YÜKSEK ÖĞRETMEN OKULU
Fatih İlçesi'nde, Çapa'da, Millet Caddesi üzerindedir.
Okulun tarihi 1848'de açılan Darülmu-allimin'e(-») kadar uzanır. Birçok değişiklikler geçiren okulun Darülmüallimin-i Âliye bölümü bir ara Darülfünun'a bağlanmış, 1911-1912 öğretim yılında Darülfünun'dan ayrılarak bütün dersleri kendi çatısı altında vermeye başlamıştır. Fakat bu da uzun sürmemiş ve I. Dünya Savaşı sırasında Da-rülmuallimin-i Âliye öğrencilerinin yine Darülfünun'da ders görmeleri kararlaştırılmıştır.
Okul, Cumhuriyet'in ilanından sonra 1924-1925 öğretim yılında Zeyneb Hanım Konağı'runC-») üst katına yerleştirilmiştir. O tarihten itibaren sırasıyla istanbul Üniversitesi merkez binası bahçesindeki sarı bina (eski Bekirağa Bölüğü) ile Vefa'daki binasında (Beşinci Vakıf Ham[-»])öğretime devam etmiş olan Yüksek Öğretmen Okulu 1948'de tekrar lağvedilmiştir.
1950-1951 öğretim yılında (l Mart 1951'de) Çapa'daki Darülmuallimat binasında^) bütün bölümleriyle birlikte açılmıştır.
Türkiye'deki bütün ilköğretmen okullarından seçilen son sınıfa geçmiş vasıflı öğrenciler, Yüksek Öğretmen Okulu hazırlık sınıfında okuyup en iyi şekilde üniversiteye aday lise mezunları olmuşlardır. Bu öğrenciler, fen ve edebiyat fakültelerinin seçkin öğrencileri olarak yetişmiş ve Çapa'da da öğretmenliğe hazırlayıcı meslek dersleri, kültürel dersler ve yabancı dil derslerim yine üniversiteden gelen öğretim üyelerinin gece derslerinde takip etmişlerdir. Yani bir anlamda geceli gündüzlü ileri seviyede bir eğitimden geçerek mesleğe hazırlanmışlardır.
Okul, 1972'de Ortaköy'deki öğretmen okulu binasında bir yıl kaldıktan sonra tekrar Çapa'daki binasında istanbul ilköğretim Okulu ile aynı mekânda faaliyetini sürdürmüştür. 1979'a kadar öğretime devam eden okulun öğrencileri bu tarihten sonra yatılılığın kalkması üzerine burslu hale getirilmiş, 1980'de eski statüye döndürül-mesine rağmen öğrenci alınamamıştır.
Okul, 1981'den sonra hizmetiçi eğitim (öğretmen yetiştirme) merkezi ile birlikte mevcut öğrenciler mezun olana kadar devam etmiştir. 1982'de çıkan 2547 sayılı yasa ile (YÖK) bütün yükseköğretim kapsa-
539
YUKSEKKALDIRIM
mındaki eğitim kurumları üniversitelere bağlanmış, eğitim enstitüleri ve yüksek öğretmen okulları, işlevlerini eğitim fakültelerine devretmiştir.
1985'te bakanlık emriyle Çapa Yüksek Öğretmen Okulu, Yatılı Öğretmen Yetiştirme Merkezi haline getirilmiş fakat uygulamaya geçilememiştir. Tarihi ana bina kapsamında sadece Hizmetiçi Eğitim Enstitüsü 1991 sonlarına kadar faaliyet göstermiştir.
1991-1992 öğretim yılında Çapa kompleksinde Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi adı ile bir okul açılmış ve kısmen kurum aslına dönmüştür. Çapa'da halen geçici olarak Devlet Kitapları Müdürlüğü de faaliyet göstermektedir.
AHMET MÜLAYİM
YÜKSEKKALDIRIM
Karaköy Caddesi ile Voyvoda (Bankalar) ve Kemeraltı caddelerinin kesiştiği noktadan kuzeye, Galata Kulesi civarından geçerek Tünel Meydanı'na doğru çıkan yol ve bu güzergâh çevresinde gelişmiş semt.
