YASİNCİ YALISI
Beykoz İlçesi'nde, Anadoluhisarı'nda yer almaktaydı. "Yasincizade Yalısı" olarak da bilinen yapının ilk sahibi, Şeyhülislam Yasincizade Abdülvehhab Efendi idi. Mizancı Murad Bey de yalının daha sonraki sa-hiplerindendir.
18. yy'ın başlarına tarihlendirilen yalı, 19. yy'ın ilk yarısında bir kafes tamiri geçirmiş, yapının mimari karakteri bu tamir sırasında bozulmuş, genel görünüşü ampir tarzına dönüşmüş, fakat plan özellikleri korunmuştur.
Yasinci Yalısı, köşeleri pahlanmış, iki orta sofalı plan tipindedir. Sofalar aynı genişlikte olmakla birlikte, harem tarafındaki
Mfife
YASSIADA
443 YAVAŞÇA ŞAHİN MESCİDİ
sofanın uzunluğu daha fazladır. Her iki sofanın bahçe ve deniz yönlerinde birer eyvanları ve köşelerde dörder köşe odası vardır. Sofaların arasında, denize bakan, köşeleri pahlı ve çıkmalı bir orta oda yer alır. Bahçeye bakan yönde de bir hizmet odası bulunur. Selamlık bölümünde, deniz ve bahçeye açılan büyük bir başoda vardır, iki kat arasında bir büyük ve bir de daha küçük boyutlu iki kollu merdivenlerle geçiş vardır.
Yapı doğrudan deniz üzerinde yer alır. iki katlı yapının alt ve üst katları arasında furuşlarla bağlantı sağlanmıştır. Sofalar geniş pencerelerle dışarı açılırlar ve kavisli duvarları vardır. Odalar da furuşlar üzerinde dışarı doğru çıkmalıdır. Bu düzenleme cepheye hareketlilik kazandırmıştır. Dikdörtgen, süslemesiz pencereler kullanılmıştır. Alt kat pencereleri demir parmaklıklı, üst kat pencereleri kafeslidir. Yalının deniz ve bahçe yönlerine açılan kapıları vardır.
Yalının içinde, oda ve sofaların tavanları ince, ahşap çıtalarla geometrik olarak bölümlenmiştir.
Bibi. Eldem, Plan Tipleri; Eldem, Boğaziçi Anılan; Şehsuvaroğlu, Boğaziçi.
EMiNE ÖNEL
YASSIADA
Adalar'ın üç mil kadar güneyinde, biri sivri, biri yassı görünümlü, birbirine yakın duran iki Hayırsızada'dan yassı olanının adıdır. Eski ismi de yine yassı anlamına gelen Plati'dir. Burgaz'a 3 mil, Sivriada'ya da 1,7 km uzaklıkta olan küçük bir ada olup arazisi düzdür, boyu 740 m, eni 185 m'dir. Kuzey yönünde bir limanı vardır, genellikle sahilleri denize dik iner.
Bizans zamanında bu ada da öteki adalar gibi bir sürgün yeri olmuştur. Adanın bilinen ilk sürgünü 4. yy'da, Ermeni kato-ğigosu I. Nerses'tir.
Bizans İmparatoru Teofilos (hd 829-846) bu adaya Platea Manastırı diye anılan bir manastır inşa ettirmiştir. Uzun yıllar Sedefadası'nda sürgün olarak yaşamış ünlü din adamı Ignatios, sürgünden gelip patrik olunca 860'ta bu adanın ortasına rastlayan yere kırk azizler adına bir kilise inşa ettirmiştir. Bu kilisenin altındaki dört büyük mahzen sonraları buraya sürülenlerin hapsedildiği zindanlara dönüştürülmüştür.
Özellikle 9. ve 10. yy'larda bu adadaki manastıra Bizans sarayının soylularından ve kilise mensuplarından çok kişi sürülmüştür.
Latin korsanlarının 1182'de İstanbul'a saldırısı sırasında, ayrıca 1204'te IV. Haçlı Seferi'nde adadaki manastır ve kilise de, diğer adalardaki manastır ve kiliseler gibi yağmalanmıştır.
14. yy'da İstanbul Boğazı'nı geçip adalara saldıran Rus korsanları bu adadaki manastırı da yağmalamışlar ve keşişleri öldürmüşlerdir.
Musa Çelebi'nin, 1412'de, Bizans İmparatoru II. Manuel Paleologos ile Yassıada önünde bir deniz muharebesi yaptığı ve kaybettiği bilinmektedir.
İstanbul'un fethinden sonra, uzun yıllar,
Yassıada'dan bir görünüm. Nadya Gabeoğlu, 1993
bu ada ve adadaki manastırla ilgilenen olmamıştır.
İngiltere'nin İstanbul sefiri Sir Henry Buhver 1859'da adayı satın almış, sahilde burçları olan kaleye benzer garip bir bina ile adanın ortasında yine mimari tarzı pek değişik olan, şato denilebilecek büyüklükte bir köşk inşa ettirmiştir. Küçük liman düzenlenmiş, adanın her yanında çeşitli tarım faaliyetlerine girişilmiştir.
İstanbul'a çok yakın olan bu adada âdeta kale gibi binalar inşa edilmesi ve bunların sahibinin İngiliz sefiri olması, ileride İngilizlerin burayı İstanbul'u tehdit edecek bir üs olarak kullanacakları konusunda söylentilerin çıkmasına neden olmuştur. Belki bu söylentilerin etkisi ile belki de 6-7 yıl süren inşaatın ve tarım faaliyetlerinin ağır masraflarına dayanamaması nedeniyle Sir H. Buhver adayı satmak için İngiliz gazetelerine ilan vermiştir.
Sonunda ada Mısır Hıdivi İsmail Paşa'ya satılmıştır. Ancak adanın yeni sahibi, önceleri adaya birkaç bekçi ve işçi getirmişse de sonunda o da ilgisini kesmiş ve adadaki binalar sahipsiz kalarak balıkçılar, korsanlar ve hattâ define arayıcıları tarafından tahrip edilmiştir.
Eski manastır harabesi, kilisenin mahzenleri, H. Buhver'in yaptırdığı binaların bir kısmı, özellikle sahildeki kale biçimindeki bina uzun yıllar ayakta kalmış, ada Deniz Kuvvetleri'ne geçince bunların bir kısmı restore edilmiştir.
Yassıada 1947'de Deniz Kuvvetleri tarafından satın alınmış, 1949'da inşaata başlanmış ve 1952'de eğitim hizmetlerine açılmıştır. O sırada Deniz Kuvvetleri komutam olan Oramiral Sadık Altıncan'ın çabaları ile Yassıada Eğitim Komutanlığı adıyla 2.000 kişilik iskân, iaşe ve ibade kapasiteli modern bir deniz eğitim tesisi kurulmuştur.
27 Mayıs 19öO'a kadar faaliyetini sürdü-
ren deniz eğitim tesisleri, bu tarihten sonra, askeri müdahale sonucu tutuklanan Demokrat Partililer burada toplandıkları ve Yassıada Mahkemeleri burada görüldüğü için geçici olarak adadaki faaliyetlerine son vermişlerdir.
Yassıada Mahkemeleri diye bilinen Yüksek Adalet Divanı, 14 Ekim 1960'tan 15 Eylül 196l'e kadar burada DP'lilerin yargılanmalarını sürdürmüş; mahkemenin devam ettiği süre boyunca çoğu Demokrat Partili olan tutuklular eğitim tesislerine ait binalarda gözaltında tutulmuşlardır.
Yassıada Mahkemeleri bittikten sonra, ada Deniz Eğitim Komutanlığı olarak çalışmak üzere yeniden Deniz Kuvvetleri'ne teslim edilmiş ve buradaki eğitim faaliyeti 1978'e kadar sürmüştür. Bu tesisler 1978'de kadro dışı bırakılmış, 1993'e kadar adadaki tesisleri muhafaza eden küçük bir ekip bırakılmıştır. Bu süre içerisinde adadaki tesislerden yararlanılması konusunda çeşitli projeler tartışılmış, 1993'te, Yassıada Tesisleri, İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi'ne devredilmiş ve Denizyolları İşletmesi'nin bir vapuru adaya sabah akşam düzenli sefer yapmaya başlamıştır.
NEJAT GÜLEN
YATAĞAN CAMÜ
Fatih İlçesi'nde, Eğrikapı'da, Yatağan Ma-hallesi'nde yer almaktadır.
Yapının banisi II. Mehmed'in (Fatih) (hd 1451-1481) İstanbul'u fethi sırasında topçubaşısı olan Hacı İlyas Ağa'dır. Kazancı Hacı İlyas Çelebi de 1007/1598'de minberini koydurmuştur. I. Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-1566) Yatağan Dede adlı bir meczup bu civarda oturduğu için ve yanında bir çeşme yapılmasına sebep olduğu için yapıya Yatağan Camii denmektedir. Yapı 1318/1900-01'de bir onarım daha görmüştür.
Yatağan Camii
Brtan Uca, 1994/TETTV'Arşivi
Cami kare planlı, duvarları iki sıra tuğla ve bir sıra taşla yapılmış olup kirpi saçakla son bulur. Önünde ufak bir hazire yer alır. Yapının önünde sonradan eklenen, ahşap, iki katlı bir son cemaat yeri vardır. Bunun da önünde ayakkabıların çıkarıldığı bir ön hazırlık bölümü bulunur. Son cemaat yeri dikdörtgen şeklinde olup sol tarafı kapatılarak imam odası haline getirilmiştir. Harime giriş kapısı dikdörtgen üzeri yuvarlak kemerli olup, üzerinde kitabe yer alır. Kapının iki yanında ikişer dikdörtgen pencere açılmıştır. Güney cephede mermerden yapılan mihrap içten köşeli, üst kısmı mukarnaslıdır. Mihrabın iki yanında altta ve üstte dörder tane pencere açılmıştır. Alttaki pencereler dikdörtgen, üsttekiler dikdörtgen üzeri sivri kemerlidir. Doğu cephesinde altta ve üstte dörder pencere açılmış olup dördüncü pencereler dolap olarak kullanılmaktadır. Batı cephesinde altta ve üstte üçer pencere açılmıştır. Minber ve vaaz kürsüsü ahşap olup vaaz kürsüsü güneydoğu köşede duvara bitişiktir. Yapının tavanı ahşap olup ortada kare bir göbek yer alır. Geri kalan alan çubuklarla dikdörtgenlere ayrılmıştır. Harim içten pencerelere kadar lambridir. Ortada iki tane yivli ahşap sütun vardır.
Kadınlar mahfili köşelerde dikdörtgen şeklinde balkon çıkıntısı yapar. Bunun altına gelen yer müezzin mahfilidir. Kadınlar mahfilinde batı duvarındaki kapı, minareye çıkışı sağlar. Orijinal kadınlar mahfili ile sonradan eklenen bölüm arasındaki duvarda dört tane dikdörtgen pencere açıklığı vardır. Bunlardan biri yeni bölümü geçmek için kapı haline getirilmiştir. Mahfilin merdivenlerinde ve korkuluklarındaki Fatih döneminden kalma ilginç ahşap ayrıntılar caminin en kıymetli unsurlarıdır. Minaresi güdük olup silindirik gövdeli, tek şerefeli ve konik külahlıdır. Caminin bünyesinde, geç dönemde Kadirî tarikatına bağlı, ayin günü perşembe olan bir tekke faaliyet göstermiştir.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 224; Öz, İstanbul Camileri, I, 152; R. Ülke, İstanbul Anıtları, Ayvansaray, Balat ve Fener Semtlerindeki Anıtlar, İst., 1957, s. 64; Ayverdi, Fatih III, 520; Fatih Amtlan, 49; Fatih Camileri, 109-110, 300; M. Özdamar, Dersaadet Dergâhları îst 1994 s. 108.
N. ESRA DİŞÖREN YATIRLAR
Öldükten sonra da insanlara yardım ettiğine inanılan evliya mezarlarına halk arasında "yatır" adı verilir.
İstanbul'da halkın içtenlikle bağlandığı
ve gerçekleşmesini istediği şeyler için usulüne uygun olarak dilekte bulunduğu adak yerlerinin(-0 birçoğu dinsel bir kimlik kazanmış ve şehrin fethinde şehit düşmüş ni-me'l-ceyş(->) ile Hz Muhammed hayattayken onu tanımış, savaşlarda onunla birlikte olmuş ve 668'deki kuşatmada şehit düşmüş sahabe(->) kabirlerinden ibarettir. Bu kabirler halk tarafından yatır olarak ziyaret edildiği gibi fetihten sonra İstanbul'da yaşamış tarikat büyükleri, meczuplar ya da kökeni belirsizleşmiş ve tarihsel kaynaklarda yaşadığına ilişkin kayıtlar bulunmayan, ancak yatır özelliği kazanmış çok sayıda "dede" ve "baba"nın makamları da ziyaret yerleri(->) arasına girmiştir.
Ebu Eyyub el-Ensarî(->) başta olmak üzere Abdurrahman Şamî (bak. Abdur-rahman Şamî Tekkesi), Câbir (bak. Atik Mustafa Paşa Camii), Edhem (bak. Ed-hem Türbesi) ve diğer sahabe türbeleri, Aziz Mahmud Hüdâî(->), Tezveren Dede, Kahhar Baba, Koyun Dede, Nalıncı Dede, Yûşa Nebi, Selamı Ali Baba, Merkez Efendi, Sünbül Efendi olarak tanınan Yusuf Sinan Efendi, Karaca Ahmed Sultan, Telli Baba gibi tarikat büyükleri ve ermişlerin türbeleri; Çifte Sultanlar, Lohusa Hatun, Çifte Gelinler, Lohusa Sultan gibi ermiş kadınların türbeleri İstanbul'un yüzlerce yatırından birkaçıdır.
Halkın yatırlardan dilekte bulunması, buralara adaklar adaması ve dileği gerçekleşince de adağını yerine getirmesi bir İslami inanç ve uygulama olarak benimsenmiştir. Din adamlarının, hurafe niteliği kazanan yerlerde, karşı çıktığı bu tür inanç ve uygulamalar zaman içerisinde çeşitli kültürlerin etkisiyle oluşmuştur.
Yatırlardan bazılarının halk arasında oluşmuş çok ilginç hikâyeleri vardır: Koyun Dede, mezarını kaldırmak isteyen meyhanecinin dükkânını altüst eder; Nalıncı Dede'nin dükkânı büyük bir yangın-
Zuhurat Baba Türbesi'nde ziyaretçiler.
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi, 1979
da yanmaz, geceleri türbesinden çıkarak çeşmeye abdest almaya gider, III. Murad'ın (hd 1574-1595) rüyasına girer; Çifte Sultanlar Hz Ali'nin oğullan Hz Hasan ve Hz Hüseyin'in kızlarıdır, Bizans imparatoru tarafından Hıristiyan olmaları için bir kiliseye kapatılmışlar ve orada ölmüşlerdir; Yûşa Nebi peygamberdir, Musa Peygamberin yeğeni ve sancaktarıdır. Mezarının baş tarafı daha önce Kudüs'e yönelikken İsla-miyetin doğusuyla Kabe'ye yönelir; Sünbül Efendi Türbesi'nin yanındaki kuyunun suyu şifalıdır, muharrem ayında taşar; Selami Ali Baba, türbesinden alınan toprakla küçük bir ev yapanları ev sahibi eder; Merkez Efendi, türbesinden alınan toprağı, yakınındaki dilek kuyusu ve dilek ağacı ile adak ve dilek sahiplerinin isteklerini geri çevirmez; Karaca Ahmed Sultan akıl hastalarına şifa dağıtır; Lohusa Hatun evlatlık olduğu evin erkeği tarafından kirletilerek hamile bırakıldığı için kendisini Küçükçamlı-ca'daki bir kuyuya atar.
İstanbul yatırları, günümüzde de yalnız şehirde yaşayanlarca değil, geçici bir süre için gelmiş kişilerce de ziyaret edilirler. Bunda İstanbul'un manevi kimliği ile "evliyalar yatağı" oluşuna inanmanın büyük payı vardır.
Bibi. M. Önus, "İstanbul'da Bazı Ziyaret Yerleri, I-II", HBH, IX, 104, 105 (Haziran, Temmuz 1940), 207-208, 218-224; Bayrı, İstanbul Folkloru, .(1972), 152-177; Ünver, Sahabe Kabirleri; Ünver, Mutlu Askerler-, Tanyu, Adak Yerleri, 218-249; M. K. Özergin, "istanbul Yatırlarına Dair, I-II", TFA, 237-243 (Nisan, Ekim 1969), s. 5249-5250, 5419-5420.
İSTANBUL
YAVAŞÇA ŞAHiN MESCİDİ
Eminönü İlçesi'nde, Uzunçarşı Caddesi üzerinde bulunmaktadır. II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) yapılan caminin banisi Hadîka'ya. göre İstanbul'un fethine katılan askerlerden Yavaşça Şahin'dir.
YAVEDÛD TEKKESİ
444
445
YAVSÎ BABA TEKKESİ
Yavaşça Şahin Mescidi
Ertem Uca, 1994/TBTTVArşivi
Mezarı caminin avlusunda yer almaktadır. Yine Hadîka 'ya göre minberini Seyyid Mehmed Efendi koydurmuştur. Cami 1950' de yeniden inşa edilmiştir.
Kare planlı, tek kubbeli caminin duvarları taş ve tuğladan almaşık düzende inşa edilmiştir. Doğu cephesi sağır bırakılmıştır. Ayverdi'ye göre bunun sebebi, caminin kıymetli bir arsa üzerinde inşa edilmesinden kaynaklanmaktadır. Yine Ayverdi'ye göre caminin iki kubbeli son cemaat yeri olması gerekirken günümüzde son cemaat yeri inşa edilmemiştir. Camiyi çevreleyen pencereler alt kısımda beş, üst kısımda ise dört tanedir. Alt kısımdaki pencereler sivri boşaltma kemerleri ile donatılmıştır'. Taştan dikdörtgen söveli üst kısım-dakiler ise ince uzun sivri kemerli ve alçı revzenlidir. Ayrıca kubbe kasnağında sivri kemerli dört tane pencere mevcuttur. Kubbeye Türk üçgenleriyle geçilmektedir. Kuzeybatıda yer alan minare ise tuğladan ince uzun gövdeli, tek şerefeli ve sivri külahlıdır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, 223; Ayverdi, Fatih III, 531; Öz, İstanbul Camileri, 152; Eminönü Camileri, 209-210.
EMiNE NAZA
YAVEDÛD TEKKESİ
Eyüp İlçesi'nde, Defterdar Mahallesi'nde, Yavedut Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Buhara'dan ya da Şam'dan gelerek bir derviş kafilesinin başkanlığında İstanbul'un fethine iştirak etmiş "ni'mel-ceyş"ten olan ve bazı menkıbelerinden ötürü halk arasında "Yavedûd Sultan" lakabı ile tanınan Şeyh Abdülvedûd Efendi (ö. 1455) tarafından tesis edilmiştir, baninin vefatından sonra halifelerinden Tokmak Dede vakfını tayin etmiştir, inşa tarihi kesin olarak bilinmiyorsa da, bunun istanbul'un fethi ile baninin vefatı arasın-
da geçen (1453-1455) zaman zarfında olduğu muhakkaktır.
IV. Mehmed'in (Avcı) kızı olan ve tekkenin yakınında, Ayvansaray'daki sahil-sarayında oturan Hatice Sultan (ö. 1743) 1711'de ikametgâhın karşısında, sahabeden Muhammed el-Ensarî'nin türbesini, ayrıca mektep, sebil ve çeşme yaptırırken Yavedûd Tekkesi'nin mescid-tevhidhane-sini de ihya etmiştir. Bu ikinci yapının tasarımcısı muhtemelen Hassa Başmimarı Bekir Ağa'dır. Ayrıca 1738-1739'da yine Hatice Sultan mescit-tevhidhaneyi, bir minber ilavesiyle camiye tahvil etmiş, tekkenin vakıflarını genişletmiş ve bundan böyle yapı Sultan Camii adı ile de anılır olmuştur.
Cami-tevhidhanenin zemin katı ve minaresi dışında kalan kesimi 1804'te ahşap olarak yeniden inşa edilmiştir. Şeyh Abdül-vedûd'un Türbesi ise 1876'nın ikinci yarısında Pertevniyal Valide Sultan (ö. 1883) tarafından son şekliyle ihya edilmiştir. Bu arada, muhtemelen 1885-1890 arasında cami-tevhidhane ve türbe dışında kalan bölümlerin ortadan kalktığı, hattâ tekke olma vasfını kaybeden bu kuruluşun ca-mi-tevhidhanesinin de herhangi bir cami gibi vazife görmeye başladığı anlaşılmaktadır. II. Abdülhamid'in hazinedarlarından Şemsicemal Usta 1906'da tekkeye bir çeşme ilave etmiştir.
Cami-tevhidhane geçen yüzyılın ikinci yarısında ve yüzyılımızın ilk çeyreğinde birtakım tamirler geçirerek Cumhuriyet devrine ulaşmış, ancak zamanla gerekli bakımdan yoksun kalan yapı tedricen harap olmuş, 1965 dolaylarında bir yangın sonucunda kagir zemin katı ve minaresi dışında kalan bölümleri yanmış, yangını müteakip eskisine oldukça uygun biçimde Vakıflar İdaresi tarafından ihya edilmiştir. Son olarak 1972'de Haliç Köprüsü'nün ve çevre yollarının inşaatı sırasında baninin türbesi bulunduğu yerden sökülerek biraz daha kuzeyde aynen inşa edilmiştir.
Cami-tevhidhanenin boyutları 8,75x8 m'dir. 1711 tarihli olan zemin katın duvarları, ayrıca minarenin kaide ve pabuç kısımları, iki sıra tuğla ve bir sıra kesme küfeki taşından oluşan almaşık örgüye sahiptir. Cümle kapısının ve pencerelerin sö-
Yavedûd
Tekkesi'nde
cami-
tevhidhanenin
batı (giriş)
cephesi.
MSÜArşivi/
Aysen Erol
veleri de kesme küfekidendir. Birinci ve ikinci katların duvarları ise ahşap iskeletli olup içeriden bağdadi sıva, dışarıdan ahşap kaplama ile teçhiz edilmiştir. Kırma çatısı halen Marsilya tipi kiremitle kaplıdır.
Yavedut Caddesi'ne açılan, 1972'de caddenin kotu yükseltildiğinden beri çukurda kalmış olan kapının basık kemer şeklindeki üst sövesinde 5 Cemaziyülâhır 1219/11 Eylül 1804 tarihli olan ve tekkenin bu tarihte yenilendiğini belgeleyen, sülüsle yazılmış bir ayet kitabesi yer almaktadır. 1711'deki yapıma ait olan üst söveye bu kitabenin yukarıda verilen tarihte kazılmak suretiyle yazıldığı anlaşılmaktadır.
Cümle kapısından, ufak bir tepe penceresinden ışık alan yamuk planlı bir taşlığa girilmektedir. Taşlığın güneyinde, ha-rimin altına tekabül eden 8,15x7,15 m boyutlarında bir mekân yer almaktadır. İçinde, yalnız birinde 1097/1685-86 tarihli bir şahidenin yer aldığı dört adet kabri barındıran bu bölümün başlangıçta belki dervişlerin ikametine ya da yemek yemelerine tahsis edilmiş olduğu, ancak sonraları (en azından 17. yy'ın ikinci yansından itibaren) türbe olarak kullanıldığı tahmin edilebilir. Bu mekânın batı duvarında, dışarıdan küfeki söveler, demir parmaklıklar ve tuğladan sivri hafifletme kemerleri ile donatılmış üç adet pencere yer almaktadır.
Giriş taşlığının doğu duvarına yaslanarak birinci kata çıkan üç kollu ahşap merdiven, zemin kattaki taşlığın üstüne tekabül eden bir sofaya geçit vermektedir. Güney yönünde yer alan cami-tevhidhane hariminin giriş mekânı olduğu için bir nevi son cemaat yeri niteliğinde olan bu sofanın biri batıya, diğeri kuzeye açılan iki penceresi vardır. Güney duvarının ortasında harimin kapısı ve bunun yanlarında yine bu bölüme açılan birer büyük pencere bulunur. Bu sofanın kuzeydoğu köşesindeki iki kollu ahşap merdiven de kısmi ikinci katı teşkil eden kadınlar mahfiline çıkmaktadır.
Cami-tevhidhanenin harimi içeriden 8,5x8,25 m boyutlarında, kareye yakın dikdörtgen alana sahiptir. Ortada kapıyı ve yanlarda birer büyük pencereyi barındıran kuzey duvarının doğu ucunda bir yüklük
görülmektedir. Bunun ayinlerde kullanılan çeşitli tarikat eşyasının muhafazası için düşünülmüş olduğu tahmin edilebilir. Yine bu kuzey duvarı boyunca, girişin sağında ve solunda 1,5 m derinliğinde mahfiller uzanmaktadır.
Batı duvarında beş, güney ve doğu duvarlarında da birer tane olmak üzere toplam yedi adet dikdörtgen pencere cami-tevhidhaneyi aydınlatmaktadır. Batı ve güney duvarındakilerin üstünde ayrıca, ahşap mimaride benzerine az rastlanan ve ilk bakışta gemi lumbozlarmı andıran dairevi tepe pencereleri yer almaktadır. Güney duvarının ortasında yarım daire kemerli kav-sarası ile sade görünümlü mihrap bulunmaktadır. Gerek bu mihrap ve gerek minber ile güneydoğu köşesindeki vaaz kürsüsünün asılları son yangında yok olmuş, yerlerine halen görülen ve hiçbir sanat değeri taşımayan yenileri konmuştur.
Yapının kuzeybatı köşesinde yer alan minarenin kaidesi kare planlıdır. Üçgen yüzeylerden oluşan pabuç kısmının üst kesiminde sağır kaş kemercikler sıralanmaktadır. Bunların da üstünde kabartma olarak yazılmış küçük kitabe kartuşları bulunmaktadır. Daire kesitli gövde, basit bir şerefe ve yine daire kesitli bir petekle devam eden minare kurşun kaplı konik bir külah ile son bulur.
Kare planlı (6x6 m) türbenin duvarları kesme küfeki taşı ile örülmüş, üstü kırma çatı ile örtülmüştür. Yavedut Caddesi'ne bakan doğu cephesinde üç tane, diğer cephelerde ikişer tane olmak üzere, toplam dokuz adet penceresi vardır. Kapısı da güney cephesinin doğu ucunda yer almaktadır. Pencereler yarım daire kemerlerle, kapı ise sepet kulpu şeklinde bir kemerle donatılmıştır. Güney ve doğu cephelerinde, kapı ile pencereler arasında pilastr-lar yerleştirilmiş, ayrıca cepheler dört adet silmeyle yatay dilimlere ayrılmıştır.
Kapının kemeri üstünde, türbenin 1293/1876'da Pertevniyal Valide Sultan tarafından bugünkü haliyle ihya edildiğini belgeleyen, talikle kabartma olarak yazılmış bulunan iki satırlık mensur bir kitabe vardır.
Aynı cephede, iki pencere arasında yer alan sülüs hatlı ve mensur diğer kitabenin ise tarihsiz olmasına rağmen 1876'dan önceki türbe binasından arta kalmış olduğu tahmin edilebilir. Doğu cephesinde, ortadaki pencerenin üstünde Şeyh Abdül-vedûd'un adını içeren, tarihsiz üçüncü bir kitabe daha yer almaktadır.
Çeşmeden geriye basık kemer biçiminde, istiridye ve kıvrık dal kabartmaları ile süslü, mermerden bir aynataşı kalmıştır. Üzerinde Şemsicemal Usta'nın adını ve 1324/1906 tarihini veren, istifli sülüsle yazılmış bir kitabe bulunmaktadır.
Bibi. Evliya, Seyahatname, ty, I, 72-73; Ayvansarayî, Hadîka, I, 287-288; Ayvansarayî, Mec-mua-i Tevârih, 400; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 6-7, no. 24; Münih, Mecmua-i Te-kaya, 5; "Abdülvedûd (Şeyh)", "Abdülvedûd Camii", ISTA, I, 143-145; Öz, İstanbul Camileri, I, 124; Okan, İstanbul Evliyaları, 186-192; Bayrı, İstanbul Folkloru, 162; Ayverdi, Fatih III, 532-534; M. O. Bayrak, İstanbul'da Gömü-
lü Meşhur Adamlar, İst., 1979, s. 125; Has-
kan, Eyüp Tarihi, I, 83-85, 295-296; M. Özda-
mar, DersaadetDergâhları, ist., 1994, s. 49-50.
M. BAHA TANMAN
YAVSÎ BABA TEKKESİ
Fatih İlçesi'nde, Sultan Selim Külliyesi(->) yakınındaki Aspar Su Haznesi'nin(->) güneybatı köşesinde, bugünkü Darüşşafaka Lisesi sınırları içinde bulunuyordu. Kurucusu Muhyieddin Mehmed Iskilibî'nin (ö. 1514) lakabından ötürü Yavsî Baba Tekkesi adıyla tanınmıştır. Ayrıca kaynaklarda Si-vasî Tekkesi olarak da geçer.
Bayramîliğin(->) istanbul'daki ilk büyük örgütlenme merkezi sayılan Yavsî Baba Tekkesi, 15. yy'ın sonlarında şehir hayatına giren bu tarikatın Tennurî kolu tarafından kurulmuş, daha sonra Halvetîliğe(->) bağlı Sivasî ve Sünbülî meşihatına sahne olmuştur.
Tekkenin kurucusu ve ilk postnişini Muhyieddin Mehmed İskilibî, Bayramîliği İstanbul'da kurumlaştıran ilk şeyh olarak bilinir. Ünlü matematikçi Ali Kuşçu'nun (ö. 1474) damadı ve Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin(-0 de babası olan Muhyieddin Mehmed Efendi, İskilip'te doğmuş, zahiri ve Batıni ilimleri Ali Kuşçu ile Şeyh Musliheddin'den öğrenerek Akşemsed-din'in(-») halifesi İbrahim Tennurî'den (ö. 1482) Bayramî hilafeti almıştır. Döneminin önde gelen şeyhlerinden olduğu, Şehzade Bayezid ile Amasya'da tanışarak onun konağında yaşamasından anlaşılmaktadır. Şehzade Bayezid ile kurduğu bu yakın ilişki, daha sonra Bayramiliğin İstanbul'da örgütlenmesini sağlayan siyasi bir olaya adının karışmasına yol açmıştır. 1481'de meydana gelen bu olay, II. Meh-med'e (hd 1451-1481) ve Cem Sultan'a karşı Şehzade Bayezid'in bilgisi dahilinde Hal-vetîlerin desteğiyle hazırlanan ve Muhyieddin Mehmed Efendi'nin de haberdar olduğu başarısız bir saray darbesi girişimidir. Henüz planlama aşamasında ortaya çıkarılan bu girişimin Bayramîlik açısından önemi, II. Bayezid'in padişahlığı döneminde (1481-1512) tarikatın İstanbul'da örgütlenmesini kolaylaştıran siyasi desteğe zemin hazırlamasıdır. Taşköprîzade'nin verdiği bilgiler çerçevesinde bu desteğin boyut-
Yavsî Baba
Tekkesi'nin
haziresi.
Ekrem Işın, 1991
ları daha iyi kavranabilmektedir. Nitekim Bayramîlik, bu dönemde II. Bayezid'in siyasi himayesiyle güçlü bir örgüt yapısına kavuşmuş ve hünkâr şeyhliğine tayin edilen Muhyieddin Mehmed Efendi'nin ulema zümresi içindeki faaliyetleriyle de sosyokültürel kimliğini kazanmıştır. Bu resmi kimlik daha sonra tarikatın muhalif kanadını temsil eden Melamîlere karşı ulema sınıfıyla ittifak kurmasında yapıcı bir rol oynayacaktır. Bayramîliğin saray ve medrese ile kurduğu bu ittifakın kaynağını Muhyieddin Mehmed Efendi'nin karizma-tik kişiliğinde aramak gerekir. Bu kişilik hem siyasi bir örgütçünün hem de güçlü bir mutasavvıfın özelliklerini barındırmaktadır. Şeyh Bedreddin'in tanınmış eseri Varidat'ma yazdığı "Hakikatü'l-Hakâik fî Keşfi Esrâri'd-Dekâik" başlıklı şerhini ise onun bu mutasavvıf yönünü ön plana çıkaran temel bir çalışma olarak değerlendirmek mümkündür..
Yavsî Baba Tekkesi'ndeki Bayramî meşihatı 1566'ya kadar Muhyieddin Mehmed Efendi'nin halifeleri tarafından yürütülmüştür. Bu halifeler, Muhyieddin Mehmed Efendi'nin birinci derece aile üyeleri olup Bayramîliğin İstanbul'daki en eski yönetim kadrosunu meydana getirirler. Bu grup, toplumsal köken bakımından iki büyük ulema ailesine dayanmakta ve yakın akraba evlilikleriyle şekillenen, kendi içine kapalı bir halifelik kurumu niteliğini taşımaktadır. Bayramî meşihatını denetleyen bu halifeler, Muhyieddin Mehmed Efendi soyundan gelen Ebussuud Efendi ailesi ile Müeyyedzadelerden gelen Şeyhülislam Abdülkadir Şeyhî ailesine mensupturlar. Tarikatın iskilip'te faaliyet gösteren merkez tekkesi de hem meşihat hem vakıf mallarının idaresi açısından bu grubun tasarrufuyla Yavsî Baba Tekkesi'ne bağlanmıştır.
Musliheddin Sirozî (ö. 1519), tekkedeki Bayramî meşihatını temsil eden ikinci kuşak Tennurî halifelerinin ilkidir. Önce İskilip'teki merkez tekkenin postnişinliği-ni yapmış, daha sonra Yavsî Baba Tekkesi meşihatında bulunmuştur. Yaklaşık 7 yıl kadar süren bu son meşihatının ardından Edirne'ye giderek Debbağhane Mahalle-si'ndeki Şeyh Suca Tekkesi'nde inzivaya
Dostları ilə paylaş: |