I d I n I a V a 3IV1ho nin



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə103/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   99   100   101   102   103   104   105   106   ...   140

YALÇIN, HÜSEYİN CAHİT

(7Aralık 1874, Balıkesir -18 Ekim 1957, İstanbul) Gazeteci, yazar.



1896'da Mekteb-i Mülkiye'yi(->) bitirdi. Maarif Nezareti'nde memurluk, sonra okullarda Türkçe ve Fransızca öğretmenliği yaptı. Bu sırada Servet-i Fünun 'da(-0 ilk edebi yazılarını yayımladı. Bir süre sonra, Tevfik Fikret'in(->) ayrılması üzerine, derginin yönetimini de üstlendi ve Ede-biyat-ı Cedide de denilen Servet-i Fünun edebiyatının(-0 önde gelen yazarları arasında yer aldı. İlk romanları Nadide (İst., 1891), Hayal içinde (İst., 1901) ve hikâye kitabı Hayat-ı Muhayyel (İst., 1899) bu sırada yayımlandı. Servet-i Fünun 'daki bir çevirisi dolayısıyla önce tutuklandı, sonra aklandı ama yazarlık faaliyetlerine ara vermek zorunda kaldı. II. Abdülhamid rejiminin baskılı döneminde Tevfik Fikret ve arkadaşlarıyla Yeni Zelanda'ya göçü bile düşündüler. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı üzerine arkadaşlarıyla Tanin'i(->) çıkardı, sonra gazetenin tek başına sahibi oldu. Basit, yalın Türkçesi, çekici üslubu ve polemiklerdeki yeteneği sebebiyle bir anda İttihad ve Terakki'nin birinci derecede sözcüsü durumuna geldi. Aynı zamanda, Osmanlı toplumu içinde Türk kesiminin savunuculuğunu üstlendi. Bu yüzden Otuz Bir Mart Olayı'nda(->) en önde öldürülmek istenenlerdendi. İttihad ve Terakki'nin milletvekili oldu. Mütareke döneminde İngilizler tarafından Mal ta'y a sürüldü. 1922'de dönüşünde yeniden Tanin'i çıkardı. Bir yandan tutucu güçlere karşı dikilirken, diğer yandan basın özgürlüğünün tam işlemesini istiyordu. 1924 başında İstiklal Mahkemesi'nden beraatla çıktıysa da 1925'te Takrir-i Sükûn yasasıyla, gazetesi kapatıldı ve Çorum'a sürgün edildi. 1926' da affa uğradıktan sonra İstanbul'da Fikir

Hareketlen dergisini (1833-1940) çıkardı. Genelde liberal ekonomi ve demokrasi yanlısıydı. 1939'dan 1952'ye kadar CHP' den milletvekili oldu. Bu arada 1943-1947 arasında Tanin'i tekrar çıkardı. Ulus'ta. başyazarlık yaptı. Demokratik Parti ile sert polemiklere girdi. Bir yazısı nedeniyle dokunulmazlığı kaldırıldı. 1954'te hükümet aleyhindeki bir yazısı dolayısıyla hapse atıldı ise de cumhurbaşkanı tarafından affedildi. Anıları Kavgalarım (İst., 1910), Edebi Hatıralar (İst., 1935, yb Edebiyat Anılan, 1975) ve Siyasal Anılar (.1976) adları altında yayımlanmıştır. Küçük hikâyelerinde çok başarılı olmuş ise de bunlar siyasi polemikçiliğinin yanında ikinci plana itilmiştir. Bunlar Hayat-ı Hakikiye Sahneleri (İst., 1910) ve Niçin Aldatırlarmış (İst., 1924) adlı kitaplarda toplanmıştır.

ORHAN KOLOĞLU

Hüseyin Cahit Yalçın

leksiyo:


Nuri Akbayar kok

YALDIZLI HAN

Eminönü İlçesi'nde, Kapalıçarşı'nın(->) Tığcılar Kapısı'ndan çıkınca, Tığcılar Sokağı üzerinde, Pastırmacı Hanı'nın yanındadır. Kitabesi olmayan yapının kesin tarihi ve banisi belli değildir. Ancak mimari detaylarına bakılarak ve çevresindeki hanlarla karşılaştırılarak 18. yy'a ait olduğu söylenebilir. Etrafı diğer yapılar ile sınırlandığından, yalnızca sokağa bakan batı cephesi görülmektedir. Yapının içine, batı cephesinden iri yuvarlak kemerli taş bir kapının ardındaki beşik tonozlu bir geçitten girilir. Oldukça yıpranmış cephe tuğla ve taş örgülüdür ve yuvarlak kemerli pencerelerle donatılmıştır. Ancak, pencerelerin üstlerinde görülen hafif sivri boşaltma kemerlerinin izleri, pencerelerin daha önce düz söveli olduğunu düşündürmektedir. Yapı, revaklı bir avlu etrafında iki katlı olarak düzenlenmiştir. Yuvarlak revak kemerleri tuğladır ve yanlarda küçük, ortada büyük açıklıklı kemerlerin dizilmesiyle atlamalı olarak kullanılmıştır. Katlar beşik tonozla örtülü merdivenlerle birbirine bağlanmıştır. Katları taşıyan payeler taştır. Zemin katın revak örtüleri beşik tonoz, üst katta ise çapraz tonozludur. Alt ve üst kat odalar beşik tonozludur. Kapı ve pencereler taş söveli, üstleri yuvarlak kemerli ve sağır alınlıklıdır. Yapı herhangi bir süsleme özelliği göstermez.



İki katlı ve tek avlulu yapı günümüzde bakımsız ve yıpranmış olarak kullanılmaktadır. Bibi. Güran, İstanbul Hanları, 140-141.

TARKAN OKÇUOĞLU



YALDIZLI TEKKE

Üsküdar îlçesi'nde, Pazarbaşı Mahallesi'n-de, Boybeyi Sokağı üzerinde, Çavuşbaşı (Seyyid Ahmed Paşa) Sıbyan Mektebi'nin karşısında yer almaktadır.

Celvetîliliğin(->) Fenaî şubesini kuran Kütahyalı Şeyh Seyyid Fenaî Ali Efendi (ö. 1745) tarafından 1714'te kurulmuş ve söz konusu şubenin merkezi (âsitanesi ve pir makamı) olmuştur. Fenaî Ali Efendi, ünlü Celvetî şeyhlerinden ve bu tarikatın Sela-mî şubesinin kurucusu olan Selamı Ali Efendi'nin (ö. 1692) halifelerindendir.

Cami-tevhidhane, 1180/1766-67'de minaresine yıldırım düşmesi sonucunda harap olmuş, durum dönemin hükümdarı III. Mustafa'ya bildirilmiş, adı geçen sultan Divan-ı Âli hacegânmdan Tıflî Meh-med Emin Efendi'yi bina emini tayin ederek tekkeyi yeni baştan inşa ettirmiştir. Geçen yüzyılın ilk yarısında Yaldızlı Tekke, Kavalah Mehmed Ali Paşa (ö. 1848) ailesinin ilgi ve yardımını görmüş, 1293/1876' da M. Ali Paşa'nın kızı Zeyneb Kâmil Hanım (ö. 1881) tarafından son şekliyle ihya edilmiştir. Bu arada M. Ali Paşa'nın eşi, Zeyneb Kâmil Hanım'ın annesi Şeminur Hanım (ö. 1863) ile M. Ali Paşa'nın oğlu Abdülhalim Paşa'nın eşi Vicdan Hanım (ö. 1888) için tekkenin haziresinde son derecede gösterişli kabirler yaptırılmış ve söz konusu kabirleri kuşatan yaldızlı şebekeden dolayı tekke "Yaldızlı Tekke" adıyla tanınmıştır.

Cumhuriyet döneminde cami-tevhidha-ne, Fenaî Ali Efendi Türbesi ve hazire dışında kalan tekke bölümleri ortadan kalkmış, yakın bir tarihte çevre halkının yardımları ile onartılan bu yapılardan türbenin cepheleri traverten levhalar ile kaplanmış, ayrıca hiçbir mimari üslubu olmayan bir cümle kapısı inşa edilmiştir.

Kaynaklarda banisinin adıyla da anılan tekkenin ayin günü çarşamba idi. Ali Fenaî Efendi'den sonra posta halifesi Şeyh Abdullah Rıfkî Efendi (ö. 1770), A. Rıfkî Efendi'nin oğlu Şeyh Mehmed Nazif Efendi (ö. 1792) ve Hattat Şeyh Mehmed Şakir Efendi geçmiş, M. Şakir Efendi'den sonra, Cel-vetîliğin Haşimî şubesinin merkezi Haşim Efendi Tekkesi'nin(-») postnişini Şeyh Mehmed Galib Efendi'nin (ö. 1831) halifesi Şeyh Mehmed Efendi (ö. 1845) meşihatı devralmıştır.

Arsanın güneybatı köşesinde, Boybeyi Sokağı üzerinde yer alan cami-tevhidha-ne kare planlı (10,50x10,50 m) bir alanı kaplar. Duvarları moloz taş ve tuğla ile örülmüş, üstleri sıvanmıştır. Kırma çatı halen Marsilya tipi kiremitlerle kaplıdır. Yapının iki adet girişi vardır. Bunlardan cümle kapısı niteliğinde olan giriş doğu duvarında yer almakta ve avluya açılmaktadır. Dikdörtgen açıklıklı bu kapının yanlarında aynı nitelikte birer pencere görü-

lür. Esasen yapıdaki bütün açıklıklar dikdörtgendir. Cümle kapısından önce, yapının doğu duvarı boyunca uzanan zemini yükseltilmiş olan bir maksureye geçilir. Üst kattaki mahfili taşıyan üç adet kare kesitli ahşap sütun ve ahşap korkuluklar ile sınırlandırılmış olan bu maksurenin kuzey ucunda üst kata çıkan merdiven ve bunun altına yerleştirilmiş ufak bir ardiye yer alır. Mekânın batı duvarı boyunca da buradaki maksurenin eşi olan diğer bir maksure uzanmaktadır.

Cami-tevhidhanenin kuzey duvarında daha ziyade tekke sakinlerince kullanıldığı anlaşılan, cümle kapısına nispetle daha ufak boyutlu ikinci bir kapı bulunmaktadır. Bu kapıdan önce dikdörtgen planlı bir sofaya geçilir. Maksurelerle aynı derinlikte olan bu sofanın kuzeye (avluya) açılan bir penceresi, doğu ve batı yönlerine açılan birer kapısı, güney yönündeki cami-tevhidhane harimine açılan bir kapı ile penceresi vardır. Doğudaki kapıdan, yapının kuzeydoğu köşesini işgal eden dikdörtgen planlı bir mekâna geçilir. İkisi kuzeye (avluya), biri harime bakan toplam üç adet pencerenin aydınlattığı bu mekân âyin öncesinde ya da sonrasında dervişlerin sohbet ettikleri, icabında giyinip soyundukları, ayrıca bazı tarikat eşyalarının saklandığı bir tür meydan odası olsa gerektir. Sofanın batısındaki kapıdan ise yapının kuzeybatı köşesinde yer alan, kare planlı minyatür bir sofaya geçilir. Batıya açılan bir pencere ile aydınlanan bu sofadan, yapının batı duvarına yaslanan bir ahşap merdiven hareket etmekte ve üst kattaki kadınlar mahfiline çıkmaktadır.

Karimin güney duvarının ortasında, yarım yuvarlak hücreli, sepet kulpu kemerli mihrap yer alır. Yanlarda altlı üstlü ikişer pencere açılmıştır. Batı yönündeki zemin kat maksurelerinin sınırına köşkü soğan kubbe ile taçlandırılmış, basit görünümlü minber yerleştirilmiştir. Zemin kattaki bütün tavanlar paşalarla teşkil edil-

miş ince uzun dikdörtgenlere taksim edilmiş olup "çubuklu" denilen tiptedir.

Üst katta ayin alanına tekabül eden boşluk üç yönden (doğu, batı ve kuzey) "U" biçiminde mahfillerle kuşatılmıştır. Yapının güneydoğu köşesinde dışarı taşan kare bir kaide üzerinde yükselen daire kesitli minare basit bir şerefe ile donatılmış bulunmakta, kubbe biçiminde küçük bir kagir külahla son bulmaktadır.

Cami-tevhidhane, inşa edildiği dönemde, Osmanlı mimari ortamında hâlâ varlığı hissedilen, özellikle ufak çapta mescit ve tekkelerde tercih edilen ampir üslubunun izlerini taşımaktadır. Herhangi bir süsleme öğesinin bulunmadığı, hareketsiz cephelerde dikdörtgen açıklıklı kapı ve pencereler sıralanmaktadır. İç mekânda da kayda değer mimari ayrıntı ve süsleme yoktur. Sade görünümlü mihrabın içinde kordonlarla tutturulmuş kıvrımlı perde ve kandil motifleri göze çarpar. Minber ahşaptan mamul olup basık kemerli kapıları ve köşkünü taçlandıran soğan kubbesi ile Ab-dülaziz dönemi eklektizmini oldukça basit bir düzeyde temsil etmektedir.

Baninin ahşap sandukasını barındıran türbe kagir duvarlı ve kırma çatılı olup yaklaşık 6x5 m boyutlarında, köşeleri 45° pahlanmış, dikdörtgen bir plana sahiptir. Bütün açıklıklar yuvarlak kemerlerle geçilmiştir. Giriş doğu duvarında yer alır. Aslında dördü pahlı köşelerde, biri de batı duvarında, girişin karşısında olmak üzere toplam beş adet pencere ile donatılmıştı. Güney ve kuzey duvarlarında da pencereler ile aynı boyutlarda kemerli ikişer niş sıralanmaktaydı. Cephelerinin traverten levhaları ile kaplandığı son onarımda bu nişlerden güneye bakanlar pencereye dönüştürülerek yapının dokusunun yamsıra özgün planına da müdahale edilmiştir. Türbenin içinde Şeyh Fenaî Ali Efendi'nin, 1711'de vuku bulan Osmanlı-Rus Savaşı'na "ordu şeyhi" sıfatı ile katılması sonucunda sahip olduğu sancağın, sandukasının

Yaldızlı

Tekke'de cami-tevhidhane ile türbenin doğu cepheleri. MSÜ Arşivi/ Seymen

başucuna dikili olarak durduğu, bayrağın da puşide olarak sanduka üzerine örtüldü-ğü bilinmektedir.

Hazire türbe ile Boybeyi Sokağı arasındaki kesimde uzanmaktadır. Türbenin kuzeyinde de tek tuk kabirler mevcuttur. Haziredeki mezarlar arasında Kavalah Mehmed Ali Paşa'nın eşi Şeminur Hanım ile gelini Vicdan Hanım'ın açık türbe ka-rakterindeki mezarları dikkati çeker. Eklektik zevki yansıtan dökümden mamul bir şebeke ile kuşatılmış olan her iki mezarda, beyaz mermerden çok ince bir işçilikle yontulmuş olan lahitler ve şahideler devirlerinin karmaşık üslubunu en iyi şekilde gözler önüne sermektedir. Girlandlar, "S" ve "C" kıvrımları, çeşitli türde rozetler, kabartma güller, beyzi ve dairevi madalyonlar, kıvrık dallar, yivli pilastıiar ve diğer süsleme unsurları barok, ampir ve rokoko üsluplarının ilginç bir karışımını sergilemektedir.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 220-222; Ayvan-sarayî, Mecmua-i Tevârih, 229; Çetin, Tekkeler, 589; Aynur, Saliha Sultan, 35, no. 64; Âsitâne, 14; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 70-71, no. 121, no. 301; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 12; Raif, Mir'at, 131-133; İhsaiyat II, 21; Zâ-kir, Mecmua-i Tekâyâ, 22; Öz, İstanbul Camileri, II, 24; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 67, 151-152, 348-350; H. K. Yılmaz, Azîz Mahmûd Hü-dâyîve Celvetiyye Tarikatı, ist., 1982, s. 241-242, 275-277; M. Özdamar, DersaadetDergâhları, İst., 1994, s. 259.

M. BAHA TANMAN



YALI KÖŞKÜ

Lale Devri'nde (1718-1730) inşa ettirilen Çırağan Sarayı'na(->) bağlı olan Yalı Köşkü bugünkü Çırağan Sarayı'nın arazisinde bulunmaktaydı.



Tamamen tarihe karışmış olan Yalı Köşkü, Lale Devri'nde, III. Ahmed'in (hd 1703-1730) damadı ve sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'ya (ö. 1730) hediye ettiği arazi üzerinde, adı geçen paşa tarafından yaptırılan Çırağan Sarayı'nın bünyesindeki köşklerdendir. Büyük bir ihtimalle bu köşk de Lale Devri'ne, en geç bir tarihleme ile I. Mahmûd dönemine (1730-1754) aittir. 1740 ve 1741'de Avusturya elçilik heyeti ile İstanbul'da bulunan Gudenus, Yalı Köşkü'nde sadrazamın ve sadrazam kethüdasının heyete verdikleri ziyafetleri anlatmış, bu arada yapının mimari ve bezeme özelliklerine ilişkin bilgiler aktarmış, ayrıca köşkün basit bir krokisini çizmiştir. Söz konusu bilgilere ve krokiye dayanarak S. H. Eldem'in gerçekleştirdiği restitüsyona göre Yalı Köşkü ahşap, tek katlı iki bölümden meydana gelmekteydi. Aynı eksen üzerinde iki bağımsız köşk olarak tasarlanan bu yapılardan biri Boğaz kıyısında yer almakta, arka taraftaki diğer köşkle bunun arasında geniş bir havuz bulunmaktaydı.

Boğaz kıyısındaki rıhtıma oturan köşkte Türk sivil mimarisinin en eski ve en yaygın, dört eyvanlı divanhane şemasının üç eyvanlı varyantı uygulanmıştır. Köşkün merkezinde, Boğaz (doğu) yönündeki köşeleri pahlanmış, dikdörtgen planlı ve ze-



YALI KÖŞKÜ

416

417


YALILAR

tali birimlerin var olduğu tahmin edilmektedir. Köşklerin cephe tasarımları hakkında, aynı döneme ait ve benzer tasarım özellikleri sergileyen diğer bazı sivil mimari eserlerinden hareketle şu tahminler ileri sürülebilir: Eyvanları kuşatan pencerelerin kare açıklıklı ve ahşap kepenkli olmaları, pencerelerin altında enine dikdörtgen panoların, üstünde de paşalarla tespit edil-



Gouffier'nin Voyaqe pittoresque de la Greceadh betimleyen bir gravür.

Çırağan'daki Yalı Köşkü'nün Gudenus'un krokisine göre restitüsyon planı. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II

mini mermer döşeli bir sofa, sofanın ortasında fıskiyeli, kare planlı bir havuz bulunmaktadır. Kuzey, güney ve doğu yönlerinde, zemini bir seki ile yükseltilmiş ve sedirlerle donatılmış, dikdörtgen planlı birer eyvan, havuzlu sofayı kuşatmaktadır. Sofanın ortasındaki fıskiyeli havuzdan hareket eden bir kanal, köşkün batı cephesindeki giriş açıklığının altından geçerek arkadaki havuza ulaşır. Gudenus söz konusu kanalın balık sırtı şeklinde kabartmalarla bezeli olduğunu, ayrıca bu zeminin üzerinde balık kabartmalarının görüldüğünü, ziyafet sırasında havuzun çevresinde, tahta tepsiler üzerine çiçek vazolarının, yemiş sepetlerinin ve şekerleme kutularının dizildiğini nakletmektedir.

TETTV Arşivi

Havuzun gerisindeki diğer köşk ise iki eyvanlı bir divanhane şeklinde tasarlanmış, kuzey ve güney yönlerinde yer alan sedirli eyvanların arası selsebilli bir sofa şeklinde değerlendirilmiştir. Köşkün arka (batı) duvarına yaslanan selsebilin suyu yine bir kanalla köşklerin arasındaki büyük havuza aktarılmakta, böylece her iki köşk, aralarındaki havuz ve bunun ekseninde yer alan su mimarisi öğeleri ile bütünleşmiş olmaktaydı. Ayrıca arkadaki köşkte Türk saray mimarisinde çok eski bir geleneği olan selsebilin yaşatılması da dikkat çekicidir. Bu iki köşkle aralarındaki havuzun yanlarında (kuzey ve güney taraflarında), Boğaz'a doğru olan kesimde geometrik çiçek tarhlarının bulunduğu anlaşılmakta, bunların gerisinde de birtakım



miş düşey kaplama tahtalarının sıralanması kuvvetle muhtemeldir. Bibi. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 213-219. M. BAHA TANMAN

YALI KÖŞKÜ

Eminönü İlçesi'nde, Sirkeci'de, Topkapı Sarayı^) surlarının Halic'e ulaştığı yerde idi.

İlk kez II. Beyazid (hd 1481-1512) tarafından yaptırılan bir köşkün yerine, III. Murad'ın (hd 1574-1595) saltanatının son yıllarında, 1592'de yapılan ve limana en yakın saray yapısı olan Yalı Köşkü (Cebeciler Köşkü de denir) ya da Yalı Kasr-ı Hü-mayunu'nun imparatorluğun deniz tarihinde ve sarayın tören yaşamında önemli bir yeri vardır. Donanma sefere çıkarken padişah kaptan-ı deryaları ve donanma serdarlarını bu köşkte uğurlardı. Bu uğurlama töreni bir tür şenlik niteliği taşırdı. Tersaneden hareket eden donanma önce Beşiktaş'a gidip demirler, bazen orada bir-iki gün yattıktan sonra, müneccimbaşınm uygun gördüğü günde Yalı Köşkü önüne gelir, top atarak padişahı selamlardı. Bir kayıkla köşke gelen kaptan paşaya padişah bir kürk giydirir ve bir süslü hançer hediye ederdi. Kaptan paşa gemisine döner, gemiler top atmaya devam ederler ve karadan Top Kapısı'nda bulunan toplardan da karşılık verilirdi. Yalı Köşkü, perdeleri kapalı olmadığı zaman Sirkeci ve Saraybur-nu kıyısının en pitoresk köşklerinden biriydi. Yabancı ressamların Topkapı peyzajlarında revakları, çok geniş saçakları ve-perdeleri önünde limanı ve donanmayı seyreden kalabalıklarla resmedilmiştir.

Köşk, 7 m çapında bir kubbe ile örtülü bir orta sofa etrafında üç eyvamyla, en yaygın ve klasik divanhane tipolojisine göre planlanmıştır. Denize bakan cephenin karşısındaki ocaklı duvarın arkasında da küçük bir oda ve helalar yapılmıştır. Çevresindeki 4 m genişliğindeki derin revağı ve genişliği 2,5-3 m'yi bulan geniş saçağı

kitabında yer alan ve Yalı Köşkü'nü

ile eski resimlerde her an denize uçacak-mış hissi veren bir hafifliği ve zarifliği vardır. Köşkün önünde geniş bir rıhtım vardı ve birkaç basamakla çıkılan bir platforma oturuyordu. Saçak altında yapıyı rüzgâra ve deniz serpintilerine karşı koruyan büyük perdeler asıldığı için, perdeleri kapalı olduğu zaman yapılan resimlerinde, bazen bir çadır görüntüsü verir.

XIV. Louis'nin IV. Mehmed'e (hd 1648-1687) gönderdiği Elçi Marquis de Noin-tel'le birlikte İstanbul'a gelen Antoine Gal-land İstanbul'a ilişkin günlüğünde büyükelçinin Yalı Köşkü'nü ziyareti sırasında gördüğü köşkün 1672'deki durumunu şöyle anlatır: "Bu (köşk) dışarıdan kare biçiminde olup kurşunla örtülü bir çatısı ve çatının ortasında küçük bir kubbesi olan bir yapıdır. Yapının çevresinde on ayak genişliğinde mermer sütunlara oturan bir revak vardır. Revak altından büyük salona .girilmektedir. Bu salonun iki yanında ve deniz tarafında sedirler (eyvanlarda çepeçevre dolaştığı anlaşılan sedirleri kastediyor) bulunur. Deniz cephesinin karşı tarafında ise bronz kaplı bir ocak vardır... Her sedirin üstü (eyvanın tavanı demek istiyor) arabesk üslubunda yaldızlı renklerle boyalı bir tonozla örtülüdür. Ortada ise aynı üslupta bezemeli büyük kubbe bulunmaktadır. Duvarlar mermer ve bitkisel motifler ve yazılarla süslü çinilerle kaplıdır. Bunlar bizim duvarlara astığımız halıların işini mükemmel görüyorlar. Üç-dört yerde fıskiyeler ve yapının önünde bir de çağlayan vardır. Elçi köşkte iken bunun sularım akıttırdı. Bu köşkte duvara asılmış bir

tahta gördüm. Ortasında bugünkü padişahın çocukluğunda yazmış olduğu yarım satırlık bir yazı vardı. Üzerinde 'Sultan ibrahim'in oğlu Sultan Mehmed'in eseri' yazılıydı. Ocağın yanındaki bir kapıdan elçiyi bir odaya soktular. Burada padişahın oturmasına mahsus, altın yaldızlı, fakat kötü yapılmış üç iskemle ile Peder M. de la Haye'in vaktiyle Babıâli'ye hediye ettiği bir ayna vardı... Bu odadan kapının karşısına düşen helalara gidiliyordu. Bu helaların karşısında da muhtelif eşyalarla dolu bir dolap mevcuttu... Bu dolabın kapakları oldukça ince bir işçilikle yapılmış, altın ve gümüş yaldızlı parçalardan (kündekâri) oluşuyordu. Köşkün muhafızı, dolabın vaktiyle bir İran şahı tarafından bir padişaha gönderilmiş bir hediye olduğunu ve padişahın bu hediyeyi beğenmeyerek onu bu helaların kapısına koydurduğunu söyledi." Galland sultanın kayıklarını görmek istediklerim, fakat kayıkçıları bulamadıkları için kayıkhaneye giremediklerini yazar. Yalı Köşkü yapıldıktan sonra arkasındaki sura Yalı Köşkü Kapısı denen bir kapı da açılmıştır. Abdurrahman Şeref, III. Ahmed döneminde (1703-1730) surların buradaki bölümünün tamir edildiğini ve burada bulunan 1722 tarihli bir kitabenin Yalı Köşkü üzerinde olabileceğini söyler. Birbirlerine çok yakın olan Yalı Köşkü ve Sepetçiler Kasrı civarında saray kayıkhaneleri vardı. Tayyarzade Âta tarihinde 19. yy'da bu civarda şehremini, mimar ağa, su nazırı, İstanbul ağası, kireççibaşı ve diğer memurların çalıştığı, saray ve İstanbul'un imarı ve tamiri ile ilgili dairenin bulunduğu yazılı-

Sirkeci'deki Yalı Köşkü'nün restitüsyon şeması:

a. Köşk,


b. revak,

c. arkadaki oda,

d. geçit ve kahve ocağı,

e. hela,


f. Galland'm gördüğü dolap,

g. kademeli havuz,



h. binek taşı. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, I

dır. 19. yy'ın ilk çeyreğindeki Bostancı-başı Defterleri'nde Yalı Köşkü ile Eminö-nü'ndeki gümrük arasında, kıyıda birçok büyük konutun bulunduğu görülmektedir. Yalı Köşkü İstanbul-Edirne demiryolu yapılacağı sırada yıkılan diğer yapılarla birlikte, Keçecizade Fuad Paşa'nın sadaretinde 1869'dan önce tarihe karışmıştır. Bibi. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, I, 172-207. DOĞAN KUBAN

YALI KÖŞKÜ KAPISI

bak. SURLAR



YAUKÖY

İstanbul İli'nin batı yakasında, Karadeniz sahilinde, Çatalca tlçesi'ne(-0 bağlı köy. Kırklareli il sınırına çok yakın olup Istran-ca Dağları'nın tatlı eğimlerine yaslanmış, ormanlarla çevrili, yaklaşık 180 hektarlık bir alana yayılmaktadır. Esas yerleşme ve köyün merkezi geniş bir kumsalın yer aldığı kıyıdan yaklaşık l km kadar içeridedir.

Cumhuriyet öncesinde önemli miktarda Rum nüfusun barındığı köyün eski adı olan Podima'nın Rumcada bir ayakkabı türü olan "ipodima" kelimesiyle ilişkili olması ihtimali hayli yüksektir. Köye Balkan Savaşı (1912-1913) sonrasında önemli miktarda muhacir yerleştirilmiş, 1950'lerden sonra da içgöç ile Doğu Karadeniz Böl-gesi'nden bir nüfus hareketi olmuştur. Köy ve yakın çevresinde bir miktar Arnavutluk ve Makedonya göçmeni de yaşamaktadır. 220'si sürekli iskân edilen 350 hanenin bulunduğu köyün 1990'daki nüfusu 1.050'dir.

Köyün ekonomik faaliyetleri arasında tarım, hayvancılık ve balıkçılık geçimlik düzeydedir. Ticari üretim olarak önemli yer tutmaz. Köyün çevresindeki orman ve sahildeki kaliteli kum, köyün başlıca ekonomik faaliyetlerinin kaynağını oluşturmaktadır. Çevredeki ormandan köydeki ailelere yıllık odun tahsisatı vardır. Ayrıca, köy yakınında yer alan ve çevredeki doğal plajların kaliteli kumunu kullanan, Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları'na ait açık kuvarsit işletmesi ile DSİ'nin şehir şebeke suları için filtre kumu yıkama tesisi, yarattıkları istihdamın yanısıra taşımacılığı da teşvik ettiklerinden, köyün en önemli geçim kaynaklarını oluşturmaktadırlar.

Köy çevresinin yürüyüş, avcılık (özellikle yabandomuzu avcılığı) gibi faaliyetlere uygun doğası, son yıllarda İstanbul'un orta ve üst gelir grupları için özellikle hafta sonu turizmi açısından Yalıköy'e cazibe kazandırmış ve köyün içinde ya da civarında bu amaca yönelik sayfiye evleri inşa edilmeye başlanmıştır.

Köyün bir sağlık ocağı, bir ilkokulu ve iki spor kulübü bulunmaktadır.

M. RIFAT AKBULUT

YALILAR

İstanbul'un kent imgesi, dünyanın belleğinde denizle birlikte oluşmuştur. Bizan-tion, Konstantinopolis, İstanbul; Marmara, Haliç ve Boğaziçi kıyılarında denizin tanımladığı kentlerdir. İstanbul, 19öO'tan



YALILAR

418


419

YALILAR

18. yy'ın sonlarında Büyükdere sahili ve Rus Elçiliği binası Melling, Voyage

anlaşılıyor. Boğaz'a ilk yerleşenlerin buralardaki görevliler olduğu görülüyor. Divandan başka devlet dairesinin olmadığı bu dönemde, işler her görevlinin konutunda görüldüğü ve suriçinden Boğaziçi'ne ya da Halic'in uzak kıyılarına ulaşmak uzun bir kara ve deniz yolculuğu gerektirdiği için, o dönemde işyeri-konut ilişkisi işlevsel bir tutumla çözülmüştür. Kıyıdan ulaşılan semtlerde bile, göreve bağlı konutun varlığı izleniyor. Örneğin Beşiktaş'ta kaptan paşaların sahilsarayları vardı. Deniz kıyısında yapılan konutların önce istanbul'a en yakın mahallelerde, Salıpazarı ve Fındıklı'da, giderek Beşiktaş'ta ve daha ötede yapılmaya başlandığı görülüyor. Evliya Çelebi 30 mahallesi olduğunu söylediği Tophane'nin ve bahçeler içinde bir semt olduğunu söylediği Fındıklı'nın saray ve yalılarından söz eder. Ortaköy'de 17. yy'da sultan kızlarının ve vezirlerin yalıları vardı. Evliya Çelebi, Boğaz'ın her iki yakasında

sonraki yılların yarattığı depo-kent boyut-larına erişmeden önce, 2.600 yıl süren bu deniz kenti karakterini korumuştur. Yalı ise bu deniz kentine Türklerin getirdiği bir yaşam simgesidir. Dünyanın birçok ülkesinde su kenarında yaşayan, daha doğrusu suyolundan beslenen, örneğin Venedik, Amsterdam, Bangkok gibi çok ünlü kentler vardır. Fakat bütün bu kentler yapay kanallar üzerindedir. Oralarda insan doğaya yardım ederek, kentle birlikte kentin suyollarını da yaratmıştır. Oysa istanbul kendine bir su dokusu yaratmamıştır. Var olan bir doğal yapı istanbul'u yaratmıştır. Ve yalı denizin kışkırtmasına verilen bir yanıttır. 1960'tan önce istanbul'da denizi görmeyen ya da hissetmeyen bir semt yoktu. Bütün Boğaziçi, bütün Üsküdar sırtları, bütün Marmara ve Haliç yamaçlarına yerleşen mahalleler denizi görerek yaşarlardı. Denizi görmeyen ya da birkaç dakikada denize ulaşamayan istanbullu, istanbul'da yaşıyor sayılmazdı. O açıdan bugünün adı sözde İstanbul olan kenti, tarihin İstanbul'u değildir ve denizle yaşayan bir kentte gerçek sosyal hiyerarşi denize yakınlık, denize egemen olmakla başlar. Bizantion bütünüyle deniz egemeni bir kentti. Politik ve ekonomik yapısı da denize bağlıydı. Bizans'ı son yüzyıllarında bir kent devleti olarak yaşatan denizdir. Osmanlı İmpara-torluğu'nun egemenlik simgesi olan Top-kapı Sarayı'nın Bizantion'un Akropolis'i(->) üzerine oturması da denizin çağrısına yanıttır, istanbul'un evrensel statüsünü de deniz yaratmıştır. Denizle iç içe yaşamanın konuta yansıyan simgesi ise yalıdır.

Osmanlı döneminden önce, deniz kıyısının surlar dışında kullanılışı zordu. Hunların Boğaz kıyılarına indiği, Arap donanmasının surlar önüne geldiği, Haçlıların zorlayıp ele geçirdiği ve Türklerin Anadolu yakasında at koşturduğu dönemlerde



kıyılara konut yapmak olanaksızdı. Gerçi geç Roma ve Bizans imparatorluklarının görkemli çağlarında Boğaz'da saraylar, köşkler ve manastırlar yapıldığını, küçük köylerin varlığını biliyoruz. Fakat insanların kendilerini emniyette hissedip surlar dışına yerleşmeye cesaret etmeleri Türk döneminde gerçekleşmiştir. Osmanlı döneminde Boğaziçi'nde balıkçılık ve tarımla geçinen köyler vardı. Ne var ki, yalı bu köylerin konutları değildir. O dönemin koşulları içinde Boğaz'da yaşamak istanbul'da yaşamak değildi. Boğaz'da oturup istanbul'da çalışmak da söz konusu değildi, istanbul'un içinde de surlar dışında Marmara kıyılarında ev de pek yapılmamıştır. Lodos böyle bir yerleşmeye olanak vermemiştir. Ancak Haliç hem kente yakın oluşu, hem de dalgalı olmayışı nedeniyle kıyı konutu için elverişli bir alandı. Fakat burada da kıyının çamur oluşu, inşaat olanağını zorlaştırıyordu. Bütün bu nedenlerde Halic'in ve Boğaziçi'nin konut alanı olarak kullanılması güçlü devlet mensuplarının ve sarayın önayak olduğu ve ancak onların gerçekleştirebileceği bir yapı etkinliği olarak başlamıştır. Başka bir deyişle yalı daha çok bir sultan konutu, bir kıyı kasrı, bir sahilsaray olarak ortaya çıkmıştır. Fiziksel boyutlarında ve tasarımında aristokratik ve zengin bir saray konutu geleneği vardır. Bir başka ve yönlendirici özelliği de ulaşımının denizyoluyla gerçekleşmesidir. Karayolu olmayan sarp Boğaziçi kıyılarında küreğe, yani insanın fiziksel gücüne dayalı, pahalı ve zaman alıcı bir ulaşım sistemi vardı. Buna da ancak, saray mensupları ve zenginler sahip olabilirlerdi. Yalı kavramının içerdiği bir diğer nitelik geçici konut olmasıdır. Sanayi öncesi toplumu, büyük boyutlu yapı ve hacimleri ısıtma olanağını saraylarda bile gerçekleştirememiştir. Eskiden insanlar soğuk ev-

lerde otururlardı. Deniz kenarındaki yalılar da, o dönemlerin ısınma koşullarında kışın oturmak için yapılmamışlardır. Bütün bu yönleriyle yalı aristokratik, büyük boyutlu ve geçici (yazlık) olarak ikamet edilen ve ahşap olan bir sayfiye konutu olarak inşa edilmiş, imparatorluğun son dönemlerine kadar da bu niteliğini büyük ölçüde korumuştur.

Yalı Osmanlı tarihinde saray ve çevresinin "maison de plaisance"ıdır. istanbul kıyılarında, Osmanlı konut geleneğinin eğilimleri içinde ve ahşap malzeme ile sultanlar, vezirler ve zenginler tarafından yapılan sahilsaraylar Avrupa aristokrasisinin kent dışında yaptırdıkları büyük konutlar ve saraylarla benzer nitelikte yapılardır. Bo-ğaz'daki Beşiktaş Sarayı, Defterdarburnu Sarayı, Bebek Kasrı, Küçüksu Kasrı gibi yazlık sultan konutları, yılın büyük bir bölümünde boş duran sayfiye konutlarıydı.

Boğaziçi'nde yerleşme fetihten hemen sonra başlamamıştır. Sultanların ve bazı devlet büyüklerinin, örneğin II. Bayezid'in (hd 1481-1512) kurduğu hasbahçeler, sonradan yerine ünlü Bebek Kasrı (ya da Hü-mayıınâbâd'm yapılacağı L Selim Kasrı) gibi bahçeler ve kasırlar varsa da büyük sayfiye konutu geleneği Boğaziçi'nde ve hattâ Haliç'te 16. yy'da yoktur. 17. yy'da bazı semtlerde yalılar yapıldığını öğreniyoruz. Sultanların kıyılarda yaptırdıkları ilk kasırlar kagirdir. Topkapı Sarayı'nda bile 16. ve 17. yy yalıları, Sinan Paşa Köşkü(->), Sepetçiler Kasrı(->) gibi kagir yapılardır. Haliç'teki Tersane Kasrı, Üsküdarda Kavak Sarayı(-«) gibi yapılar da kagir yapılardır. Kıyılara yalılardan önce, çoğu zaten miri arazi olan Boğaziçi'nde ve Haliç'te hasbahçeler yerleşmiştir. Boğaziçi'ndeki ünlü sahilsaray ve kasırların yerleştikleri arsalar, Boğaz'ın manzarası güzel ve bahçe yapmaya elverişli yerlerinde daha önceki has-

bahçelerdir. II. Mehmed'in (Fatih) (hd 1451-1481) Beykoz üzerindeki Tokat Bahçesi, II. Bayezid'in Beşiktaş Bahçesi ve Beykoz'da Sultaniye Çayırı'nda kurduğu bahçe, III. Murad'm (hd 1574-1595) Kan-dilli'deki hasbahçesi, IV. Murad'm (hd 1623-1640), Emirgûneoğlu Tahmasb Kulu Han için yaptırdığı bahçe, yeniden tanzim ettirdiği Çengelköy Hasbahçesi gibi bahçelerin içlerinde küçük köşk ve kasırlar vardı. Hattâ sultanların bahçelere kurulan çadırlarda kaldıkları da olmuştur. Dolmabah-çe'nin gelişim süreci bu açıdan karakteristiktir. Üzerine önce II. Selim'in (hd 1566-1574) bir kasır yaptırdığı hasbahçe I. Ah-med döneminde (1603-1617) bir bölümü denizden doldurularak genişlemiş, IV. Mehmed (hd 1648-1687), I. Mahmud (hd 1730-1754) buraya kasırlar yaptırmışlardı. Daha sonra III. Selim'in (hd 1789-1807) mimarı A.-I. Melling'e(->) aynı bahçede yaptırdığı saray, II. Mahmud'un (hd 1808-1839) bunun yerine inşa ettirdiği çok daha büyük ve ahşap Dolmabahçe Sarayı ve Abdülmecid'in (hd 1839-1861) bugünkü Dolmabahçe Sarayı, aynı yerde sürekli bir inşaat etkinliğinin yüzyıllar boyunca sürdüğünü gösterir (bak. Dolmabahçe Sarayı).

Bu sarayların arkalarındaki bahçelerde de Boğaziçi'nin büyük köşkleri vardı. Örneğin Beşiktaş Sarayı'nın arkasındaki yamaçta I. Mahmud'un Bayıldım Köşkü(->) vardı. Çırağan Sarayı da IV. Murad döneminde bir hasbahçe idi ve kız kardeşi için burada bir kasır yaptırmıştı, içinde çıra-ğan eğlenceleri yapıldığı için Çırağan denen bu yalının yerine Damat İbrahim Paşa, Fatma Sultan(->) için bir yalı yaptırmış, III. Selim'in tekrar yaptırdığı sahilsaray, nihayet Çırağan Sarayı'na dönüşmüştür (bak. Çırağan Sarayı).

Fetihten sonra Boğaziçi kıyılarının bir tür kontrolü sultanlar tarafından yer yer daha çok askeri nitelikli memurlara verilmiştir. Örneğin 15. yy'da Rumelihisarı'ndan Arnavutköy'e kadar Bölükbaşı Bebek Çe-lebi'nin arazileri vardı. Kıyıları kontrol eden bostancıların kullukları yakınında da bostancıbaşıların, bazı yalılar yaptırdıkları

Melling'in

çizgileriyle

Büyükdere ve

Baron Hübsch

Yalısı.


Melling, Voyage

Bartlett'in bir gravüründe Bebek'teki Yılanlı Yalı, 19. yy. Ara Güler arşivi

da çok mahalleli köyler ve yalılar olduğunu yazar. Anadoluhisan ile Kanlıca arasında 17. yy'ın sonunda yapılan Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı'nın(->) bugüne kadar yaşamış divanhanesi konut mimarisinin zengin örneklerinin Boğaz'ın uzak kıyılarına 17. yy'dan başlayarak taşındığını göstermektedir. Yine de orta Boğaz'dan, yani Anadolu yakasında Kanlıca, Rumeli yakasında Baltalimanı'ndan öteye kürekle gidip gelmek çok uzun zumun aldığı için, bu kıyılardaki büyük yalılar, Şirket-i Hayriye(->) kuruluncaya kadar, aşağı Boğaz'a göre çok sınırlı olmuştur.

Sultanın ve devlet büyüklerinin yazlık konutlarını yoğun olarak deniz kenarına taşımaları Lale Devri'nin(->) istanbul yaşamına kazandırdığı bir olgudur. Özellikle Damat ibrahim Paşa'nın birçok yalı kasrının kurucusu olduğunu görüyoruz. Haliç'teki yalı ve sarayların yanısıra, Salıpaza-rı'nda 1137/1724-25 tarihli Emnâbâd Sahil-



Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   99   100   101   102   103   104   105   106   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin