YULUĞ, ALİ HAYDAR
536
537
YUSUF SİNAN EFENDİ
(1879, İzmir -193 7, İstanbul) Vali ve seri- yUSUF AĞA SEBYAN MEKTEBİ
Castles of the Bosporus". Arcbaeologia. LXXX (1930). s. 226-228. Levha LXXIII-LXXVI; A. Gabriel. Leş châteaııx tıırces dit Bospbore, Paris. 1943. s. 79-81. levha. XXI-XXIII: VI. Mır-mıroğlu, "Yorus (Hieron) Kalesi". TTOKBelleteni, S. 72 (Ocak 1948), s. 13-14; C. F. Leh-mann-Haupt. "Zu den Inschriften und Skulp-turen von Hieron", Klio, XVIII (1923), s. 366-374; E. Mamboury, İstanbul touristique, ist., 1951, s. 221-222; Eyice, Boğaziçi, 72-89, resim 88-131.
SEMAVİ EYİCE
YULUĞ, ALİ HAYDAR
remını.
İzmir İdadisi'nden sonra 1902'de Mek-teb-i Mülkiye'yi(->) bitirdi. Çeşitli yerlerde kaymakamlık yaptı. II. Meşrutiyet'te ikinci dönem (Nisan 1912-Ağustos 1912) Meclis-i Mebusan'da Menteşe (Muğla) mebusu olarak bulundu. Daha sonra gene idareciliğe döndü. Mülkiye müfettişliği ve mutasarrıflık yaptı. 1921'de Sivas valiliğine getirildi. 12 Mart 1923'te Ankara hükümetinin atadığı ilk vali olarak İstanbul'a geldi. 15 Nisan 1923'te vekâleten şehreminliğini de üstlendi.
Yuluğ'un kısa süren valiliği ve şehre-minliği döneminde İstanbul'da Cumhuriyetin ilanı, halifeliğin kaldınlması(-0 ve Osmanlı hanedanı üyelerinin yurtdışına gönderilmesi gibi siyasi olayların yanısıra belediye hizmetleri açısından da önemli gelişmeler yaşandı. Yuluğ, İstanbul'da yönetim ve hizmet bakımından var olan vilayet, şehremaneti ve Vakıflar idarelerinin birleştirilmesini ve özerkleştirilmesini savundu. Belediye meclisine yasama hakkı tanınması, bayındırlık, sağlık, eğitim işlerinin belediyeye devri, belediyece verilen cezaların adli yargı yoluyla tahsiline son verilmesi gibi görüşler ileri sürdü.
Döneminde iyice azalmış olan belediye gelirlerini artırmak için tramvay, Tünel, elektrik, havagazı hizmetlerini yürüten yabancı şirketlerin vermekle yükümlü oldukları ama hiç ödemedikleri payları almayı başardı. Ardından akaryakıt depolarını da düzenleterek, belediye payım tahsil etmeye başladı. Ayrıca Çubuklu'da yeni gazyağı depoları yaptırdı. Cemil Topuzlu(->) döneminde temeli atılan, ancak bir türlü tamamlanamayan Sütlüce Mezbahası(->) işletmeye açıldı ve belediyeye önemli gelir sağlamaya başladı. Etlerin sağlıklı biçimde korunması için de buz fabrikasının yapımına başlandı. İtfaiye örgütünün modernleştirilmesine girişildi. Yolların onarımı bir programa bağlanarak yürütüldü. Belediyenin yönetimindeki hastaneler elden geçirildi. 26 Şubat 1924'te onun teşvikleriy-le çıkarılan belediye vergi ve resimleri kanununun yürürlüğe girmesinden sonra belediye gelirleri daha da arttı. Ancak Yuluğ'un sert biçimde uyguladığı cezalar ve hızla tahsil edilen oktrova (iç gümrük resmi) esnafın ve tüccarların tepkisini çekti.
Yuluğ İstanbul'daki hizmeti bir yılı henüz geçmişken 8 Haziran 1924'te Ankara şehreminliğine atandı. Bu atamanın yeni başkentin yapıcı bir belediye başkanına ihtiyacı olduğu gerekçesiyle yapıldığı açık-
•landıvsa da ardında istanbul'daki icraatına tepki duyan çevrelerin baskısı ile vilayet işleriyle ve yeni kurulan Halk Fırka-sı'nın (daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi) ildeki örgütlenmesiyle uğraşmadığı yolundaki hükümet görüşünün de etkisi vardır. 1926'da İstanbul milletvekili olan Yu-luğ 1927 genel seçimlerinde de İstanbul'dan milletvekili seçildi. Üyeliği 1930'da devamsızlık sebebiyle düşürülmüş, bundan sonra da siyasetten çekilmiştir.
