I d I n I a V a 3IV1ho nin



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə111/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   107   108   109   110   111   112   113   114   ...   140

YAZI ÖNCESİ ÇAĞLAR

450


451

YAZI ÖNCESİ ÇAĞLAR

BibL İnal, Son Hattatlar, 551-552; U. Derman, "Hattat Hulusi Efendi". Kubbealtı Akademi Mecmuası, IX/1 (Ocak 1980), s. 52-54; ay, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, ist., 1982, levha 26, 55, 64; ay, "Hattat Hulusi Efendi", Lâle Dergisi, S. 7 (Aralık 1990), s. 15-20; ay, islâm Kültür Mirasında Hat Sanatı, ist., 1992, levha 152, 161, 168 (s. 221, 224, 226); Rado, Hattatlar, 252.

Ali ALPARSLAN



YAZI ÖNCESİ ÇAĞLAR

İstanbul'da insan topluluklarının yaşam şekillerinin ve oluşturdukları ilk kültürlerin belgeleri olan en eski maddesel kalıntılar (arkeolojik buluntular) yazı öncesi (tarihöncesi, prehistorik) çağlara aittir. Prehis-torik çağlar 4. jeolojik zamanın (kuvanter-ner) pleistosen (glasiyal, diluvium, buzul çağlan [buzul ve buzul arası çağlan] da denir) dönemiyle, "holosen" (postglasiyal, buzul sonrası, günümüz, alluvium) döneminin bir kısmını kapsayan zaman dilimini içerir. Genel olarak pleistosenin yaklaşık 2,5-3 milyon yıl önce başladığı ve 10.000 yıl öncelerinde sıcaklığın artmaya başlaması ve büyük iklimsel değişikliklerin ortaya çıkmasıyla sona erdiği, bunun sonucunda ise holosene geçildiği kabul edilmektedir.

Yazı öncesi çağlarda istanbul'da insan elinden çıkmış ilk aletlerle belirlenen ilk kültürlerin ise 600.000/400.000-300.000 yılları öncesinden itibaren başladığı, bir ge-lişim-değişim süreci içinde farklı kültürler oluşturarak MÖ 2. bin yıla kadar uzandığı izlenebilmektedir.

Söz konusu zaman dilimi içinde istanbul ve yakın çevresinde ele geçen tarihön-cesine ait maddesel kalıntılara, arkeolojik buluntulara göre pleistosende paleolitik (yontma ya da eski taş çağı) (alt, orta, üst paleolitik), holosende epipaleolitik-mezo-litik (paleolitik sonrası, paleolitik ardı, orta taş çağı), neolitik (cilalı ya da yeni taş çağı), kalkolitik (taş-bakır çağı), ilk tunç çağı kültürlerini meydana getiren insan topluluklarının yaşadıkları öğrenilmektedir.

Bu insan toplulukları pleistosende paleolitik ve holosen başlarında epipaleolitik çağlarda göçebe, yan-göçebe iken daha sonra gene holosenin daha ilerlemiş dönemlerinde neolitikten itibaren tam yerleşik yaşama geçmiş. Fikirtepe ve Pendik'te örneklerini1 gördüğümüz "ilk köy yerleşmeleri"ni kurmuşlardır (bak. Fikirtepe Kültürü). Bu yerleşik, kısmen balık ve diğer deniz ürünleri avcılığına, kısmen de tarım ve hayvancılığa bağlı yaşam biçimleri holosen boyunca kalkolitikte de süregelmiş, ancak ilk tunç çağından itibaren genel olarak Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi "kent beylikleri" oluşma sürecinde, olasılıkla daha gelişkin bir kültür yapısına kavuşmuşlardır.

Ekolojik Ortam

Boğaziçi yoluyla Anadolu'nun Avrupa ile doğal bir biçimde ilişkisini sağlayan İstanbul IH, doğuda Kocaeli, batıda Çatalca Ya-rımadası'mn üzerinde gelişmiştir (bak. coğrafi konum).

İstanbul kenti ise topografik açıdan de-

nizden yüksekliği 100-200 m arasında değişen bir plato görünümündedir. Dar bir kıyı şeridi vardır ve bunun hemen arkasında dikleşen yamaçlar üzerinde kuzeyden güneye doğru bir eğimle alçalarak gelişen dalgalı düzlükler yer almıştır. Bu eğim Marmara kıyılarında az, Boğaziçi ve Karadeniz kıyılarında daha fazladır. Birçok akarsu derin vadiler yaparak gene Marmara'ya, Boğaz'a ve Karadeniz'e akmaktadır.

Jeomorfolojik araştırmalar İstanbul ve çevresinin 4 ayrı jeolojik zamana ait çeşitli katmanlardan oluştuğunu kanıtlamıştır (bak. doğal yapı). 3. zamanda başlayan tektonik hareketler sonucunda, önce ne-ojende çukur olan Ege alam yükselmiş, ardından pliyosen sonu ile 4. zamanın (ku-vanternerin) başlarında arazide aşınım artmış, bütün dünyada yerkabuğundaki düşey tektonik hareketlerle pleistosende paleolitik kültürler sırasında Anadolu ve Trakya yükselmiş, Ege, Marmara ve Karadeniz havzaları çanaklar şeklinde alçal-mıştır.

Eskiden bir akarsu vadisi olan İstanbul Boğazı'nın nasıl meydana geldiği konusunda ise çeşitli görüşler vardır (bak. Boğaziçi).

Karadeniz'de Glomar Challenger gemisinin yaptığı sondajlarda ele geçen pollen karotlarının analizlerine göre pleistosende paleolitik kültürler sırasında istanbul ve çevresinde 3 buzul ve 3 buzul arası çağ izlenebilmiştir. Bu çağlarda su seviyelerinde östatik yükseliş ve alçalmalarla kıyı hareketleri meydana gelmiştir. Bu yüzden Karadeniz'le Marmara arasındaki istanbul Boğazı ile kurulan bağlantı aralıklı olarak kesilmiş, ardından da gene aralıklı olarak yeniden gerçekleşmiştir. Aradaki bağlantının koptuğu buzul çağlarında her iki deniz göl olmuş, bağlantının yeniden kurulduğu buzul arası çağlarda ise her ikisi yeniden denizlere dönüşmüşlerdir. Gene bu buzul aralarında Marmara'nın tuzlu suyu Karadeniz'e dökülerek onun tatlı suyunun tuzlulaşmasına yol açmıştır.

Mindel-Riss buzul arasına rastlayan Tyrrhen I transgresyonu (deniz ilerlemesi, kıyıların suyla kaplanması) sırasında Marmara deniz şeklindedir. Ardından gelen Riss buzul çağı esnasında Inter-Tyrrhen su çekilmesi (regresyon) ile deniz yüzeyi alçalmış ve Marmara bir göl şeklini almıştır. Riss-Würm buzul arası sırasında Marmara, Tyrrhen II-III ya da Monas-ter I-II trangresyonları esnasında, yeniden denize dönüşmüştür. Bu zamanda su seviyesi 12-15 m yükselerek Karadeniz'le bağlantı kurulmuştur.

R/V Atlantis gemisinin araştırmalarında elde edilen radyoaktif karbon ölçümlerine dayanarak Riss-Würm buzul arasında 25.000 yıl kadar önce Karadeniz, Marmara Denizi'nden gelen tuzlu su ortamından, yeniden tatlı su ortamına geçmeye başlamış ve Karadeniz'in bu tatil su ortamına geçişi 22.000 yıl öncelerine kadar sürmüştür.

Genelde Riss-Würm buzul arası, Avrupa'da alt paleolitik kültürlerin yavaş yavaş sona erdiği orta paleolitiğe doğru geçişin

başladığı bir dönem olarak izlenmekte, ancak bu sürecin daha eskiye tarihlen-mesi gerektiği "uzun kronoloji" taraftarlarınca savunulmaktadır. Olasılrkla burada paleolitik kültürlerin tarihlenmesi açısından yeni araştırmalarla "kısa kronoloji" verilerinin geçerli olup olmadığı sorunları ele alınmalıdır.

20.000 yıl öncelerinde yani Würm Buzulu sırasında artık post-Tyrrhen regres-yonu (kıyıların ilerlemesi) ile Marmara'da deniz seviyesi 100 m alçalmış, 100'den yüksek kısımlar kara şekline dönüşmüştür. Böylece 12.000 yıl boyunca Karadeniz göl şeklini korumuştur. Marmara'da orta kesimlerdeki çanak kısmı ile birlikte çok sayıda ufak göller ortaya çıkmıştır. Bu son buzul çağında orta ve üst paleolitik çağ kültürleriyle, Avrupa ve Anadolu'da olduğu gibi, istanbul ve çevresinde de eskiye kıyasla daha yoğun bir şekilde karşılaşılmaktadır.

Yaklaşık 10.000 yıl öncelerinde holosen iklim koşullarına geçilirken İstanbul ve çevresinde deniz yüzeyinde başlayan yükselme 7.000 yıl kadar sürmüş, günümüzden 3.000 yıl öncelerine (MÖ 1. binyıla) kadar kıyıların şekillenmesi devam etmiştir. Deniz seviyesinin yükselmesi sonucunda sular İstanbul Boğazı'ndan yeniden akmaya başlamış, Karadeniz yeniden tuzlu su ortamına girmiştir. Buna "Akdenizleşme evresi" de denmektedir. "Flander transgresyonu" olarak kabul edilen ve holosen başlarından itibaren gelişen bu evrede S. Erinç'e göre deniz seviyesinde yeniden ve son olarak meydana gelen bir yükselme ile Terkos, Tuzla ve çevresindeki vadi ağızlarında koylar meydana gelmiş, Adalar(->) da bu sırada yükselmiştir. Yenikapı ile Yeşilköy arasındaki koylar alüvyonla dolmuş, Haliç'te(-») gene bir "boğulma" meydana gelmiştir.

Holosen başlarından itibaren istanbul ve çevresinde sırasıyla önce epipaleolitik, ardından olası akeramik neolitik, daha sonraları ise gelişmiş neolitik, kalkolitik ve MÖ 3. binyılda da ilk tunç çağı kültürleri görülmüştür.

İstanbul ve çevresinin günümüzdeki görünüşü ve kıyılarının ana hatları yukarıda da değinildiği gibi ancak yaklaşık 10.000 yıl (MÖ 8. binyıl) önceleri, holosen başından itibaren şekillenirken, gene bu yöredeki vadilerin deniz suyunun altında kalmasıyla Göksu, Küçüksu, Büyükde-re ve Baltalimanı haliçleri alüvyonla dolmuş, bunlar küçük ovalara dönüşmüştür. Ancak Kurbağalı Dere'nin ağzı bundan etkilenmediğinden burası Kalamış Koyu olarak eski şeklini korumuştur. Buna karşılık Kâğıthane ve Alibey derelerinin taşıdıkları aşınım toprağı ile Halic'in dolması başlamıştır. Holosende sıcaklığın artışı ve sık sık yağışların ardından gelen uzunca kurak evreler İstanbul'un kıyı şeritlerinde regres-yonlann, ardından gelen yoğun yağışlar ise transgresyonların (deniz ilerlemelerinin) oluşmasına yol açmıştır. Özellikle bu durum MÖ 5. binyıl ve sonrasında büyük olasılıkla kıyı yerleşmelerinin deniz suyu altında kalmasına, bazılarının ise o zaman-

Yazı öncesi çağlarda istanbul'da kullanılan paleolitik ve epipaleolitik/mezolitik devirlere ait yontma taş aletler: 1-2 Dudullu (Jelinek'ten), 3-6 Dudullu (Jelinek'ten), 7-8 İbo'nun Rampası (Arsebük'ten), 9-14 İbo'nun Rampası (Arsebük'ten), 15-28 Ağaçlı (Arsebük ve Harmankaya'dan), 29-33 Gümüşdere (Özdoğan'dan). Semavi Eyice Armağanı, ist., 1992

dönemlerde Akdeniz ikliminin kuru ormanları ve onlara bağlı subtropikal bitki türlerinin yaşadığını araştırmalar kanıtlamıştır. Son buzul çağı sırasında bunların kuytu yerlere (nişlere) sığındıkları sanılmaktadır.

İstanbul ve çevresinde 3. zamana ait Boreal, Akdeniz, kuvarternere (4. zamana) ait Avro-Sibirya, Turan-Önasya, Pontik-step bölgelerindeki bitki türlerinin kalıntıları bir arada izlenebilmektedir. Bu nedenle pleistosenin nemli ve soğuk dönemlerinde nemli ormanların, kurak ve sıcak buzul aralarında kuru ormanların İstanbul ve çevresinde yer aldıkları görülmektedir.

Ayrıca Würm buzullaşmasının başlarında istanbul Boğazı'nda su seviyesinin 100 m kadar daha alçak olmasından dolayı, nemli ve soğuk bir iklimde, orta ve kısmen de üst paleolitik insan topluluklarının Avrupa yakasından, Anadolu yakasına ya da ters yönde rahatlıkla gidip gelebilecekleri unutulmamalıdır.

İstanbul ve çevresindeki ormanlık alanlar holosenden itibaren daha da gelişmeye başlamışlar ve zengin bir bitki örtüsü meydana getirmişlerdir. Genel olarak MÖ 4000 yıllarından itibaren, bazı salınımlar olmakla birlikte günümüz iklim koşullarına girildiği, ormanların çoğalmasının ve bitki örtüsündeki gelişmenin nedeninin artan

yağışlar olduğu ileri sürülmektedir. Ant-ropojen olarak, yani insan eliyle ekolojik ortamda meydana gelen değişiklikler her ne kadar neolitikten itibaren başlamışsa da MÖ 2. ve 1. binyıllarda tarımın ve hayvan otlatmalarının yoğunlaşmasından dolayı daha etkinleşmiş ve büyük olasılıkla ormanlık ve çayırlık alanlardaki bitki türlerinin hem azalmasına hem de çeşitlerin-deki değişikliklere yol açmıştır.

Pleistosende paleolitik, holosende epipaleolitik, neolitik ve onu takip eden tarihöncesi çağlarda yaşamış hayvan toplulukları hakkında midye türleri dışında fazla ayrıntılı bilgiler yoktur. Ancak alt ve orta paleolitik çağlar için Yarımburgaz Mağa-rası'nda(-*) yapılan araştırmalar bu konuda bir fikir vermektedir. Yarımburgaz'da küçük memeliler içinde yarasalar, tavşa-mmsılar, çeşitli kemiriciler, ayrıca balıklar ve kuşlarla birlikte bulunan gene yabani hayvanlardan büyük memeliler olarak ayıgiller, köpekgiller, kedigiller, sırtlangiller, atgiller, geyikgiller, boynuzlugillerden bizon, keçigiller, antilopgillere ait kemik kalıntıları zengin bir hayvan dünyasının İstanbul'da yaşayan paleolitik insan topluluklarının yakın çevresinde bulunduğunu kanıtlamaktadır.

Buna karşılık holosen hayvan dünyası hakkında sadece kazısı yapılan Fikirte-

ki kıyı şeridinin gerisinde kurulmasına neden olmuştur.

istanbul ve çevresinde paleolitikten itibaren insan topluluklarının nasıl bir abi-otik (cansız, doğal) ve biotik (canlı) ekolojik ortamda yaşadıkları henüz ayrıntılarıyla tam olarak aydmlatılabilmiş değildir. Ancak bu konuda bazı genellemelerle bir fikir edinilebilmektedir. Gene genellemelere dayanılarak paleolitik kültürlerin bulunduğu buzul çağlarında soğuk ve nemli, buzul aralarında ise sıcak ve kurak bir iklimin egemen olduğu kabul edilmektedir. S. Erinç, Würm yani son buzul çağında Türkiye'de sıcaklığın bugüne kıyasla 4-5°C daha düşük olduğu görüşündedir. İstanbul ve çevresinde bugünkü sıcaklık ortalamaları 15-l6°C arasında değişmektedir. Böylece gene bir genellemeye hiç değilse pleistosen sonlarında İstanbul ve çevresinde ortalama sıcaklığın 11-12°C ve 9-10°C civarında olabileceği varsayılabilir.

Yağışların yer yer ve zaman zaman kar şekline dönüştüğü pleistosen sonlarında istanbul ve çevresinde yağışlı, karlı ve soğuk bir iklimde yetişen bitki türleri ile karşılaşılacağı doğaldır. Würm buzullaşması sırasında Trakya, Kuzey Anadolu ve Ege Bölgesi'nin büyük bir kesiminde karışık nemli ormanların yer aldığı bilinmektedir. İstanbul ve çevresinde buzul aralarındaki

YAZI ÖNCESİ ÇAĞLAR

452


453

YAZI ÖNCESİ ÇAĞLAR

pe'denj. Boessneck ve A. von den Drie-sch'in araştırmalarıyla yalnızca neolitik (kalkolitik) için ayrıntılı, fakat sınırlı bir bilgi edinilebilmektedir (bak. Fikirtepe Kültürü). Bu araştırmalara göre en önemli olgu yaklaşık MÖ 6. binyıldan itibaren Fikirtepe Kültürü sırasında köpek, koyun, keçi, sığır ve domuz gibi hayvanların evcüleştirilmiş olması, özellikle sığır çobanlığının yanında balık avcılığının o insanlar tarafından daha fazla yapıldığının anlaşılmasıdır. Aynı zaman dilimi içinde ve aynı yerde yabani dev sığır, yabandomuzu, geyik, alageyik, karaca, kurt, tilki, boz ayı, yabankedisi, tarla tavşanı, yabani at, sansar, kara ve bataklık kaplumbağaları, çeşitli kuş ve balık türlerinin de yaşadığı öğrenilmektedir. Gene aynı arkeo-zoologlar yunusbalıkları ve olası bir balinaya ek olarak 13 balık türünden 7'sinin tuzlu su, 6'sının tatlı su balığı olduğunu saptamışlardır. Bunlar içinde kefal, levrek, mercan, izmarit, istavrit, orkinos, göl levreği ve turna balığının oldukça fazla avlandığı dikkati çekmektedir. Bu türlerden bazılarının bugün hâlâ yaşaya-geldiği, ancak bazı türlerin ortadan kalkmış olması, o zamandan bugüne ekolojik ortamda bir değişikliğin gerçekleştiğine de işaret etmektedir. Yerleşmeler ve Kültürler Paleolitik Çağ: istanbul ve çevresinde pa-leolitik çağda (orta ve üst pleistosende) insan toplulukları ya mağaralarda ya da açık hava konak yerlerinde yaşamışlardır. Bu insanlara ait mağara, konak yerleri ve kültürleri belirlemeye yarayan, günümüze kadar gelebilen maddesel kalıntılar ise genelde yontma taştan (çoğunlukla çakmaktaşından) yapmış oldukları aletlerdir. Aletlerini vurgulama tekniğiyle (yontma taş tekniğiyle) şekillendirmişlerdir. Ancak başlangıçta ana parçadan yonttukları, çıkardıkları yongalardan geriye kalan "çekirdek" kısmını (eski terimiyle "el baltası", yeni terimiyle ikiyüzeyli) işleyerek (bazen ça-kıltaşı aletlerde olduğu gibi yalnız ana parçanın uç kısımlarından yongalar çıkararak) alet olarak kullanmışlardır. Daha sonraları önce çekirdekten çıkardıkları yongaları, ardından da daha ince, paralel kenarlı ve düzgün "dilgi" denen yongaları işleyerek, bu kez bunları alet olarak kullanmışlardır. Genelde aletlerin bu ve buna benzer sınıflamalarına göre alt, orta, üst pale-olitik ve hattâ epipaleolitik-mezolitik kültürler göreli olarak saptanabilmekte ve ta-rihlendirilmektedir.

istanbul ve çevresinde açık hava konak yerlerini ve paleolitik kültürleri belirleyen yontma taş aletler 20. yy'ın başlarında önce Mordtmann, daha sonra 19401ı yıllarda Muine Atasayan, 1960-1975 arasında Ş. A. Kansu, İ. K. Kökten tarafından yapılan araştırmalarda yüzey buluntusu olarak ele geçmişlerdir. Daha sonra bunlara P. Be-nedict ve U. Esin'le birlikte A. J. Jelinek'in, M. Özdoğan'm, G. Arsebük ve S. Harman-kaya'nın istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı adına öğrencilerle birlikte yaptıkları araştırmalarda paleolitiğin çeşitli çağlarına ve kültürlerine

ait yontma taş aletler ve konak yerleri eklenmiştir.

Buna karşılık önce I. K. Kökten ve Ş. A. Kansu'nun, daha sonra M. Özdoğan ve G. Arsebük'ün içinde alt, orta, üst paleolitik kültürlerini gün ışığına çıkardıkları Yarım-burgaz Mağarası arkeolojik olarak kazı yapılan tek yerdir.

Yarımburgaz Mağarası nasıl paleolitiğin ve hattâ daha sonra tarihöncesi ve tarih çağlarının çeşitli dönemlerinde iskân edilmişse, yüzey araştırmalarında ele geçen aletlere dayanarak saptanan konak yerlerinin çoğunda da alt paleolitik ya da orta paleolitikten itibaren insan topluluklarının aralıklı olarak aynı yerlerde oturdukları, buralarını yeniden konak yerleri olarak seçtikleri izlenmektedir. Hattâ bazılarının epipaleolitik-mezolitik ve olası akeramik neolitik çağda da kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Şimdilik istanbul'un paleolitiğe ait en eski konak yerleri ve kültürleri hem Avrupa, hem de Anadolu yakasında bulunmuştur, aynı durum orta ve üst paleolitik için de söz konusudur:

M. Özdoğan tarafından 1982'de saptanan Eskice sırtı konaklama yeri Büyükçek-mece Gölü'nün kuzeyindeki taraçalarda, TEM Otoyolu'nun üzerindedir. Otoyol yapılırken konak yerinin önemli bir kısmı yok edilmiştir. Yüzey araştırmalarında toplanan "çaytaşı çekirdek ve Clacton tipindeki kaba yonga aletleriyle, kazıyıcılarıyla" Acheul öncesine tarihlenebilen bu buluntu yeri şimdilik istanbul'un en eski konak yerini teşkil etmekte, en eski kültürünü sergilemektedir. Olasılıkla Çatalca'nın kuzeyinde Karababa mevkiinde gene M. Özdoğan'm aynı yıl bulduğu iki konak yeri de aynı tarihe aittir.

Serpantinden yapılmış iki yüzeyli aletlerin (el baltalarının) Mordtmann tarafından ilk bulunduğu yer ise İçerenköy'dür. Yamuk biçimli ve çok aşınmış, ancak tipo-lojik açıdan alt paleolitiğin "Acheul öncesine tarihlenebileceği kabul edilen bu aletlerin bugün Içerenköy'ün tam neresinde toplandığı bilinememektedir. Avru-pa'daki benzerlerine dayanarak bu konak yerinin Mindel buzullaşması sonlarında kullanıldığı savunulabilir.

Pendik'te Temenye ile Madalli Bahçesi semti arasında kalan, denize bakan tarlaların birinde 1940'ta Muine Atasayan tarafından kalkerden, kabaca şekillendirilmiş, 11 cm büyüklüğünde bir ikiyüzeyli alet (el baltası) bulunmuştur. M. Atasayan aletin Abbeville, Ş. A. Kansu ise Acheul tipinde olduğu görüşündedir. Pendik konak yerinin her iki görüşe göre de alt paleolitiğe ait olması gerekir. 1959-1962 arasında Ş. A. Kansu'nun gene Pendik açık hava konak yerine ait olduğunu bildirdiği kazıyıcı tipindeki çakmaktaşından yonga ve dilgiler-den oluşan aletler arasında obsidienden de yapılmış olanlar vardır. Bu yüzden bunların paleolitiğe ait oldukları kesin değildir.

Dudullu'da ve Ümraniye'de 16 konak yeri A. Jelinek'le birlikte yapılan yüzey araştırmasında bulunmuştur. Çakmaktaşından yapılmış Abbeville ve Acheul tipin-

deki ikiyüzeyli aletler bu yörenin alt paleolitik insan toplulukları tarafından oldukça yoğun bir şekilde konak yeri olarak kullanıldığını göstermektedir. Jelinek'e göre bunlar Riss buzullaşması sonlarına ya da Riss-Würm buzul arasına tarihlen-dirilmişlerdir.

istanbul'un Rumeli yakasında insan topluluklarının alt paleolitikten itibaren konakladıklarını belgeleyen bir başka yer de Davutpaşa Deresi'nin üst sekileri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak Ş. A. Kansu'nun burada bulduğu ikiyüzeyli alet çok aşındığından alt paleolitiğin hangi kültürüne ait olduğu tam anlaşılamamaktadır.

Karadeniz kıyı şeridinde, Kilyos yakınındaki kumullarda paleolitik çağ insanının aralıklı olarak konakladığını belgeleyen yerlerden biri Gümüşdere, diğeri ise Ağaçlı'dır. M. Kondakowski'nin Ağaçlı'da ilk aletleri bulmasından sonra, her iki yerde de G. Arsebük, M. Özdoğan ve S. Har-mankaya tarafından çeşitli zamanlarda yüzey araştırmaları yapılmıştır.

Kilyos'un 4 km batısında, Gümüşdere Köyü'nün 2 km kuzeydoğusunda Domuz Dere'nin iki yanındaki kumlukta çok sayıda konak yeri ya da işlik bulunmuştur. Bunlar kıyıya yakın Ağaçlı'ya paralel uzanan bir vadide kum katmanları içinde yer almaktadır. Kum depoları Ağaçlı ile aynı özellikleri taşır. Kırmızı renkli eski kum depoları üzerinde yer yer konak yerlerini belirleyen çakmaktaşından alet toplulukları kümelenmiştir. Alt paleolitiğe ait "çakıl-taşı" tipindeki bir çekirdek alet burasının olasılıkla alt paleolitikten itibaren kullanıldığına işaret etmektedir. Ancak aletlerin çoğunluğunu dilgimsi yongalar ve dilgi-ler oluşturmuştur. Alet tiplerine göre orta ve üst paleolitik kültürlerin burada yaygın olduğu, yerel bir Moustier kültüründen sonra, daha çok benzerlerine Güneydoğu Avrupa ile Kuzey Karadeniz'de rastlanan üst paleolitiğe ait Aurignac ve Gravette kültürlerinin temsil edildiği izlenmektedir. Üst paleolotikten sonra postple-istosen (holosen) başlarında epipaleolitik-mezolitik ve hattâ belki akeramik neolitik kültürler sırasında da Gümüşdere'de oturulduğu çok sayıdaki mikrolit tipindeki dilgi çekirdekleri, minik dilgi ve sırtlı dilgi-.ciklere dayanılarak söylenebilmektedir.

Ağaçlı'daki konak yerleri ise Çifte Alan ile Ağaçlı Köyü arasında "Yedi Kumlar" denen mevkide bulunmuştur. Bunlar Gümüş-dere'deki gibi pliyosenin sıcak ve nemli bir iklim dönemine ait, sert yüzeyli, kırmızı kum depolarının üzerinde yer almıştır. Burada 40 kadar konak ve işlik yeri sapta-nabilmiştir. Konak yerlerindeki aletler geniş bir alana yayılmış, buna karşılık işlik yerlerindekiler sınırlı bir alanda yoğunlaşmışlardır. "Çakıltaşı" aletlere az da olsa burada da rastlanılmıştır. Rüzgârın etkisiyle kum tepecikleri yer değiştirdikçe, saptanan konak yerlerinin de yer değiştirdiği, onların yerine daha başka konak yerlerini gösteren aletlerin ortaya çıktığı görülmüştür. 1978'den beri, satmak amacıyla miyosen oluşumlu linyit kömürünü çıkaranlar tarafından Ağaçlı ve Gümüşdere'deki or-

ta, üst paleolitiğe ve epipaleolitiğe ait konak yerleri insafsızca kazılarak bugün ne yazık ki hemen tümüyle yok edilmiştir.

Ağaçlı'da da Gümüşdere'de olduğu gibi alt, fakat daha çok orta paleolitik (Moustier, Levallois-Moustier), üst paleolitik (Aurignac, Gravette), epipaleolitik ve çanak çömleksiz neolitik kültürlere sahip insan topluluklarının mevsimlik de olsa yoğun bir şekilde oturdukları kanıtlanabil-mektedir. Kuşkusuz Ağaçlı'nın güneyindeki geniş orman alanı, su kaynaklarını sağlayan derelerin konak yerlerine yakınlığı burasının çeşitli dönemlerde oturmak için seçilmesinde önemli rol oynamış olmalıdır.

Kıyı konak yerlerinden biri olan Doma-lı gene M. Özdoğan ve ekibince yüzey araştırmaları sırasında 1982'de bulunmuştur. Aynı adı taşıyan kumluğun batısında-dır. Domalı'ya ait yontma taş aletler Göztepe ve Kazlar Deresi'nin doğusuna rastlayan Dereağzı Tepesi üzerinde toplanmıştır. Bunlar kısmen üst paleolitik sonlarına, kısmen de epipaleolitiğe tarihlenebi-lecek, sayıları fazla olmayan aletlerdir.

Yalova yakınlarında S. Erinç'in saptadığı pleistosen taraçalarının uzandığı yörede Ş. A. Kansu tarafından Çallıca Deresi graviyelerinde paleolitik çağa ait kazıyıcı tipinde aletler toplanmıştır. Ancak aletlerin paleolitiğin hangi kültürüne ait olduğunu Kansu belirtmemiştir. '

Marmara'nın güneyindeki diğer bir konak yeri ise Çınarcık in 4 km kadar güneydoğusunda G. Arsebük'ün 1978'de bulunduğu Ibo'nun Rampası mevkiidir. istanbul'dan 50 km kadar uzaktaki Yalova-Çınarcık karayolu üzerinde, yolun iki tarafında uzanan buluntu yeri deniz kıyısından l km kadar içeridedir. Yüzey araştırmaları konak yerinin çok geniş bir alana yayıldığını göstermiştir. Çakmaktaşından yonga, dilgi ve dilgi çekirdekleri, kazıyıcılar, uç, delici ve çoklu aletlerin genel karakterleri burasının bir orta paleolitik gelenekten gelişmiş üst paleolitik bir kültüre ait olduğu izlenimini vermektedir. Ayrıca alet topluluğu içinde, az da olsa birkaç obsidienden mikrolit dilgi Ibo'nun Rampası'nın epipaleolitikte de kullanıldığına işaret etmektedir.

Yarımburgaz Mağarası da birlikte düşünüldüğünde yukarıda sayılan bütün bu buluntu yerleri, alt paleolitikten itibaren insan topluluklarının istanbul ve çevresinde hem mağarada, hem de çok yaygın bir şekilde açık hava konak yerlerinde yaşadıklarına işaret etmektedir. Eskice Sırtı, Karababa mevkii, Içerenköy, Pendik, Göksu Deresi'nin yukarı akaçlama alanlarından Dudul-lu, Ümraniye, Kilyos yakınındaki Gümüşdere, Ağaçlı, alt paleolitik çağa ait böyle konaklama yerleridirler. Orta paleolitikten itibaren gene bu konak yerleri istanbul'un iki yakasında, Boğaz'ın Karadeniz kıyılarında, Marmara'nın kuzey ve güneyinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Yarımburgaz Mağarası da gene bu zamanda orta paleolitik Moustier kültürüne sahip top-luluklarca iskân edilmiştir. Üst paleolitik çağda ise Aurignac ve Gravette kültürünü yansıtan buluntuların bulunduğu Harami-

Tarihöncesi döneme ait buluntu yerleri. istanbul Ansiklopedisi

dere, Ambarlı, Ağva gibi yeni konak yerlerinin yanında en önemlileri olarak Gümüşdere, Ağaçlı, Domalı, Ibo'nun Rampası sayılabilir. Özellikle Kilyos yakınındaki Ağaçlı ve Gümüşdere konak yerleri aynı zamanda o çağlara ait insanların aletlerini yaptıkları atölyeleriyle daha da büyük bir önem taşırlar. Ancak ne yazık ki istanbul'un bu en eski insanlarım ve kültürlerini izlediğimiz bu buluntu yerlerinin değerleri bilinememiş, korunamamış, çoğu hemen hiçbir iz kalmamacasına yok edilmiştir.

Tuzla yakınında da orta ve üst paleolitiğe ait Hacet Deresi'ndeki konak yeri, Rumeli yakasında, Terkos Gölü kıyısında orta ve üst paleolitiğe ait Paşa Alanı, Çatalca'nın kuzeyinde orta paleolitiğe ait Karababa mevkii, Büyükçekmece Gölü kuzeyinde saptanan üst paleolitiğe ait Kuğude-re, Haramidere taraçaları ve Rumeli yakasında Marmara kıyısındaki üst paleolitik konak yerlerinden Ambarlı'yı da aynı tehlikelerin beklediği unutulmamalıdır.

Epipaleolitik (Mezolitik) Çağı: Genelde paleolitik çağ kültürlerinin uzantısı olan epipaleolitik kültürlerin sahibi insan toplulukları hâlâ açık hava konak yerlerinde çadır ya da basit, kısmen çukur barınaklarda yaşamaya devam etmişlerdir. Ancak bu konak yerlerinde eskiye kıyasla daha uzun süre kalabilmiş, bir anlamda yarı göçebe topluluklar oluşturmuşlardır. Bu dönemi belirleyen en önemli gösterge, kullandıkları yontma taş aletlerin boyutlarında meydana gelen küçülmelerdir. Bu "mikrolitler" (minik aletler) özellikle zıpkın gibi silahların, orak sapı gibi boynuz veya kemikten yapılmış aletlerin ya çıkıntı yerlerine ya da oyuklarına takılarak "kompozit aletler" şeklinde kullanılmıştır.

Günümüzden yaklaşık 10.000 yıl ön-

celeri buzul çağlarından holosenin, daha sıcak, fakat salımmlı, yeni iklim koşullarına geçilmişti. 1. K. Kökten, Ş. A. Kansu'dan sonra, özellikle M. Özdoğan'm araştırmaları holosenden itibaren ortaya çıkmaya başlayan daha elverişli iklim koşullarında epipaleolitik kültürlere sahip insan topluluklarının istanbul ve çevresini daha yoğun bir şekilde iskân ettiklerini göstermektedir. Bu araştırmalarda çok sayıda konak yeri Karadeniz kıyı şeridinde eski kumullar üzerinde, Terkos Gölü ile Sakarya Nehri ağzı arasında, Marmara kıyılarında Büyükçekmece Gölü'nün doğusunda, kıyı taraçaları ile akarsu ağızlarındaki yamaçlarda bulunmuştur. M. Özdoğan'a göre yüzey araştırmalarında toplanan, sarp kenar düzelti-li minik dilgiler, kurs biçimli kazıyıcılar, geometrik (yamuk, ay, üçgen) şekilli mikrolitler daha çok Balkan ve Kırım'da karşılaşılan epipaleolitik kültürlerle benzeşmekte ve Doğu Epigravette'i özelliklerini taşımaktadır. Bu konak yerlerinde bulunan çok sayıdaki çeşitli midye kabuğu (mol-lusk) su ürünlerinin bu toplulukların besinlerini karşılamada çok önemli bir rol oynadığına işaret etmektedir.

Yaklaşık MÖ. 6000 yıllarına kadar süregelen dönemde epipaleolitik kültür topluluklarına ait konak yerlerinden en önemlileri yukarıda da sözü edilen Dudullu, Ümraniye, Gümüşdere, Ağaçlı, Domalı ve olasılıkla Ambarlı ve Karadeniz kıyısındaki Riva'dır.

istanbul kıyı şeridinin bu dönemde yoğun olarak iskân edilmesi gene Özdoğan'a göre Marmara ve Karadeniz'in hâlâ tatlı su gölleri hallerini korumuş olmaları ile ilgili olmalıdır. Büyükçekmece Gölü'nün batısında epipaleolitik çağ konak yerlerine rastlanmayışının nedeni de ona göre aynıdır.

ti&m


Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   107   108   109   110   111   112   113   114   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin