YAVUZ ER SİNAN CAMÜ
446
447
YAVUZSELIM
Yavuzselim, suriçi İstanbul'un fetihten hemen sonra kurulup gelişmiş en eski semtlerindendir. Ancak semtin Sultanselim veya Yavuzselim olarak anılmaya başlaması ve buradaki yerleşmenin yoğunlaşması 16. yy'ın ortalarına doğrudur. Semt bugün de kullanılan adını, Sultan Selim Külliye-si'nden almıştır.
Semtin kurulu olduğu yerde Bizans dö-
çekilmiştir. Musliheddin Sirozî'nin faaliyetleri, tarikat organizasyonu açısından iki önemli sonuç doğurmuştur. Birincisi, iskilip ve İstanbul'daki tekkeleri ortak bir yönetim çatısı altında birleştirmesidir. İkincisi ise, Edirne'deki inziva yıllarında Hal-vetîler ile ilişki kurması ve bu tarikatın önde gelen şeyhlerine Bayramî icazeti vererek 16. yy'ın sonlarından itibaren Yavsı Baba Tekkesi'ndeki çift tarikatlı meşihat modeline zemin hazırlamasıdır. Musliheddin Sirozî'nin yerine geçen ikinci halife, Ab-durrahim el-Müeyyidî (ö. 1537) ise, Müey-yedzade Ali Efendi'nin oğlu ve Şeyhülislam Abdülkadir Şeyhî Efendi'nin (ö. 1594) babası olup aynı zamanda tekkenin kurucu şeyhi Mphyieddin Mehmed Efendi'nin damadıdır: Üçüncü halife Bahaeddinzade Muhyieddîn Mehmed Efendi (ö. 1545), tarikat faaliyetlerini önce Balıkesir'de sürdürmüş, ardından Yavsı Baba Tekkesi meşihatında bulunmuştur. Doğruluk derecesi tam olarak bilinmemekle beraber, Şeyhülislam Ebussuud Efendi'ye Bayramîlikten icazet verdiğine dair bir rivayet vardır. /Bahaeddinzade Muhyieddin Mehmed Efendi'nin yerine geçen Edirneli Abdurrahman Hatı-fî hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Zahidîzade olarak tanınan bu şeyhi, Bahaeddinzade halifesi sayan bazı kayıtları ihtiyatla karşılamak gerekir. Diğer yandan Abdurrahman Hatifi'nin Yavsı Baba Tekke-si'ne Edirne'den gelmesi ile bu tekkenin daha önceki şeyhlerinden Musliheddin Sirozî'nin Edirne'deki Şeyh Suca Tekkesi'nde faaliyet göstermesi, adı geçen merkezler arasındaki tarihsel ilişkinin varlığını kuvvetlendirmektedir. Nitekim 16. yy'ın sonlarından itibaren, Yavsı Baba Tekkesi meşihatım Edirneli Halvetî şeyhlerinin üstlenmesi, bu ilişkiyi doğrulayacak yöndedir. Tekkede postnişin olan son Bayramî halifesi ise Muhyieddin Mehmed Efendi'nin oğlu Nasrullah Efendi'dir (ö. 1566). Önce İskilip'teki merkez tekkenin meşihatında bulunmuş, daha sonra İstanbul'a gelerek Yavsî Baba Tekkesi postnişini olmuştur.
Nasrullah Efendi'nin 1566'da vefat etmesiyle Yavsî Baba Tekkesi'ndeki Ten-nurî halifelerinin meşihat dönemi kapanmış ve tekke 1576'ya kadar teberrüken Bayramî icazeti almış Halveti şeyhleri tarafından idare edilmiştir. Yaklaşık 10 yıl kadar süren bu çift tarikatlı meşihat döneminde Halvetîliğin Şemsî koluna bağlı şeyhlerin aynı zamanda Bayramî ayini icra ettikleri de anlaşılmaktadır. Nitekim aslen bir Şemsî şeyhi olan ve Müeyyedzade Abdurrahim Efendi'den de Bayramî icazeti bulunan Cerrahzade Musliheddin Efendi (ö. 1576) bu geçiş dönemi süresince Yavsî Baba Tekkesi'nde Bayramî-Şem-sî meşihatını temsil etmiştir. Bu dönemin bir diğer önemli özelliği de meşihat makamını işgal eden şeyhlerin İskilip'teki merkez tekkeden değil, Edirne'den gelmeleridir ki, bundan daha önce Tennurî halifesi Musliheddin Sirozî'nin Edirneli Halvetî şeyhlerine Bayramî icazeti vermesinin rolü vardır.
Şemseddin Sivasî halifelerinden Abdül-mecid Sivasî'nin(->) 1576'da Yavsî Baba
Tekkesi'ne postnişin olmasıyla Bayramî-Şemsî meşihatı son bulmuş ve bu tarihten itibaren 1798'e kadar tekke, Halvetîliğin Sivasî koluna mensup şeyhler tarafından yönetilmiştir. Tekkenin, Sivasî Tekkesi olarak anılması bu dönemden kalmadır. Yavsî Baba Tekkesi'nde Sivasî meşihatını başlatan Abdülmecid Sivasî'den (ö. 1639) sonra yerine sırasıyla aynı tarikata mensup Abdül-bakî Efendi (ö. 1710) ile Mehmed Efendi (ö. 1730) geçmiştir. Mehmed Efendi'yi Muhyieddin Mehmed Efendi veya Abdül-baki Efendi neslinden gösteren kaynaklar mevcuttur. "Balat Şeyhi" unvanıyla tanınan Vahyîzade Feyzullah Efendi'ye damat olmuş ve Ferruh Kethüda Tekkesi'nin 1729' da postnişinliğini üstlenmiştir (bak. Ferruh Kethüda Camii ve Tekkesi). Vefatının ardından tekke meşihatı bir süre boş kalmış ve daha sonra Sivasî şeyhlerinden Abdülmecid Efendi (ö. 1736) ve Abdülbaki Efendi (ö. 1798) tarafından doldurulmuştur.
Yavsî Baba Tekkesi'nin meşihatı 1798'den sonra bir süre Halvetîliğin Sivasî ve Sünbülî kolları tarafından paylaşılmıştır. Bu çift tarikatlı meşihata yol açan başlıca neden, Sivasî şeyhi Abdülbaki Efendi'nin (ö. 1798) çocuksuz vefat ederek halef bırakmaması ve yerine geçen Sivasîza-de Abdülhalik Efendi'nin de (ö. 1812) Sünbülî tarikatından icazetli olmasıdır. Abdülhalik Efendi'nin icazeti Sünbül Efendi Tek-kesi(->) postnişini Mehmed Haşini Efen-di'dendir. Abdülhalik Efendi'nin yerine Ab-dülkerim Hilmî Efendi (ö. 1832) geçmiş ve tekke Balat'taki Ferruh Kethüda Tekkesi meşihatına bağlanmıştır. Abdülkerim Hilmî Efendi'nin 1832'de vefat etmesiyle boşalan meşihat makamına, çocukları Mehmed Haşim ve Mehmed Şükrullah efendilerin yaşça küçük olmaları nedeniyle Mimar Acem Tekkesi (bak. Mimar Acem Camii ve Tekkesi) şeyhi ismail Efendi (ö. 1840), Sünbül Efendi Tekkesi postnişini Mehmed Razî Efendi'nin onayıyla vekâleten atanmıştır. Yavsî Baba Tekkesi'nin daha sonraki Sünbülî şeyhleri ise Mehmed Haşim Çelebi (ö. 1842), Mehmed Şükrullah Efendi (ö. 1868), Mehmed Nureddin Çelebi (ö. 1876) ve Hüseyin Efendi'dir (ö. 1900). Tekkenin bu son döneminde ayin günü perşembedir.
Sultanselim Çukurbostam'nın güneybatı köşesini işgal eden tekkeden günümüze herhangi bir yapı gelmemiştir. Ancak burada yer alan küçük bir Bizans sarnıcı, tekkenin kiliseden dönüştürülmüş bir yapı olduğunu bildiren tarihsel kayıtları doğrulamaktadır. Nitekim tekkenin mescit-tev-hidhanesine ait minare kaidesi, 1929 tarihli Pervititch planında sarnıcın batı köşesine bitişik olarak gösterilmiştir. Halk arasında "Bodrum" adı verilen bu sarnıcın, 1925'te tekkeler kapatıldıktan sonra bir süre iplikçi esnafı tarafından depo olarak kullanıldığı bilinmektedir. Gene aynı planda, eski adıyla Sakızağacı, yeni adıyla Yavuz Selim Caddesi'ne bakan tekkeye ait türbe de belirtilmiştir. Günümüzde ise yalnızca türbe haziresinin şebekeli ön duvarı, yol genişletilmesi sonucu Yavuz Selim Cad-desi'nin ortasında kalmış olup ardındaki
sette yer alan birkaç kırık mezar taşı da tekke tarihine ışık tutabilecek öneme sahip değildir.
Bibi. BOA, Cevdet Evkaf, no.31179 (Muharrem 1173); BOA, Cevdet Evkaf, no. 12181 (20 Zilhicce 1138); BOA, Cevdet Evkaf, no. 30375 (22 Recep 1147); BOA, Cevdet Evkaf, no. 3004 (3 Rebiyülevvel 1213); BOA, Cevdet Evkaf, no. 6761 (23 Recep 1248); CSR, Dosya B/23; Ay-vansarayî, Hadîka, I, 121-122, 269-270; H. S. Kissling, "Zur Geschichte deş Denvischordens der Bajrâmijje", Dissertation.es Orientales et Balcanicael. Das Denvischtum, Münih, 1986, s. 260; Ataî, Hadaiku'l-Hakaik, I, 215; Mecdî, Hadaiku'ı-Şakaik, 350; Sicill-i Osmanî, IV, 341, 349-351; Osmanlı Müellifleri, I, 198-199; Zahir, Mecmua-i Tekâyâ, 60-61; Şeyhî, Veka-yiü'l-Fuzala, II, 419-420; İsmet, Tekmiletü'ş-Şakaik, 380, 452-454; Çetin, Tekkeler, 585; Hâlâ Asitâne-i Aliyede ve Civarında Vâki Olan Dergâh ve Zaviye, Hankâh ve Mahall-i Zikrul-lah, Atatürk Ktp, Osman Ergin Yazmaları, no. 1825; Âsitâne, 18; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 14; J. P. Brown, Darvishes ör Oriental Spri-tualism, Londra, 1927, s. 466; Müller-Wiener, Bildlexikon, 309, D4/1;/. Pervititch, Plan d'As-surances, ist., 1929, pafta 33.
EKREM IŞIN
YAVUZ ER SİNAN CAMÜ Eminönü İlçesi'nde, Unkapanı ile Eminönü arasındaki Ragıp Gümüşpala Caddesi ile Yavuz Sinan Sokağı'nın birleştiği köşededir. Yapı aynı zamanda Sağrıcılar Camii adıyla da bilinir.
Yapı, İstanbul'da ayakta kalabilmiş en eski camilerden biridir. Vakfiyesi 1484 tarihlidir. Banisi olan Yavuz Er Sinan, Fatih'in alemdarlarındandır. Evliya Çelebi'nin de bu caminin mütevellilerinden biri olduğunu gösteren bilgiler vardır. 1862, 1905, 1960 yıllarında tamirler geçirmiştir.
Caminin Yavuz Sinan Sokağı'ndaki girişi mihrap ekseninden sola kaydırılmıştır. Yol zamanla yükseltildiğinden girişe birkaç basamakla ulaşılır. Giriş kapısının solun-
Yavuz Er Sinan Camii
Ertan Uca, 1994/TETTVArşivi
da bir, sağında iki mermer sütunla son cemaat yeri oluşmuştur. Sütunlar birbirlerine küfeki taşından sivri kemerlerle bağlanırlar. Başlıkları iri Türk üçgenleri ile bezelidir. Sütunların alt kısımlarında üçte birlik bir bölüm mermer levhalarla kapatılmıştır. Girişin sağında yer alan son cemaat yeri ahşap bir seki ile yükseltilmiştir. Burada yarım yuvarlak bir niş halinde olan son cemaat yeri mihrabı, bu mihrabın iki yanında da dikdörtgen söveli pencereler bulunur.
Duvarları almaşık örgülü harim girişi son cemaat yeri girişi ile aynı eksendedir. Girişin sağından spiral bir merdivenle kadınlar mahfiline ulaşılır. Bu spiral merdivenin altındaki dar bir kapıdan minareye geçiş vardır. Harimin sağ ve sol duvarlarında ikişer sıra halinde üçer pencere bulunur. Pencerelerin üstte olanları sivri kemerlidir. Altta olanlar ise sivri kemer içine yerleştirilmiş küfeki söveli dikdörtgenler şeklindedir. Mihrap duvarında, mihrabın iki yanında ikişer tane olmak üzere iki sıra halinde sıralanmış dört pencere bulunur. Mihrap yeni yapılmış mermer kaplamalı yarım yuvarlak bir niş halindedir. Minber ve vaaz kürsüsü ahşaptır. Harim 8,20 m'lik bir kubbe ile örtülüdür. Kubbe sekiz köşeli bir kaideye oturur. Kubbeye geçişi sta-laktitlerle bezelidir. Kubbeyi taşıyan kaideyi dıştan bir sıra kirpi korniş çevrelemektedir. Kubbe üzerinde madenden yapılmış alem bulunur.
Harim ile son cemaat yerinin birleştiği sağ köşede silindirik gövdeli minare bulunur. Bu minarenin kaidesi kesme taştandır. Gövde ise sıvanmıştır. Caminin caddeye bakan cephesi çukurda kaldığından önünde bir hendek meydana getirilmiştir. Mihrap yönünde bulunan nazirede baninin mezarı bulunmaktadır. Bunun yanında birkaç mezar taşı daha bulunur. Hazirenin caddeye bakan cephesinde iki pencere açıklığı vardır. Dikdörtgen olan bu açıklıklardan biri neoklasik üslupta bezenmiş küçük bir çeşme olarak düzenlenmiştir.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 135; Öz, İstanbul Camileri, I, 118; Ayverdi, Fatih III, 534-536; Eminönü Camileri, 211-212.
ESRA GÜZEL ERDOĞAN
YAVUZSEIİM
Fatih'te, Sultan Selim Külliyesi(-») çevresindeki tarihi semt. Sultanselim olarak da tanınır.
İdari açıdan Fatih İlçesi'nin(->) Hatip Muslihiddin Mahallesi sınırları içindedir. Halic'e doğru, oldukça dik bir meyille inen yamaçların altında, kuzeydoğuda Küçük-mustafapaşa semtine, güneyde Darüşşa-faka Lisesi dolaylarında Fatih Merkez Ma-hallesi'ne, güneybatı ve batıda Çarşamba ve Fethiye semtlerine komşudur. Semtin doğusundan, ana ulaşım arteri olarak Haliç Caddesi geçer ve aşağıda, Haliç sahili boyunca uzanan Abdülezel Paşa Cadde-si'ne(-») kavuşur. Batıda Darüşşafaka Caddesi ve bu caddeden kuzeydoğuya ayrılan Sultan Selim Caddesi ile Fevzi Paşa Cadde-si'nden aynı yöne ayrılan Yavuz Selim Caddesi semtin diğer anayollarıdır.
Yavuzselim
istanbul Ansiklopedisi
/ 50
neminde, istanbul'un geç Roma döneminde yapılmış en önemli açık hava su toplama ve dağıtım havuzu olan Aspar Su Haznesi(->) vardı. 152x152 m yüzölçümün-de olan bu su haznesinin daha Bizans döneminde işlevsizleştiği sanılmaktadır. Buraya "kuru bostan" veya "kuru bahçe" anlamında Kserokipion denmesi de bunun kanıtıdır. 1540'larda buranın bir çukur bos-
Yazvuzselim'den tipik bir görünüm: Önde Çukurbostan, arkada Sultan Selim Külliyesi. Ertan Uca, 1994/TETTVArşivi
YAYINCILIK
448
449
YAZGAN, HULUSİ
#ö& Attti VjaMâi Rlıe Eski Sajılie Ko 66
Consttmtinoplıs
DEŞ' LIVBES
jt Jt ol—
••* ı**r -
Kütüphane-i İrfan'm 1316 tarihli katalogu (solda) ve Asır Kütüphanesi katalogunun 1312 tarihli 1. zeyli. Mütefemha, S. l (Güz 1993)
tan olduğu ve daha 16. yy'da çukur bostanın içinde küçük bir mahalle kurulduğu nakledilmektedir. Yavuzselim semtinin bağlı olduğu Hatip Muslihiddin Mahalle-si'ne adını veren döneminin ünlü hatibi Hatip Muslihiddin Mustafa Efendi tarafından yaptırılan (ö. 1565) çukur bostanın içine Çukurbostan Mescidi denen ve günümüzde de varlığını sürdüren küçük bir mescit, çukur bostanın içindeki yerleşim ve yapılaşmanın kanıtıdır.
Yavuzselim semtinin merkezi çukur bostanın hemen yanında yer alan Sultan Selim Külliyesi'dir. Semt bu noktadan kuzeydoğuya Halic'e ve doğuya doğru yer yer oldukça dik meyilli sırtlarda kurulmuştur. Buna karşılık, Fatih ve Çarşamba taraflarında yerleşme düzlüktedir. Meyilli yönlerde dar sokaklara ve merdivenli yokuşlara rastlanır. Burada sokak dokusu oldukça karmaşıktır. 19. yy'a ait haritalarda dar yollar, yokuşlar, çıkmazlar açıkça görülmektedir. 20. yy'in başlarında semti etkileyen büyük yangınlarda(-») Yavuzse-lim'de pek çok ev yanmış; semt yeniden inşa edilirken sokak dokusu da büyük ölçüde değişmiştir. Ancak 1934 haritası ile karşılaştırıldığında, 1930'lardan sonra Ya-vuzselim'in İstanbul'un yerleşme dokusu en az değişmiş semtlerinden biri olduğu görülür. 19. yy'da tamamen farklı olan sokak adları da 1930'larla 1990'lar arasında büyük ölçüde değişmeden kalabilmiştir.
1950'lere kadar içindeki yangınlardan yer yer kurtulabilmiş küçük ahşap evleri ve mescidi ile İstanbul'un ilgi çekici köşelerinden biri olan çukur bostanın görünümü ahşap evlerin yerini kagir ve beton binaların almasıyla değişmeye başlamış; semtin diğer taraflarındaki ahşap ev ve konaklar da aynı kaderi paylaşmıştır. Çukur bostan 1985'te Fatih Belediyesi tarafından istimlak edilmiş ve açık pazar yeri olarak düzenlemiştir. Bu sırada yıkılmış olan mescit yeniden yapılmıştır.
Günümüzde Yavuzselim, çevresindeki diğer Fatih semtlerine benzeyen; üç-dört katlı kagir bina ve apartmanların arasında Sultan Selim Külliyesi'nin en önemli eski eser olarak yer aldığı; dinci-gelenekçi, orta ve orta-alt sosyoekonomik katmanların semte rengini verdiği bir yerleşmedir.
İSTANBUL
YAYINCILIK
İstanbul siyasal merkez olmasının yanında kültürel merkez olma özelliğini de tarih boyunca korumuştur. Ancak kitap yayıncılığı açısından hayli geç gelişmiş bir merkezdir. Bunun da modernleşme yolundaki gelişmelerle yakın ilişkisi vardır. Gerçi yayıncılığın temel unsuru olan matbaa İstanbul'a daha 1490'larda Yahudiler tarafından getirilmiş (bak. Yahudi basımevleri), onu 1567'de Ermenilerin (bak. Ermeni basımevleri), 1627'de Rumların kurduğu matbaalar izlemiştir. Ama bu matbaaların bastıkları kitaplar kendi dillerinde ve çoğunlukla cemaatin dini ihtiyaçlarına yönelik eserlerdir. İlk Türk matbaasının kurulduğu 1727'den (bak. İbrahim Müteferrika; mat-
baalar) yayın dünyasının oluşmaya başladığı 1870'e kadar geçen 140 yılı aşkın sürede basılmış kitap sayısı 2.000 dolayındadır. Bunun da 1.500'den fazlası 1840-1870 arasında, yani Tanzimat döneminde yayınlanmıştır.
Tanzimat'a kadar Osmanlı modernleşmesi askerlik ve eğitim olarak iki temel doğrultuda kendini göstermiştir. Basılan kitaplar da daha çok resmi nitelikte ve bu iki alana yöneliktir. Genel okura hitap eden yayıncılığın oluşmasında Tanzimat sonrası eğitim alanındaki atılımların yarattığı okuryazar kitlesi yanında gazete ve dergi yayıncılığının gelişmesinin de rolü vardır. Bu da ancak 1860'ta Tercüman-ı Ahval'vs\(.-*) çıkışından sonra gerçek yörüngesine oturmuştur.
Ciddi ve düzenli ilk yayıncı Ahmed Midhat Efendi'dirC-*). Onun 1870'te başlattığı 25 kitaplık "Letaif-i Rivayât" külliyatı da ilk dizi yayındır. Bunu yine Ahmed Midhat Efendi'nin "Kırkanbar İlavesi Hikâye Gözü" ve "Kırkanbar İlavesi Tiyatro Gözü" dizileri izler. Ahmed Midhat Efendi 1878'de de "Tercüman-ı Hakikat Tefrikalarında Mü-tehassıl Yeni Kütüphane"yi kurar. İkinci önemli yayıncı Şemseddin Sami'dir. 1875'te "Matbuat-ı Ceyyide" adıyla başlattığı dizinin ardından 1879'da matbaacı Mihran Nakkaşyan'la kurduğu "Cep Kütüphane-si"nde her alanda yararlı bilgiler veren 20 kadar kitap yayınlamıştır. Onu 1879'da başladığı takvim ve salname yayıncılığını 1882'de kitap yayıncılığıyla genişleten Ebüzziya Tevfik(->) izler. Kurduğu "Kitap-hane-i Meşahir" dizisinde 12, "Kitaphane-i Ebüzziya"(->) dizisinde de 110 kitap yayınlamıştır.
1880'lerde Babıâli civarına yerleşen Ermeni asıllı kitapçıların da yayın dünyasının gelişmesinde önemli rolleri olmuştur. Bunların en ünlüleri Kasbar, Krikor ve Ohan-nes Kayseryan kardeşlerdir. Kasbar "Tedrisat Kütüphanesi", Krikor (Kirkor Faik adını da kullanmıştır) "Asır Kütüphanesi", Ohannes de (Ohannes Ferid adını da kullanmıştır) "Vatan Kütüphanesi" adıyla hayli kitap yayınlamışlar, ayrıca düzenli biçimde kitap katalogları da çıkarmışlardır. 1885'te "Esami-i Kütüb" adıyla ilk kitap katalogunu çıkaran Arakel Tozluyan (bak.
Babıâli'deki
Tekin
Yayınevi.
Ertan Uca, 1994/
TETTVArşivi
Arakel Kitaphanesi) ile Mihran Nakkaşyan ve Parseh Keşişyan dönemin diğer önemli Ermeni yayıncılarıdır.
1890'dan sonra ise Ahmed İhsan Tok-göz(->) Servet-i Fünun(->) dergisi yanında Jules Verne külliyatı başta olmak üzere telif ve çeviri kitaplar, salnameler yayınlamış, 1894'te lkdam(^>) gazetesini kuran Ahmed Cevdet Oran(->) da "Kitaphane-i İkdam" adı altında daha çok Osmanlı tarihine ve Divan Edebiyatı'na ilişkin temel kaynakları yayınlama işine girişmiştir. 1896'da kurduğu "Kitaphane-i İslam'la yayıncılığa başlayan İbrahim Hilmi Çığıra-çan(->) daha sonra "Kitaphane-i İslam ve Askeri", II. Meşrutiyet döneminde "Kitaphane-i Hilmi", Cumhuriyet döneminde de "Hilmi Kitabevi" adıyla 60 yıla yakın bir süre kitap yayınlamayı sürdürmüştür. Bu arada Malumat(.->) dergisinin sahibi Tahir Bey de "Malumat Kütüphanesi" adıyla kitap yayıncılığı yapmıştır. Çoğu Beyazıt'taki Hakkâklar Çarşısı'nda (bak. Sahaflar Çarşısı) toplanmış olan Türk ve İran kökenli kitapçılar da "Şirket-i Sahafiye-i Osmaniye" ve "Şirket-i Sahafiye-i İraniye" adı altında ortaklıklar kurarak daha çok dini konularda Türkçe, Arapça ve Farsça kitaplar yayınlamışlardır. Ayrıca birçok kitapçı da düzensiz olarak kitaplar bastırmıştır.
Sözünü ettiğimiz yıllar büyük ölçüde II. Abdülhamid dönemine (1876-1909) rastlar ve yalnız gazete ve dergi yayıncılığı değil kitap yayıncılığı da sansürün(->) baskısı altındadır. 1857 tarihli matbaa nizamname-siyle başlayan kitapların basımdan önce incelenmesi uygulaması II. Abdülhamid döneminde kurulan "encümen-i teftiş ve mu-ayene"nin denetimiyle doruğa ulaşmıştır. Sansür ve onunla birlikte kurumlaşmaya başlayan otosansür sonraki dönemlerde de yayıncılığın yönelimlerini belirleyen en önemli unsur olmuştur.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla gazete ve dergi sayısındaki hızlı artış kitap yayıncılığını da etkilemiş, II. Meşrutiyet'in ilk iki yılında İstanbul'da 100'e yakın yayınevi faaliyete geçmiştir. Ancak bunların çoğu heyecanların yatışıp yeni sorunların öne çıkmaya başladığı 1911'den sonra birer-iki-şer ortadan çekilmişlerdir. Çoğu varlıklarım Cumhuriyet döneminde de sürdürmüş
olan dönemin önemli yayınevleri şunlardır: Cihan Kütüphanesi (Mihran Nakkaşyan), Kanaat Kitabevi (İlyas Bayar), Yeni Şark Kütüphanesi (Mehmed Kasım), İstanbul Maarif Kitaphanesi(-») (Naci Kasım), İkbal Kütüphanesi (M. Hüseyin Tutya), Gayret Kütüphanesi, Zaman Kütüphanesi (Misak Palamutciyan), Semih Lutfi Kitabevi (Leon Lutfi-Semih Lütfü Erciyes), Tefeyyüz Kitaphanesi (Parseh Keşişyan), Kitaphane-i Sudi (Sudi Efendi), Muhtar Halid ve Kütüphane-i İctihad (Abdullah Cevdet).
Cumhuriyetle birlikte yeni rejimin yönelimlerine uygun bir yön alan yayıncılık 1928'de harf devrimiyle birlikte büyük bir sarsıntı geçirmiş, ancak 1930ların sonlarına doğru toparlanmaya başlamış, 1939-1945 arasında bu kez II. Dünya Savaşı'nın yarattığı olumsuzlukları yaşamıştır. 1945' ten sonra canlanan yayıncılık son 50 yılda da Türkiye'nin yaşadığı siyasal ve toplumsal değişmelerin ve çalkantıların etkisiyle sık sık yön değiştirmiş, zaman zaman siyasal yayınlar ağırlık kazanmış, kapalı ara dönemlerde ise edebiyat ön plana geçmiştir. Bu durum yayıncılığın başından beri değişmeyen bir özellik olarak ortaya çıkmaktadır.
Cumhuriyet'in özellikle ilk 30 yılı devletin yayıncılık alanında da ağırlığını koyduğu dönemdir. Özel yayınevleri ancak ders kitaplarında devlet tekeli kaldırıldıktan sonra 1950lerde güçlenmişlerdir. Bu alanda önce çıkanlar da İnkılap Kitabe-vi(->) ile Remzi Kitabevi(->) olmuştur. Diğerleri arasında Türkiye Yayınevi (Celal ve Tahsin Demiray), Ahmet Halit Kitabevi (Ahmet Halit Yaşaroğlu), Resimli Ay Neşriyatı (M. Zekeriya Sertel-Sabiha Zekeriya Serte!), Vakıt(->) gazetesinin "Dün ve Ya-
rın Tercüme Külliyatı", İnsel Kitabevi (Av-ni İnsel) sayılabilir.
1946'da Varlık^) dergisinin İstanbul'a taşınmasıyla kurulan Varlık Yayınevi (Yaşar Nabi Nayır) ile 1957'de kurulan Altın Kitaplar Yayınevi (Turhan Bozkurt) ve Arkın Kitabevi (Ramazan Gökalp Arkın) bugün de varlıklarım sürdürmeleriyle dikkati çekerler.
1900larda önemli bir gelişme ansiklopedi yayıncılığında görülür. Büyük sermaye gerektiren bu alanda Hayat Yayınları ile Arkın Kitabevi öncülük etmiştir. İlk büyük yayın olayı ise Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi'dir (1969-1973). Ansiklopedi olayı 1980'lerde bir kez daha yayıncılığa damgasını vuracaktır.
İstanbul bugün de yayıncılığın merkezidir. Ancak yayınevlerinin çoğu küçük girişim olma özelliğini korumaktadır. Son yıllarda bilgisayar teknolojisinin girmesi, "masa üstü yayıncılık" denen tür yayıncılığı hızla yaygınlaştırmıştır. Bu olgu küçük çaplı yayınevlerinin varlıklarını sürdürmesini hem olanaklı kılmakta, hem de teşvik etmektedir. Bugün İstanbul'da irili ufaklı 400'ün üstündeki yayınevinin hepsi bilgisayar teknolojisini kullanmakta, basımevleri de ofset tekniğine geçmiş bulunmaktadır. 1980lerde yayıncılık alanındaki önemli bir gelişme de her yıl düzenlenen kitap fuarlarıdır(-t).
Bibi. N. Akbayar, "Osmanlı Yayıncılığı", TCTA, VI, 1680-1696; M. Alpay, Harf Devriminin Kütüphanelerde Yansıması, îst., 1976; J. Baysal, M üteferrika 'dan Birinci Meşrutiyete Kadar Osmanlı Türkleri'nin Bastıkları Kitaplar, İst., 1968; A. Kabacah, Türk Yayın Tarihi, İst., 1987; S. İskit, Türkiye'de Neşriyat Hareketleri Tarihine Bir Bakış, ist., 1939; Birinci Türk Neşriyat Kongresi, by, 1939; Kültür ve Turizm Bakanlığı, ikinci Türk Yayın Kongresi, I-II, An-
kara, 1987; J. Strauss, "İstanbul'da Kitap Yayını ve Basımevleri", Müteferrika, S. l (Güz 1993), s. 5-17; İ. L. Sevmen, "I. Meşrutiyet Kitapçılığı ve Arakel Tozlıyan Efendi'nin Mektupları", ae, S. l (Güz 1993), s. 67-89; A. Kay-nardağ, "Türkiye'de Yayıncılığın Gelişmesi ve Sorunları", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, X, îst., 1985, s. 2823-2836.
NURİ AKBAYAR
YAZGAN, HULUSİ
(27Nisan 1869, İstanbul - 8 Ocak 1940, istanbul) Hattat.
Çarşamba semtinde doğdu. Fatih dersiamlarından ve Darüşşafaka öğretmenle-1 rinden Hafız Mustafa Efendi'nin oğludur. Babasından ve Fatih Camii hocalarından İzmirli Mustafa Efendi'den devrin bilgilerini öğrendi. Sonra Sultan Selim Camii'ne müezzin oldu. Darüşşafaka'da ve Medrese-tül-Hattatin'de(->) hat dersleri verdi. Ak-lâm-ı sitteyi Muhsinzade Abdullah Bey' den(->); talik yazıyı önce Fetvahane mü-sevvidi Karinâbâdlı Hasan Hüsnü ile Çar-şambalı Arif Bey'den(->) ve Sami Efen-di'den(-») öğrendi, daha ziyade bu yazı ile meşgul oldu. Talik ile yazdığı kıt'a ve hilyeleriyle meşhur olmuştur. Eserleri çoktur. Bunların çoğu müze ve koleksiyonlardadır. Eski Türkiye Büyük Millet Meclisi binasındaki "Hâkimiyet milletindir" ile Gu-reba Hastanesi'nde(->) "Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" celi talik levhalar onun eseridir. Ayrıca Sultan Selim ve Sultan Ahmed camilerinde de yazıları vardır. En tanınmış öğrencileri Halim Öz-yazıcı(->), Kemal Batanay(->), Macid Ay-ral(->) ve Hâmid Aytaç'tır(-»).
Hulusi Yazgan, aklâm-ı sittede Hafız Osman; bunların celisinde Mustafa Rakım, talikte de Yesarîzade Mustafa İzzet ekolüne mensuptur.
Hulisi Yazgan'ın ta'lik meşk kıt'ası,
1325/1907.
U. Derman, Türk Hat Sanatının Şahaserleri, ist., 1982
Dostları ilə paylaş: |