İSTANBUL
Eminönü İlçesi'nde, İstanbul Valiliği'nin yakınında, Cağaloğlu Yokuşu'nun başındadır.
İki katlı kagir yapının banisi Tersane Emini Yusuf Efendi'dir. Bugün mevcut olmayan, ancak kaynaklarda yapının köşesine asılı olduğu belirtilen levhaya göre, yapı Darü's-Sıbyan olarak 1771-1773 arasında Hassa Başmimarı Mehmed Tahir Ağa'ya inşa ettirilmiştir. Sıbyan mektebinin alt katındaki muvakkithane bir süre depo olarak kullanılmıştır. Yokuşa bakan köşedeki küçük hazirede bulunan Hacı Yusuf Efendi ve ailesinin mezarları 1956'daki onarım sırasında ortadan kalkmıştır. Kuzeydeki boşlukta sonradan inşa edilen küçük ahşap bir oda bulunmaktadır.
îki katlı fevkani yapının, ikinci katı dışarı taşkındır. Üst kat 1956'ya kadar taş dizisiyle desteklenirken, aynı yılın onarımlarında konsolların arası doldurulmuştur. Yapı batı ve güney cephesinde dörder adet olmak üzere, düz söveli, üzerlerinde sivri boşaltma kemerleri bulunan pencerelerle donatılmıştır. İç mekâna, caddeye bakan cephe üzerindeki küçük bir kapıdan geçilmektedir .-Burada, ufak bir giriş bölümünden sonra merdivenlerle üst kata, kare planlı dershane odasına çıkılır. İç mekân
Yusuf Ağa Sıbyan Mektebi
Sadal Hasanoğlu, 1994
süslemesiz, sade görünümlüdür. Kuzeyde, yokuşa bakan cephenin zemin katında iki adet büyük kemer eskiden hazirenin olduğu bölüme açılmaktadır. Çift meyilli çatının etrafını iki sıra kirpi saçak dizisi dolaşmaktadır. Caddeye bakan yüzde, kirpi saçağın altında balıksırtı şeklinde bir bezeme yer alır. Yapı günümüzde Milli Eğitim Ba-kanlığı'nın kitap satış bürosu olarak kullanılmaktadır.
TARKAN OKÇUOĞLU
YUSUF (Demircikulu)
(?, İstanbul -1611, İstanbul) Hattat.
Bulgaristan'da Sofya'nın güneydoğusunda yer alan Samakov'da demir çıkaran ocak ağalarından "Demirci Ağa" diye nam salan birinin kölesi olduğu için "Demircikulu" lakabıyla anılır. Yusuf, bu ocakta ulufeli, yani aylıklı olarak duacılık hizmetinde bulunuyordu. Döküm vaktinde ocak başında dua ettikten sonra ocak yakılırdı. Bu görevinden önce daha 12-13 yaşındayken hattatlığa ilgi duydu ve bu sanata âdeta hırsla bağlandı ve ünlü hattat Ahmed Ka-rahisarî'nin öğrencisi Karahisarî Derviş olarak anılan Derviş Mehmed'den meşk aldı. Devbatü'l-Küttâb'm ifadesine göreyse önce Abdullah Kırımî'den ders görmüş, sonra Ahmed Karahisarî ekolüne dönmüştür.
Eserleri şunlardır: Fatih Camii duvarında "Fetih hadisi", Kasımpaşa'da Küçük Pi-yale Camii karşısında Paşmakçı Ali Dede Tekkesi mezarlığının penceresi üzerinde kelime-i şahadet yazısı, Tophane'de Kılıç Ali Paşa Camii yazıları. Bunlardan yalnız sonuncusunun yazıları zamanımıza kadar gelebilmiştir. Yusuf, Ahmed Karahisarî ekolünün son temsilcisidir.
Bibi. Müstakimzade, Tuh/e, 593-594; Habib, Hat ve Hattatân, ist, 1306, s. 160; Rado, Hattatlar, 85; Suyolcuzade Mehmed Necib, Dev-hatü'l-Küttâb, ist., 1942, s. 26.
ALİ ALPARSLAN
YUSUF İZZEDDİN EFENDİ KÖŞKÜ
Üsküdar İlçesi'nde, Büyükçamlıca Tepe-si'nin eteklerinde yer almaktadır.
Köşklere adını veren veliaht Yusuf İz-zeddin Efendi (1857-1916) Abdülaziz (hd 1861-1876) ile Dürrinev Kadın Efendi'nin (ö. 1892) oğludur. Aşırı hassas, hastalıklı bir kişiliğe sahip olduğu bilinen Y. îzzed-din Efendi askeri okullarda okumuş, müşirliğe kadar yükselmiş, V. Mehmed (Re-şad) (hd 1909-1918) tahta geçince veliaht ilan edilmiştir, l Şubat 19l6'da Zincirliku-yu'daki köşkünde intihar eden ve Cağaloğ-lu'ndaki II. Mahmud Türbesi'ne gömülen Y. İzzeddin Efendi'nin öldürüldüğü yolunda bazı söylentiler vardır. Y. İzzeddin Efendi'nin kızları Şükriye Sultan ile Mihrişah Sultan 1924'te diğer hanedan mensupları ile birlikte yurtdışına sürülmüş, 1952'de çıkan kanunla yurda dönmüş ve anneleri tarafından bütün özgün mobilyası ile korunan köşkte ikamet etmeye başlamışlardır. Şükriye Sultan'ın vefatından sonra küçük kardeşi Mihrişah Sultan tarafından satılan köşk günümüzde bakımlı durumdadır.
Selamlık, harem, ek bina (müştemilat), av köşkü, ahırlar, sera ve havuz birimlerinden oluşan bu yapı topluluğunun tam olarak inşa tarihi tespit edilememekte, ancak Abdülaziz dönemine ait oldukları sanılmaktadır. Tasarımları da o döneme imzasını atan Balyan ailesinden bir mimara ait olabilir. Yapıları kuşatan 20 dönümlük geniş arazinin zamanında ıhlamur, gül,, hanımeli, yasemin, manolya, ladin, atkesta-nesi gibi bitkilerle dolu ve kuş seslerinden geçilmez bir durumda olduğu bilinmektedir.
Giriş ve üst kat ahşap üzerine bez kaplıdır ve üzerlerinde ahşap çıtalarla dekor-lanmış motifler yer alır. Odaların tavanları da geometrik motifler ile hareketlendiril-miştir. En üst katta odaların tavanmdaki süslere daha fazla önem verilmiştir. Pencerelerde altın yaldızlı yumurta frizleri, ortada gül motifleri yer alır. Şahnişli odanın kapısı renkli camlarla açık yeşil, mavi, sarı renkli vitraylarla süslenmiştir. Pencerelerin köşeliklerine oyma rumî motifleri ahşap olarak işlenmiştir.
Eskiden büyük salonda Y. İzzeddin'in portresi, Yavuz'u ve İstanbul fethini tasvir eden tablolar, yerde büyük halılar ve sonradan Topkapı Sarayı'na verilen 36 kandilli muhteşem renkli kristal bir avize bulunuyordu.
Harem aşıboyalıdır. Ahşap köşkle harem arası aşıboyalı bir geçide bağlanmıştır. Önde şahnişli oda yer alır. Bu bölümler aynalı ve yıldız tonozlarla örtülüdür. Tonozlu olan şahnişli oda dört pencere ile dışarı açılır. Haremde hamam bölümü de yer alır.
Y. İzzeddin Efendi Köşkü üç katlı ahşap bir köşktür. Romanya'dan getirilen çok dayanıklı, durdukça çelikleşen bir kereste kullanılmıştır. Geometrik bir plan arz eden köşke üç kapıdan girilir. Köşkün yüksekliği 16,70 m'dir. Katlar 4 m yüksekliktedir.
Ahşap korkuluk kat araları ve çatı altlarında ahşap kabartmalı süslemeleri vardır. Yan girişlerde, kapı, pencere yanlarında iki ahşap sütun yer alır. Ön cephede şahnişi taşıyan iki sütun vardır. Üçgen ajurlu şebekeler ile ön cephe süslemeleri bulunur. Üst kat kapısı akroterlidir. Girişin üst ve alt sofitleri meandr motiflidir. Se-
Yusuf
İzzeddin
Efendi
Köşkü
Ahmet Kuzîk, 1994
kizgen içinde kabara motifi çevrelenmiştir. Üst katta ise oval bölümler ve çevçeveli meandr motifleri yer alır.
