I d I n I a V a 3IV1ho nin



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə131/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   127   128   129   130   131   132   133   134   ...   140

YMCA

İstanbul'da uzun süre faaliyet göstermiş spor ve eğitime yönelik dinsel kökenli örgüt.

YMCA "Young Men's Christian Associ-

ation"ın başharflerini simgeler. Hıristiyan Gençlik Örgütü anlamına gelir. Ama adı Osmanlıca ya da Türkçeye hiçbir zaman çevrilmedi. Türkçe de dört harfin çıkardığı seslerle, "Vay Em Si Ey" diye anıldı.

YMCA 19. yy'm son çeyreğinde Amerikan misyoner faaliyetlerinin uzantısı olarak faaliyete geçti. Başlangıçta "American Board of Commissioners for Foreign Missi-ons" çatısı altında faaliyet gösterdi. American Board'un okullarında ya YMCA olarak ya da "Christian Endeavor Societies" olarak bilindi. 1881'de İstanbul'da örgütlendi. 1900'de Dünya Komitesi'nce (World's Committee) kabul gördü. Sonraları İzmir, Adana gibi diğer Osmanlı kentlerinde de örgütlendi.

YMCA, Osmanlı topraklarında II. Meşrutiyet yıllarında etkinlik kazandı. 1913'te İstanbul'da resmen faaliyete geçti. Tepeba-şı'nda Fresko Apaıtmanı'm mesken edindi. İşgal yıllarında etkinliklerini artırdı. Cumhuriyet döneminde seküler bir çizgeye girdi. Ancak Amerika'dan aldığı mali destek giderek azaldı. Bir süre sonra Beyoğlu şubesi kapanarak halkevinin hizmetine verildi.



Ulaşabildiğimiz kadarıyla YMCA'nın İstanbul'da çıkan en az üç süreli yayını oldu: The Association Quarterly-Constantinople, Young Men ofTurkeyve Pera Young Men. The Association Quarterly Ocak 1914'ten Ekim 1915'e kadar 8 sayı çıktı. Derginin başlığının altında "Published by the General Commitee of Christian Associations in the Turkish Empire" yazılıdır. Yayın yeri Emönönü Fincancılar Yokuşu, Bible Ho-use, mesul müdürü Ohannes Kirkor-yan'dır. The Association Quarterly Osmanlı Devleti'nin son döneminde gençlik, kadın gibi sorunlara eğildi; toplumsal örgütlenmelere geniş yer ayırdı.

Aylık Young Men of Turkey dergisinin ilk sayısı Ekim 1920'de yayımlandı. En az üç sayı çıktı. Sonuncusu Aralık 1920 tarihini taşımaktadır. Kapağında "beden, akıl ve ruh"un birlikteliği anlamına gelen YMCA' nın üçgen simgesi yer alır.

Pera Young Men işgal yıllarında İstanbul'da haftalık bir bülten olarak yayımlandı. 25 Ocak 1920'de çıkmaya başladı. 27 Mayıs 1922'ye kadar sürdü. Dernek üyelerinin haberleşmesini sağladı. Adresi Beyoğlu Kabristan Sokağı no. 10'dur. İşgal yıllan İstanbul'unun toplumsal tarihine yönelik değerli 'bilgiler içerir.

YMCA İstanbul gibi giderek anonimle-şen bir kent ortamında değişik toplumsal faaliyetlerle insanları bir araya getirmiş; onları "toplumsallaştırmış"; kent kültürü yaratmaya çalışmıştır. Toplumsallaştırma girişimlerinin başında spor gelmiştir.

YMCA'nın Türkiye'nin spor tarihinde ayrı bir yeri vardır. Çoğu tekkeler bünyesinde örgütlenmiş geleneksel sporların ötesinde "modern" sporlar Osmanlı topraklarına büyük ölçüde yabancılar tarafından getirildi. 1890'ların ortalarında İstanbul'daki İngiliz kolonisi kendi aralarında spor müsabakaları düzenlemeye başladı. Kürek, yat, tenis en gözde sporlar oldu. Ardından İngilizler futbol takımları kurdular. Futbol kısa sürede boş sahalarda ve

okul avlularında rağbet gördü. Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) okuyan bir İngiliz, 1899'da okulun bahçesine futbol topunu soktu. Bir süre sonra iki İngiliz Kadıköy Football Club'ı kurdu. Moda British Club, Elpis Greek Club, Emogine Club ilk kurulan kulüpler oldu. Robinson kardeşler tüm bu kulüpleri bir futbol ligi altında topladılar. Bu ortamda YMCA spor ve özellikle beden terbiyesi faaliyetlerine yöneldi. YMCA Terbiye-i Bedeniye Dairesi'nin kuruluşundaki amaç şöyle açıklanır: "Dünyanın her tarafında olduğu gibi YMCA Cemiyeti Terbiye Dairesi'nin buradaki maksadı da hareket-i bedeniye, rekreatif (yaratıcı ve tenezzühi) oyunlar ve terbiye-i sıhhiye vasıtasıyla sağlam ve kabiliyetli bir erkeklik istihsali için yegâne yol olan, erkek ve çocukların en yüksek bedeni, fikri ve ahlaki inkişaf ve tenemmüvlerini temine çalışmaktır".

İstanbul YMCA Cemiyeti banyo, duş, sıcak, soğuk su, elbise dolapları, uzman hocalar olan, o günün koşullarıyla mükemmel sayılabilecek donanımlı iki jimnastik-hane açtı. Bu jimnastikhanelerde "terbiye-i sıhhiye programını uygulamaya soktu. YMCA'nın bir aralık İstanbul'da dört mekânı oldu. Bunlardan biri Rusya'dan kaçan Beyaz Ruslar(->) için açılan Maiak idi (YMCA for the Russians in Constantinop-le). Maiak Rusçada deniz feneri anlamına gelir ve Petrograd'daki (bugünkü Peters-burg) YMCA'nın adıdır. Bolşevik devrimi ertesi YMCA Rusya'yı terk ederken Rus YMCA'sını da İstanbul'a taşıdılar. Adresi Bursa Sokağı no. 40 idi. l Nisan 1920'den itibaren faaliyete geçti. Binada ayrıca bir Rus jimnazyumu açıldı; göçmen Rus çocukları eğitildi.

Bir diğer YMCA, Amerikan donanması için açılmış olan American Navy YMCA-Constantinople idi. İşgal kuvvetleri arasına yer alan Amerikan donanması denizcilerinin spor gereksinimini karşılamaya yönelikti. Bu şubenin önemli faaliyetlerinden biri yaz kampıydı. 1922'de Boğaz'da, Yeni-köy'de açtığı Bristol Kampı (Camp Mark L. Britol) 1923'te Suadiye'ye taşındı. Tenis, yüzme, balıkçılık ve beysbol kampta en rağbet gören etkinlikler oldu.

Cumhuriyetle birlikte YMCA'nın mekân sayısı önce ikiye sonra bire indi. YMCA'nın en önemli birimleri Beyoğlu şubesi jimnas-tikhanesi ve İstanbul şubesi jimnastikhane-siydi. Beyoğlu şubesi, Kabristan Soka-ğı'nda, İstanbul şubesi Çarşıkapı'da Medrese Sokağı'nda bulunuyordu. YMCA ayrıca Karadeniz sahilinde "Terbiye-i Bedeniye Kampı"nı (Camp Perry) açtı. Türkiye'de gençlik kamplarının ilk örneğini verdi.

YMCA'da her üye cemiyete girince ve belirli aralıklarla sağlık muayenesinden geçirildi. Kütüphanesinde sağlıkla ve beden terbiyesiyle ilgili Türkçe, İngilizce ve Fransızca kitaplar ve dergiler bulunurdu. Ayrıca sağlık üzerine konferanslar düzenledi. Gençler, çocuklar ve işadamları için her hafta en az iki kez jimnastik sınıfları açıldı. Uzmanların nezareti altında çalışmalar yürütüldü; yarışlar düzenlendi. Güreş, kılıç, flöre ve boksa meraklı olanlar için özel

L

YOAKİMYONRUM KIZ LİSESİ 532

533

YOLLAR

nın kardeş kadın örgütü, YWCA'mn da devamı sayılan ve kısa adı American School olan Amerikan Lisan ve Sanat Kursu adı altında Fındıklı'da etkinliğini sürdürüyor sayılabilir.

ZAFER TOPRAK

YOAKİMYON RUM KIZ LİSESİ

Fatih İlçesi'nde, Fener'de Tevkii Cafer Mektebi Sokağı'nda, no. 16'daydı.

Okul fakir Rum ailelerin kızlarını eğitmek amacıyla kurulmuştu. Okulun yapımına 1879'da başlanmış, 1882'de öğretime açılmıştı. Yapının bulunduğu arsa dönemin Rum Ortodoks patriği II. Yoakim tarafından bağışlandığı için, okula patriğin adı verilmişti.

Kurulduğu tarihten başlayarak vakıf statüsüyle yönetilen okul, orta ve lise kı-



Yoakimyon Rum Kız Lisesi

Ozan Bilgiseren, 1994

Büyükdere Caddesi'nin Maslak yönüne uzandığı 4. Levent civarı ve 2. Çevre Yolu'nun girişi.

Bünyamin Çelebi



YMCA'nm eski Beyoğlu şubesinin jimnasü'khanesi. Zafer Toprak arşivi

sınıflar vardı. Cemiyetin her iki şubesinde seniorlar (büyükler) ve juniorlar (küçükler) için yüksek ahlaki seciye sahibi olan ve rehberlik kabiliyetini haiz ve etkinliklerde üyelere yardımcı olan fahri rehber heyetleri oluşturuldu. Rehberlere ayrı bir özen gösterildi. Atletizm ve yüzücülük en gözde spor faaliyetleri arasında yer aldı.

Basketbol, voleybol, cage voleybol, futbol, dahili (in door) beysbol, playground bol, harici (out door) beysbol, tenis, hentbol ve yol ve meydan atletizmi cemiyetin her iki şubesinde bulunan spor olanaklarıydı. Sürekli "hususi", "lig" ve "turnuva" musakabakaları düzenlendi. Her cumartesi akşamı "cumartesi spor suareleri" oldu. Faaliyetler hemen hemen tüm yıl boyunca devam etti.

Spor ve sağlık YMCA'nm ana kaygılarını oluşturdu. İyi bir yurttaş olmak için akıl ve beden sağlığı önkoşul olarak görüldü. Beden terbiyesi müdürü Türk olimpiyat takımının da antrenörü olan deneyimli ve sportmen bir Amerikalı, Misler Ches-ter M. Tobin'di. Programlar onun nezaretinde yürütülüyordu. YMCA Beyoğlu Şubesi Terbiye-i Bedeniye Dairesi müdürü uzun yıllar Türkiye'nin her tarafında izciliğin kuruluşunda önayak olmuş ve beden terbiyesinin ülkeye yerleşmesinde büyük katkıları olmuş terbiye-i bedeniye muallimi Ahmed Robenson'du(->). Ünlü Türk atlet ve güreşçisi ve jimnastik muallimi Ali 11-hami Bey İstanbul Şubesi Terbiye-i Bedeniye Dairesi müdürüydü.

Türkiye'de YMCA bir "mission" olarak başlamışsa da giderek ülkedeki dönüşümlere ayak uydurmak gereği duydu. Spor ve sağlık YMCA'nm laik Cumhuriyette temel hedeflerini oluşturdu. Bu nedenle dinsel kisvesi giderek yok oldu. Gençliğin us ve beden terbiyesi vurgulandı. Açtığı jimnas-tikhanelerle İstanbul halkına ve gençliğine geniş olanaklar sundu.

1939 sonlarında YMCA'nm Türkiye faaliyetleri son buldu ama kısa bir süre sonra Amerikan Lisan ve Ticaret Dershanesi adı altında yeniden açıldı. Halen, YMCA'

sıralarından oluşuyordu. Cumhuriyet döneminde de azınlık okullarına(->) tanınan haklar çerçevesinde öğretimini sürdüren okul öğretmen ve öğrenci yetersizliği yüzünden 1988'de kapanmıştır.

1964'te yapılan bir tespitte okulda 251 öğrenci öğrenim görmekte, daimi kadroda 25 öğretmen görev yapmaktaydı. Bu dönemde müdürlüğünü Elly Vasilyadis'in yürüttüğü okulun zengin bir kitaplığı vardı. Rumca ve Türkçe öğretimin yanında yabancı dil olarak Fransızca ve İngilizce de okutulmaktaydı. Okul diğer Rum ve azınlık okulları arasında seçkin bir yere sahipti. SULA BOZİS



YOLLAR

Bizans Dönemi

İstanbul'un çekirdeğini oluşturan antik Bizantion(->) kentindeki ulaşım ağı hakkındaki bilgiler çok sınırlıdır. Roma döneminde kent, Arnavutluk'taki Durres'ten başlayarak Selanik üzerinden Balkan Ya-rımadası'nı aşan ve Herakleia (Marmara-ereğlisi) üzerinden, Büyük ve Küçük Çekmece göllerinin arkasından Edirnekapı bölgesinin kuzeybatısında Bizantion'a ulaşan Via EgnatiaC-») denen yolun bitim noktasından başlardı. Kentin Konstantinopolis adıyla yeniden kuruluşundan (324) sonra durum değişti ve yol Bizantion'a güneybatıdan ulaşır oldu. Via Egnatia'nın eski ve yeni güzergâhına ait izler Konstantinopo-lis'in içinde, bugünkü Laleli mevkiinde birleşiyor ve buradan itibaren doğuya, Cons-tantinus Forumu'na(->) doğru yöneliyordu.

Kent merkezindeki geç antik dönem yapılarının konumlarından ve bunların Hippodrom(->), Ayasofya(->) ve Yerebatan Sarayı(->) sarnıcı şekline dönüştürülmesinden, 4. yy'a doğru Bizantion'un en azından bir bölümünün, antik kentin iç kalesi olan Akropolis'e(->) paralel uzanan ana aksı dik açıyla kesen yollardan oluşan düzenli bir cadde planına sahip olduğu anlaşılmaktadır. 196'dan sonra Septimius Severus(->) döneminde yaptırılan bir yolun, bu ızgara planı eğik olarak kestiği görülmektedir. Bu yol, kent kapısını, daha sonra Au-gusteion(-0 adını alacak olan ana meydana bağlıyordu.

324'ten sonra, Severus'un yolu ve Via Egnatia'nın bir bölümü, şehir surlarının içinde kaldı ve Mese(->) adım alarak Kons-tantinopolis'in en önemli caddesi haline geldi. Meşe, çoğunlukla zafer ve imparator alayları, dinsel seremoniler için kullanılan bir tören yoluydu. Mese'nin iki ayrı yöne ayrıldığı Filadelfion(->) bölgesi şekillenin-ceye kadar, caddenin iki yakasında revak-lar vardı. Bu dönemde Marmara ve Haliç kıyısındaki caddeler de genişletilerek kara tarafında revaklarla dekore edilmişti. Söz konusu bu yolların, yani Meşe, Via Eg-natia ve iki sahil yolunun yalnızca geç antik ve erken Bizans dönemlerinde var oldukları sanılmakla birlikte, yolların günümüze dek ulaşan bazı izlerinden söz etmek mümkündür.

Konstantinopolis'teki genel cadde ve yerleşim planının, antik geleneğe uygun

olarak düzenli yapıya mı sahip olduğu, yoksa Osmanlı'da olduğu gibi az sayıda, başı sonu belirsiz yollar ve daracık geçitlerle bölünmüş pek çok küçük mahalleden mi oluştuğu konusu, uzun süre tartışılmıştır. Aslında deniz surlarının üzerindeki kapılara ve Bozdoğan Kemeri'ni kesen ana-caddeye bakılırsa, en azından antik Bizan-tion ile Constantinus Suru(->) arasındaki alan düzenli bir plana sahipti. Bu anayol, 30 derecelik bir açıyla kuzeyden doğuya doğru sapar, şehirdeki doğal tepeleri yalayarak geçerdi.

Yukarıda sözü edilen yollar, kent nüfusunun büyük bir düşüş gösterdiği 7. yy' dan 9. yy'a doğru yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamış olmalıdır. Constantinus Suru ile Teodosios Surları arasında kalan bölüm bu dönemlerde yoğun biçimde iskân edilmediğine göre, sözü edilen yol planı bu alanda hiçbir zaman var olmamıştır.

Konstantinopolis'in en önemli yolu (eski Meşe) olan revaklı cadde, 1204'te, kentin Latinler tarafından işgali sırasında yanarak tahrip olmuştu (bak. Haçlı seferleri; Latin İmparatorluğu). Şehir nüfusunun yeniden azalmasıyla sonuçlanan bu dönemde, şehir içindeki büyük alanların kilise ve manastırlar tarafından mülk edinilmesi sırasında, söz konusu yol ve caddelerin büyük ölçüde ortadan kalktığı sanılmaktadır.

Osmanlı dokümanlarına ve bazı erken Osmanlı dönemi yapılarına bakılırsa (bunlardan Simkeşham[-»] Mese'nin ortalarındaki Tauri Forumu'nun anıtsal girişinin hemen üstünde yer almaktadır) Bizans İmparatorluğu'nün son yüzyılında şehrin cadde planı daha sonra Osmanlı döneminde görüleceği gibi düzensiz bir görünüm kazanmaya başlamış olmalı.

Bibi. K. O. Dalman, Der Valens-Aquadukt in Konstantinopel, Bamberg, 1933, s. 52-56; A. M. Schneider, "Streben und Çmartiere Konstanti-nopels", Mitteilungen deş Deutschen Archâ-ologischen Instüuts, S. 3 (1950), s. 68-79; Mül-ler-Wiener, Büdlexikon, 19, 27; C. Mango, Le developpement urbain de Constantinople (7V6-VIF siecle), Paris, 1985, s. 32-33; A. Berger, "Die Altstadt von Byzanz in der vorjustini-anischen Zeit", Poikila Byzantina, S. 6 (1987), s. 15-23.

ALBRECHT BERGER



Osmanlı Döneminde Kent Yolları

İstanbul l453'te II. Mehmed tarafından fet-hedildiği sırada kentin Bizans'tan kalan yol dokusu uzunca bir süredir büyük ölçüde tahrip olmuş; Bizans'ın anayolu Meşe ve ondan ayrılan yollar yer yer kullanılmaz hale gelmişti. Yine de, 15. yy'm ikinci yarısında Osmanlı İstanbul'unun anayollarının, hemen hemen tümüyle Mese'nin güzergâhını izlediği anlaşılmaktadır.

Önce Beyazıt çevresinde olan Eski Sa-ray'dan(->) Topkapı Sarayı'na taşınıldıktan sonra, 15. yy'ın son çeyreğinden itibaren, bütün şehrin tek bakımlı yolunun, Topkapı Sarayı'ndan başlayıp Beyazıt civarına kadar gelen ve buradan Saraçhane-başı ve Fatih Külliyesi'nin(-») önünden geçerek Edirne Kapısı'na ulaşan yol olduğu biliniyor. Bu yolun Topkapı Sarayı ve

Ayasofya Meydanı'ndan başlayıp Beyazıt civarına uzanan bölümü Divanyolu'ydu(->) ve en bakımlı kısım da buydu. Meşe güzergâhını izleyen bu yol Osmanlı ordusunun ve padişahların Trakya tarafına sefere çıkarken veya Edirne'ye giderken izledikleri savaş ve tören yoluydu. Bu bakımdan da özel bir öneme sahipti. Bu yol, Meşe gibi, Filadelfion (sonraki Şehzedebaşı) yakınlarında iki ana kola ayrılırdı. Biri Edirne Kapısı'na doğru, yukarıda sözü edilen güzergâhı izlerken diğer kol daha güneye, Aksaray'a doğru ayrılıp, bugünkü Ordu Caddesi ve Millet Caddesi(->) güzergâhından geçip bugünkü Cerrahpaşa-Haseki civarına kadar gelir; buradan, kara surlarının güneybatı kesimindeki kapılara doğru üç veya dört ana kol izlerdi.

İstanbul'un 17. yy'daki yerleşme durumunu belirlemeye çalışan R. Mantran'ın haritasına göre Şehzadebaşı-Beyazıt çevresinde iki kola ayrılan şehrin anayolunun Fatih Külliyesi yakınından geçerek Edirne Kapısı'na, buradan da kent dışına çıkan ve Edirne'ye kadar giden kolundan, Saraçhane civarında, Bozdoğan Kemeri'nin önünde anayolu dikine kesen bir yol kuzeye ayrılıyor ve Haliç kıyısında Unkapanı'na kavuşuyordu. Haliç boyunca, bugünkü Sirke-ci'den başlayan bir yol, Haliç deniz surlarının içinden sahil boyunca Eyüp'e doğru gidiyordu. Yine Mantran'ın haritasında, anayolun güneye doğru inen kolunun Cerrahpaşa-Haseki civarında dörde ayrıldığı görülüyor. Bunların birincisi Top Kapısı'na, güneyindeki ikincisi Altımermer'den(->) geçerek Silivri Kapısı'na, daha güneydeki üçüncü kol Kocamustafapaşa'dan geçerek Belgrad Kapısı'na ve en güneydeki Langa bostanlarının üstünden ve Samatya'dan geçerek Yedikule Kapısı'na varıyor, bu kapılardan şehir surlarının dışına çıkıyordu.

17. yy'da, şehrin Galata kesimi ve Halic'in kuzey sahillerinde, kesintili de olsa en azından Kasımpaşa'dan Azapkapı ve Karaköy'e kadar bir yol ve Karaköy'den,

Galata Kulesi ve bugünkü Tünel Meyda-nı'na doğru çıkan çeşitli yollar ile bunların kuzeye, bugünkü Galatasaray'a doğru bir devamı sayılabilecek bir yol olduğu anlaşılıyor. Bu yol daha sonra Grand Rue de Pera veya İstiklal Caddesi'nin(->) ilk hali olmalıdır. Aynı dönemde Karaköy'den doğuya, Beşiktaş'a, oradan Ortaköy'e uzanan ve yer yer sahilden ayrılıp biraz içerilerden geçen bir başka yol daha vardı.

Şehrin Anadolu yakasının en önemli yolu ise daha 16. yy'dan, belki daha öncelerden itibaren, Şam ve Bağdat yönünde gidecek kervanlar gibi Doğu'ya yönelen seferlerde de izlenen Bağdat Caddesi(->) idi. Bu yol Taşköprü'de başlar, İzmit'e kadar uzanırdı.

16. ve 17. yy'larda İstanbul'a gelmiş olan gezginlerin anılarından, bu yolların hemen hemen tümünün oldukça bakımsız ve toprak olduğu, bu anayollardan kentin içindeki sokaklara doğru gidildikçe daha düzensiz bir yol dokusuyla karşılaşıldığı anlaşılıyor (bak. sokaklar). Dönemin tanığı pek çok gezginin ortak görüşüne göre, İstanbul sokakları dar, düzensiz, intizamdan yoksundur. Bunlar ya hiç döşen-memiş toprak yollardır ya da taşlarla çok kötü döşenmişlerdir. Sokaklar, hattâ anayollar bile, çok dardır ve sadece yaya ve atlılar için düşünülmüştür. 18. yy'ın ortalarına, hattâ 19. yy'a kadar, araba bile sokaklarda az görülen bir araçtır. Anayollardan mahalle içlerine ayrılan sokaklar bazı semtlerde dik yokuşlara rastlayan basamaklı, dolambaçlı, eğri büğrü yollardır. Çıkmaz sokakların fazlalığı şehrin özelliklerinden biri sayılır. Hiçbir yere açılmayan ve mahalleleri kendi içlerine kapanmış birimler haline getiren bu çıkmaz sokaklar, evleri anayollara açılan düzensiz, bol kıvrımlı sokaklara bağlayan geçitlerdir.

Şehrin anayollarının ve yol ağının durumu 19. yy'dan itibaren adım adım değişecektir. Bu konuda farklı bir yaklaşım ve ilk planlama denemesi 1835'e rastlar. Bu tarih-

L

YOROS KALESİ

534


535

YOROS KALESİ

Xavier Hommaire de Hell'in Voyage en Turquie et en Perse.. Laurens'in bir resminde Yoros Kalesi. Galeri Alfa

te İstanbul şehir planını çizmek ve şehir planlaması yapmakla görevlendirilen von Moltke(-») anayolların genişliğinin 20 arşına (14 m) çıkarılmasını, yeni bazı yollar açılmasını, var olanların düzeltilmesini önermiş, ancak önerilerin büyük bölümü hayata geçmemiştir. 1848'de yol genişliği 7 m olarak tespit edilmiş, bazı yol çalışmaları yapılmışsa da, 19. yy'ın ortalarında şeh: rin yol durumu hâlâ kötüdür.

19- yy'ın ortalarından, özellikle de 1870'lerden itibaren şehir kuzeye doğru büyümeye başlamış; Grand Rue de Pera (İstiklal Caddesi) oluşmuş; Taksim'den Harbiye'ye, bugünkü Halaskârgazi Caddesi güzergâhını izleyen yol ortaya çıkmış; bu yol Pangaltı, Osmanbey ve Şişli'ye uzanmış; Harbiye'den kuzeydoğuya doğru Nişantaşı-Teşvikiye istikametine bir kol ayrılmış, Pangaltı'dan Tatavla'ya (Kurtuluş) doğru bir başka kol uzanmıştır. Aynı dönemde, bugünkü Büyükdere Caddesi'nin güzergâhını izleyen ve eskiden bir dağ ve kır yolu olan yol ıslah edilmiştir. Molt-ke'nin İstanbul planı çalışmalarında kullandığı 1837-1838'de yapılmış bir harita üzerinde, Boğaziçi'nde Büyükdere'yi Şişli'ye ve Balmumcu civarından bir kol doğuya inerek Beşiktaş'a bağlayan, bazı haritalarda Maslak yolu olarak işaretlenmiş bir yol görülmektedir. Bu anayoldan İstinye'ye ve Tarabya'ya doğru inen yollar vardır. Abdü-laziz döneminde (1861-1876) Zincirlikuyu-Büyükdere yolu (Maslak yolu), Hacıosman Bayırı, İstinye ve Tarabya yolu düzeltilmiş, şose haline getirilmiştir. Büyükdere'den Bentler'e, Rumelikavağı'ndan Kilyos'a giden yollarda da kısmi düzeltme çalışmaları yapılmıştır.

19- yy'm ikinci yarısından itibaren Üsküdar ve Kadıköy tarafında yol çalışmaları hızlanmış; Üsküdar-Çamlıca yolu bir kır yolu niteliğinde de olsa Şile'ye kadar uzatılmıştır. Aynı dönemde Paşabahçe'den Po-lonezköy'e doğru giden bir yol vardır. Eski bir yol olan Bağdat Caddesi 19. yy'ın sonlarında oldukça bakımlı ve düzgündür.

19. yy'm sonlarında Beşiktaş'ta Yıldız'a, oradan Balmumcu'ya doğru çıkan tali yollar bulunmakla birlikte 1960'larda biten Barbaros Bulvarı gibi düz ve geniş bir bağlantı yoktur. Tophane'den Ortaköy'e doğru Necati Bey, Meclis-i Mebusan, Dolma-bahçe, Çırağan caddeleri birbirini izleyerek uzanır. Kuzeyden, Yıldız Sarayı'nın arkasından inen Palanga Caddesi de Ortaköy'e kavuşur.

Taksim'den Şişhane'ye doğru inen Tar-labaşı yolu şehrin bu yakasının önemli gü-zergâhlarındandır (bak. Tarlabaşı Bulvarı). Tepebaşı'ndan Karaköy'e inen Bankalar Caddesi(->) 19. yy sonu İstanbul'unun Pera kesiminin en önemli ve bakımlı yollarından biridir.