Yüksekkaldırım, Bizans ve erken Osmanlı dönemlerinde bir Ceneviz kolonisi olan Galata bölgesinde yer aldığından, denize dik inen yamaçlar üzerinde kurulu italyan kentlerinin dik yokuşlu sokaklarının bütün özelliklerini taşır. Bu sokaklar, çoğunlukla merdivenlidir ve yer yer dirsekler çizerek ya da düz bir çizgi izleyerek tepeye tırmanırlar.
Yüksekkaldırım, bölgede, Ceneviz döneminden kalmış bu türden merdivenli sokakların, merdivenli haliyle 1950'lere kadar gelebilmiş nadir örneklerinden biridir. Sokağın basamaklı dokusu, 1956'da, büyük olasılıkla motorlu araç geçişine de olanak tanımak için düzeltilmiş; iki arabanın yan yana zor geçebileceği kadar dar, buna karşılık son derece yoğun bir yaya ve bazı bölümlerinde motorlu araç trafiğine sahip olan Yüksekkaldırım, düzensiz, özelliklerini yitirmiş bir yokuş sokak olarak kalmıştır.
Voyvoda (Bankalar) Caddesi köşesinden başlayan Yüksekkaldırım, • Kuledi-bi'ne(->) kadar Yüksekkaldırım Caddesi olarak çıktıktan sonra, batıda Şah Kapısı Sokağı ve onun karşısında kuzeydoğuya doğru Serdar-ı Ekrem Sokağı kavşağından itibaren Galip Dede Caddesi olarak devam ederek Tünel'in Beyoğlu çıkışına kavuşur. Tünel(-0 inşa edilmeden önce, Kara-köy'ü(->) Beyoğlu'na bağlayan anayol buydu.
Karaköy, Bizans döneminde ve İstanbul'un fethi sırasında Museviliğin bir mez-hebihe bağlı Karayların(-0 cemaat halinde yerleştikleri bölgeydi. Karaköy'den Yük-sekkaldırım'a doğru çıkan çevrede bu dönemlerde sinagogların da bulunduğu var-sayılabilir. Bugün de, Kart Çınar Sokağı'nın Voyvoda Caddesi ile kesiştiği yerde, Yük-sekkaldırım'ın batısında 19. yy'ın ikinci yarısına ait Terziler Sinagogu ve Yüksekkaldırım üzerinde, Alageyik Sokağı'nın köşesinde 20. yy'ın başlarında yapılmış Eşkena-zi Sinagogu vardır.
YÜZME
540
541
ZAKARYAN, ISDEPANOS
Yüksekkaldırım'ın günümüzden bir görünümü.
Yavuz Çelenk, 1994
Yüksekkaldmm'daki kentsel işlevleri, bütün bu çevrede olduğu gibi, Bizans döneminden itibaren Galata Limanı ve bölgesi belirlemiştir. Bu yokuş, öncelikle, limanı Galata Kulesi ve Pera sırtlarına bağlayan ana ulaşım bağlamışıydı ve ticari bir işlevi de vardı. Öte yandan çevre, limanın ihtiyaçlarına yönelik meyhaneleri, bataklık ve fuhuş yuvalarım barındırıyordu. Zamanla, çeşidi yolların açılması ve ulaşım ağının değişmesi yüzünden Yüksekkaldırım'ın birinci işlevi geriledi. Fuhuş ise yokuşun hemen yakınlarında, günümüz İstanbul'unun tanınmış genelev sokaklarından Zürafa So-kağı'ndaki ve bu sokağa açılan küçük sokaklardaki evlerde devam etti.
Genelevlerde çalışan kadınların sağlık kontrolü için, 1879'da Yüksekkaldırım'da bir konakta Beyoğlu Nisa Hastanesi'nin(->) kurulması çevrenin bu özelliğine bağlıydı.
Galata Kulesi'nin Yüksekkaldırım'a bakan yönünde 1930'lara kadar evkafa ait küçük ve bakımsız bir mezarlık bulunduğu, evkafın bu mezarlığı şehremanetine devretmemek ve arsasından yararlanmak için buraya çok salaş bir gazino binası kondurduğu; bu sıralarda Yüksekkaldırım'ın merdivenli kısmının harap durumda olduğu, basamakların kaybolduğu biliniyor. 1940'larda Yüksekkaldırım istanbul Belediyesi tarafından tamir edildi; geliş gidiş yaya trafiğini düzenlemek için ortasına bir demir parmaklık yapıldı. Ancak 1956'da bu parmaklık da basamaklarla birlikte kaldırıldı.
Yüksekkaldırım'ın iki yanına, yol boyunca dükkânlar, atölyeler, işyerleri dizilmiştir. Tünel'in Beyoğlu çıkışından Kuledi-bi'ne kadar giden Galip Dede Caddesi boyunca 1970'lere kadar piyanolar ve diğer müzik aletleri, notalar satan ve bazıları 19. yy'ın ikinci yarısından itibaren orada bulunan dükkânlar vardı. Bunların birkaçı el değiştirmiş olarak, bugün de gitar, saz vb müzik aletleri, nota, müzikle ilgili araç gereç satmayı sürdürmektedir. Eskiden beri burada bulunan ve Kuledibi'ndeki -şimdi kalkmış olan- bitpazarı, eski eşya ve antikacıların Yüksekkaldırım'daki uzantısı sayılabilecek olan eskici ve antikacılar da çok azalmıştır.
İSTANBUL
YÜZME
Modern anlamda yüzme sporunun İstanbul'da 1910'lu yıllarda başladığı görülür. Bu spora önem ve değer veren zamanın gençleri arasında Salahaddin (Türsen) ilk mukavemet yüzücüsü, Fenerbahçeli futbolcu ve avcı Said Salahaddin Cihanoğ-lu(->) ilk süratçi, Kemal Bey de ilk tramplen atlayıcısı olarak kendilerini göstermişlerdi. Zamanla onlara Galatasaraylı Hüsa-meddin Şeref Bey'le birlikte birçok hevesli genç katılmıştı. İstanbul'da ilk ciddi yüzme müsabakası 15 Eylül 1923 günü yapılmıştı. Galatasaray Spor Kulübü(->) tarafından düzenlenen bu yarışlarla yüzme sporu birden büyük bir ilgi toplamıştı. Nejat Abud, Hikmet ve Melih beyler bu dönemin başarılı isimleri olarak kendilerini göstermişlerdi. Ancak denizde ve ilkel ölçmelerle yapılan bu yarışmalar sağlıklı dereceler vermekten elbette ki uzak kalmıştı. Bu nedenle daha çok mukavemet yarışları ilgi toplamıştı. Galatasaraylı Talat (Yüzmen), Fenerbahçeli Salahaddin (Türsen) ve Kasımpaşalı Tatlıcı Kasım (Kurt) yaptıkları uzun mesafe yüzüşleriyle ilgi ve takdir toplamışlardı.
Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı'nın Denizcilik Heyeti (Su Sporları Federasyonu) Yüzme Komisyonu Başkam Ekrem Rüştü Bey'in (Akömer) çabalarıyla 1931'de Şirket-i Hayriye(->) tarafından Büyükde-re sahilinde yaptırılan ahşap yüzme havuzu İstanbul'da yüzme sporunun gelişmesi için önemli bir adım olmuştu. 25 m genişliğinde ve 50 m uzunluğundaki bu ahşap havuz 17 Temmuz 1931 günü törenle açılmıştı. Yüzme sporunda ilk Türkiye rekorları bu havuzda kırılmış, ilk büyük şampiyonalar yine bu havuzda yapılmıştı. Yüzmedeki demode kulaç stili burada yerini çağdaş kravl stiline bırakmıştı. Daha sonra Moda Deniz Hamamı'nın elverişli bir köşesinde meydana getirilen 25 m'lik ahşap havuz da yüzme sporunun hizmetine girmişti. Yüzme milli takımımız bu havuzlarda seçilmiş ve Sovyetler Birliği'ne gönderilmişti. İlk yüzme milli takımımızın 10 elemanı İstanbul'dan, l'i İzmir'den, l'i Karamürsel'den seçilmişti. Yurtiçindeki ilk milli temas da 1937'de İstanbul'da, Moda havuzunda Macaristan'a karşı yapılmıştı.
1940'lı yıllarda Ortaköy'de özel kişiler tarafından yaptırılan 33,33 m uzunluğundaki beton yüzme havuzu "Lido", yüzme sporuna önemli bir yenilik getirmiş; bu spor dalının Türkiye'deki ilk ihtisas kulübü olan İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü(->) 1943'te yine burada kurulmuştu. Bu kulüp de 50 yılı aşan olumlu ve bilinçli faaliyetiyle yüzme sporuna büyük katkılarda bulunmuştur. Türkiye'nin en önemli olim-pik yüzme havuzlarından biri olan Türkiye Spor Yazarları Derneği Yüzme Havuzu da bugün İstanbul'da Levent'teki sosyal tesislerin içinde yer almaktadır.
CEM ATABEYOĞLU
YÜZÜK OYUNLARI
Saklanmış bir yüzüğü bulmak amacıyla iki kümeye ayrılan kişilerce oynanan ev oyunu. Eskiden çok yaygın olduğu halde günümüzde unutulmaya yüz tutmuştur.
İstanbul'da oynanış biçimiyle ilgili olarak en eski derleme Çaylak lakabıyla tanınan Mehmed Tevfik'e(-») aittir. Yazarın istanbul'da Bir Sene adlı eserinin Helva Sohbeti adlı ikinci kitabında anlatıldığına göre bir tepsi üzerine 10 adet fincan zarfı (ya da fincan) konulur. İki takıma ayrılan oyunculardan bir taraf ya tepsiyi ya da 10 sayıyı kabul eder. Tepsiyi alan taraftan biri gizli bir yerde yüzüğü zarflardan (ya da fincanlardan) birinin altına saklar. Çeşitli şekillerde tepsiye dizilen fincanlar rakip topluluğun önüne konulur. Karşı tarafın, yüzüğü bulmak için fincanları teker teker kaldırması gerekir. İlk kaldırışta yüzüğü bulmakla daha sonra bulmak, oyunu oynayanlar arasında çeşitli sayı alışverişine sebep olur. Tepside 2 fincan kalınca oyunun en heyecanlı anı başlar. Yüzüğü arayan takım ilk kaldırışta bulursa tepsiyi kazanır, yani karşı tarafı ebe yapar. Oyun sırasında yüzük arayan takım, karşı taraftan yüzüğü saklayan oyuncuyu izler. "İşkil" adı verilen bu durum, yüzüğün yerini bilen oyuncunun tepsiye bakarken bir ipucu vermesiyle ilgilidir. Oyuncu hangi zarfa (ya da fincana) kaçamak bakışlarla bakıyorsa ihtimaller değerlendirilirken bu da hesaba katılır.
Oyun sırasında hangi taraf önce 120 sayı kazanırsa kama (kara) basar. Kama (ya da kara) basmak, fincan zarflarından birinin altım mum alevinde islettikten sonra karşı takımdan birinin alnına ya da eline işaret koymaktır.
Eski İstanbul'un kış gecelerinde düzenlenen helva sohbetlerinin(-0 çok sevilen eğlencelerinden biri olan yüzük oyunları kadınlarla erkeklerin ayrı ayrı oturdukları zamanlarda kendi aralarında oynanırdı. Yakın akrabalar bu oyunu kadınlı erkekli de oynarlardı.
Yüzük oyunları, hoşça vakit geçirmek yanında, bu işin inceliklerini ve hilelerini de bilenlerce bir iddia, bir yarışma haline de sokulurdu.
Bibi. Mehmed Tevfik, İstanbul'da Bir Sene, ist., 1991, s. 49-50
İSTANBUL
ZAHARYA
(l 680 ?, İstanbul -1750 ?, istanbul) Rum asıllı bestekâr.
Hayatı konusunda etraflı bilgi yoktur. Hakkında bilinenler bazı vekayinameler-den, güfte mecmualarından ve Yeoryios Papadopulos'un Papadopulo Tarihi adlı eserinden çıkarılan bilgi kırıntılarından ibarettir.
Zaharya'nın yaşadığı dönemin en fazla gelir getiren işlerinden biri olan kürkçülükle uğraştığı bilinmektedir. Bazı güfte mecmualarında eserleri "Kürkçü" olarak kayıtlıdır. Bestelediği eserlerin sayısı 1.000'in üzerinde olmasına rağmen bugünkü reper-tuvara ulaşan parçalarının sayısı 20 kadardır. Bu eserler arasında saz musikisinden bir tek saba saz semaisi bulunmaktadır. Beste şekli olarak ağır semai, yürük semai ve beste tarzlarını kullanmıştır. Klasik Türk şiiri konusunda bilgi sahibi olduğu tahmin edilmektedir.
Zaharya, Ortodoks kilise musikisi için de çok sayıda eser bestelemiştir. Bu eserlerden bazıları ayin, bazıları da ayinler bittikten sonra halk kiliseden çıkarken icra edilen ve adına "kalofonikos irmos" denen türdedir. Mensup olduğu dinin musikisiy-le, klasik Türk musikisi alanında çok yüksek düzeyde bestekârlık örnekleri veren Zaharya'nın, Anadolu türküleri de bestelemiş olması çok dikkat çekici bir ayrıntıdır. Papadopulo Tarihi'nde, bu eserlerin çok kıymetli olduğundan söz edilmektedir. Yine aynı tarihte Zaharya'nın birçok Rum halk türküsü yazdığı fakat bunların
Zaharya
TEJTV Al~şivi
diğer musikiciler tarafından sahiplenildiği belirtilmektedir.
Bir Lale Devri(-») bestekârı olan Zaharya'nın III. Ahmed (hd 1703-1730) ve I. Mahmud (hd 1730-1754) dönemlerinde ünlendiği tahmin edilmektedir. Hazine-i Hassa Kâtibi Selâhi Efendi'nin vekayina-mesinde, 25 Ocak 1738 ve 26 Ocak 1738' de, Topkapı Sahilsarayı'nda ve Sinan Paşa Köşkü'nde(-0 padişahın huzurunda yapılan fasıllara kendi bestelediği eserlerle katıldığı yazılıdır.
Zaharya'nın kilise musikisini patrikhane başhanendesi Daniel'den öğrendiği, ayrıca Arap ve Acem musikileri konusunda bilgi sahibi olduğu da bilinmektedir. Patrikhanede başhanendelik makamına kadar yükselmiş olan Zaharya, yaşadığı dönemin en ünlü hanendelerinden biri olarak da ün kazanmıştır.
Zaharya, hayatının sonlarına doğru Müslüman olmuş ve "Mîr Cemil" adını almıştır. Bu dönemden sonra güfte mecmualarına giren eserlerinin üzerinde yeni adı yer almaktadır. Gömülü olduğu yer konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Zaharya'nın eserleri, klasik Türk musikisi repertuvarının en ağır eserleri arasında yer almaktadır. Muhteşem sıfatıyla nitelenen bestekârlık üslubu, adını tartışılmaz yücelikteki bir çizgiye oturtmuştur.
Eserleri arasında hicaz-hümayun "Düşmesin miskin gönülleri zülf-i anber-bûla-ra"; hicaz "Terk eyledi gerçi beni ol mah-cemalin"; hüseyni "Tal'âtın devr-i kamerde mihr-i âlem-tâb eder" ve saba "Gülistân-ı nakş-ı hüsnünden bahâristan yazar" en çok bilinenleridir.
Bibi. Ergun, Antoloji, I; Ezgi, Türk Musikisi, I; İnal, Hoş Şada; B. S. Ediboğlu, Ünlü Türk Bestekârları, ist., 1962; M. N. Özalp, TürkMu-sikisi Tarihi, II, Ankara, 1989; Öztuna, BTMA, II; S. Aksüt, Türk Musikisinin 100 Bestekârı, İst., 1993.
MEHMET GÜNTEKİN
ZAKARYAN, ISDEPANOS
(l 777, Bursa - 6Nisan 1853, izmit) 63. İstanbul Ermeni patriği.
İlköğrenimini Başepiskopos Boğos Ka-rakoçyan'ın Bursa'da kurduğu okulda Hovhannes Der-Aprahamyan'ın öncülüğünde yaptı. 1793'te sargavak (diakos, şemmas), 1798'de ise apeğa (kesiş) takdis edildi. Başepiskopos Boğos Karakoçyan tarafından yumuşak başlılığı nedeniyle "Ağavni" (güvercin) sıfatıyla adlandırıldı. 25 Haziran 1816'da Başpatrik I. Yeprem tarafından takdis edilerek episkoposluk rütbesine yükseldi.
Armaş Ruhban Okulu'nda başrahip vekilliği, Bandırma bölgesi dini liderliği, İzmir'de patrik vekilliği, İzmit ruhani liderliği gibi görevlerde bulunduktan sonra, 4 Eylül 1831'de patriklik makamına seçildi ve II. Isdepanos Ağavni adı ile göreve başladı. 1839'a dek süren patrikliğinin bu ilk döneminde danışmam Episkopos Boğos Taktakyan'ın ve Patriklik Kurulu Başkanı Harutyun Amira Bezciyan'ın da çabalarıyla birçok faaliyetlerde bulundu.
Patrik II. Isdepanos 6 Mart 1839'da pat-
riklik makamından istifa ederek eski ruhani liderlik bölgesi olan İzmit'e çekildi. Yerine gelen Patrik Hagopos Seropyan görevinden ayrılınca cemaatin ileri gelenleri Başepiskopos Isdepanos'u ikinci kez patriklik tahtına seçtiler, l Ekim 1840'ta İstanbul'a gelen Isdepanos eski makamını devralarak görevine başladı. 3 Ağustos 1841'de istifa ederek görevinden son kez çekildi.
Patrik Isdepanos'un döneminde başlanan en önemli işlerden biri de Yedikule Ermeni Hastanesi'nin(->) temelinin atılışıdır. Bir başka önemli olay ise İstanbul'da ilk kez Ermenice bir gazete yayımlanma-sıdır. Takvim-i Vekayi'mn(_-^) Ermenice nüshası olan bu gazete Lro KirMedziDe-rutyanın Osmanyan (Osmanlı Devleti Gazetesi) adıyla ilk kez Ocak 1832'de piyasaya çıkmıştır.
Isdepanos Zakaryan,
V. K. Zartaryan, Hişadagaran (Am Kitabı) c. I, ist., 1910
Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yasak olan Protestanlık, Patrik II. Isdepanos'un döneminde Ermeniler arasında da yayılmaya başlamıştır. Bazı tarihçiler kendisini bu konuda ilgisizlikle suçlarlar. Dönemin ileri gelenleri de aynı fikirle Merzifon ruhani lideri Başepiskopos Hagopos Seropyan'ı patrik vekilliğine seçtirirler.
II. Isdepanos'un 9 yıl süren patrikliği süresince 16 kilise inşa edilmiş veya onarılmıştır. Bunun dışında birçok da okul inşa edilmiştir.
19 Aralık 1834'te II. Mahmud tarafından. huzura kabul edilerek iftihar nişanı ile onurlandırılmıştır. Abdülmecid ise İzmit'e yaptığı ziyaretlerinde iki kez madalya ile onurlandırmıştır.
Patrikliğinin dışında kalan zamanlarda yürüttüğü ruhani liderlik görevleri sırasında birçok önemli işler yapmıştır. Armaş Manastırı'm tümüyle baştan inşa ettiren Başepiskopos Isdepanos İzmit bölgesinde de birçok yeni binanın inşasına önayak olmuştur.
Gerek okul yapımlarıyla, gerekse eğitim sorunlarıyla ilgilenen Başepiskopos Isdepanos Zakaryan, Armaş Manastırı'nda (İzmit) vefat ederek kilisenin içerisine def-nedilmiştir.
Bibi. H. Asadur, "Gosdantnubolso Hay en Yev İreniz Badriarknerı" (İstanbul Ermenileri ve Patrikleri), Intartzag Oratzuytz Azkayin Hi-
542
ZALMAHMUD PAŞA
vantanotzi (Ermeni Hastanesi Kapsamlı Takvimi), ist., 1901; M. Asadur (Papaz Hımayag Uğurluyan), Yerektmyan Badmutyun Balatu Surp Hreşdagabed Yegeğetzvo 1627-1931 (Ba-lat Surp Hreşdagabed Kilisesi Üç Yüz Yıllık Tarihi 1627-1931), ist., 1931; A. Berberyan, Badmutyun Hayotz (Ermenilerin Tarihi), ist., 1871; M. Hanesyan, Haryurkısanyevhinkam-ya Hopelyan Perayi Surp Yerrortutyun Yegeğetzvo (Beyoğlu Surp Yerrortutyun Kilisesi Yüz Yirmi Beşinci Yılı), İst., 1932; T. Kuşag-yan, "Armaşu Vankı" (Armaş Manastırı), Ar-maşu Tıbrevankin 25 Anıya Hopelyanin Ar-tiv 1889-1914 (Armaş Ruhban Okulu'nun 25'inci Yılı Nedeniyle 1889-1914), ist., 1915; M. Ormanyan, Azkabadum, III, Kudüs 1927, bölüm 2322, 2438-2440, 2469, 2475, 2488, 2490-2491, 2497, 2501-2503, 2505, 2538-2541, 2546-2547, 2551, 2553, 2563, 2587, 2634, 2636, 2652, 2681, 2692, 2736, 2761, 2772; V. Torkomyan, Yeremya Çelebii Kömürcyan, Isdambolo Badmutyun (Eremya Çelebi Kömürciyan, istanbul Tarihi), I-III, Viyana, 1913-1938; "Jamanagak-rutyun Turkio Hayotz Badriarkneru" (Türkiye Ermenileri Patrikleri Kronolojisi), Şoğagat, 11. yıl, S. 2 (1962); V. K. Zartaryan, Hişadaga-ran (Anı Kitabı), I, ist., 1910, s. 107-114.
VAĞARŞAG SEROPYAN
ZAL MAHMUD PAŞA KÜLLİYESİ
Eyüp Ilçesi'nde, Defterdar Caddesi ile Zal Paşa Caddesi arasında yer ahr. Bu pitoresk külliye I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520-1566) vezirlerinden Zal Mahmud Paşa ile karısı, II. Selim'in (hd 1566-1574) kızı Şah Sultan tarafından yaptırılan ve bir cami, bir medrese (iki ayn kotta ve iki dershanesi olduğu için iki medrese olarak tanımlanan bu medrese, medreselerle ilgili kayıtlarda tek medrese olarak zikredilmiştir), kurucuların türbesi ve bir çeşmeden oluşur. Medreselerden cami kotunda olanı caminin şadırvan avlusunu oluşturur. Girişi Zal Paşa Caddesi'ndendir. Ona bir merdivenle bağlanan ikinci medrese daha düşük bir kotta, türbe çevresinde bir avlu oluşturur. Bu avlunun Defterdar Caddesi'ne çıkan kapısında da çeşme vardır.
Cami, medrese ve türbeler üzerinde kitabe olmadığı ve Zal Mahmud Paşa ile ka-
Zal Mahmud Paşa Külliyesi'nin vaziyet planı. Doğan Kuban
rısının ölüm tarihi üzerine de kaynaklarda değişik tarihler verildiği için, yapının kesin inşa tarihi belli değildir (Radika 1577 tarihini vermektedir). Cami ve türbe Tezkiretü 'l-Bünyan ve Tezkiretü 'l-Ebni-ye'de kayıtlıdır. Fakat medrese sadece Tuhfetü'l-Mimarin'de gösterilmiştir. Bu külliyenin tarihlendirilmesi için en önemli kayıt, Zal Mahmud Paşa Medresesi'ne Kethüda Mustafa Efendi adlı bir müderrisin 987/1579'da 50 kuruş yevmiye ile atanmış olduğuna ilişkin kayıttır. Bu da caminin bu tarihlerde ya da biraz önce bitmiş olduğunu gösterir. II. Selim'nin kızı olan Şah Sultan ise önce Çakırcıbaşı Hasan Paşa ile, daha sonra da Zal Mahmud Paşa ile evlendirilmiş ve kocasıyla birlikte, Sicitt-i Os-manîyazarına göre 1580'de ölmüştür. Birlikte yaptırdıkları bu külliye için Şah Sultan kendisine ait on iki köyün gelirlerim bu camiye tahsis etmiştir. Çok harap olan çeşme kitabesinde vaktiyle 958/1551 tarihi okunmuş, A. Kuran buradaki "beş" rakamının aslında "dokuz" olduğunu ve çeşme tarihinin 998/1589-90 olduğunu ileri sürmüştür. Bu, çeşmenin külliye ile birlikte yapıldığını kabul etmekten kaynaklanan bir yorumdur. II. Selim'in doğum tarihi düşünülünce (1524), Şah Sultan'ın II. Selim'in ilk çocuklarından olması ve genç yaşta evlendirilmiş olması gerekir. (Şah Sultan'ın Kanuni'nin kızı olduğuna ilişkin bir rivayet de vardır.) Kaynakların tutarsızlığı külliyenin kesin tarihlendirilmesini de güçleştirmektedir. Kesin olarak bildiğimiz bir olgu Sinan'ın 1569-1575 arasında, Selimiye Camii'nin inşaatı için, zamanının büyük çoğunluğunu Edirne'de geçirmiş olmasıdır, ikinci bir olgu da, Zal Mahmud Paşa Ca-mii'nde Sinan'ın ustalık döneminde geliştirdiği mekân kavramının tümüyle ortadan kalkmış olmasıdır.
Cami: Evliya Çelebi'nin irem Bağı gibi bir bahçe içinde vezir camilerinin en nurlusu dediği bu cami, 17. yy'dan sonra birçok felaket geçirmiş olmalıdır. Planında
anlaşılması zor ayrıntılar vardır. Fakat Sinan'ın yaptığı yapılar listesinde bulunan bu caminin anlaşılması en zor tarafı, genel tasarımıdır. Bu camide yanlardaki geniş galeriler, bağımsız örtüleriyle, dört büyük askı kemeri üzerindeki 12,40 m çapındaki kubbeli orta mekândan ayrılan yan mekânları tanımlamaktadır. Orta hacim kubbesi kıble tarafında duvar payandalarına, giriş tarafında iki daire planlı filayağına pandantiflerle oturmaktadır. Üç tarafta dörder sütun tarafından taşınan revaklar orta hacmi çevirir. Bu revakların tavanları düzdür. 16. yy'ın ikinci yarısında Osmanlı mimarları, büyük demir çubuklarla da pekiştirerek, oldukça büyük açıklıklı düz taş galeri tavanları kullanmışlardır. Galerilerin üzeri de aynalı tonozlarla örtülmüştür. Hadîka zemin katında bir hünkâr mahfili olduğunu bildirir. Evliya'nın çok övdüğü mermer minberi ve kürsüsü klasik dönemin güzel işçilik örnekleridir. Köşeleri sütunçeli, beşgen mermer mihrap nişi çevresinde iki sıra, özgün desenli çini ile ilginç bir bordur yapılmıştır. Bu bitmemiş bir çini kaplamanın işareti olabilir. Caminin iç bezemeleri 1955-1963 arasındaki restorasyonlarda klasik üslupta yenilenmiştir. Caminin son cemaat mahallini oluşturan beş açıklıklı revak ortada bir aynalı tonoz ve yanlarda kubbe ile örtülüdür. Mukar-naslı klasik kıble taç kapısı içinde iyi korunmuş ve ince bir işçilikle yapılmış ahşap kapısı vardır.
Zal Mahmud Paşa Camii'nin dış biçimlenmesinde kubbe, yükselen yan duvarlar arasında âdeta kaybolur. Yan cephelerde, alışılmamış olduğu kadar ölçü ve sıklık olarak da yadırgatıcı iki sıra pencere dizisi Sinan'ın hiçbir yapısında görmediğimiz bir kompozisyon örneğidir. Onca yıl bütün camilerinde kıble kapısından girince, orta kubbenin algılanmasını tasarlayan Sinan'ın, burada girişin önüne bir galeri getirmesi, gerçekleşen mekânın niteliğini de düşününce, çok yadırgatıcıdır. Zal Mahmud Paşa Camii'nin dış mimarisi Osmanlı mimari tarihinde başka örneği olmayan özellikler taşır. Kubbe büyüklüğüne göre yapının kübik alt yapısı fazla yükseltilmiş ve hemen bütün Osmanlı camilerinde görülen örtü sistemi altında alt yapıyı çevreleyen yatay bant ve piramidal kademe-lenme burada giriş cephesinde tek kademe ile yan cephelerdeki üst katı bir ek kat gibi göstermektedir. Buradaki pencere ritmi de yapının alt katındaki ritimden çok farklı ve cami tasarımında alışmadığımız bir mekanik dizi şeklindedir. Son cemaat revak örtüsü üzerindeki ağır payandaların giriş cephesinde olumsuz ve ölçüsüz bir etkileri vardır. Bunlar yapının, belgelere geçmemiş bir yeniden biçimlenmeye tabi tutulduğu kuşkusu uyandırmaktadır. Klasik dönem vezir camileri içinde kesme taş kaplama ile yapılmayan tek cami de budur. Gerçi taş ve tuğla almaşık duvar, yapıya bir özellik kazandırmaktadır ve bu tür duvar 16. yy mimarisinde kullanılmıştır.
Sinan'ın mimarbaşılığına rastladığı için Sinan'a atfedilen bu yapının onun halifelerinden birisi tarafından yapılmış olması
Dostları ilə paylaş: |