Haremin ön odaları ahşap üzerinde bez ve üzeri çıtalı oymalar ile süslenmiş, arka odalarda Kütahya işi neoklasik tarzdaki çini süslemelere yer verilmiştir. Bunlar bahar dalları, vazodan çıkan buketler, servilerdir ve kapı üzerinde geometrik ve firuze ve siyah renkte bordürler bulunur. Isıtmada 19. yy'ın sonunda çokça görülen demir dökümden radyatörler kullanılmıştır. Ayrıca Kütahya çinileri dışında, Avrupa'dan getirtilen çini panolar da yer alır.
İki katlı ek bina gayet sadedir. Sarnıç tuğlalarla örgülü, üzeri çatı kaplıdır. Bütün sarnıcı dolanan meandr motifi dikkati çeker. Köşkün ayrıca 4,5 m çapında fıskiyeli havuzu, ahırları ve demirden kapıları vardır. Abidevi köşk yapılarının hemen üstündeki av köşkü daha küçük, ahşap ve tek katlıdır. Yapıdaki odalar da diğer köşke nazaran daha küçüktür. Odaların duvarları ve tavanları manzara ve çiçek dekorlu, resimlerle süslenmiştir. Ahşap köşkün camları panjurlu ve balkon korkuluk- . lan döküm demirden yapılmıştır. Önünde demirden yapılmış ağaç taklidi korkuluk ve selsebili vardır. „
CAVİDAN GÖKSOY
YUSUF SİNAN EFENDİ
(?, Merzifon -1529, İstanbul) Halvetîliğin Cemalî koluna bağlı Sünbülî tarikatının kurucusu, mutasavvıf.
Halk arasında daha çok Sünbül Efendi olarak tanınmıştır. Asıl adı Yusuf bin Ali bin Kaya Bey'dir. Ailesi hakkında yeterli bilgi yoktur. İlk dini eğitimini Merzifon'da aldı ve daha sonra istanbul'a gelerek Efdal-zade Hamidüddin'in öğrencisi oldu. Zahiri ilimleri Efdalzade Hamidüddin'den öğrenen Yusuf Sinan Efendi'nin medrese tahsilini yarıda bırakıp başlangıçta şiddetle karşı olduğu tasavvufa yönelmesi ve 1489'da Cemaleddin Halvetf(-») aracılığıyla Halvetîliğe(->) bağlanması hem kendi hayatı, hem de İstanbul'un mistik kültürü açısından bir dönüm noktasıdır. 1490'da Cemaleddin Halveti'den hilafet aldı ve şeyhinin isteği üzerine tarikat faaliyetlerinde bulunmak amacıyla Mısır'a gitti.
Daha önce Mısır'da bulunan Seyyid Yahya Şirvanî'nin halifelerinden Şahin-i Mıs-rî ve Timurtaş'ın burada Halvetîliği yaygınlaştırmaya çalıştıkları bilinmektedir. Yusuf Sinan Efendi ise bu elverişli toplumsal zemin üzerinde bir süre faaliyet göstermekle birlikte kaynaklarda hayatının bu dönemine ilişkin aydınlatıcı bilgi yoktur. Ancak bu sırada, hacca giden Cemaleddin Halvetî'nin Mekke'de kendisiyle görüşmek istediğini haber almış, fakat Mekke'ye vardığında şeyhinin vefat ettiğini öğrenmiştir. Cemaleddin Halvetî'nin vasiyeti üzerine kızı Safiye Hatun ile evlenen Yusuf Sinan Efendi, 1494'te İstanbul'a gelerek Sünbül Efendi Tekkesi(->) meşihatını üstlenmiş ve vefat ettiği 1529'a kadar bu görevini sürdürmüştür. Mezarı, Sünbül Efendi Tekkesi'nde kendi adıyla anılan türbe-sindedir.
Yusuf Sinan Efendi'nin 1494'te Cemaleddin Halvetî'den boşalan meşihat makamını üstlenmesiyle birlikte Sünbülîlik(->) de İstanbul'un mistik hayatında yerini alır. İstanbul'da kurulan ilk tarikat olma özelliğini taşıyan Sünbülîlik, aynı zamanda Halvetîliğin de şehir hayatındaki en yaygın koludur. Bu özelliğini tarikat faaliyetlerinin yasaklandığı 1925'e kadar sürdürmüş ve İstanbul'un din folklorunu şekillendiren mistik gelenekleri gündelik hayat içinde temsil etmiştir.
II. Bayezid'in (hd 1481-1512) yakın desteğini alan Yusuf Sinan Efendi, aynı ilgiyi daha sonra padişah olan I. Selim'den (Yavuz) (hd 1512-1520) görememiştir. Bu tavır değişikliğinin altında, II. Bayezid ile Cem Sultan arasındaki iktidar mücadelesine uzanan siyasi çatışma yatmaktadır. Cem Sultan'a karşı Halvetîlerin desteğini alan II. Bayezid, padişah olduktan sonra tarikatın İstanbul'da örgütlenmesini sağlamış, başta Koca Mustafa Paşa gelmek üzere pek çok devlet adamı Cemaleddin Halvetî'ye intisap etmek suretiyle Halvetî-liğe bağlanmıştır. I. Selim'in tahta çıkmasından sonra, iktidar ile Halvetîler arasındaki sıcak ilişki kopma noktasına gelir. Bunun nedeni, Cem Sultan'ın katledilmesi olayında I. Selim'in Koca Mustafa Paşa'yı sorumlu tutması ve Yusuf Sinan Efendi'nin bu önde gelen müridini öldürterek tarikatın İstanbul'daki merkezi sayılan Sünbül Efendi Tekkesi'ni yıktırmak istemesidir. Ancak Yusuf Sinan Efendi'nin karizmatik kişiliği ve halk arasındaki yaygın şöhreti, padişahın bu isteğinin gerçekleşmesine engel olmuştur.
Yusuf Sinan Efendi'nin postnişinliği döneminde karşılaştığı bir diğer önemli olay, "devran" ve "sema"ya karşı çıkan ve bu tarikat ritüellerinin haram olduğunu ileri süren ulemadan Musliheddin Efendi'ye karşı yürüttüğü mücadele çerçevesinde meydana gelmiştir. "Devran" ve "sema"nın İslamiyet açısından haram olmadığını savunduğu Risale-i Sünbül der Hakk-i Zikr ü Devrân başlıklı eseri bu olayın ardından kaleme alınmıştır. Ayrıca tarikat adabına ilişkin Risaletü'1-Etvâra.dlı bir başka eseri de vardır.
Yetiştirdiği halifeleri arasında Sünbülîli-
İi
YUSUF ŞÜCAÜDDİN CAMİİ 538
ğin İstanbul hayatında kökleşmesini sağlayan Musa Musliheddin (ö. 1552), Alaeddin Ali Kefevî (ö. 1562) ve Yakub Germiyanî (ö. 1571) gibi önemli mutasavvıflar ilk anda dikkati çekerler. Halk arasında Merkez Efendi olarak tanınan Musa Musliheddin, kendi adına kurduğu Merkez Efendi Tek-kesi'nde (bak. Merkez Efendi Külliyesi), Alaeddin Ali Kefevî, Alaeddin Tekkesi'nde ve Yakub Germiyanî de Sünbül Efendi Tekkesi'nde meşihat görevini üstlenmişler, tarikatın güçlü bir tekke organizasyonuna sahip olmasını sağlamışlardır. Bibi. Mahmud Cemaleddin Hulvî, Lemezât, ist.; 1993, s. 445-452: N. Köseoğlu, "Sünbül Efendi'yi Ziyaret", TTOK Belleteni, S. 135 (1953), s. 11-17; H. J. Kissling, "Aus der Ge-schichte deş Chalvetiyye-Ordens", Zeitschrift der Morgenlandischen Gesellschaft, III (yeni dizi) XXVIII (1953), s. 251-281; Bayrı, İstanbul Folkloru, 141; F. W. Hasluck, Christianity and islam under the Sultans, I, Oxford, 1929, s. 17-18; Ayvansarayî, Mecmua-i Tevarih, 282-285; Okan, İstanbul Evliyaları, 45-55; Evliya, Seyahatname, I, 372; Hocazade, Ziyaret, 15-17; T. Yazıcı, "Fetihten Sonra istanbul'da ilk Halveti Şeyhleri: Çelebi Muhammed Cemaleddin. Sünbül Sinan ve Merkez Efendi", İstanbul Enstitüsü Dergisi, II (1956), s. 97-104; M. AsımÇa-lıkoğlu, Sünbül Efendi ve Merkez Efendi, İst., 1961.
EKREM IŞIN
YUSUF ŞÜCAÜDDİN CAMÖ
Fatih İlçesi'nde, Balat'ta, Karabaş Mahal-lesi'nde, Vapur iskelesi Sokağı'nda bulunmaktadır. "Yusuf Şücaüddin Ambarî Camii" ya da "iskele Camii" adları ile de anılır.
Yapı Fatih dönemi (1451-1481) âlimlerinden olan Yusuf Şücaüddin Ambarî tarafından inşa ettirilmiştir. Minberini, cami mütevellilerinden Çolak İmam lakablı İsmail Efendi koydurtmuştur. Caminin giriş kapısı üzerinde bulunan kitabesinden anlaşıldığına göre 1180/1766 ve 1310/1892' de tamir görmüştür. Son olarak 1987'de Halic'in etrafı açılırken iki yol arasında kalmış ve önemli tamirler görmüştür. Minaresi de batı cephesinden alınarak kuzey cepheye yerleştirilmiştir. Yapının kapısının bitişiğinde yer alan çeşme, II. Mahmud'un (hd 1808-1839) çuhadarcıbaşısı olan Bekir Efendi'nin validesi Hafize Hanım tarafından 1241/1828'de yaptırılmıştır. Bugün kullanılmaz haldedir.
Yapının duvarları kagir olup yapı fevkanidir. Camiye güney cephesinden girilmekte olup kapının sol tarafında çeşme, sağ tarafında ise caminin deposu olarak kullanılan, dikdörtgen şeklinde bir oda yer almaktadır. Yapının giriş katı, yarıya kadar fayansla kaplanmış, yerleri parça mermer olup buranın sağ tarafında abdest almak için musluklar yer alır. Bu bölüm Hacı Sa-ime Hamm'ın hayratı olup 1988 tarihlidir. Burası tamamen fayansla kaplıdır. Kuzeyinde yer alan, ufak dikdörtgen üzeri yuvarlak kemerli pencere ile aydınlanmaktadır.
Sol taraftaki merdivenlerle ikinci kattaki son cemaat yerine ulaşılır. Burası enine gelişen, dikdörtgen planlı olup kuzeyde iki tane dikdörtgen, üzeri yuvarlak kemerli pencere yer alır. Pencerelerden bi-
Yusuf Şücaüddin Camii
Ozan Bilgiseren, 1994
rinin altından minareye ulaşılır, doğuda ise iki tane ufak dörtgen pencere açılmıştır. Buranın tavanı ahşap ve düzdür. Son cemaat yeri ile harimin ortak olan duvarında, dikdörtgen bir kapı, iki yanında iki pencere yer alır. Harimin güney cephesindeki mihrap dikdörtgen şeklinde olup içten yarım yuvarlak şekildedir. Minberi ve vaaz kürsüsü ahşap olarak yapılmıştır. Doğu ve batı cepheleri simetrik olup eşit aralıklarla ikişer tane pencere açılmıştır. Pencereler dikdörtgen üzeri yuvarlak kemerlidir. Duvarlar içten pencere altlarına kadar fayansla kaplıdır. Kadınlar mahfili ahşap, düz, dikdörtgen şeklinde gelip ortada yuvarlak bir çıkma yapar. Kadınlar mahfilini, ha-rimde dört tane ahşap direk taşı taşımaktadır. Karimden buraya demir merdivenlerle ulaşılır. Harimin tavanı düz ve ahşap olup çubuklarla dikdörtgenlere ayrılmıştır. Kadınlar mahfilinin altına gelen yer müezzin mahfili olarak kullanılmaktadır.
Yapının dıştan güney cephesi dikdörtgen şeklinde, öne doğru hafif bir çıkma yapar. Bunun tam ortasında yarım yuvarlak şeklinde mihrap çıkması yer alır. Pencerelerin etrafları ve kemerleri tuğla ile belirginleştirilmiştir. Minare kürsüsü betondan kare olup gövdesi yivli, tek şerefeli, konik külahlıdır. Şerefe balkonunun korkuluğunda baklava motifleri yer alır. Dıştan doğu cephesine bitişik tuvaletler yer almaktadır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 237; Öz, istanbul Camileri, I, 32; R. Ülke, İstanbul Anıtları Ayvansaray, Balat ve Fener Semtlerindeki Anıtlar, İst., 1957, s. 57.
N. ESRA DİŞÖREN
YUŞA MESCİDİ VE TEKKESİ
Beykoz İlçesi'nde, Boğaz'ın en yüksek tepesi olan Yuşa Tepesi üzerinde yer almaktadır.
Yuşa Tepesi tarihin ilk dönemlerinden beri kutsal bir yer olarak kabul edilmiş ve çeşitli uygarlıklar burada kendi dinlerinin tapınaklarım inşa etmişlerdir, ilk çağlarda
burada bir Zeus sunağı bulunduğu bilinmektedir. Bizans döneminde. 6. yy'da İmparator I. İustinianos zamanında ise bu sunak Hagios Mikael adına bir kiliseye çevrilmiştir. Türk döneminde ise bu tepe, bir mescit-tekke kurularak ve yanında bir zi-yaretgâh (yatır) ihdas edilerek İslamlaştırıl-mış, tepenin kutsallığı devam ettirilmiştir. Burada yatan Yuşa hazretlerinin Tevrat'ta yer alan Yuşa Pemgamber ile bir bağlantısı yoktur. Hadîka 'ya göre burada yatan kişi bir şeyh, evliya ya da havarilerden birisidir. Yuşa hazretlerinin metrelerce uzunluğundaki mezarı ise çok eski inançlarda, dağların zirvesinde yaşadığı kabul edilen "devlerin" yeni bir inanca kaynaştırılmasın-dan başka bir şey değildir. Sonuç olarak Boğaz'ın bu en yüksek tepesi her devirde ve inançta kutsal değerini korumuş, bu yüzden de burada bir sunak, bir kilise ve bir mescit-tekke birbirlerini takip etmiştir. Böyle yüksek tepelerin halk inançlarında da kutsal kabul edilmesi ve buralarda yatır, cami, tekke gibi yapıların inşa edilmesine Anadolu'da sıkça rastlanmaktadır.
Bugün burada yer alan mescit-tekke Yirmisekiz Çelebizade Sadrazam Mehmed Said Paşa (ö. 1761) tarafından 1169/1755-56'da yaptırılmıştır. Kagir duvarlı, kırma çatılı küçük bir yapı olan bu mescit yandığından, Abdülaziz döneminde (1861-1876) 1280/1863-64'te aşağı yukarı aynı biçimde yenilenmiş, yakın tarihte de önemli ölçüde tadil edilerek onarılmıştır.
Günümüzde de popüler bir ziyaretgâh olma özelliğini sürdüren bu tesis Dahiliye Nezareti'nin 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde "Yuşa Aleyhisselam Dergâhı" adı ile zikredilmiş, Kadirî tarikatına bağlı olduğu ve burada 5 erkek ile l kadının yaşadığı belirtilmiştir. Evli bir şeyh ile birkaç dervişinin ikamet ettiği bu münzevi tekke Bandırmalızade A. Münib Efendi'nin 1307/1889-90 tarihli Mecmua-i Tekâyâ'sm-da "Yuşa Tekkesi" olarak kaydedilmekte, ayin günü perşembe, tarikatı Nakşibendî, şeyhinin adı ise Tevfik Efendi olarak belirtilmektedir. Aynı zamanda tevhidhane olarak kullanıldığı anlaşılan mescit dışındaki diğer bölümler ortadan kalkmıştır.
Bibi. Demircanlı, Evliya Çelebi, 297, 633; Ayvansarayî, Hadîka, II, 146; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 52-53, no. 223; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 16; Raif, Mir"at, 236; Öz, istanbul Camileri, II, 71; Eyice, Boğaziçi, 65-68; M. Özdamar, DersaadetDergâhları, İst., 1994, s. 218-219.
EMÎNE NAZA
Yuşa Mescidi
Ahmet Kuzih, 1994
YUVALAR
bak. SOSYAL HiZMETLER
YÜKSEK DENİZCİLİK OKULU
Tuzla İlçesi'ne bağlı Tahaffuzhane bölgesindedir. Marmara Denizi'ne yaklaşık 400 m kıyısı bulunan toplam 65.000 m2'lik bir alana yayılmıştır.
Okul 5 Aralık 1884'te Heybeliada'da bulunan Mekteb-i Bahriye'nin (Deniz Harp Okulu) özel bir bölümü biçiminde yatılı olarak Leyli Tüccar Kaptan Mektebi adı ile açılmıştır. Ortaokul sonrası 4 yıl eği-tim-öğretim süreli olan Leyli Tüccar Kaptan Mektebi, çok sayıda mezun verdiği ve mezunlarının iş bulamadığı gerekçesiyle 1905'te öğrenci alımını durdurmuş ve 1908'de mezunlarım verdikten sonra kapatılmıştır.
Okul 1909'da emekli Deniz Önyüzbaşı Kaptan Hamit Naci (Öndeş) tarafından, bu kez Azapkapı'da özel, yatısız, ortaokul sonrası 4 yıl eğitim-öğretim süreli olarak güverte ve makine bölümlerinden oluşan Milli ve Hususi Ticaret-i Bahriye Kaptan ve Çarkçı Mektebi adı ile yeniden açılmıştır. Daha sonra Yüksekkaldırım'a, sonra yine ilk yeri olan Azapkapı'ya, 1913'te de Üsküdar'da Paşalimanı'na taşınmıştır. 1927'de Ortaköy'de bugün Anadolu Denizcilik Meslek Lisesi'nin(->) bulunduğu binaya taşınıp, 1928'de Âli Deniz Ticaret Mektebi adı ile devletleştirilerek iktisat Ba-kanlığı'na bağlanan okul, her biri 2'şer yıl süreli lise ile yüksek birimleri olan, güverte ve makine bölümleri bulunan bir eğitim-öğretim kurumu olarak yeniden düzenlenmiştir. 1930'da yatılı duruma getirilen okul, 1934'te Yüksek Deniz Ticaret Mektebi adını almış ve yüksek birimi bölümlerinin eğitim-öğretim süresi 3 yıla çıkarılmıştır. 1939'da Ulaştırma Bakanlığı'na bağlanan Yüksek Deniz Ticaret Mektebi'nin lise bölümü 1945'te kapatılmıştır.
Okul 3 Haziran 1946 günü ve 4915 sayılı yasa ile adı Yüksek Denizcilik Okulu olarak değiştirilip yeniden düzenlenerek yine Ulaştırma Bakanlığı'na bağlı, 4 yıl süreli güverte ile makine bölümlerinden oluşan bir yükseköğretim kurumuna dönüştürülmüştür. Okul bünyesinde, 1953'te liman başkanı yetiştirilmesi amacıyla 2 yıl süreli limancılık bölümü açılmışsa da bu bölüm 1956'da, deniz işletmecisi yetiştirilmesi amacıyla 1975'te açılan ulaştırma-işletme bölümü de 1982'de kapatılmıştır.
18 Ağustos 1981 gün ve 2507 sayılı yasa ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı içine alınıp, şimdi bulunduğu Tuzla'ya taşınarak adı Denizcilik Yüksekokulu olarak değiştirilmiş ve eğitim-öğretim yapısı yeniden düzenlenmiştir.
6 Ekim 1988'de yürürlüğe giren 3477 sayılı yasa gereği, 1989 başında istanbul Teknik Üniversitesi bünyesindeki yeri alan Denizcilik Yüksekokulu iTÜ Rektörlü-ğü'ne bağlı bir yüksekokul, daha sonra da 3 Temmuz 1992'de yürürlüğe giren 2809 sayılı yasa ile fakülte olmuştur.
İTÜ Denizcilik Fakültesi 4 yıl süreli lisans düzeyinde eğitim-öğretim yapılan,
güverte bölümü ve makine bölümü ile ayrıca bu bölümlere destek veren birimler olarak ulaştırma-işletme bölümü ve temel bilimler bölümünden oluşmaktadır. Parasız yatılı ve üniformalı olan denizcilik fakültesi, öğrencilerinin barınma, beslenme, giyinme gereksinimleri ile kişisel eğitim-öğretim araç ve gereçleri devletçe karşılanmaktadır.
Okul 194l'den beri 1.740'ı güverte bölümü, 1.430'u makine bölümü, 149'u ulaştırma-işletme bölümü, 12'si limancılık bölümü olmak üzere toplam 3.331 mezun vermiştir.
AHMET MÜLAYİM
Dostları ilə paylaş: |