İstanbul'un yol dokusu ve ana güzergâhlar 1950'lere kadar fazla değişmemiş, ancak bu yolların kalitesi düzeltilmiştir. 1950 şehir planında, anayolların suriçin-de Meşe güzergâhını izlediklerim görmek ilgi çekicidir. Beyazıt'tan gelen Şehzadeba-şı Caddesi'nin devamı olan Fevzi Paşa Caddesi, Fatih Külliyesi'nin önünden Edir-

nekapı'ya ulaşmaktadır. Şehzadebaşı civarından Aksaray'a, oradan Cerrahpaşa'ya doğru uzanan ve en eski güzergâhı izleyen yol 1950'de Millet Caddesi olarak görünmektedir. Vatan Caddesi 1950'lerde bile dere yatağıdır; bu yol ancak 1950'lerin sonundaki büyük imar faaliyetleri sırasında açılacaktır. Bu tarihlerde tarihi yarımadanın Haliç tarafındaki sahil yolu Sirked'ye kadar gelmektedir. Marmara sahilinde Ahırkapı, Çatladıkapı, Kumkapı çevresinde sokaklar hep denize dik iner. Demiryoluna paralel sürekli bir sahil yolu yoktur. Kadırga-limanı'ndan itibaren demiryolunun kuzeyinden ve denizden oldukça içeriden, birbiri ardına çeşitli adlar alarak Yedikule'ye ulaşan bir yol vardır.

İstanbul'un anayol profili, en azından şehir içinde bugünküne yakın bir görünüme 1955-1960 arasında kavuşmuştur. Menderes dönemi imar hareketleri kapsamında Vatan Caddesi(-») açılmış; Millet Caddesi genişletilip yeniden yapılmış; Laleli yönünden gelen Ordu Caddesi düzeltilip genişletilmiştir. Unkapanı'm Yenikapı'ya bağlayan Atatürk Bulvarı ve onun devamı olan Mustafa Kemal Caddesi kentin suriçi bölümünü kuzeyden güneye doğru kat eden ana arterdir. Yine bu dönemde Sirkeci'den başlayıp Sarayburnu'na dönerek Marmara sahilleri boyunca batıya uzanan Sirkeci-Florya sahil yolu(-») açılmıştır. Topka-pı'dan başlayıp Bakırköy İlçesi'nin kuzeyinden geçerek Çekmecelere uzanan ve bir zamanlar Trakya'ya bağlanan anayol olan Londra Asfaltı ile Kadıköy yakasında Ankara Asfaltı aynı dönemin yollarıdır. 1958'de açılan Barbaros Bulvarı(->) Beşiktaş'ı şehrin kuzeyine bağlayan ana arter olarak bu dönemin ürünüdür.

1970'lerin başlarında Boğaziçi Köprü-sü'nün, 1990'larm başlarında, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün(->) yapılması çevre yoılarım(->) doğurmuş ve şehrin yol ağında değişiklikler yaratmıştır. Kadıköy yakasında, yer yer sahilin doldurulmasıyla açılan Kadıköy-Pendik sahil yolu(-0, Üs-küdar-Harem sahil yolu, Boğaziçi'nin Rumeli yakasında sahil yolunun yer yer denize çakılan kazıklar üstünden geçen yollarla genişletilmesi de 1980-1990 arasında gerçekleştirilmiştir.

İSTANBUL

YOROS KALESİ

İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'den girişinin doğu tarafında, Anadolu yakasında olan Yoros Kalesi, Anadolukavağı Kalesi veya Ceneviz Kalesi olarak da adlandırılır. Karşı tarafta Rumelikavağı üstünde olan diğer kale ile birlikte, Boğaz girişini kontrol etmek gayesiyle inşa edilmiştir. Anadoluka-vağı'na hâkim bir tepenin üstünü kaplayan Yoros Kalesi'nin adını "kutsal yer" anlamına gelen Hieron'dan aldığı söylenirse de, antik çağ tanrılarından Zeus'un sıfatı olan "uygun rüzgârlar" anlamına gelen "ourios"tan aldığı da iddia edilir. Yoros adının doğrudan doğruya "dağ" anlamındaki "oros"tan gelmiş olması da düşünülebilir, belki de daha doğrudur. Boğaz'ın,

Karadeniz'e açıldığı bu bölgede, belki de kalenin olduğu yerde, on iki Tanrı adına yapılmış bir mabet vardı. Geçen yüzyılda burada bulunan bazı antik mimari parçaların bu mabedin kalıntıları olduklarına ihtimal verilir.

Yoros Kalesi sanıldığı gibi bir Ceneviz yapısı değildir. Kulelerinden birinde görülen tuğladan harflerle yazılmış Grekçe kitabe, buranın Bizans inşaatı olduğunu belli eder. 14. yy'ın başlarında, 1305'te kale, Şile Kalesi ile birlikte Türklerin eline geçmiş, ancak fazla bir süre elde tutulama-mıştır. 1348'den itibaren de, Karadeniz ticaret yolu hâkimiyetine sahip bulunan Cenevizliler^) buraya hâkim olmuşlar, fakat 14. yy'ın sonlarında, Boğaziçi'nin Anadolu yakasına tamamen hâkim olan Osmanlılar tarafından tekrar fethedilmiştir.

Yoros'un Ceneviz idaresinde kaldığına dair bir belge L. Sauli'nin 1831'de yayımlanan Galata'daki Ceneviz idaresine dair kitabında yer alan ve Prof. Multedo adında bir kişi tarafından kalenin kapısı üstünde kopya edilen Latince bir kitabedir. Tarih kısmı okunamayan bu kitabede "Cenevizli Vincenzo Lercari'nin kutsal burun üzerindeki kaleyi tamir ettirdiği" bildiriliyordu. Bu önemli ve bir süre Yoros Kalesi'nin, Cenova'nm elinde olduğunu gösteren tarihi belgeden başka hiç kimse bahsetmediğine göre, bunun da yerinden sökülerek Batı'ya götürüldüğüne ihtimal verilir.

I. Bayezid'in (Yıldırım), 1391'de karayoluyla Kocaeli'nden kalabalık bir kuvvetle gelerek Yoros'a çıktığını, buradan da Yah-şî Bey'i göndererek Şile Hisarı'nı teslim aldığını Âşıkpaşazade yazmaktadır. Baye-zid bundan sonra Yoros Kalesi'ni bir üs gibi kullanıp, Güzelcehisar da demlen Anadolu Hisarı'nı yaptırarak Konstantinopolis'i fethetme yolundaki hazırlıklara girişmiştir. Kalenin biraz ötesindeki ormanlıkta, içinde buranın zaptı sırasında şehit düşenlerin mezarları olan bir şehitlik vardı. Mareşal Boucicaut 1399'da Karadeniz Boğazı girişinde yaptığı akında, o sırada artık Türklerin elinde olan Yoros Kalesi'ne saldırmaya cesaret edemeyerek, sadece kalenin eteğindeki köyü yaktıktan sonra geri çekilmiştir. 1402'deki Ankara Savaşı'ndan sonra I. Bayezid'in oğullarından Çelebi Mehmed, kardeşi Musa'ya karşı harekâtı sırasında 1414'ten az önce Trakya'ya geçmek için Bizans imparatorundan yardım istemiş, kendisi de Bursa'dan çıkarak Yoros'a gelmiş, burada konaklamış, imparatorun gönderdiği gemilerle buradan Rumeli'ye geçmiştir. 1391-1414 arasında Yoros Kalesi Türklerin elindedir. İspanya kralının elçisi olarak Timur'un yanına gönderilen Ruy Gonzales de Clavijo, Karadeniz'e açılırken gördüğü kaleyi "El Guirol de la Turquia" olarak adlandırarak, buranın bakımlı olduğunu ve içinde bir Türk garnizonu bulunduğunu bildirir. Halbuki karşısındaki kale harap ve terk edilmiş durumda idi. Kalenin eteğinde, etrafında duvar olan bir kule bulunuyordu. Clavi-jo'nun yazdığına göre, buradan karşı kıyıdaki bir kuleye zincir gerildiği yolunda bir söylenti vardı.



İstanbul'un fethinde Yoros da artık Türk hâkimiyetindedir. Osmanlı Devle-ti'nin hemen her tarafındaki kıyı kalelerini tamir ettiren veya yenilerini yaptıran II. Bayezid (hd 1481-1512) burasını da tamir ettirmiş, içine Yoros Kalesi Mescidi denilen bir ibadet yeri yaptırmış, kale dizdarı Mehmed Ağa da bir hamam inşa ettirmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'ndeki 28 Recep 984/1576 tarihli bir belgeden, kale ile birlikte buradaki cami, çeşme ve hamamın da tamir edildikleri öğrenilir. Alman seyyahı, Brettenli M. Heberer 1580'e doğru İstanbul'a geldiğinde kaleyi iyi durumda görmüş ve seyahatnamesine gerçeğe oldukça uygun bir de gravürünü koymuştur. Ermeni yazar P. Ğ. İnciciyan, 18. yy'ın sonları, 19. yy'ın başlarında Yoros Kalesi içinde 25 evlik bir Türk mahallesi bulunduğunu, ayrıca muhafız olarak bir dizdar idaresinde 20 kişilik bir müfrezenin de burada kaldığını bildirir.

Yoros Kalesi, 19. yy'da artık terk edilmiş durumda bulunuyordu. Burayı ziyaret edenler duvarlarda ve kulelerde Ceno-va armaları gördüklerini bildirirler ise de, bunların hatalı oldukları, yerinde yapılan incelemede anlaşılmıştır. Geç bir dönemde örülerek battal edilen esas girişin iki yanındaki haşmetli kulelerin cephelerinde, mermer üzerine kabartma olarak birer yarım ay (hilal) içine, kollarının uçları tomurcuk-lu haçlar işlenmiştir. Her iki taşın da dört köşesinde Grekçe kısaltmalı harfler görülür ki, bunlar hakkında şimdiye kadar yazılanlar eksik veya yanlıştır. Karadeniz tarafındaki kulenin üzerindeki harfler "İsa'nın nuru, herkesin nurudur" anlamına gelen kelimelerin kısaltmasıdır. Marmara tarafındaki kulede ise yine "ışık, nur" kelimelerinin kısaltması teşhis olunur. Ancak XY kısaltmasının hangi kelimeyi ifade ettiği anlaşılamaz.



Çifte burcun kapıya dönen yüzlerinde ise yine mermere işlenmiş bir haçı çevreleyen dairenin içinde de "İesos Hristos Zafer" anlamındaki kelimelerin kısaltmaları yer almıştır. Örülü esas kapının iç tarafında ve yukarıda bir mermer levhada, iki küçük sütun kabartmasına oturan kemer biçiminde bir çerçevenin içinde bir haç vardır. Bunun kolları arasındaki boşluklarda da kısaltma oldukları belirtilen dört harf bulunur. Kaleyi inceleyen yazarlar anlaşılmaz bir gafletle, harflerin Bizans devletinin klasik formülü olan dört B'yi burada teşhis ettiklerini sanmışlardı. Buradaki dört harf, "Ey sahip, despot Mihael Palaeolo-gos'a kurtarıcı ol" anlamına gelen dört kelimenin başharfleridir. Böylece kalenin, şehir Latinlerden 1261'de geri alındıktan sonra İmparator VIII. Mihael Palaeologos (hd 1261-1282) tarafından yaptırıldığını ileri sürmek mümkündür.

Yoros Kalesi'nde şimdiye kadar hiçbir araştırmacının üzerinde durmadığı veya göremediği bir kitabe daha vardır. Kalenin yukarı bölümünü enine bölen sur duvarının, kuzeydeki burcunun yukarı kısmında tuğlalardan yapılmış çepeçevre iki satır halinde bir yazı bulunur. Burcun sur duvarına bitiştiği köşeden başlayıp, bur-

cun yuvarlaklığını takip ederek, öbür köşeye kavuşan bu tuğla kitabede aralıklı olarak tek tek bazı harfler teşhis edilmekte ise de aralardaki boşalmalar yüzünden kelimeleri tamamlamak mümkün olamamaktadır. Teleobjektifle parçalar halinde resmi alındığında belki bu önemli kitabeyi çözmek mümkün olacaktır. Yalnız şu var ki, böyle bir kitabenin varlığı, bazılarının sandıkları gibi, bu ara duvarın Ceneviz veya Osmanlı ilavesi olmadığını açık surette belli eder.

Doğudan batıya, 500 m kadar bir uzunluğu olan Yoros Kalesi, Karadeniz'e paralel olarak araziye yerleşmiştir. Kalenin genişliği 60-130 m arasında değişmektedir. Bu tahkimat, Boğaz tarafında olanı daha alçak iki tepenin üstünü kaplar. Kalenin en güçlü kısmı, yüksek tepenin, doğuya, yani Anadolu'ya bakan tarafıdır. Bu da Yoros Kalesi'nin, Boğaz girişini kontrol etmekle görevli olmakla beraber, kara tarafından Anadolu içlerinden gelecek bir tehlikeyi karşılamak üzere düşünüldüğünü gösterir.

Yoros Kalesi aralarında tuğladan hatıllar olan taş dizileri ile yapılmıştır. Taşların bir kısmı, antik ve erken Bizans dönemlerine ait yapılardan devşirilmiş malzemedir. Bunların aralarında işlenmiş mimari parçalara da rastlanır. Kalenin esas girişi, doğu tarafında, 120 m kadar yükseklikteki tepenin üstünde en hâkim noktadadır. Yükseklikleri 20 m kadar olan yuvarlak iki burç arasında açılan tuğladan kemerli giriş sonraları örülmüştür. Kapının devşirme malzemeden olan mermer çerçevesi vardır. Üstündeki tuğladan hafifletme kemeri ise bugün yıkılmış durumdadır. Fransız seyyahı Xavier Hom-maire de Hell'in (1812-1848) beraberindeki ressam Jules Laurens'in (1825-1901) resmini çizdiği bu cephede, kapı kemeri üstünde mermerden bir levhanın varlığına işaret edilmiştir. Bu belki de 1831'de Sauli'nin kopyasını yayımladığı Vicenzo

Lercari'nin tamir kitabesidir. Kalenin yukarı kesimi esas kaleye nazaran daha geç bir dönemde bir duvarla bölünmüştür. Bunun A. Gabriel'in ileri sürdüğü gibi Osmanlı dönemine ait olmayıp Bizans yapısı olduğu, gerek bir burç üzerindeki tuğla kitabeden, gerek bazı tuğla süslemelerden açıkça anlaşılır.

Kalenin güney cephesinin arka tarafında duvar kazematlar halinde inşa edilmiştir. Girişteki çifte kulenin içlerinde dört kolu eşit bir haç biçiminde mekânlar meydana getirilmiştir. Her iki kulede de bu mekânların üstlerinde, duvar tekniğinin değişik oluşundan anlaşıldığına göre, geç bir dönemde yükseltilerek birer kat oluşturulmuştur. Güney duvarlarının kazemat-lı kısmı sonunda, bugün bir kapı açıklığı gibi görünen parça da aslında bir burçtur. Kalıntılardan anlaşıldığı üzere, büyük kulelerin benzeri olarak, içinde haç biçiminde dört kemerli ve kubbeli tonozla örtülü yüksek bir mekân vardır. Bilinmeyen bir dönemde, bu burç yarısına kadar yıkılmıştır. Yoros Kalesi'nin kıyıya kadar indiği ve burada en azından bir iskelesi ile bu iskeleyi koruyan bir burcu olduğuna ihtimal verilebilir. Ayrıca burada hangi döneme ait olduğu anlaşılamayan bir de fenerin bulunduğu, R. Walsh'ın kitabında Th. Allom tarafından yapılan gravürde görülür. Karşı taraftaki Rumelikavağı Kalesi ise mimari bakımdan dikkati çekecek özelliği olmayan çok yıpranmış bir duvardan ibarettir.

Bibi. A. Mordtmann, "Historische Bilder von Bosponıs",Bosporus,Mitteilungendesdeutscber-Ausflugsvereins, yeni seri, III (1907), s. 1-59; P. Minas Bıjışkyan, Karadeniz Kıyılan Tarih ve Coğrafyası, 1817-1819, İst., 1969, s. 17; İnciciyan, İstanbul, 99-100; Ayvansarayî, Hadîka, II, 146; L. Sauli, Della Colonia dei Genovesi in Galata, Torino, 1831, Hks. 42; Âşıkpaşaoğlu Ahmed Aşıkî, "Tevârih-i Âl-i Osman", Osmanlı Tarihleri, I, İst., 1949, s. 137, 148; M. Heberer von Bretten, Aegyptica servitus..., Hei-delberg, ty, (1610?), tıpkıbasım Graz, 1964, s. 372-373 arasındaki 9 no'lu gravür; S. Toy, "The

adlı yapıtında yer alan Jules



Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   127   128   129   130   131   132   133   134   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin