği olmamış. Ya da çok basit bir dilekçeyle çözülebilecek birtakım işlerimiz oluyor, genelde hep hukuki bilgi vererek çözüyoruz. Ya da iş sözleşmeleri, işten çıkartılmalar, sosyal güvenliğin olmaması gibi şeyler. Nasıl ulaştık insanlara onu söylemek lazım. Böyle A4 kâğıtlara duyurular hazırladık ve okulun etrafında Rotary Çocuk Yuvası vardı. Beyoğlu Belediyesi’nin bir Beyaz Masa’sı vardı. Oraya gittik, muhtarlara gittik ki bu size söylediğim kimlik vakası muhtardan gelmiştir. Muhtar beni hâlâ arar: Hocam burada bilmem kim var, gelin de ilgilenin, falan diye. Okullara gittik, okulların çünkü aile birlikleri var. Okullar, orada çocukları dolayısıyla problem yaşayan insanlarla da yüz yüze geliyorlar. Yani insanlarla temas noktalarını kullanabilmek çok önemli, nerelere gidiyorlar? Camiye gittik mesela, camide de çünkü insanlar geliyorlar, konuşuyorlar, problemlerini anlatıyorlar, imam biliyor orada kimin nesi var vesaire. Ve Bilgi’ye, Bilgi’nin koridorlarına astığımız ilanlar oldu. Bugün çok ilginç bir şekilde, hiç böyle yola çıkmamıştık ama kliniğin en önemli müşterileri arasında Bilgi Üniversitesi’nin hizmetlileri var ve onların akrabaları, onların komşuları var. Şoförler, bahçıvanlar, aşçılar, yani aklınıza gelebilecek herkes. Ve onların Kuştepe’deki başka tanıdıkları, kapıcı bilmem kim, vesaire diye böyle gidiyor. Ama çalıştığımız STK’lar da var, bunları döneme göre değiştiriyoruz. Örneğin bu sene Asker Hakları Platformu’yla çalıştık. Gey-Lezbiyen-Transseksüellerin bir derneği var. Onlar bize başvurdular. Onlarla biraz çalışmaya çalıştık olmadı. Bir dahaki sene daha artacaktır. Bunu şunun için de söylüyorum, zaman içerisinde bu duyuldukça, size gelen insanlar ya da size iletilen talepler de çeşitlenmeye başlıyor. Mesela mülteciler falan da geldi arada. Arnavutluklu birisi geldi, Afrikalı bir göçmen geldi. Onlara da elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalıştık ama oralara gitmeme kararı aldık. Mesela şiddet görmüş kadınlarla çalışmama kararı aldık. Bunun bir sebebi, İstanbul’da bu konuda çalışan çok fazla STK’nın olmasıydı. Bir sebep buydu. İkincisi de, şiddet açıkçası öğrencilerimize bir zarar verebilir korkusu yaşadık. Belki bu korkunun üzerine gitmek gerekiyor. Dün sorulanlar arasında bu da vardı. Kriterimiz yok, yani biz, bize gelenler zengin midir, fakir midir buna bakmıyoruz. Çünkü zaten bize geliyorsa durumu belli, genelde öyle oluyor. Bir tane, iki tane durumu iyi olduğu halde merak ettiği bir şeyi öğrenmek isteyen öğrenciler oldu; efendim askerlik hizmetini bilmem ne yapmak istiyormuş, o yüzden ismini değiştirtmek, yaşını düzelttirmek istiyormuş! Ay buyur kendin yap onu! Yani bize ihtiyacın yok o anlamda. Bu bir görüntü, böyle bir odamız var, bu iki kuzucuk benim, bizim öğrencilerimiz. Meslektaşım Ulaş Bey bu sene Özel Hukuk Kliniği’nden sorumluydu. Bir masanın etrafında konuşuluyor. Aslında Ulaş genelde geride de oturuyor. İlk başta görüşülürken sorunun ne olduğu anlaşılmaya çalışılıyor. Böyle bir çalışma ortamları var. Ama çoğunlukla öğrencilerin okuldaki bilgisayarları, kendi bilgisayarlarını kullandığını görüyorsunuz. Bu da size bahsettiğim değerlendirme dersleri.
O gün fotoğraf çekimi için böyle bir mizansen oluşturuldu, özür diliyorum hepinizden. Normalde 12 kişilik bir sınıfı oluyor, burada gruplar halinde çalışan öğrenciler kendi dosyalarını anlatıyorlar, ne yaptılar, ne ettiler ve ondan sonra hocayla değerlendiriliyor. Ne tür işlerle karşılaştık? Biz ilk başta Özel Hukuk Kliniği değil Aile Hukuku Kliniği diye yola çıkmıştık ama öyle olmadı, her türlü özel hukuk meselesi geldi. Arada Mülteci Kliniğimiz oldu, mülteci hukuku üzerine çalışan bir hocamız vardı. ICMC ve (...) işbirliği yapıldı. Öğrenciler oraya gönderildiler, orada hukuki hizmet verdiler. Şunu da söylemek lazım. Öğrenciler hukuki bilgi veriyor evet ama bazen avukat da gerekiyor. Böyle durumlarda bizim İnsan Hakları Merkezi’nde kurmuş olduğumuz bir pro bono ağı var. Yani gönüllü avukat ağı var. Oraya dosyaları yönlendiriyoruz ama bu çok sık olan bir şey değil. 9 yılda 123 tane dosyaya bakmışız. Çok mütevazı rakamlar bunlar, görebilirsiniz. Son 2 yıldır öğrenci sayımız 12-14 civarında, bunu aşmamaya çalışıyoruz. İlk başlarda bu 4 kişiydi, 6 kişiydi, hep iyi öğrencileri seçmeye çalışıyoruz. Belli bir ortalamalı, bir çalışma disiplini olan, genelde 3. ve 4. sınıflardan alıyoruz ve mutlaka mülakatla alıyoruz öğrencileri. Çünkü hem nitelikli olduklarından emin olmak istiyoruz hem de neyin içersine girdiklerini bilsinler istiyoruz. Bu eski bir şeyden, istatistikten updated değil ama görebilirsiniz, bakın en çok meseleler sosyal güvenlik meseleleri oluyor. Gerçekten çok fazla sömürü var. İnanılmaz bir şey. Aile hukuku meseleleri çok fazla oluyor, barınma ve kira meseleleri. Zaten dünya literatüründe de bu böyledir; düşük gelir, sosyo-ekonomik gelir grubunun temel meseleleri bunlardır. Barınma, aile ve iş ve sosyal güvenlik meseleleridir. Gündelik Hayatta Hukuk Kliniği’nde de ne yaptığımıza çok kısaca değineyim. Burada tek tek kişilere hukuki yardım vermektense hukuki eğitim veriyoruz ve Ayşe Hoca bahsetti, 2 hafta yaptık dedi. Biz 9 hafta boyunca bunu yapıyoruz ki belli bir hukuki farkındalık kazanılsın. Çünkü bu zamanla olan ve gelişen bir şey. Öğrenciler bu sefer ilk dönemlerinde eğitici olmaları, interaktif şekilde ders yapmaları yönünde eğitiliyorlar. Biz sizin gibi aslında ilköğretim 8. sınıflarda başladık. Cezaevlerine gitmeye hemen başlamamıştık. İlk önce İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nden izin almıştık ve müfredatta olan 8. sınıfların İnsan Hakları derslerine benim öğrencilerim dersin hocasıyla birlikte girdiler ve 8 hafta boyunca onlarla hukuk konularını yaptılar interaktif metotlarla. 3-4 sene böyle çalıştık, fakat sonra İstanbul Milli Eğitim Müdürü değişti. Türkiye’de de bildiğiniz gibi, bir müdür bir şey yapıyorsa, öbürünün onu yapmaması esastır. Dolayısıyla yeni müdür buna izin vermedi. Bu çok üzücü bir şey aslında. Çünkü etkiyi görebiliyordunuz. Öğrenciler o 3-4 sene içerisinde asker, polis olmaktan hâkim olmayı istemeye, savcı olmayı istemeye başlıyordu. Benim öğrencilerim o çocuklar için rol modeli oluyordu. Yani asker, polisi de küçümsemek için söylemiyorum, farklılaştırabilmek için söylüyorum. Olmadı. Sonra bir STK ile çalıştık. Son 6 yıldır da dersleri cezaevlerinde yapıyoruz. Önce kadın cezaevinde başladık, sonra erkek cezaevlerine geçtik. Birazdan Ezgi anlatacak. Adalet Bakanlığı Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’yle izin alarak çalışıyoruz. Bu da bizim broşürümüz. Burada da çok önemli. Bu tarz şeyleri duyururken vatandaşın dilini konuşmak lazım. Yani hukuki bilgi, hukuki danışmanlık bu değil. Ücretsiz, birincisi bu, ücretsiz hukuki bilgi. Ama siz ücretsiz hukuki bilgi deyince bunu anlayacaklarını da düşünemezsiniz. Örnekledik, nüfus cüzdanınız mı yok? Ev sahibinizle sorun mu yaşıyorsunuz? Tapu alamıyor musunuz? SSK’dan maaşınız mı bağlanmıyor gibi. Bu arkası ve önüdür, bu da ön tarafı, iç tarafı olacak, evet, resimlerle anlatmaya çalıştık. Bir de şuna geleyim. Her iki klinikte de, ister Gündelik Hayatta Hukuk Kliniği olsun, ister Özel Hukuk Kliniği olsun öğrenciyle çok yoğun çalışmanız lazım. Ben öğrencilere cep numaramı veriyorum. Bu çok hoşlarına gidiyor ama bir tanesi değerlendirme formuna bunu yazmış. Hocaya her zaman ulaşabilmek çok güzel ama o da size ulaşıyor. Dolayısıyla böyle bir tarafı da var. Öğrenci denetlemeniz hem verilen hizmetin kalitesini kontrol etmek anlamında, yani Uludağ Üniversitesi’nden Hocamın dün söylediği, o acemilikten zarar gelmesini önlemek için gerekli hem de öğrenciyi değerlendirebilmek için gerekli.
Ama başarıya da ulaştı, bu sene cezaevlerindekiler bizden resmen, hukuk kliniği ikiyi istediler, tepeme bindiler ve biz de en sonunda 9 haftanın üzerine 6 haftalık bir Hukuk Kliniği II’yi başlattık, yani advanced level, bir şey oldu. Bu sene hukuki yardım kliniğinde 12 öğrenci vardı, 6 grup vardı dolayısıyla, öğrenciler 21-22 yaş ortalamasında. Şu da çok önemli, kız-erkek sayısını mutlaka eşit tutmak gerekiyor bu tarz işlerde. Ben buna çok dikkat etmeye çalışıyorum, çünkü bu böyle kızların evcilik oynadığı bir şey ya da erkek öğrencilerin sırf böyle hukuk bürosuyla ilgili şeylerini öğrendiği bir uygulama değil. Bu toplumsal bir şey. Burada birlikte olunması çok önemli. Toplumdaki o cinsiyet rollerini pekiştirtmemek çok önemli. Ama onun ötesinde bir kadın bir kadınla görüşmeyi tercih edebileceği gibi bazı durumlarda, bir erkek de bir erkekle görüşmeyi tercih edebilir. Dolayısıyla o grupların mutlaka eşit, yani kadınlı-erkekli olmasında önem var. Şu da çok vakit alıyor gerçekten. Öğrencilerin yazdıkları şeyleri çok, bir kez, iki kez, üç kez düzeltmeniz, dört kez düzeltmeniz gerekiyor. Bunları da söyledik dün. Öğrencilerin dosya tutmalarını vesaireyi değerlendiriyoruz. Ben cezaevlerindeki öğrencilerden bazı durumları aldım buraya; öğrenciler bu üç ayın, yani cezaevindeki hükümlüler bu üç ayın nasıl geçtiğini anlamadıklarını söylediler. Bu beni çok mutlu etti ve gururlandırdı. Sanki hep bizi beklemişlerdi. Onların dışarıyla bağlantısı gibiydik. Onlar benim sayemde değil, ben onlar sayesinde hukuka inanır oldum. Bu tecrübe bende büyük farkındalık yarattı, bizden öyle büyük beklentileri var ki, bana: “Buraya gelmek kolay değil, siz cesaret ettiniz, bizi dinlediniz ve bize insan olduğumuzu hatırlattınız” dediler. Bu gerçekten çok önemli. Hep teşekkür mektupları geliyor. Hepsi, kurduğumuz iletişimin ne kadar iyi olduğunu söylüyor. Bence, burada da dile getirildi: İnsanı görmek gerekiyor. Yani hukuk hukuk için değil, hukuk insan için, her şey insan için. Dolayısıyla, öğrencilere bunu öğretebilmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum, kendilerine güvenlerinin arttığını söylüyorlar, ifade becerilerinin geliştiğini söylüyorlar. Burada da çok ilginç bir şey var: “Ceza sistemimizin iyi işlemediğini biliyordum ama meğer hiç işlemiyormuş”, demiş bir tanesi. Bunu öğrendikten sonra, dünya artık o eski rahat yer olmayacak, bu benim için çok net. Zaten tam da böyle olması gerekiyor, çünkü dünya o güzel, rahat yer değil, öyle bir şey yok. Bizim orta-üst sınıf öğrencilerimiz de bunu öğrendilerse ne mutlu bize. Şimdi ben size böyle mutluluk resmi çiziyorum, birazcık da zorluklara geleyim. Evet, bir başarı var ortada. Bize her sene birçok ülkeden çok ziyaretçi geliyor. Ben eğitimlere vesaireye gidiyorum ama şunu da hiç unutmamak lazım. Hukuk kliniği kurmak hukuk eğitiminin geleneksel çerçevesini değiştirmek anlamına geliyor. Bu da bir zihniyet değişimi demek. Zihniyet değişimi de muhafazakâr hukukçularda öyle hızlı olan bir şey değil. Ve kurumsal destek olmadan, bir kez daha söyleyeyim, yürümesi mümkün değil. Şunu da söylemek lazım, risk alıyorsunuz, ciddi risk alıyorsunuz. Siz öğrencilerinizi okul gibi korunaklı bir yerden dışarıya saldığınız anda bir risk alıyorsunuz. O riski yönetmeniz lazım. O riski de orada olarak, denetleyerek, başlarında durarak yönetmeye çalışıyorsunuz. Çok yorucu bir şey. Her yerin ayrı bir riski var. Bakın, okullarda ders yaptığımızda pedofili örnekleriyle karşılaştık. Müdürün dayak attığını ben gördüm çocuklara. Şimdi ne yapacaksınız? Bu sizi böyle çok zor durumlarla karşı karşıya bırakıyor. STK ile çalıştığınızda devamlılık meselesi yaşıyorsunuz, çünkü STK’larda böyle bir sorun var. Ceza infaz kurumlarında yapılan çalışmaların da ayrı zorlukları var. Bakanlıkla, bakanlığın bu birimiyle çalışmak çok kolay bir şey değil. Ceza infaz kurumlarının kendisi zaten çok zor yerler çalışabilmek için. Sürekli bir sürü şeyi yutmanız gerekiyor, gülümseyerek, sempatik kanallardan çözmeye çalıştığınız şeyler oluyor. Bazen de çözemiyorsunuz, tepeniz atıyor, başsavcıya kadar çıkıyorsunuz. Ama mümkün mertebe ılımlı olmaya çalışıyorsunuz. Şunu da mutlaka söylemek istiyorum, çünkü dün de konuşuldu. Yani biz hükümetle kavga mı edeceğiz? Devletle kavga mı edeceğiz vesaire.
Şimdi ben bugüne kadar Bilgi’nin hukuk camiasında geliştirdiği bağımsız tavır sayesinde bunları yapabildiğimize inanıyorum. Bağımsız tavır demek bence, illa anti bir tavır olmak, tavır sahibi olmak anlamına gelmiyor. İlla bir karşıtlık üzerinden olması gerekmiyor. Türkiye’de bu genelde böyle olageldi. Biz her kurumla çalışma gayretindeyiz, onu, o çalışmayı nasıl ortaya koyduğunuz, ne yaptığınız bence çok önemli. Bu, eleştiri yapmadığınız anlamına da gelmiyor. Bunu karşı tarafı sıkıştırmak, onu böyle birilerinin önünde mahcup etmek vesaire için yapmadığınızı karşı tarafa anlatır bir dil kullanmanız, yapıcı olmanız çok önemli. Ama bu da Türkiye atmosferinde eleştirilerden kurtulmanıza hiçbir şekilde katkı sağlamayabilir ama bazı gerçeklerle de yaşıyoruz işte. Şunu da söylemek lazım, İstanbul’da 23 tane hukuk fakültesi var. Hızlı gitmeye çalışıyorum ama yine de çok uzun, uzattım özür diliyorum. Hukuk kliniklerini rekabet oltası olarak kullanmak isteyen fakültelerin olmasından ben şahsen endişe ediyorum. Teneke bir ilgi olabilir diye düşünüyorum. Oysa klinikler bir sürdürülebilme meselesi. Taş üstüne taş koymamız gerekiyor. Devam etmemiz gerekiyor. Yılmayacaksınız, sürekli devam edeceksiniz. Bu da kurumsal destek olmadan, o gün şöyle, bugün böyleyle olabilecek bir şey değil. Son slayt, Hoca da söyledi, klinikle uğraştığınız zaman diğer meslektaşlarınız size deli gözüyle bakıyor, çok net: Deli, bildiğin deli! Buna da hazır olmak lazım. Ben de bununla yaşadım, bununla karşılaştım. Meslektaşlarım için de söylüyorum. Kendinizi iki kere ispatlamanız gerekiyor. Yani hem doktoranızı yapacaksınız, hem akademisyen olacaksınız, derslerinizi vereceksiniz, her şeyi çok iyi yapacaksınız; bir de bu deli icadı, Müslüman mahallesinde salyangoz satmak olan kliniği iyi yapacaksınız, onu kuracaksınız, onu geliştireceksiniz. Biraz fazla olabiliyor! Yüzümdeki çizgileri son beş, altı, yedi yıldaki ikisini birlikte yapmaya çalışmaya borçlu olduğumu düşünüyorum. Kurumsallaştırmanız lazım ve bizim şu anda 10 sene sonunda geldiğimiz yer burası. Şimdi hükümlülere yönelik bir temel hukuki okuryazarlık kitabı hazırlıyoruz, çünkü 9 haftalık derslerle olmaz, bir kitapçık lazım. Çünkü soruyorlar, devam ediyorlar, öğrenmeye devam etmek istiyorlar. Aslında bizim ihtiyacımız olan, dışarıdaki modellerde gördüğümüz gibi, sırf bu işle ilgilenecek birisi. O noktaya henüz gelemedik. Yeni insanları yetiştirmeniz, bunun içerisine katmanız, yeni klinikler açmanız lazım. Belki bunu bir bursla yurtdışına, hukuk kliniklerinde mastır yapacak kişileri yurtdışına göndererek, sonra onların know how’ını üniversiteye tahvil ederek yapmanız lazım. Bunların üzerine kafa yoruyoruz. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim, çok hızlı ve uzun oldu.
Dostları ilə paylaş: |