YAZI ÖNCESİ CAĞLAR
454
455
YAZMACILIK
mis musikicilerdir. Ayrıca Sadettin Heper'e Hamparsum notasını öğretmiş, Mesud Ce-mil(-t), Sadeddin Kaynak(-0, Süleyman Erguner, Kemal Batanay(~>) gibi musiki-cilere de musiki meşk etmişti. Nota koleksiyonunu ölmeden önce öğrencilerinden Neyzen Halil Çan'a bırakmıştı.
Darü'l-Elhân'da(->) bir süre ney muallimi olarak da görev yapan Emin Yazıcı, ömrünün büyük kısmını bekâr olarak geçirmiş ancak son yıllarında evlenmişti. Ta-hir Olgun, İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Evranoszade Sami Bey, Nüzhet Bey, Nec-meddin Okyay(->) gibi arkadaşı olan şairler, Yazıcı'nın ölümüne tarih mısraları düşürmüşler, güfte şairi Selim Aru ise ardından bir mersiye yazmıştır. Ahmet Haindi Tanpmar(->), Huzur zûlı romanında Emin Yazıcı'yı bir tip olarak ele almış ve tahlil etmiştir.
Emin Yazıcı'nın Türk musikisi repertu-varına bıraktığı 20 kadar eserin yarısı peşrev ve saz semaisidir. Peşrevlerinin tamamı dini musiki eserleri tarzında ve devr-i kebir usulündedir. Ahmet Avni Konuk'un ünlü "kâr-ı nâtık"ına nazire olarak bestelediği, 119 makaralı taksimi, eserleri arasında en dikkat çekici olanlardandır. Geriye ka-
Neolitik Çağ: Neolitik çağın en önemli özelliği insan topluluklarının yan göçebe bir yaşam tarzından sürekli yerleşik bir yaşam biçimine geçmeleri ve yavaş yavaş tarıma ve hayvancılığa dayalı bir ekonomik düzeni geliştirmeye başlamalarıdır. Daha sonra da ilk kez kili şekillendirmeyi ve pişirmeyi başararak gereksindikleri kaplarını böylece elde etmeleridir. Henüz daha kilden çanak çömleğini yapmayı öğrenmemiş olan insan topluluklarının kültür düzeylerini belirlemek için "akeramik-çanak çöm-leksiz neolitik" terimleri kullanılmaktadır.
İstanbul ve çevresinde henüz yeterli arkeolojik kazı yapılmadığı için "akeramik neolitik" yerleşmeler ve kültürler yeterince bilinmemektedir. Ancak epipaleolitik konak yerlerinde bulunan bazı taş aletler ve cilalı yassı taş baltalar İstanbul ve çevresinde bu döneme ait buluntu yerlerinin varlığını gösteren bazı ipuçlarını oluşturmaktadır. Bu bağlamda İstanbul ve çevresinde Dudullu, Ümraniye, Gümüşdere, Ağaçlı ve îbo'nun Rampası'nda toplanan bazı alet toplulukları olasılıkla bu evreyi yansıtmaktadırlar.
Buna karşılık İstanbul'un en eski çanak çömlekU neolitik yerleşmelerini ve kültürünü Üsküdar'da eski Gazhane yakınındaki, kazısı yapılmış olan Fikirtepe ile Pendik, kazılmamış olan Tuzla, Erenköy buluntu yerleri temsil etmektedir. Bu kültüre ait yerleşme yerleri İstanbul çevresinde, Doğu Marmara kıyı şeridi boyunca izlenir. Bunlar basit balıkçı-avcı köyleridir. Ancak Fikirtepe'den ve Pendik yerleşmelerinden öğrenildiğine göre, bir genelleme yapılırsa, bu köylerde köpek, koyun, keçi, domuz, sığır gibi hayvanlar ev-dlleştirilmiş, az da olsa buğday tarımı başlamıştır. Yerleşmelerde konutlar, tabanları çukurlaştırılmış, oval ya da köşeleri yuvarlatılmış dörtgen kulübelerden oluşur. Kulübelerin duvarları, üstleri içten ve dıştan çamurla sıvanmış dal örgü şeklinde yapılmıştır. Çoğunlukla bu kulübelerin tabanlarının altına ya da yaşam düzleminin altına insanlar gömülmüştür. Yanlarına oldukça zengin ölü armağanları bırakılmıştır. Bunlar şimdilik İstanbul ve çevresinde bulunmuş olan en eski insan kalıntılarını teşkil etmektedir. Çünkü şimdiye kadar gerek paleolitik çağ, gerekse epipaleolitik çağ insanlarına ait somut bir antropolojik kalıntı ele geçmemiştir.
Elde yapılmış, pirişilmiş ya da fırınlanmış ilk çanak çömlek örneklerinin görüldüğü, özgün bir kemik alet endüstrisinin geliştirildiği, yontma taş aletlerinde daha epipaleolitik geleneğin devam ettiği bu çağ, uyarlanmamış (düzeltilmemiş, kalibre edilmemiş) radio-karbon ölçümlerine göre MÖ 6. binyıla tarihlenmektedir.
Yalova'da N. Fıratlı'nın bulduğu Göztepe mevkiinin çanak çömleği de her ne kadar Fikirtepe Kültürü çanak çömlek özelliklerinin tümünü göstermese de bazı benzerlikleri vardır ve olasılıkla aynı döneme tarihlendirilmelidir.
Kalkolitik Çağ: Genelde Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde tarım ve hayvancılığın iyice yerleştiği, çanak çömlek üretiminde
çeşitli boyama ve bezeme tekniklerinin geliştirildiği, bakırın filizinden ergitilerek alet, silah şeklinde dökümüne geçildiği bu dönemde İstanbul ve çevresindeki yerleşmeler ve kültürler hakkındaki bilgiler çok sınırlıdır.
Yanmburgaz Mağarası'nda bulunan yaklaşık olarak gene düzeltilmemiş radyoaktif karbon ölçümlerine dayanılarak MÖ 5- binyıl-3. binyıl arasına tarihlendiri-len el yapımı siyah renkli, açkılı, bazen kazı ya da baskı bezekli çanak çömlek grupları bu çağın İstanbul ve çevresindeki kültürünü hemen hemen belirlemektedir.
İstanbul İli sınırlarının en batısında, Te-kirdağ-Edirne yol kavşağının hemen kuzeydoğusundaki Kınalıköprü Höyüğü'nde gene kalkolitiğe ait bazı çanak çömlek parçaları, önce Ş. A. Kansu, daha sonra M. Özdoğan tarafından yüzey araştırmaları sırasında toplanmıştır. Kınalıköprü Höyüğü'nde olduğu gibi gene Yanmburgaz kalkolitiği ile benzerliği olan ve aynı kültüre ait çanak çömlek parçalan M. Özdoğan'ın yüzey araştırmalarında Silivri kasabasının kuzeyindeki Sülüklü mevkiindeki yerleşme yerinde de ele geçmiştir.
Son bir deniz yükselmesi ile İstanbul kıyılarının su altında kalmış olduğu anımsan-dığında, niçin kalkolitik yerleşmelerin fazla bulunamadığı, bu zamanda yaşamış olan insanlar ve kültürleri hakkında ne için yeterli bir bilginin olamayacağı daha iyi anlaşılabilir. Büyük olasılıkla kıyı şeridindeki yerleşmeler su altında kalınca terk edilmiş ve insanlar İstanbul çevresinde henüz saptanamamış olan yerlere giderek kasaba ya da köylerini oralara taşımışlardır. Bu nedenle kalkolitik çağ şimdilik yukarıda sözü edilen az sayıdaki yerleşmelerle temsil edilmekte, bunlara ait yerleşme alanlarının küçüklüğü, buraların âdeta geçici bir süre için oradan oraya göçerken kullanıldıkları izlenimini vermektedir.
ilk Tunç Çağı: İlk tunç çağı kültürlerini belirleyen öğeler içinde en önemlileri şöyle özetlenebilir: Tarımdaki ilerleme kasabaların büyümesine, kentler oluşturmasına neden olmuş, kent yerleşmelerinde-ki zenginliği artırmış, sorumlu bir bey yönetimine yol açmış, yerleşmelerin bir kent ya da sur duvarıyla çevrilmesine gerek duyulmuştur. Çanak çömlekte olduğu gibi maden ve diğer ürünlerin yapımında seri üretime geçilmesi ve ilk kez bakıra yüzde 10 oranında kalay karıştırılarak "tunç" denen alaşımdan alet, araç, gereç ve silahların yapılmasıyla maden endüstrisinde zamanla bir doruğa varılmıştır.
Önce Ş. A. Kansu, ardından M. Özdo-ğan ve ekibince yapılan yüzey araştırmalarında MÖ 3- binyılm başlarından itibaren İstanbul ve çevresinin yemden yoğun olarak iskân edildiğini gösteren, özellikle büyük çoğunluğunu çanak çömleğin oluşturduğu buluntularla karşılaşılmıştır. Ancak bu döneme ait sistematik arkeolojik kazılar yapılmamış olduğundan bilgiler sınırlıdır.
Toplanan çanak çömlek gruplarının en büyük özelliği bunların Çanakkale'de Hisarlık Höyüğü'ndeki Troya'nın I. tabaka-
sında bulunan çanak çömlekle benzeşmeleridir. Bu nedenle İstanbul ve çevresinde ilk tunç çağı yerleşmeleri Troya I kültürüne bağlı insan toplulukları tarafından kurulmuş olmalıdır. Bunlar ufak köy yerleşmeleri olmakla birlikte aynı kültürü sergilemeleri, onların olasılıkla bir bey idaresindeki daha büyük kent yerleşmelerinin bölgesel etkileme alanına ait olduklarını gösterir. İzmir'de Limantepe'ye (Urla) kadar uzandığı anlaşılan Troya I kültürünün verileri İç Batı Anadolu'da, Ege kıyıları ile Adalar'da da ele geçmiştir. Urla'daki Troya I evresine ait tabakaların bütün 3. binyıl boyunca süregelmiş olması ayrıca Troya I kültürünün kökeni sorununa da yeni görüşler kazandırabilecektir.
İstanbul çevresinde bu çağa ait birkaç yerleşme bulunmuştur. Bunlardan Büyük-çekmece kıyısındaki Gladina mevkii düz bir yerleşmedir. Yukarıda sözü edilen Silivri'deki Kınalıköprü Höyüğü ile Sülüklü mevkii, Selimpaşa'nın 3 km kadar batısındaki Selimpaşa Höyüğü gene Troya I kültürünü temsil eden önemli buluntu yerleridir. Ayrıca kent içindeki Sarayburnu'nda, Sultanahmet Meydanı-Hipodrom sondajında, Arkeoloji Müzeleri ek inşaatı temel kazılarında ve Yeşilköy'de Ayamama Deresi çevresinde, siyah, el yapımı gene ilk tunç çağına ait çanak çömlek grupları gün ışığına çıkarılmıştır. Bu buluntular, özellikle Sultanahmet Meydanı ve yakın çevresinin ilk tunç çağında önemli bir yerleşim merkezi olduğuna işaret etmektedir.
Kuzey ve Güney Marmara kıyılarında, tarihi yarımadada bu çağa ait yerleşme yerlerinin daha yoğun olarak izlenmesine karşın, Boğaz çevresinde, İzmit Körfezi'nde ve Karadeniz kıyılarında Özdoğan'ın araştırmalarında ilk tunç çağı yerleşmelerine rastlanmamıştır. Avsa Adası'nda Manastır mevkiinde, denizden 10 m derinden Troya I kültürüne ait buluntuların toplanması, buna karşılık Boğaz çevresinde, Karadeniz kıyılarında ilk tunç çağı yerleşmelerinin sap-tanamayışmı Özdoğan aynı zaman dilimine rastlayan olası tektonik hareketlerin etkilerine bağlamaktadır. Ona göre ayrıca bunda nehir ağızlarındaki koyların alüvyonla dolmaları da önemli bir rol oynamış olmalıdır.
Kuşkusuz ileride jeomorfolojik araştırmalarla birlikte diğer fen ve doğa bilimlerinden de yararlanılarak yapılacak arkeolojik kazılarla İstanbul ve çevresinin yazı öncesi insan toplulukları, yerleşmeleri ve kültür tarihleri hakkında çok daha doyurucu ve kesin bilgilere kavuşulabilecek-tir. Ancak bunun tek koşulu buluntu yerlerinin yok olmalarına engel olmak, kültür varlıklarına yeter derecede önem vermek, onları gelecek kuşaklar için korumanın çarelerini bulmaktır.
Bibi. G. Arsebük-M. Özbaşaran, "Yarımburgaz Mağaraları, Pleistosen'den bir Kesit", XI. Türk Tarih Kongresi, I, Ankara 1990, s. 17-27; 1. Ata-lay, Türkiye Jeomorfolojisine Giriş, izmir, 1982; S. Erinç, "İstanbul Boğazı ve Çevresi. Doğal Ortam: Etkiler ve Olanaklar", İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Dergisi, S. 20-21 (1974-1977), s. 1-23; ay, "Jeoekoloji Açısından İstanbul Yöresi", ae, S. 23 (1980), s. 279-
290; ay, Jeomorfoloji, I, İst., 1982; U. Esin, "İstanbul'un En Eski Buluntu Yerleri ve Kültürleri", istanbul Yazılan. Semavi EyiceArmağanı, İst., 1992, s. 55-71; M. Özdoğan, "Tarih Öncesi Dönemde İstanbul", ae, s. 39-51; M. Öz-doğan-Y. Miyake-N. Ö. Dede, "An inlerim re-port on excavations at Yarımburgaz and Top-tepe in Eastern Thrace", Anatolica, XVII (1991), s. 59-121.
UFUK ESİN
YAZICI, EMİN
(14 Mart 1883, istanbul - 3 Şubat 1945, İstanbul) Neyzen, bestekâr ve hattat.
Emin Yazıcı
Mehmet Günîekin arşivi
Tophane'de doğdu. Hırka-i Şerif Ca-mü(-0 hatibi Hafız Eyüb Sabri Efendi'nin oğludur. Tophane'deki Sirkeci Mekteb-i İptidaisi'ni, Feyziye Rüştiyesi'ni ve Vefa İdadisi'ni bitirdi. İki yıl Mekteb-i Hukuk'ta okudu. Aynı yıllarda Süleymaniye Medre-sesi'nde Hoca Nuri Efendi'nin derslerine de devam etti fakat hukuk öğrenimi gibi bunu da yarım bıraktı. Posta ve Telgraf Nezareti mektubi kaleminde çalıştı. 19l4'te Erkan-ı Harbiye Reisliği harita şubesi hattatlığına atandı. 1922'de emekliye ayrıldı. Son bir buçuk yılını felçli olarak geçirdi. Kabri Eyüp Mezarlığı'ndadır.
Emin Yazıcı, Aziz Dede'den ney öğrendi ve Galata Mevlevîhanesi'ndeC-») ney üflemeye başladı. Aziz Dede'den başladığı neyi, Hakkı Dede'yle çalışarak ilerletti. Rauf Yekta Bey'den(->) Hamparsum notası, Şevket Gavsi Bey'den (Özdönmez) Batı notası ve nazariyat, Galata Mevlevîhanesi kudümzenbaşısı Raif Dede'den ayinler, Hopçuzade Şeyh Rıza Efendi'den Miraci-ye ve ilahiler, Hafız Haşim Efendi ile Zekâi Dedezade Ahmed Irsoy'dan ayinler öğrendi. Dindışı musiki konusunda Sadık Bey'den yararlandı. Bolahenk Nuri Bey de Emin Yazıcı'ya dindışı eserler öğretti.
Emin Yazıcı neyzenbaşılığa yükselince, çile çıkarmadığı halde -tıpkı İsmail Dede Efendi'de(->) olduğu gibi- kendisine "dede" unvanı verildi. 1925'e kadar Galata Mevlevîhanesi neyzenbaşılığı yanında Üsküdar Mevlevîhanesi(-0 neyzenbaşılığı-m da yürüttü.
Emin Yazıcı, musiki hayatı boyunca çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Halil Dikmen, Halil Can, Hakkı Süha Gezgin, Cafer Bey ve Bahriyeli İbrahim Bey, ondan ney öğren-
Neyzen Emin Yazıcı'nın sülüs haüa girift istifli bir levhası, 1357/1939-U. Derman, Türk Hat Sanatının Şahaserleıi, ist., 1982
lan eserlerinin tamamı şarkıdır. Kürdilihi-cazkâr makamından bestelediği bir şarkısında "Sazlardan udu gönlüm eylemiştir in-tihab" diyerek bu saza olan duyguları dile getirmesi dikkat çekicidir.
Türk musikisinin en büyük eserlerinden sayılan "Miraciye"nin eksik olan "hüseyni bahri"ni notaya almış olması, büyük bir hizmet olarak değerlendirilmiştir. Notaya aldığı eserleri, tamamen bestekârından veya kendisine meşk edenden öğrendiği gibi, en küçük bir şahsi tasarrufta bulunmadan tespit etme özelliği sayesinde, en güvenilir nakil kaynaklarından biri olarak kabul edilmiştir.
Bibi. inal, Hoş Şada; Ergun, Antoloji, II; M. Ro-na, 50 Yıllık Türk Musikisi, İst., 1960, s. 176; A. Anıl, Anılar ve Belgelerle Musikimiz Sözlüğü, İst., 1981, s. 45; M. N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, II, Ankara, 1989; Öztuna, BTMA, II.
MEHMET GÜNTEKİN Hattatlığı
Ünlü hattat Ömer Vasfi'nin(->) kardeşi olan Emin Yazıcı ilk hat derslerini Feyziye Rüş-tiyesi'nde hocası olan Çukurcumalı Kadri Efendi'den aldı. Sonra ağabeyi ile birlikte Sami Efendi'ye(->) devam ederek yazının inceliklerini öğrendi. Ustalığını en ziyade celi sülüste gösterdi.
Yazıcı kompozisyonda (istifte) ve yazı taklidinde büyük ustalık göstermiştir. Talik hattı da güzel olan Emin Efendi'nin yazıları azdır. Sultanahmet'ten Gülhane'ye inen caddenin sağ tarafındaki çeşmenin kitabesi onun eseridir. Yazıcı Hafız Osman ve Mustafa Rakım ekolüne bağlıdır, ta'lik yazıda da Yesarîzade yolundadır.
Bibi. İnal, Son Hattatlar, 80-84; U. Derman, ' Kardeş iki Hattatımız, ist., 1966; ay, TürkHat Sanatının Şaheserleri, İst., 1982, levha, 51; ay, islâm Kültür Mirasında Hat Sanatı, İst., 1992, levha 174, 175, 177 (s. 228); Rado, Hattatlar, 255-257.
ALİ ALPARSLAN
YAZLIK SİNEMALAR
bak. BAHÇE SİNEMALARI
YAZMACILIK
Bez üzerine boyama, boyamacılık, fırçayla (kalem) nakışlama, resimleme, kalıpla baskıcılık ve kalem (fırça) kalıpla baskıcılık dallarında yapılan uygulamalar yazmacılık; verilen ürenler ise yazma olarak isimlendirilmiştir. Günümüze ulaşan örneklerin ışığında 13- yy'dan başlayarak bir el sanatı olarak süregelen yazmacılık 1783'te Tho-mas Bell'in klişeye elverişli merdaneyi keşfetmesiyle yeni boyutlar kazanmış ve günümüzde serigrafi ile yapılan baskılarla az uygulanan artistik el sanatı niteliğine kavuşmuştur.
İstanbul gerek müzelerindeki parçalarla, gerek bu sanat dalının uygulandığı atölye ve işyerleriyle ünlü bir merkezdir. Askeri Müze'de(->) bulunan 146 envanter no'lu, I. Murad (hd 1361-1389) tarafından 1389'da Kosova Meydan Savaşı'nda kullanılmış, türbe yeşili zemin üzerine krem rengi yazılı bezemelerle süslenmiş sancak imparatorluk öncesinde batik tekniğiyle yazmacılığın yapıldığını ortaya koymaktadır. Benzer durum Topkapı Sarayı Müze-
YAZMACILIK
456
457
YEDİ TEPE
kılarak kalıplara verilen bu isimler folklorun bu alandaki zenginliğini belgelemektedir.
Bibi. F. Çağman, Anadolu Medeniyetleri-Sel-çuklu Osmanlı, ist., 1983, s. 120, 12İ, 169, 170, 179; O. Ş. Gökyay, "Tılsımlı Gömlekler", Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı, III (1977); M. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İst., 1983, s. 130-133; Kömürciyan, istanbul Tarihi, 1988, 41, 56, 79; İnciciyan, istanbul, 116, 133; P. Lecomte, Türkiye'de Sanatlar ve Zenaatlar-On Doku-zuncu Yüzyıl Sonu, İst., ty, s. 74, 79, 81, 82; S. Gündüz "Yemeni ve Yazmacılık", (Gazi Eğitim Enstitüsü Resim tş Bölümü, yayımlanmamış mezuniyet tezi), 1949-1950; R. Kaya, Türk Yazmacılık Sanatı, İst., 1974.
H. ÖRCÜN BARIŞTA
7 GÜN
Haftalık magazin dergisi.
Sedat Simavi(->) tarafından 15 Mart 1933-17 Ağustos 1950 arasında (15 Mart 1933-14 Mart 1948, 1-784. sayı; 20 Mart 1948-13 Mart 1949, 1-52. sayı; 17 Mart 1949-
7 Gün dergisinin ilk sayısı.
M. Gökman, Sedat Simavi, Hayatı ve Eserleri, İst., 1970
si'nde bulunan 13/1404 envanter no'lu, 1480'de Cem Sultan'a ait olan tılsımlı gömlek için söz konusudur. Burada diğerinden farklı olarak fırça ile çalışılmıştır. Yakası açılmamış bu gömlek kırmızı, siyah, lacivert ve altın yaldızla renklendirilmiş yazılı ve geometrik bezemelerle oluşturulmuş kompozisyonla süslüdür. Her iki örnek de İstanbul yazmacılığının kaynakları açısından değerlidir. Bir başka örnekse Cumhuriyet öncesinde tekstil boyamada ulaşılan düzeyi belgelemesi açısından önemlidir. Bir tür serigrafi baskı tekniği ile yapılmış, II. Meşrutiyet hatıra mendili olan bu parça, sarı zemin üzerine "Yaşasın Ka-nun-ı Esasi 10 Temmuz 1324" (1908) ve başka yazı şeritlerinin yanısıra Barbaros Hayreddin ve Mesudiye gemileri, saltanat arabası, asker grupları Mahmud Şevket Paşa, Ahmed Rıza Bey, Midhat Paşa, Enver Bey, Niyazi Bey ve Namık Kemal'in siyah-beyaz fotoğraflarından basılmış kompozisyonla süslüdür.
16. yy'dan günümüze ulaşan parçalar ve yazılı kaynaklar aracılığıyla izlenebilen İstanbul yazmacılığının kalem, kalıp, kalıp-kalem, batik ve serigrafi ile yapıldığı görülmektedir. 16. yy'dan kalan Topkapı Sarayı Müzesi'nde 31/1507 envanter no'lu Şehzade Mehmed'e ait bohça, saray atölyelerinde işlemecilerle yazmacıların beraber çalıştıklarını, yazmacıların desenlediği parçalan işlemecilerin işlediğini ortaya koymaktadır. Bu parçada işlenmiş motiflerin eriyen ipliklerinin altından kalıpla basılmış madalyonlar ve "yad bad" (Sevgim seni bir rüzgâr gibi sarsın) yazılı bezemeleriyle süslü yapraklar gözlenmektedir. Aynı şehzadeye ait bir grup mendilde batik tekniği ile tasarlanmış parçaların işlendiği fark edil-
Topkapı
Sarayı
Müzesi'nde
sergilenen
entariden
detay.
H. Örcün Barışta/
TSM, Env. No.
13/189
mektedir. 31/158 envanter no'lu mendilde siyah ve bejle yapılmış geometrik örgü motiflerinden oluşan bordürlerin üzerinde işlemeler vardır. 31/60 ve 31/61 envanter no'lu mendillerde ise birinci örnekte örgü, ikinci örnekte "S" kıvrımlı dallar arasına serpiştirilmiş ikili karanfil dallarının üzeri işlemelerle süslüdür.
Bu yüzyıldan ikinci bir grup ilgi çekmektedir. Bu gruptaki örneklerde kalem işi çalışılmıştır. Topkapı Sarayı Müzesi'nde-ki 13/1408 envanter no'lu bej keten üzerine kırmızı, lacivert, siyah ve altın yaldızla boyanmış tılsımlı gömlek, Kuran'dan alınmış ayetlerden oluşan yazılı bezemelerin yanısıra madalyon, rumî, hatayi ve cin bulutlarıyla süslüdür. Aynı teknikle bezenmiş bir başka örnek Türk ve İslam Eserleri Müzesi'ndeki 539 envanter no'lu, II. Bayezid'e (hd 1481-1512) ait tılsımlı gömlektir. Yazılı bezemelerin yanısıra bitkisel bezemelerle süslenmiş bu örnek dışında benzer teknikle bezenmiş bir hırka Konya Mevlana Müzesi'nde bulunmaktadır. 706 envanter no'lu cepkene benzeyen bu hırka da geometrik, yazılı bezemelerin yanısıra bir çift çarık motifiyle süslenmiştir. Ön bedende göğüs üstünde ve arka bedende bulunan çarık motiflerinin peygamberin ayak izleri olduğu kaydedilmiş parça, bej üzerine kırmızı, siyah, lacivert ve altın yaldızla renklendirilmiştir.
16. yy'm sonlarıyla 17. yy'm başlarına tarihlenen bir başka parça Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan 30/140 envanter no'lu entaridir. Açık turkuvaz canfes üzerine gümüş yaldızla üç benek (çintemani) motifleriyle süslenmiş giysinin kırmızı renkli yaka pervazının üstü de çintemani motifleriyle bezenmiştir.
17. yy'a ait önemli bir örnek Polonya'da Wawel Koleksiyonu'ndadır (Wawel State Collections of Art). 3982 envanter no'lu, küçük ikinci sancak olarak isimlendirilen parça iki renk ipek üzerine altın yaldızla boyanmış yazılı ve bitkisel bezemelerden oluşan bir kompozisyonla süslüdür.
1640 tarihli Ehl-i Hiref Defteri'nde "Es'ar-ı Boğasıcıyan" başlığı altında beyaz ve siyah istanbul dokumalarından söz edilmektedir. "Ücret-i Boyacıyan" başlığı altında ise çivit, nefti, kırmızı, mor, kara nefti, koyu mavi, sarı, devetüyü, erguvani, gül-güni, fındıki, şarabi, samani, nohudi, açık mavi vb renklere boyama ücretleri verilmekte, böylece yüzyılın boya renkleri aktarılmaktadır. Aynı yüzyılda Evliya Çelebi Seyahatname'de beyaz bezler üzerine siyah "kalemkâr eden" dükkânlara ve ustalara yer vermektedir. Eremya Çelebi Kö-mürciyan(->) ise istanbul Tarihi isimli eserinde tülbent yıkayıcılara çırpıcı adını vermekte ve Rumelihisarı'nda kadınların denizde çamaşır yıkadıklarından bahsetmektedir. Yazmacılar genellikle boyadıkları parçaları denizde yıkayarak boyalarını fiks ettiklerinden ve denizde çamaşır yıkanmadığından büyük bir olasılıkla Eremya Çelebi'nin gördüğü çırpıcılar yazma yı-kayıcısıydılar. Nitekim P. ğ. İnciciyan(->) 18. yy'da İstanbul isimli eserinde Damat İbrahim Paşa'nın imarından önce Bebek'te basmacılar kârhanesi olduğunu, şimdi ise tülbentten rengârenk ve nakışlı yemeni imal eden basmacıların büyük kısmının Yenikapı'da surun arkasında, bir kısmının da Üsküdar'da olduğunu yazmaktadır. S. Sarraf-Hovannesyan(-t) İstanbul Topografyası adlı eserinde 1782 yangınında Ye-nikapı dışındaki Basmacılar Kârhanesi'nin yandığını söylemekte ve İnciciyan'ı doğrulamaktadır. İnciciyan kitabında Kuzgun-cuk'a da değinmekte ve orada yeni icat edilen basmalara ait imalathane kurulduğundan imalathane sahibi Serkis Kalfa'nın kendi adıyla tanınan basma ürettiğinden, sonra Üsküdar'a naklettiğinden söz etmektedir. P. Lecomte'a göre de 19- yy'm sonlarında kalemkâr sanatçılar Kandilli, Kuzguncuk ve Arnavutköy'de ikamet etmektedir. Bunların yaptıkları tam anlamıyla el işidir. Basma değildir, pentürdür, fırçayla Mısır Çarşısı'ndan temin edilen renklerle yapılır. Önceleri Bursa'dan gelen mermerşahi ya da muslinler üzerine yapılan yazmalar şimdi Manchester'dan gelen tülbentler üzerine yapılmaktadır. Kumaş, bir tür şasinin üzerine gerildikten sonra" sanatçı kadınlar ufak kaplara koydukları boyalarla desenleri oluştururlar demektedir. Aynı kaynakta yazar bu işlerin taklitleri olduğundan da söz eder. Bunlar Samatya, Kum-kapı ve Yenikapı'da imal edilir. Tahta kalıpla basılan, sonra renkleri eklenen bu parçaları desenleri çerçeveleyen siyah çizgi aracılığıyla tanımak mümkündür. Gerçek olanlar kuruduktan sonra üç ayrı zamanda denize batırılır, taklitleri ise sadece bir defa batırılır şeklinde bilgiler aktarmaktadır.
Günümüze ulaşan çok sayıda örnek 19. yy ve 20. yy başlarında yemeni (çevre,
Saray dışı istanbul yazmacılığını günümüze taşıyan iki örnek.
çember), mendil, dolama (bir tür dikdörtgen başörtüsü), kavuk örtüsü, bohça, seccade, yastık, minder, yorgan yüzü vb nesnelerin çeşitli yazmacılık teknikleriyle süslendiğini göstermektedir. Ağırlıklı olarak antinatüralist eğilimli bitkisel bezemelerle süslenmiş yazmalarda Kandilli yazmalarında^) seçilen konular ve kompozisyon şemalarının yanısıra benzer teknik uygulamalar görülür. Ancak Kandilli yazmaları kalitesi ve kalem işindeki ustalığı ve artistik el sanatı düzeyine ulaşan örnekleriyle bunlardan ayrılır. Kalan parçalar arasında kokonalı yazmalar olarak tanınan bir grup, seçilen konusuyla; bir grup ise yer yer işlemeyle süslenmiş üniteleriyle ve bileşik teknikleriyle ilgi çeker. Bunlar dolama (dikdörtgen başörtü), bohça, peşkir vb yazma türleri üzerine genellikle bir gül dalı veya bir bitkisel bezeme bordürle işlenerek süslenmiştir. Sarı metal bükümlü ipek iplikle, pesent, sarma, balıksırtı vb iğnelerle işlenmiş parçaların dolama çeşitlemelerinde köşeleri süsleyen püsküller fark edilmektedir.
Yazmacılık Cumhuriyet döneminde 1950'li yıllara kadar kalıp baskı çeşitleme-leriyle devam etmiştir. Değişen moda ile yalnız yemeni (çember, yazma) türleri ür-tilmiş ve bunlar İstanbul'un yanısıra Anadolu ve Rumeli'ye pazarlanmıştır. Bazı atölyeler dikdörtgen kaşe, bazıları ise çiçek motifleri arasında firma isimlerine yer vermiştir. Bunlar arasında "Y. Köy (Yeniköy) "Hisaryolu Has İş, R. Ş."; "Yenikapı Has İş-koş K. P."; "Has İş Üsküdar, S. K."; "En İyi Üsküdar İşi" dikkati çeken etiketlerdir. Bu firmalar Osmanlı döneminde saray dışında uygulanan İstanbul yazmacılığının günümüze bağlanmasında etkili rol oynamaları bakımından önemlidir.
Belirlendiği kadarıyla İstanbul yazmalarının motif ve kenar suları Çengelköy, Çengelköy kenarı l, Çengelköy kenarı 2, Yeniköy kenarı, Rumeli işi ve kenarı, Şileli kenarı, parçalı kenar, kâğıt içi sultani, tek ağaç, tek ağaç kenarı, horoz kuyruğu, kaynana yumruğu, kestaneli, havuz, girland olarak sıralanabilir. Bazıları bordur, bazıları motif, bazıları kompozisyondan yola çı-
9 Mart 1950, 1-52. sayı; 16 Mart 1950-17 Ağustos 1950, 1-23. sayı) toplam 911 sayı çıkarıldı. Bol renkli resim kullanması, ilgi çekici konulan seçmesiyle kısa zamanda, Latin harflerine geçiş aşamasını tamamlayan Türk toplumunun en çok aranan ev dergisi oldu. Yerli ve yabancı fotoğrafların yanısıra Münif Fehim ve Rainiz Gök-çe'nin ilüstrasyonları ilgi topladı. Akıcı üsluba sahip Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Cahit Yalçın, Nurullah Ataç, Nihat Sami Ba-narlı gibi edebiyatçıların, Turhan Tan, İbrahim Alaaddin Gövsa, Murat Seıtoğlu gibi tarihçilerin yazıları ve Hikmet Feridun Es ile Naci Sadullah Damş'ın röportajları döneminin en çok satan magazin dergisi olmasını sağladı. Sütunlarında genç yeteneklerin öykü ve şiirlerine de yer vererek bir okul rolü de oynadı. Hürriyet(~>) gazetesinin getirdiği ağır mesai yüzünden Sedat Simavi derginin yayımına son verdi.
ORHAN KOLOGLU
Dostları ilə paylaş: |