I d I n I a V a 3IV1ho nin



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə105/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   101   102   103   104   105   106   107   108   ...   140

YALOVA

beğenen Gazi, Yalova'nın ilçe yapılıp İstanbul'a bağlanmasını, eskiden haftada dört gün yapılan vapur seferlerinin her gün yapılmasını sağlamıştır. Kaplıcaların onarılmasını, yolunun yapılmasını da sağlayan Mustafa Kemal, Baltacı ve Millet çiftlikleri arazilerinin bir bölümünü göçmenlere ve köylülere dağıtmıştır. Buradaki çiftliklerinin arazilerini ıslah ettiren, sıtma yuvası olan bataklıkların kurutulmasını sağlayan Atatürk, yazlan Yalova'da geçiriyordu. Atatürk için Kaplıcalar'da, Baltacı Çiftliği'nde ve Millet Çiftliği'nde birer köşk yaptırılmıştı. Bunlardan Millet Çiftliği'nde bulunanı, yapımı sırasında ulu bir çınar ağacının dallarının kesilmesini uygun bulmayan Atatürk tarafından yapılan bölümleri 8 m ileri taşıtıldığından "Yürüyen Köşk" adıyla anılır. Atatürk'ün mülkü olan ve daha sonra devlete bağışladığı bu çiftlikler bugün Atatürk Tarım İşletmesi adıyla üretime devam etmektedir.

İstanbul ile Bursa arasındaki ulaşımı kolaylaştıran vapur ve araba vapuru seferleri uzun yıllar boyunca Yalova'yı önemli bir iskele yerleşmesi yaptı. Kaplıca ve yaz tu-

r

YALOVA

424

425


YANGIN DESTANLARI

Yalova

İstanbul Ansiklopedisi

rizmi merkezi olarak gelişmesi sonucunda nüfus ilk kez 1980'de kırsal nüfusu aştı. Bu tarihte 4l.000'i aşan nüfusu 1990'da 65.000'i buldu. Kent nüfusunun günümüzde 80.000'e ulaştığı sanılır (Tablo I).

Yazın nüfusu azımsanmayacak kadar artan Yalova kenti 14 mahalleden oluşur. Bunlar Bağlarbaşı, Bahçelievler, Çiftlikköy Çiftlik, Çiftlikköy Sahil, Çiftlikköy Siteler, Fevzi Çakmak, Gazi Osman Paşa, Harmanlar, ismet Paşa, Kâzım Karabekir, Mustafa Kemal Paşa, Rüstem Paşa, Süleyman Bey ve Taşliman mahalleleridir. Kent daha çok doğuya ve güneye doğru gelişmektedir.

Yalova kentinde yaşayanların kırsal kesimlere özgü uğraşlardan uzaklaştığı görülür. İktisaden faal nüfusun yüzde 41,3'ü 1990'da tarım dışı üretimde çalışmaktaydı. Aynı yıl kentte 12 ve daha yukarı yaştaki nüfus 50.8l6'ydı. Bunun yüzde 4l'ini oluşturan 20.853'ü İktisaden faaldi. İktisaden faal olmayan 29.963 kişiden yüzde 60'ı ev kadınları, yüzde 23'ü öğrenciler, yüzde 13'ü emeklilerdi (Tablo II).

1990'da ilçe merkezi Yalova kentinde 6 ve daha yukarı yaştaki nüfus 59.302'ydi. Bunların yüzde 90,6'sı okuma yazma biliyordu. Bu oran il ortalamasıyla uyum içindedir. Okuma yazma bilenlerin yüzde 84'ü bir öğrenim kurumundan mezundur. Bunların yüzde 60,1'i ilkokul, yüzde 16,9'u ortaokul ve dengi meslek okulu, yüzde 16,7'si lise ve dengi meslek okulu, yüzde 6,2'side yüksekokul ve fakülte çıkışlıdır.

Yalova llçesi'ne bağlı en büyük kırsal yerleşme, yazın aşırı kalabalıklaşan canlı bir turizm merkezi ve aynı zamanda bucak merkezi olan 7.629 nüfuslu Çınarcık'tı.

Yalova llçesi'nde başlıca ekonomik etkinlikler tarım, turizm ve ticarettir. Yalova, elma ve çiçek üretimiyle ünlüdür. İlçede elma bahçeleri geniş yer tutar. Seralarda yetiştirilen çeşitli çiçekler önemli bir çekim merkezi olan istanbul'a gönderilir, ilçede azımsanmayacak miktarda tahıl üretimi de yapılır, ilçenin en önemli tarımsal kurumları eski Baltacı Çiftliği'ndeki Atatürk



1990'da Yalova İlçesi'nin nüfusu 113.417'ydi. ilçede kilometrekareye 230 kişi düşmekteydi. Halkın yüzde 4l,9'u kırsal kesimde yaşamaktaydı. Aynı tarihte ilçeye bağlı üç bucakta, bucak merkezleri de dahil olmak üzere 36 kırsal yerleşme vardı. Ancak Çiftlikköy, Yalova kentinin belediye sınırları içine alındığından günümüzde bu sayıyı 35 olarak kabul etmek gerekir. Bunlardan Merkez Bucağı'na bağlı 19 köyde 23.406, Çınarcık Bucağı'na bağlı 8 merkezde 17.290, Kılıç Bucağı'ndaki 9 merkezde 6.898 kişi yaşıyordu. 1990'da

Tablo H Yalova İlçe Merkezinde Çalışanların Faaliyet Kollarına Göre Dağılımı

Faaliyet Kollan

Erkek

Kadın

Toplam

Tarım dışı üretim faaliyetlerinde çalışanlar ve ulaştırma makineleri kullananlar

7.371

1.249

8.620

Hizmet işlerinde çalışanlar

1.994

249

2.243

Ticaret ve satış personeli

2.555

316

2.871

idari personel ve benzeri çalışanlar

662

666

1.328

İlmi ve teknik elemanlar, serbest meslek sahipleri ve bunlarla ilgili diğer meslekler

1.550

765

2.315

Müteşebbisler, direktörler ve üst kademe yöneticileri

517

28

545

Tarım, hayvancılık, ormancılık, balıkçılık ve avcılık işlerinde çalışanlar

578

179

757

İşsiz olup iş arayanlar ve bilinmeyenler

1.740

434

2.174

Genel Toplam

16.967

3.886

20.853

Kaynak: 1990 Genel Nüfus Sayımı, ''Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, İli 34-İstanbul", DiE, Ankara, Temmuz 1993.

YALOVA

KAPLICALARI

Yalova kentinin güneybatısındaki Gökçedere ile Üvezpınar köyleri arasındaki alanda birçok sıcak madensuyu kaynağı vardır. Bu şifalı sulardan ilkçağdan beri yararlanıldığı bilinir. Atatürk'ün girişimiyle bu bölgede Arif Müfid Mansel (ö. 1975) tarafından 1932'de yapılan kazıda mezar taşları, adak steli, dehliz, kilise ve üstünde II. İustinianos'un (hd 685-695, 705-711) monogramı bulunan sütunlara rastlanmıştır. Bu buluntular günümüzde dağılmış, kilise ve dehliz büyük ölçüde moloz ve çöple dolmuş, bakımsız bir haldedir.

Kaplıcaların yer aldığı vadinin kuzeyinden ve güneyinden iki kırık (fay) hattı geçer. Vadideki arazide tüf ve lavların yanısıra konglomera, dasit ve breşlere de rastlanır. Bu arazideki kırıkların derinliğinin 5-6 km olduğu tahmin edilmektedir. Magmanın ısıttığı suların kırıkları izleyerek yüzeye çıktığı sanılır. Bileşimi birbirine yakın olan bu şifalı madensuları çeşitli kaynaklardan çıkar. Her kaynaktan çıkan madensuyunun sıcaklığı farklıdır. Madensularının kaynaktan çıkarken ölçülen sıcaklıkları şöyledir: Valide Hamamı 64°C, Termal 60°C, esas kaynak 57°C, Valide Hamamı kurna başı 56°C ve Göz Suyu 55°C. Göz ve diş iltihaplanmasına karşı olumlu etkisi olduğuna inanılan Göz Suyu'nun radyoaktivitesi oldukça yüksektir. Öbür kaynaklardan çıkan şifalı sular tedavi olmak umuduyla buraya gelenler tarafından daha çok banyo kürleriyle kullanılır. Banyo kür-leriyle kullanıldığında kalp ve damar, sinir sistemi hastalıkları ve cilt ve romatizma hastalıklarına, içme kürleriyle kullanıldığında da sindirim sistemi hastalıklarına iyi geldiğine inanılır.

Osmanlı dönemi boyunca bakımsızlıktan harap hale gelen kaplıcaların ilk kez Abdülmecid döneminde (1839-1861) onarım geçirdiği bilinir. Bu onarıma Ab-dülmecid'in annesi Bezmiâlem Valide Sultan'ın(->) rahatsız olduğu romatizmaya iyi gelmesi neden olmuştur. Bu yüzden Valide Sultan'ın banyo yaptığı kaplıcaya Valide Hamamı adı verilmiştir. Valide Hamamı'na Yeni Hamam ve yöre halkının daha çok kullanması nedeniyle Köylü Hamamı da denir.

Kurşunlu Hamam ise tahta çıkışının 25. yıldönümünde II. Abdülhamid (hd 1876-1909) tarafından yemden yaptırılacak ölçüde onartılrmştır.Bu adla anılmasının nedeni onarım sırasında kubbesinin kurşunla kaplanmasıdır. II. Abdülha-mid'in girişimiyle kaplıcalar yöresinde oteller ve gazinolar inşa edilmiştir. Daha sonra bir süre bakımsız kalan kaplıcalar Gazi Mustafa Kemal'in emriyle yeniden elden geçirilerek onarılmıştır. Yolun yapımı, yol kenarına ve kaplıcalar alanına ağaç dikimi, çevre düzenlenmesi bu dönemde yapılmıştır. Zaten orman içinde olan bu alanın peyzaj mimarisi açısından gözü okşayan bir görünüme kavuşturulmasında Pandeli Usta'nın önemli ölçüde emeği ve katkısı vardır.

Yalova Kaplıcaları'ndaki ünlü konaklama tesisi olan Termal Oteli, 1980'lerde kullanılmaz hale geldiğinden yıktırılmıştır. Buradaki her mevsim girilebilen bakımlı açık havuzun suyu Kasım 1994'te soğuktu. Yalova kentine 11 km uzaklıktaki kaplıcalar bölgesinde halen hizmet vermekte olan Turban'a ait iki otel vardır. Yalova Kaplıcaları yakınındaki Gökçedere ve Üvezpınar köyündeki otellerle pansiyonlar buraya gelenlere hizmet verir. Eskiden tarım ve ormancılıkla uğraşan köy halkı için pansiyonculuk önemli bir gelir kaynağıdır.

ATİLLÂ AKSEL

kaç kat artan Çınarcık'a İstanbul'daki çeşitli iskelelerden vapur ve deniz otobüsü seferleri yapılır. Çınarcık, Yalova'ya karayoluyla yaklaşık 16 km uzaklıktadır. Çınar-cık'ın 16 km kadar batısındaki Esenköy de deniziyle yazın ilgi gören beldelerden biridir. Çınarcık kasabası yakınındaki Hasan-baba orman içi dinlenme yeri zengin doğal bitki örtüsüyle ilçenin başlıca piknik alanıdır.

İstanbul ile Bursa ve İzmir arasındaki karayolu ulaşımında yıllardır önemli bir yer tutan Yalova yine bu yol üzerindeki ilgi çekici konumunu korumaktadır. Eskiden Kartal ve Danca'dan Yalova İskele-si'ne yapılan araba vapuru seferleri kaldırılmıştır. İzmit Körfezi'ni dolaşmadan aşmak için kolaylık sağlayan bu suyolu ulaşımı günümüzde Topçular-Eskihisar iskeleleri arasında yapılmaktadır. Kabataş ve Kartal ile Yalova İskelesi arasında vapur seferleri sürmektedir. Yalova'dan İstan-

Tarım İşletmesi, eski Millet Çiftliği'ndeki Atatürk Bağ Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü'dür. Millet Çiftliği arazilerinden bir bölümü, 1950'lerde bir kısmı Yalova'ya yerleştirilen Rumeli göçmenlerine dağıtılmıştır.

Yalova'nın renkli yörelerinden biri de, her hafta cumartesi günü kent merkezinde kurulan pazarıdır. Çarşamba günleri de kurulan bu pazarda çevre köylerden gelen üreticiler yetiştirdikleri sebze ve meyveleri satarlar.

Yalova çok eski bir termal turizm merkezidir. Kent yakınlarındaki Yalova Kaplıcaları, doğal zenginlikleriyle yılın her mevsiminde gerek gezip eğlenmek, gerekse tedavi olmak umuduyla gelenlerin ilgi odağıdır. İlçenin asıl turizm merkezi Çınar-cık'tır. Yaz turizmine yönelik olarak içinde ve çevresinde birçok konut ve site inşa edilmiş olan Çınarcık'ta birçok pansiyon, otel ve motel de vardır. Yazın nüfusu bir-

bul'daki bazı iskelelere deniz otobüsü seferleri de yapılır.

'Bibi. N. Taner, Her Yönüyle Yalova, ist., 1984. ATİLLÂ AKSEL



YANGIN DESTANLARI

Yangınlar(-0, eskiden İstanbul'un sık sık karşılaştığı afetlerin başında gelirdi. Bu yüzden şehrin tarihinde yangınların büyük yeri vardır.

Âşıkların İstanbul'un çeşitli yönlerine ilişkin destanları arasında yangınlarla ilgili olanların sayısı çoktur. Bunlar genellikle yangının çıkış yeri ve sebebiyle başlar, yakın semtlerden başlayarak bütün şehre nasıl duyurulduğu ve başta padişah olmak üzere devlet adamlarının, askerlerin, tulumbacıların neler yaptıklarım anlatırlar, yangının nerelere kadar nasıl yayıldığı, ne kadar can ve mal kaybına sebep olduğu, zarar görenlere ne gibi yardımlar yapıldığı gibi bilgilere de yer verirler.

Bilinen en eski yangın destanı Azna-vuroğlu mahlaslı bir aşuğa aittir. 1660'ta çıkan ve Ayazma Kapısı'ndan yayılarak Beyazıt, Süleymaniye, Şehzadebaşı, Fatih, Mollagürani, Uzunçarşı, Mahmutpaşa, Ho-capaşa, Tahtakale, Sultanahmet, Unkapa-nı, Kadırga, Kumkapı, Davutpaşa ve Sa-matya taraflarını yakıp kül eden yangın için söylenen bu destan iki bölümden ve 14 dörtlükten oluşmaktadır. Temmuz ayının şiddetli sıcaklarına rastlayan yangın, suriçi İstanbul'un dörtte üçünü harabeye çevirmiş, daha sonra baş gösteren susuzluk da sıkıntının artmasına sebep olmuştur. Halk, başta Atmeydam(->) olmak üzere meydanlara ve büyük camilerin avlularına dolmuştur. Destanın ilk dörtlüğünde Payitaht istanbul yandı tutuşdu /Bilemedik ne acayip hal oldu /Ana baba günü bunca asker üşdü / Yağmacının derdi nzk u mal oldu denilerek yangınların 17. yy'da da yağmacılığa imkân tanıdığı ortaya konulmuştur.

İstanbul'un sık sık yangın çıkan semtlerinden biri de Hocapaşa'dır. Bu semtten çıkan ve destan konusu olan en eski yangın 18 Ağustos 1826 tarihlidir. Hocapaşa ve çevresini yaktıktan sonra Ayasofya, Sultanahmet, Beyazıt, Kumkapı, Yenikapı, Langa semtlerini etkileyen yangın Cüdâî mahlaslı aşuğun destanında anlatılmıştır. 20 dörtlükten oluşan bu destanın Ermeni asıllı şairi, Kumkapı'daki Surp Asdvadzad-zin Kilisesi(->) ile Ermeni Patrikhanesi'nin de yandığını belirtir. Destanda yangının ticari hayatı da etkilediği Ateş yayılınca dön yana heman / Döğünüp dururlar raya Müslüman / Ticaret mülkünü eyledi ziyan/Pek dipten eyledi sünnet İstanbol mısralarıyla nükteli bir biçimde ortaya konulmuştur.

Bu semtin destanlara konu olmuş yangınlarından biri de 1865 yangınıdır. Bu yangınla ilgili olarak Burhan adlı bir âşığın uzun bir destanı vardır. Biri 35 diğeri 41 dörtlükten ibaret iki ayrı taşbaskısı nüshası bulunan bu destanda yangının Ho-capaşa'dan çıktığı, Cağaloğlu, Nuruosma-niye, Tavukpazan, Divanyolu, Sultanah-



YANGINLAR'>YANGINLAR

426


427

YANGINLAR

KERESTECİDEKİ YANGININ DESTANI

Osmanlı Dönemi

Yangınlar Osmanlı döneminde de kent yaşamını etkileyen en önemli olgulardan biriydi. Ortalama her yıla, semt ya da semtler ölçeğinde bir yangın düştüğü hesaplandığında kentin, doğal afet ve salgınlarla toplumsal ve askeri olaylardan daha çok yangınlardan etkilendiği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Yangın olgusunun, 17. yy'dan başlayarak artan nüfusa ve sıklaşan mesken dokusuna bağlı biçimde daha yaygın tahribatta bulunduğu da saptanmaktadır.



1864'te Mecmua-iFünun'd-a. "Harik-i İstanbul" başlıklı bir makale yayımlayan Mü-nif Paşa'ya göre İstanbul, doğal güzelliğine ve tarihsel zenginliğine karşılık iki "ayıp"tan kurtulamamıştır. Bunlar "harik" (yangın) ve "taun"dur (veba). Münif Paşa, yangınları ihmale, yerleşim kusurlarına,

:,-r^-7-^>^#^g^^^i^^iK^s=M^ffiSa-@m«^s~

Dinleyin feleğin zulümâtım Oldu İstanbul'da bir nişane Görün bu mahallin harabatını Yandı dükkan evler kaldı virane

Bir cumaertesi günü akşamı Eder iken herkes anda ahkâmı Kahbe felek ne[ye] etdi encamı Benzetdi orasını misl-i ormana

Saat on buçukda Odunkapı'da Birkaç refik ile bulundum anda Gezüb durır iken Kantarcılar'da Sesler aldım bağıran bağırana

Duyunca ahali neman yetişdi Birkaçı da yolda bayılub düşdü Birdenbire bir yer tutuşdu Çıkdı duman arşa tâ âsmâne

Heman alev her yan[a] sıçradı Dört beş dükkân ve konakları sardı Şiddetle ruzigâr aldıkça aldı Başladılar evden kaçan kaçana

Aldılar topları o kuleliden işaret çekildi yangın köşkünden Hep haber aldılar nevbetçilerden Dediler İstanbul yanar yamane

Yangının bir ucu Kantarcılar'da Dahi öbür ucun Odunkapu'da Birisi de ister gitsün Vefa'da Öbürüsü gitdi bilmem ne yâne

Daha üç dört yer var yanar tutuşur Yanmamış yerlere varub yetişür Ahâli bağırır Allah yetişür Tövbekarız kıldığımız isyâne

Kerestecilerin hali pek yaman Felek eylemişdir orası viran Ahâli feryâd etdiği zaman Başlardı hepisi figane

Bir bakkal çırağı dediler yandı Duyan hep ahâli buna inandı Bilmem ki gerçek mi yoksa yalandır Yazdırmışım böyle bu destâne

Yüz yirmi dört hane Keresteciler Ben bilmezdim ya öyle dediler Dün gece misafir bana geldiler Söyledikçe başlar idim nâlâne

met, Çemberlitaş, Akarçeşme, Gedikpaşa, Kumkapı, Topkapı semtlerinin 20 saat boyunca yandığı, birçok resmi daire ve sarayın da yangından etkilendiği; padişahın, paşaların harikzedelere yardımcı olduğu, ianeye katılan devlet ricalinin adları zikredilmektedir. Destanda bu yangının büyüklüğü anlatılırken Çok büyük yangınlar ol-muşdur amma /Bu şiddetle yangın olmamış asla /Hocapaşa semti sönmeden hâ-

Çiçekpazarlı'nın tulumbaları Reisleri ile hem tayfaları Ağlamaya başladı anaları Ki evladlarımız gitdi kurbâne

Meğer yalan imiş ben de inandım Ne bileyim kardaş bu söze kandım Duyunca haberi dunıb ağladım Meşakkım yoktur benim asla yalane

Bakdılar yangını yanıyor yaman Nizam tulumbası geldi o zaman Küçükpazarı'na oldu bir derman Söndürüb yangını durdu bir yâne

Tulumbacı kancacı baltacılar Bunlarla beraber durdu paşalar Bu nasıl yangındır deyü şaşarlar Böyle zâlim kasıt geldi bu cihâne

Paşakapu(lu)lar aldı üç koyun Dedi ki ahâli yiyiniz doyun Kalkdılar da oynadılar bir oyun Bici bicu lelu lelu hırpane

Tepebaşılılar aldı kırk altun Kurtardılar yedi hâne bir hâtûn Bunların hangisi alınur satun Ki benzer hepisi bir kahramane

Panaya Kilse'nin uşağı güzel Kalkar sabahlan kâkülün düzer Pazar günleri giyinir gezer Galata boyunda akran akrane

İmrahoıiular da güzel nasara Yangının yerinde atar bir nara Nereye gitseler almadan para Kaldırmazlar sandıkları bir yâne

Sene bin sekiz yüz doksana tamam Eyledi bu yangın her yanı yaman Bu haneler yapılacak ne zaman Ki oldu hepisi de virân(e)

Sağ olsun Şah Sultan Hamid Şahane Yedi kıral içinde çıkdı bir dane Ki yolladı yananlara iane Onun içün nâmı gider her yâne

Yandı dükkân evler kaldı meydane Acıdım or[a]da çok nevcivâne Bu kadar söyledi Âşık Cevlanî Sıdk-ı sâdık sığınarak zebani

ÂŞIK CEVLANÎ

la / Gedikpaşa oldu hâk ile yeksûn denilmektedir.

Aynı dönemde yaşamış aşuğlardan Nâ-mî'nin(-») de "Destân-ı İstanbul der Vasf-ı Kolera ve Harik-ı Hocapaşa ile Galata" başlıklı destanında, 42-54. dörtlükler 1865 yangınını anlatır. Bu destanda anlatılanlarla Burhan'ın destanında anlatılanlar arasında bazı paralellikler de bulunmaktadır.

Nâmî'nin destanında bu yangından et-

kilenen İstanbul halkının durumu Sokaklarda kaldı harîk-zedegân / Cami avluların Udiler meskân /Kimisi aç susuz sefil sergerdân / Döyünürdü giryân giryân İs-tanbul mısralarıyla tasvir edilmiştir.

Lîsânî mahlaslı bir aşuğ da 1865 Hocapaşa yangını için 31 dörtlükten oluşan bir destan yazmıştır. Destân-ı Temurkapı Yangını başlığını taşıyan ve diğer destanlarla içerik bakımından benzerlikler gösteren bu destan da taşbaskısı ile çoğaltılmıştır.

Cevlânî'nin 1890'da Ayazmakap.ı-Kü-çükpazar semtinde çıkan, Kantarcılar ve Odunkapı'ya doğru yayılan yangın üzerine "Kerestecideki Yangının Destanı" başlıklı bir destanı vardır. 24 dörtlükten oluşan bu destanda da diğer yangın destanlarında olduğu gibi yangın mahallinin tasviri yanında yayılması, verdiği zararlar ve yangını söndürmeye çabalayan tulumbacı sandıkları da anlatılır.

Alaiyeli Âşık Kemal'in 1908'de yazmış olduğu 28 dörtlüklük "Çırçır Atpazarı Yangın Destanı" da ünlü Çırçır yangınının Bakkal Sokağı'ndan çıktığı, Atpazarı civarının yanıp kül olduğu; Saraçhane, Kıztaşı, Sofular semtlerinin harabeye döndüğü; yardım toplandığı, halka çadır verildiği gibi bilgiler içermektedir.

İstanbul'un, özellikle 19. yy'da yaşadığı yangınlarla ilgi destanlar, halkı bilgilendirmek, olayları değişik bir gözle sergilemek, âşıklar tarafından bir meslek haline getirilen destancılığın vardığı noktaları göstermek bakımından ilginç belgelerdir.



Bibi. K. Pamukciyan, "Aznavuroğlu", İSTA, III, 1728-1729; M. S. Özeğe, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Katalogu, I-V, İst., 1971-1979; Bayrı, İstanbul Folkloru, (1972), 34-35; C. Öztelli, Uyan Padişahım, İst., 1976, s. 629-633; M. S. Koz, "Hocapaşa Yangını Destanı", TDEA, IV, 250-251; ay, "19. Yüzyıl Aşuğlarm-dan Nâmî'nin İstanbul Destanı", Prof. Dr. Sa-im Sakaoğlu'na 55. Yıl Armağanı, Kayseri, 1994, s. 272-282; R. E. Koçu, İstanbul Tulumbacıları, s. 453-457.

m; SABRI KOZ



YANGINLAR

Bizans Dönemi

Konstantinopolis tarih boyunca yangınlardan büyük zarar gördü. Kentte evlerin birbirinden en az 12 ayak mesafede olması zorunluluğu ve inşaat malzemesi olarak genellikle taş ve tuğlanın kullanılması dahi bu yangınları önlemeye yetmemiştir. Yıldırım düşmesi ya da tedbirsizlik yanında birçok yangın da sık sık meydana gelen ayaklanmalar sırasında çıkmıştır. Özellikle 12. yy'dan itibaren Konstantinopolis'te yaşayan Latin kolonileri ile şehrin yerli halkı arasındaki gerginlik, yağmalama ve yangınlarla sonuçlanmıştı. Bizans dönemi boyunca donanımlı bir itfaiye teşkilatının bulunmayışına suyun az bulunur olması da eklenince, Konstantinopolis defalarca yıkılmış, yeniden yapılmıştır. Konstantinopolis'te eparhosa bağlı olarak faaliyet gösteren mahalle yöneticileri kendi özel itfaiye teşkilatlarını (collegiati) ve gece bekçilerini istihdam ederlerdi.

Bizans'ta yangın, deprem gibi ilahi öfkenin sonucu kabul edilirdi. Konstantino-

polis'i tahrip eden büyük yangınlar çok kısa aralıklarla yaşanmıştır. 388 yazında, 12 Temmuz 400'de, 20 Haziran 404'te, 25 Ekim 406'da, 15 Nisan 428'de, 17 Ağustos 433'te, 448'de, 1-2 Eylül 465'te, 475'te, 498' de, 509 ve 510'da, 6 Kasım 512'deki yangınlarda kent büyük ölçüde zarar görmüştür. 15-17 Ocak 532'de I. İustinianos'a(->) karşı başlatılan Nika Ayaklanması(->) sırasında çıkan büyük yangında ise şehirdeki pek çok kamu binası, başta Ayasof-ya olmak üzere dini binalar ve evler büyük ölçüde tahrip olmuştu. Temmuz 548, 13 Mayıs 559, Aralık 560, 12 Ekim 561, Aralık 563, Nisan 583, 603, 10 Ağustos 626'a kadar sık sık Konstantinopolis'i yıkıma uğratan yangınlara kaynaklarda yaklaşık 160 yıl kadar değinilmez. Bu uzun aradan sonra Aralık 790 yangınını 886/887'de (muhtemelen yıldırım düşmesi sonucu çıkmıştı), 912 ilkbaharında, 931 yazında, 6 Ağustos 1040'ta, 1069'da çıkan yangınlar izledi.

Mart (?) 1097'de I. Haçlı ordusu komutanlarından Godefroi de Bouillon Pera'da-ki evleri yağmaladı ve yaktı. Tarihçi Nike-tas Honiates'in(-») anlattığına göre 1194'ten önceki bir tarihte çıkan yangın, şehrin kuzey yakasını tümüyle tahrip etmişti. 25 Temmuz 1197 yangınını, 17 Temmuz 1203' te Konstantinopolis'i ele geçirmeye çalışan Haçlıların çıkardığı yangın izledi. Aynı yılın 19-21 Ağustos'u arasında birkaç Fransız askerinin Müslümanlara ait bir mescidi ateşe vermeleriyle başlayan yangın kısa sürede şehrin birçok mahallesini içine almıştı. 12 Nisan 1204'te Konstantinopolis'i ele geçirmeyi başaran Haçlılar üç gün süreyle şehri yağmaladılar ve yaktılar.

Bu yangınları 25 Temmuz 126l'de şeh-

1911'deki Balat

yangım.


Resimli Kitap,

S. 31


(Haziran 1911)

ri Latinlerden geri alan Bizanslıların, Haçlılarla işbirliği yapan Latinlerin yerleşim yerlerim yakmalarını izledi. Kasım 1291, 1303 yangınlarından sonra, 1305'te yine Bizanslılar Cenevizlilerin evlerim ateşe verdiler. 1308 yangınını takiben, 1315'te Ceneviz mahallesi yemden yanmıştı. Ağustos 1351 yangınından sonra uzunca bir ara büyük yangın yaşanmamış olmalıdır. 29 Ocak 1434'te çocukların kaza sonucu çıkardığı yangın, Ayvansaray'daki ünlü Blahernai Kilisesi'nde(->) başlamış ve muhtemelen çevresindeki evleri de yok etmişti.



Bibi. A. M. Schneider, "Brânde in Konstantino-pel", Byzantinische Zeitscrihft, S. 41 (1941), s. 382-389; G. W. H. Lampe, A Patristic GreekLe-xikon, Oxford, 1961-1968, s. 1208-1211; W. Heyd, Yakm-Doğu Ticaret Tarihi, Ankara, 1975, s. 489-594.

AYŞE HÜR


Balat

yangınından

geriye kalan

yıkıntılar.

Resimli Kitap,

S. 31


(Haziran 1911)

Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   101   102   103   104   105   106   107   108   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin