YALILAR
420
421
YALILAR
üç ya da dört kez fizyonomi değiştirmiştir. Boğaziçi'nin bu yüzyılda bile sultanın kullarına özel olarak verdiği bir lütuf gibi kabul edildiğini gösteren ilginç bir uygulama, devlet adamlarının sultanın "irade-i se-niyesi" olmadan istanbul'daki konaklarını bırakıp yalılarına taşınamamaları ve mevsim sonunda da padişahın emrini beklemeleriydi. Ayrıca, Boğaziçi'ne özel kayıklarla gidildiği için, devlet ricali mevkilerine göre kayık kullanmak zorunda idi. Bunun için yapılan yönetmeliğe göre "vezirler beşer, bâlâ ricali dörder, ula evveli üçer, ula sanisi ve mütemayizlerin ikişer çifte kayıklara binmesi" gerekiyordu.
Sürekli değişimler yalı mimarisini de özellikle mimari üslup açısından etkilemiştir. Klasik dönem mimarisi için, Topkapı Sarayı'nın birkaç köşkünden başka verilecek örnek kalmamıştır. Lale Devri Haliç'te tümüyle yok edilmiş, o dönemin zengin iç bezeme üslubunun tek örneği, Anadoluhisarı'ndaki Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı divanhanesinin, çok harap enteryö-ründe ve bu yapıya ilişkin yayınlarda kalmıştır. Başta Melling olmak üzere Batılı ressamlar daha çok barok dönem sonu ve ampir üslubunun anılarını ve görüntüsünü belgelemişlerdir. 19. yy klasizan mimarisi eski desenlerde ve erken fotoğraflarda yaşamaktadır. Tanzimat döneminin Baltali-manı'ndaki Mustafa Reşid Paşa Yalısı (bak.
yolunu oluşturan rıhtımlar birçok noktasında kuvvetli akıntılar olan Boğaziçi'nde kayıkları yedekte çekmek için yapılmıştı. Anadolu yakasında bu rıhtımlar daha azdır. Tümüyle saray aristokrasisi ve çevresinin yarattığı bu yapı türü, sonradan zengin azınlık tüccarlarının, yabancı elçiliklerin de katıldıkları bir gösteri olmuştur. Rumeli kıyısında Karedeniz'e doğru çıktıkça yine ya-
Kanlıca Körfezi'nin kuzeyindeki Hacı Ahmed Bey Yalısı (sol üst), Yeniköy'deki Faik Bey ve Bekir Bey yalıları (sağ üst), Anadoluhisarı'ndaki Şeyh Talat Efendi Yalısı (sol alt) ve Kanlıca-Anadoluhisarı arasındaki Nuri Paşa-Rahmi Koç Yalısı. Kadir Aklay, 1993
bu tutkusu devlet büyükleri tarafından da izlenmiş ve Melling'in albümünde büyük bir hayranlıkla seyredilen olağanüstü yalı-larıyla Boğaziçi peyzajı 18. yy'da özgün çehresine kavuşmuştur.
Yalıların mimari tarihimizde garip bir kaderi vardır. Her biri görkemli kompozisyonlar olan bu büyük yapılar, arkalarında, birkaç resimden başka hiç iz bırakmadan yok olmuşlardır. Bu yok oluşun bir nedeni büyük bir süratle inşa edilen bu ahşap yapıların, terk edildikleri zurnan, bakımlarının hemen hemen olanaksız oluşudur, ikincisi Osmanlı devlet yapısında yaşamları ve görevlerinin süresi sultanın iki dudağı arasında olan büyük devlet adamlarının ikballerinin, ekseriya kısa sürmesidir. Bir yere sürüldüklerinde evleri, yalıları da kendi hallerine bırakılarak yok olmakta ya da padişah tarafından başka birine verilmekte ve ahşap inşaatın akıl almaz kolaylığı ve 'ucuzluğu nedeniyle, yeni sahipler kendilerine yeni bir yalı yaptırmaktadırlar. Dönemin politik stabilitesi-ne bağlı olarak yalı yapımı da artmış ya da azalmıştır. Gerçi 18. yy'dan sonra özellikle Boğaziçi'nin sayfiye niteliği hiç değiş-memişse de Tanzimat'tan sonra, Kırım Sa-vaşı'ndan sonra ve II. Abdülhanıid döneminde (1876-1909), yalı arsalarının el değiştirdiği ve yeni yalıların yapıldığı görülmektedir. 19. yy'da Boğaz kıyıları ortalama
sarayı (bu sarayın yerinde bugün Mimar Sinan Üniversitesi olan Çifte Saraylar!-»] vardır), Defterdarburnu'ndaki ünlü Neşatâbâd Sarayı (sonradan burada III. Selim'in kız kardeşi Hatice Sultan Sahilsarayı[->] yapılmıştır), daha önce var olan Bebek'teki has-bahçede Hümayunâbâd (bu köşk I. Abdül-hamid döneminde [1774-17891 Cezayirli Hasan Paşa tarafından yenilenmiş, kısa bir süre sonra da III. Selim tarafından yeniden inşa edilmiştir) (bak. Bebek Kasrı) bunlar arasında sayılabilir. Boğaz sahilsaraylarınm bir bölümünün Patrona Halil Ayaklanma-sı(->) sırasında tahrip edilmekten kurtulduğunu, I. Mahmud döneminde ise Boğaz'a olan ilginin, padişahın da teşvikiyle daha da arttığını görüyoruz.
I. Mahmud Beşiktaş Sarayı'nda, Kanlıca Körfezi'nde, Küçüksu'da kasırlar yaptırmış, Kandilli Sahilsarayı'm yenilemiş ve Nevâ-bâd adını koymuş, Çengelköy'de annesine Şevkâbâd adlı bir kasır yaptırmış; Beyler-beyi'nde Ferahfeza diye bir kasır inşa ettirmiş, uzun saltanatı sırasında Lale Devri'nin kıyılara olan eğilimini sürdürerek Boğaziçi'nin iki yakasına da yalılar yaptırmıştır. I. Mahmud'un yaptırdığı ve bugüne hiçbiri kalmamış olan bu kasırlar arasında en iyi tanıdığımız, sonradan yerine III. Selim'in yeni bir sahilsaray yaptırdığı ve Ab-dülmecid döneminde kagir olarak yeniden yapılan Küçüksu Kasrı'dır(-»). Padişahın
Baltalimanı Sahilsarayı), Kuzguncuk'taki Fethi Ahmed Paşa Yalısı(-»), Beylerbe-yi'ndeki Hasib Paşa YalısıO), Kanlıca'daki Saffet Paşa Yahsı(-»), Akıntıburnu'ndaki Köçeoğlu Yalısı(->) gibi örnekleri yakın zamana kadar yaşadıkları için daha iyi belgelenmişlerdir. Osmanlı döneminin yarattığı bu büyük konut geleneğinin, bu kadar yakınımıza kadar geldikten sonra yok oluşu Osmanlı kültürünün mimariyi kullanılıp atılan bir eşya gibi görmesinin sonucudur. Abdülaziz ve II. Abdülhamid dönemlerinin, fotoğraflarda gördüğümüz yalıları, bir-iki sultan sarayı dışında, tümüyle yok olmuştur. II. Abdülhamid döneminin art no-uveau yalılarından ise sadece Bebek'teki Hıdiva Sarayı(-0 kalmıştır. Art nouveau mimarisinin olağanüstü bir gösterisi olan Kuruçeşme'deki Nazime Sultan Yalısı(->) 1923'te yıktırılmıştır.
Yalı yaşamı deniz kıyısında bir sayfiye yaşamıdır. Ne var ki Osmanlı toplumu deniz kıyılarındaki konutlarını bugünün insanları gibi kullanmamıştır. 20. yy'a gelene kadar yalı sakinlerinin yüzmeleri söz konusu değildi. Son dönemlerin sandal sefaları, balık tutma gibi rekreatif eğlenceleri, su sporları gibi etkinlikler de söz konusu değildi. Yalı deniz kenarında bir bahçe köşkü niteliği taşırdı. Özellikle kadınlar için, sayfiye ile gelen özgürlük, daha güzel bir ortamda, daha büyük bahçelere sahip olmaktan kaynaklanıyordu. Boğaz yolları yapılmadan önce, yalı denince akla gelen iklimin en güzel çağını denizle koru arasında, tümel bir doğal ortamda geçirmekti. Büyük yalılar yamaçlardaki köşklerine bağlanırlar, ağaçlar, korular, havuzlar, küçük köşkler, denizden beslenen bir kır yaşamının fiziksel çevresini oluştururdu. Boğaziçi yalılarının bahçelerinin kendine özgü ağaçları vardır. Bunların bir bölümü yereldir. Örneğin defne, şimşir ve erguvan, çınar, servi, ceviz, incir ve ıhlamur Boğaz ikliminin ağaçlarıdır. Yalı ve köşklere sonradan getirilen ağaçlar ise manolya ve fıs-tıkçamı olmuştur. Bütün bahçelerde özellikle dut, ayva, incir bulunurdu. Fındık çit olarak kullanılırdı. Yalıya yakın bahçe kısımlarında mor salkım ve asma dikilirdi. Dutla başlayan yaz dönemi, incir ve ayva ile biterdi. Yalı yaşamının iki büyük olgusu istanbul'dan taşınma ve dönüştür. Bunların hazırlıkları haftalarca sürer ve gerçek bir göç niteliği taşırdı.
Boğaziçi yalısı, harem ve selamlığı, divanhanesi, büyük bahçesi, havuzlan, özel getirilmiş suyu, özel hamamı, bahçedeki mutfağı, kayıkhanesi, Boğaziçi'ne özgü kayıkları, ahırı, daha geç dönemlerde, bahçelerindeki kameriyeleri, dağdaki köşkü, grottoları, köprüleri, arabalığı, kayıkçıları, seyisleri, bahçıvanları, aşçıları ile büyük bir mimari ve sosyal olgudur. 19. yy'ın ikinci yarısından kalan fotoğraf albümlerinde yer yer, birbirleriyle yarışırcasına büyük boyutlarda yapılan bu yalıların, 20. yy'ın başında ve bugün yapılan kıyı konutlarıyla hemen hemen hiçbir kullanım ve biçim ilişkisi kalmamıştır. Son yüzyılda Rumeli yakasının yan yana gelen yalıları önünde sürekli bir rıhtım uzanırdı. Bu çok özel kıyı
R
Boğaziçinin en kendine mahsus güzelliklerinden biri: Yalılar! Kimi taşdan, kimi tahtadan; kimi taze renkli, kimi yorgun yüzlü, bin bir biçimli yalılar!.. Bunlar iki kıyı boyunca kâh denizin tâ üstündeler; kâh kendi rıhtımlarının kenarındalar ve kâh dar bir caddenin berisindeler...
Gerçi Boğaziçi'nin hemen her köşesine köyler ayrı birer isim veriyor... Fakat köylerin hemen hepsi, gelişi güzel kıvnntılı yolların eski kaldırımlarına bakan, çoğu esmer tahtalı evlerden ibaret... Bu evler, ya geçimleri Boğazın sularında olan balıkçılarla kayıkçıların, ya da gündüzleri şehre inen memurlarla esnafın, yani yerlilerin.
Yalılar ise her mevsimi başka bir semtte geçirmeğe alışkın eski istanbul zenginlerinin, vükelâsının bir kaç ay deniz ve koru sefası sürmek için kurdurmuş oldukları su kenarı konakları...
Bunlar kıyılardan başlıyor ve göğdeleri yüksekliğinde bahçe duvarları arasında kapalı ağaçların gölgesinde kat kat setlere yapışık merdivenlerle, -kubbelerini salkım yaprakları örtmüş, her biri manzaraya bir değişiklik veren basamaklarını otlar ve yabanî çiçekler bürümüş taş merdivenlerle- yamaçlardaki köşklere kadar da uzayor: Böylece suyun keyfi bahçenin ve geniş ufkun keyfi ile birleşmiş oluyor; zira tepelerden bakılınca Boğaziçi daha derli toplu bir göl görünüşünde...
îki köy arasındaki boşluğu bu yalılar dolduruyor... Kenara bir sel gibi boşanan köylerin önlerini bunlar kaplayor.. Bir bakışda anlaşılıyor ki kıyılar umumiyetle paranın ve haşmetin, yamaçlar ise ekseriya orta halin ve tevazuundur. Çünkü Boğaziçi evleri yalılaşdıkça gürbüzleşiyor, renkleniyor, sıklaşıyor. Bu bakımdan yalıları, aralarındaki yoksulluk manzarasını denize karşı kapayan birer engin paravanaya benzetmişimdir. Ve yalılarla köylerden, eski eşraf ile ardında duran tevabii tesirini aldığım olmuşdur.
Fakat, yalıları, Boğaziçi denen bin bir alımlı güzele imrenmeden bir an bile yaşamamağa andetmiş sevdalılar sandığım da oluyor... Bana öyle geliyor ki yalıların tâ en kıyılara kadar o hodbin sokuluşları ve geniş yalnızlıklar içinde o usanmaz bekleşişleri, hep bu sevgiye tutulduklarını gizliyememekten ileri gelmiş coşgunluk hareketleridir...
Yalılar, onu seve seve soluyorlar, tâ onun yanında eriyesiye, ve onun bağrında ölesiye kadar.. Yalılar ki bütün ömürlerince biçimlerinden âdetlerine kadar tekmil onun füsunu altındalar... Onun için, yalılardan birinin kapısını açıp daha avlusunun serin loşluğuna girince, cömerd bir ruhun, tadına doyulmaz mahremiyetine alınmak üstünlüğüne erdim gibi oluyorum.
Bu yalılardan öyleleri var ki içleri ut karınları gibi duygulu; dışarının en küçük seslerini bile camı açık, kafesli pencerelerinden içeri âdeta büyülterek alıyor: Biri, kapının inceli kalınlı çıngırağını sallasa, bir kervan geçişi zevkini duyuyorsunuz. Aşağıda çıplak baldırlı kızların, ayaklarındaki ıslak bezlerle yaş tahtalardan çıkardıkları gıcırtılar, yukarı katlara kumru huhuları gibi akisler yayıyor. Yattığınız yerden görmeseniz bile sudan geçen şey nedir biliyorsunuz; bunu, denizin oynayışlarından çıkan türlü sesler size haber veriyor.
Su, bir çağlayan gibi ötüyor mu, dalgaları bir lodosun başlangıcındaki gibi rıhtıma çarpıyor da serpintileri iri taşları sulayor mu? Geçen, gemidir!... Rıhtıma saldırış eden bu su öfkesi, onu gözle sezilmez, fakat yıllarca bıkmadan tekrarlanacak sürekli hırsının milyonda biri ile hem sarsıyor, hem de bu yeyişden sonra ağır ağır yatışıyor. Önceki homurdanışı, bir kaç an içinde, uslulaşa uslulaşa âdeta bir dudak şapırtısı kadar inceliyor; denebilir ki öfkelendiğinden pişman olmuşdur; ve taşa bir barışmanın öpücüklerini kondurduktan sonra eteğinin yosun saçakları ucunda baygmlaşıyor.
Su, bir makine patırdısma karışarak yırtılır gibi hışıldadıkdan sonra ardında uzun iniltiler bırakmıyorsa, geçen ya bir motordur, ya uskurlanmış bir pazar kayığı; ya da direğinin gölgesi odanın duvarına uzun bir nida işareti çeken mavu-na!.. Gezinti sandallarının, küme küme ağ yüklü balıkçı kayıklarının geçmesi, içli su nefeslerini andırıyor...
R. E. Ünaydın, Boğaziçi Yakından, İst., 1938, s, 39-41
bancılarla karışık olarak, azınlıklar, Anadolu yakasında ise, Kuzguncuk, Çengelköy ve Kandilli dışında, devlet kademesinde daha alt düzeylerdeki memurların yalıları vardı. Genelde kente yakın olan kıyılarda saray mensuplarının, vezirlerin, Boğaziçi'ne çıktıkça devlet hiyerarşisinde daha alt düzeylerdeki memurların yalıları vardı. Fakat tarihi yalı imgesi büyük sahilsarayla-
YALOVA ATATÜRK KÖŞKLERİ 422
rın yarattığı ve bugün sadece birkaç sarayda ve küçük yalıda ve daha çok kâğıtlar üzerinde kalmış olan imgedir. Bugüne çok niteliksiz örnekleri kalan bu mimari ortamın Boğaziçi'ne hâlâ bir nitelik kazandıran mirası, korumakta güçlük çektiğimiz Boğaziçi korularıdır. (Mimari için bak. ev mimarisi; konaklar.) Bibi. S. Birsel, Boğaziçi Şıngır Mıngır, İst., 1981; Eldem, Boğaziçi Anıları: Eldem, Köşkler ve Kasırlar, I-II; O. Erdenen, Boğaziçi Sabil-haneleri, I-IV, İst., 1993-1994; T. Gökbilgin, "Boğaziçi". lA, II; C. Kayra, İstanbul, Mekânlar ve Zamanlar,'îst., 1990, s. 122-181; ay, Mekânlar ve Zamanlar-Bebek, ist., 1993; C. Kay-ra-E. Üyepazarcı, Mekânlar ve Zamanlar, Kandilli-Vaniköy-Çengelköy, İst., 1993; ay, İkinci Mahmut'un İstanbul'u, Bostanctbaşı Sicilleri, İst., 1992; Melling, Voyage; Ziya, istanbul ve Boğaziçi.
DOĞAN KUBAN
YALOVA ATATÜRK KÖŞKLERİ
Yalova İlçesi'nde bulunan ve Atatürk'ün dinlenmek maksadıyla kaldığı iki köşkü kapsamaktadır.
Bu köşklerden 1929'da yapılmış olanı kagirdir. Arazinin eğimine uydurulmuş, dikdörtgen görünümünde bir plana sahiptir. Yapı iki tam kat ve bir çatı katından oluşmaktadır. Yapının bodrum katında servis merdivenlerine sahip geniş mutfaklar bulunmaktadır. Zemin katında bir giriş holü yer almakta, buradan Şeref Salonu'na, oradan da iki kapıyla toplantı ve yemek salonuna geçilmekte, salon bir kapıyla öğle yemeklerinin yendiği bir terasa açılmaktadır. Terastan, toplantı ve yemek salonlarından birer kapıyla girilen küçük bir çalışma odası binanın sağında yer almaktadır. Çalışma odasının yanında tuvaletler ve hizmetçi odaları bulunur. Burada ayrıca üst kata çıkan merdivenler vardır, ikinci kat orta salona açılan odalar şeklinde düzenlenmiştir. Bu salon giriş bölümü üzerinde yer alan Çinili Balkon'a açılmaktadır. Orta salonun çevresini "U" biçiminde bir koridor dolaşmaktadır. Çinili Balkon'un sağında bir yatak odası ve banyo yer alır. Buradan birbirine geçişi olan iki dinlenme odasına girilmekte, buradan da Atatürk'ün çalışma odasına geçilmektedir. Bu oda Atatürk'ün yatak odasıyla bağlantılıdır. Yatak odası bir banyoya açılmaktadır.
Orta salonun sağında kalan bölüm misafirlere ayrılan odaları içermektedir. Yapının mimari karakteristiği girişin sağ tarafının iki kat boyunca ince dikdörtgen pencerelerle yükseltilmesi o dönemde İstanbul konutlarında egemen olan art deco(->) akımına işaret etmekle birlikte, arazinin gereklerine uyan bir mimari anlayışla oluşturulmuştur. Köşkün mobilyaları ve diğer eşyalar Dolmabahçe Sarayı'ndan(-t) getirilmiştir.
Diğer köşk Yaverlik Köşkü adını taşımaktadır. Bu köşkle ilgili bilgiler oldukça sınırlıdır. Bina dikdörtgen planlı olup iki tam, bir çatı katma sahiptir. Zemin katı kagir, üst katlan ahşaptır. Zemin katında dışarıya taşkın ahşap balkon, ikinci katın-daysa, cephesine karakteristik özelliğini veren, ahşap kolonların taşıdığı veranda yer almaktadır. Yaverlik Köşkü plan ve süsleme özellikleriyle 19. yy'm son 10 yılı içinde inşa edildiğini düşündürmektedir. II. Abdülhamid'in (hd 1876-1909) burada yaptırdığı onarım ve yeni yapılar göz önünde bulundurulduğunda, Yaverlik Köşkü'nün de II. Abdülhamid döneminde inşa edildiği söylenebilir. Köşk art nouveau(->) üslubundadır. Yapı, Cumhuri-yet'in ilanından sonra, Atatürk tarafından onartılmış ve 1929 tarihli köşk inşa edilene dek Atatürk tarafından kullanılmıştır. Daha sonra, Atatürk'ün yaverlerinin ve yakın arkadaşlarının kullanımına ayrılan köşk, günümüzde sosyal tesis olarak kullanılmaktadır. Yalova Atatürk köşkleri bugün Milli Saraylar Daire Başkanlığının yönetimindedir.
Bibi. A. Gürçağlar, Yalova Atatürk Köşkleri, İst., 1993; A. M. Mansel, Yalova ve Civan, İst., 1963.
AYKUT GÜRÇAĞLAR
YALOVA İLÇESİ
İstanbul İli'nin ana bölümünden ayrı olan güneydoğudaki Armutlu .Yarımadası'nın kuzey kesiminde yer alır. Yalova İlçesi doğuda Kocaeli, güneyde Bursa illerine, batı ve kuzeyde de Marmara Denizi'ne komşudur. Bu sınırlar içinde Yalova İlçesi'nin yüzölçümü 492 km2'dir.
Bozburun Yarımadası ve Samanlı Yarımadası adlarıyla da anılan Armutlu Ya-
Yalova Atatürk Köşkü
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
Tablo I Yalova İlçesi'nin Nüfus Gelişimi
Yıllar
|
Kent
|
Kır
|
Toplam
|
1935
|
2.635
|
14.205
|
16.840
|
1940
|
2.300
|
14.778
|
17.078
|
1945
|
3.608
|
16.668
|
20.276
|
1950
|
3.833
|
18.422 •
|
22.255
|
1955
|
6.610
|
20.061
|
26.671
|
1960
|
11.318
|
21.783
|
33.101
|
1965
|
14.241
|
22.849
|
37.090
|
1970
|
17.689
|
25.000
|
42.689
|
1975
|
27.289
|
27.747
|
55.036
|
1980
|
41.823
|
33.964
|
75.787
|
1985
|
53.857
|
36.371
|
90.228
|
1990
|
65.823
|
47.594
|
• 113.417
|
rımadası İzmit ve Gemlik körfezleri arasında batıya doğru bir çıkıntı oluşturur. Yarımadanın orta kesiminde bir sırt halinde yükselen Samanlı Dağlan doğu-batı doğrultusunda uzanır. Bu dağ sırası ilçe sınırları içinde Beşpınar Tepesi'nde 926 m'ye ve Dumanlıtepe'de de 897 m'ye erişir. Beşpınar Tepesi aynı zamanda İstanbul İli'nin de en yüksek noktasıdır. Samanlı Dağları akarsu kaynağı ve doğal bitki örtüsü açısından zengindir. Bu dağlardan çıkıp kuzeye doğru akarak Marmara Denizi'ne dökülen başlıca akarsular Kocadere, Karpuz (Teşvikiye) Deresi, Sellimandıra (Samanlı) Deresi, Safran Deresi, Laledere ve Kılıç Deresi'dir. Sellimandıra Deresi üzerinde Yalova kentine içme ve kullanma suyu sağlamak amacıyla Gökçe Barajı kurulmuştur.
Kuraklık yüzünden zor duruma düşen İstanbul kentinin ihtiyacının bir bölümünü karşılayabilmek için Gökçe Barajı Gö-lü'nün suyu 1990'da tankerlerle Kuruçeşme'ye taşınmıştı. Kocadere Köyü yakınındaki Delmece Yaylası'nda bulunan Dipsiz-göl, ilçede bilinen tek doğal göldür. Bu akarsuların vadilerinde bulunan ve taşıdıkları alüvyonlarla kıyıda oluşturdukları düzlükler tarım alanı olarak değerlendirilir. İlçenin Marmara Denizi kıyısı oldukça düzdür. Belirgin bir girintiye rastlanmayan bu kıyıda iki çıkıntı dikkati çeker. Bunlar Çınarcık'ın doğusundaki Dereboynu Burnu ile Taşköprü'nün kuzeyindeki Çatal-burun'dur. Çatalburun ile karşı kıyıda Danca'nın batısındaki Yelkenkaya Feneri'ni birleştiren çizgi İzmit Körfezi'nin başlangıcı olarak kabul edilir.
Konum olarak bir geçit alanında yer alan Yalova İlçesi Akdeniz ikliminin hem Marmara Bölgesi'nde ve hem de Karadeniz Bölgesi'nde görülen tiplerinin etkisi altında kalır. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar serin ve yağışlı geçer. İlçede 40°C ve -10°C' yi bulan sıcaklıklara rastlanmamıştır. Yağış rejimi açısından daha çok Sarıyer İlçesi'ne benzer. Kışın daha çok yüksek kesimlere kar yağar. Yıllık yağış ortalamaları 750 mm ile 800 mm arasında değişir.
Oldukça ılıman ve nemli bir iklimin et-
Yalova İskelesi'nden bir görünüm.
Bekir Baki Aksu, 1994
kişi altında kalan Yalova, yeşil alan açısından İstanbul İli'nin en zengin ilçelerinden biridir. İlçe alanının yaklaşık yarısı ormanlarla kaplıdır. Bu ormanlarda makilere sıkça rastlanır ama ıhlamur, kestane, gürgen, meşe ve kayın gibi Karadeniz Bölge-si'ne özgü ağaçlar egemendir.
Tarihi hakkında bilgi bulunan tek yerleşme, ilçe merkezi olan Yalova kentidir. Yalova'nın bilinen en eski adı Pitya'dır (Pythia). Helenistik çağdan beri yararlanılan Yalova Kaplıcaları da eski kaynaklarda "Pythiai Thermai" olarak geçer. Pitya'nın MÖ 8. yy'da ya da MÖ 7. yy'da Yunanistan'dan gelen denizciler tarafından kurulan bir iskele yerleşmesi olduğu sanılır. Bitin-ya (Bithynia) Krallığı sınırları içinde olan Pitya, MÖ 1. yy'da Roma'ya, daha sonra da Bizans imparatorluğu'na bağlandı.
14. yy'm ilk çeyreğinde Osmanlıların eline geçen Pitya, Osmanlı döneminde değişik adlarla anıldı. Evliya Çelebi buradaki kasabaya Kara Yalova Kalesi dendiğini yazıyor. Ayrıca Bursa Sancağı'na bağlı 700 haneli kaza merkezi kasaba olduğunu belirtiyor. Evliya Çelebi Kara Yalova adının, Osman Gazi'nin emriyle bu toprakları fetheden Kara Yalavaçoğlu'ndan geldiğini ileri sürer. Oysa 16. yy'a ait bazı kaynaklarda kasabanın adı Yalakabad olarak geçer. 19. yy'a ait bazı belgelerde de Yakala-bad'ın yanısıra Yalıova adına rastlanır. Bugünkü adın Yalıova denirken söylenme kolaylığı nedeniyle "ı" harfinin düşmesi sonucunda oluştuğu ileri sürülür.
Devlet salnameleri incelendiğinde Yalova Kazası'nın 1867'de Hüdavendigâr Vi-layeti'nin Bursa Sancağı'na, 1899'da Karamürsel Kazası'nın nahiyesi olarak müstakil izmit Sancağı'na bağlı olduğu görülür. Yalova 1901'de yine kaza yapıldı. 1926'da yapılan bir yönetsel düzenleme sırasında nahiye haline getirilen Yalova, Kocaeli Vila-yeti'nin Karamürsel Kazası'na bağlandı. 1929'da çıkarılan başka bir kanun gereğin-
ce kaza (ilçe) yapılan Yalova, İstanbul Vi-layeti'nin (il) sınırları içine alındı.
Osmanlı döneminde halkının önemli bir bölümü Ermeniler ve Rumlardan oluşan Yalova yöresine özellikle 19. yy'm sonlarında Kafkasya'yı terk etmek zorunda kalan Müslüman göçmenlerden bir bölümü yerleştirildi. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra yöreyi ele geçirmek isteyen Yunanlılar, 1920'de Çınarcık'ın batısında yer alan ve eskiden Katırlı Köyü adıyla anılan Esenköy'e denizden çıkarma yaptılar. Yöreyi Rum ve Ermeni çetelerinin de yardımıyla işgal eden Yunan ordusuna bağlı birliklerin 29 Nisan 1921'de Kocadere Köyü'nde bir katliam yaptığı bilinir. Yerel güçler tarafından oluşturulan müfrezelerin silahlı direnişi sonucunda Yalova ve çevresindeki köyler 19 Temmuz 1921'de tümüyle işgalden kurtuldu. Yalova ve köyleri Yunan işgali sırasında büyük ölçüde zarar gördü.
Antik çağdan beri kaplıcalarıyla tanınan Yalova, kalkınma ve gelişimini Gazi Mustafa Kemal'e (Atatürk) borçludur. Kaplıcalar bölgesini ve yöreyi gezdiğinde çok
Yalova
Kaplıcalarında
Mide Suyu
olarak bilinen
suyun aktığı
şadırvan
ve arkada
Çınar Oteli.
Nazım Timuroğlu
423
Dostları ilə paylaş: |