I d I n I a V a 3IV1ho nin



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə139/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   132   133   134   135   136   137   138   139   140

ZİNDANLAR

Osmanlı döneminde cezaevi olarak kullanılan yerlere verilen ad. Ancak zindanlar günümüz cezaevi anlayışından oldukça uzak mekânlardı.

Kaynaklar hem Bizans hem Osmanlı döneminde İstanbul'da mevcut çok sayıda zindandan bahseder. Zindanlara suçlularla birlikte esirler ve köleler de hapsediliyordu. Zindan olarak çoğu kez şehir surlarının bir kulesi veya herhangi bir yapının mahzeni kullanılmıştır.

Bizans döneminde şehirdeki ve Adalar' daki birçok manastır da bu amaçla kullanılmıştır. Özellikle Adalar'daki manastırlar hem tenha hem gerektiğinde kolaylıkla ulaşılabilecek yerlerdi. Bu yüzden 4. yy'dan itibaren birçok devlet adamı, hattâ imparator ve imparatoriçeler manastırlara kapatıl-

mıştır. Bunlar tutuklu değillerse de manastırlardan ayrılmalarına izin verilmezdi.

Şehirde bulunan en önemli zindan ise Vigla'da bulunan Praitorion idi. Vigla'nın yeri tam olarak bilinmez. Genellikle Emi-nönü-Yemiş İskelesi çizgisinin gerisinde olduğu kabul edilir. I. Basileios döneminde (867-886) Praitorion'dan drungarios sorumluydu. Drungarios impatorun emniyeti ile sorumlu yüksek kademedeki tutuklamalar ve idamlar ile görevli idi. Bu mevki Osmanlı örgütlenmesindeki bostancıba-şıları ve Bostancı Ocağı'nı hatırlatır. Vigla'nın ve onun yanında yer alan Praitori-on'un 17. yy'da Kösem Sultan tarafından yaptırılan Valide Hanı'mn(->) yerinde olduğu da ileri sürülmüştür. Bu hanın üçüncü avlusunda bulunan Bizans dönemine ait kare planlı büyük kulenin Vigla'nın gözetleme kulesi olduğu düşünülmüştür ki bu inandırıcı bir görüştür.



İstanbul'da ayrıca Sultanahmet'le sahil arasında bulunan Büyük Saray'da(->) da 6 adet zindanın varlığı bilinir. Bunlara sadece yüksek rütbeli suçlular kapatılıyordu. 11. yy'da bugünkü Ayvansaray'da bulunan Blahemai Sarayı'na geçildiğinde bu sarayda da bir zindan tesis edilmişti. Meşhur Anemas Zindanı bu sarayın özel zindanıydı (bak. Anemas Zindanı ve Kulesi). Yapıya adını veren Anemas, L Aleksios Kom-nenos'a (hd 1081-1118) karşı bir darbe girişimi hazırlarken yakalanmış ve surların bir kulesine kapatılmıştır. İmparatorun dönemini anlatan Aleksias adlı eserden anlaşıldığına göre bu kule Amenas'ın kapatılmasından sonra zindan olarak kullanılmaya başlanmıştır. 15. yy'a kadar birçok ünlünün kapatıldığı bu zindan Osmanlı döneminde kulanılmamıştır. Bugün Anemas Kulesi adı ile tanınan kule aslında Anemas'ın ölümünden sonra inşa edildiğine göre Anemas Zindanı olarak kullanılan kule değildir. Zindan olarak gösterilen mahzenler ise aslında Blahernai Sarayı'na ait alt yapılardır. Tabii ki bunların zindan olarak kullanılmış olması da mümkündür. 1994'te bu mahzenlerde kazı ve restorasyon çalışmaları yapılmış ve çok sayıda yeni mekâna rastlanmıştır.

İstanbul'da bir Bizans zindanının kalıntıları olduğu iddia edilen mekânlar 1878'de Fuad Paşa Türbesi(->) civarında bulunmuş ve A. Mordtmann tarafından incelenmiştir. Bugün kalıntıların yeri bile bilinmemektedir.

Osmanlı dönemindeki zindanlar ise yine şehir surlarının kuleleri ve Osmanlı döneminde inşa edilen hisarlar olmuştur. Fetihten 9 gün sonra Çandarlı Halil Paşa, Altın Kapı'nm pilonlarından birine hapsedilmiş, kısa süre sonra da idam edilmiştir. Aynı kapının arkasına 1457-1458'de devlet hazinesinin muhafazası için inşa edilen Ye-dikule Hisarı(->) da zindan olarak kullanılmıştır. Hisardaki Kitabeler Kulesi yabancı tutuklular, Altın Kapı'nm iki yanındaki pi-lonlar ise Müslüman tutuklular için kullanılıyordu. Yedikule Hisarı'na Osmanlı Devleti'nin savaş halinde olduğu devletlerin İstanbul'daki elçileri, yüksek rütbeli devlet adamları ve esirler kapatılıyordu.

ZiRAAT BANKASI BİNASI

562


563

ZİYARET YERLERİ

Evlenmek isteyen gençlerin ziyaret yeri olan Telli Baba.

Cumhuriyet Gazetesi Arşivi

Rumeli Hisarı(-0 da Osmanlı döneminde zindan olarak kullanılmıştır. 16. yy'dan sonra hisarın Saruca Paşa Kulesi bu yüzden Kara Kule veya Siyah Burç olarak anılmıştır. Bazı kaynaklar Rumeli Hisarı'nın Bizans döneminin Lothe ve Oblivion Ka-le-Zindanları'nm yerine yapıldığını iddia eder. Osmanlı döneminde hisarda kalan Rainhard Lubenan aylıklarının kesintisiz olarak ödendiğini, ayrıca herkese yılda bir kez giyecek dağıtıldığını bildirir. Gayrimüslim esirler bu zindanlarda rahatlıkla ibadet edebiliyorlardı. Hattâ Yedikule Hi-sarı'nda ibadet için küçük bir şapelin bulunduğu bilinir. 19. yy'da Yedikule Hisa-rı'nda bir süre tutuklu kalan Fransız Elçisi Pourqueville yüksek şahsiyetler ve soylu yabancılardan oluşan tutukluların savaş esiri değil rehin muamelesi gördüklerini yazar. Ayrıca isteyen tutuklular hisar içindeki mahalleden ev kiralayabildiği gibi bir elcinin kefaleti altında şehirde de dolaşabiliyorlardı.

Galata Surları da yine zindan olarak kullanılıyordu. Kasımpaşa'daki tersanelerde çalıştırılan esirler başta Galata Kulesi olmak üzere diğer burçlarda kalıyorlardı. Yalnız Galata Kulesi'nde kalanlar sultana ait esirlerdi. 18. yy'da hâlâ mevcut olan Galata Zindanı artık Haliç kıyısında şimdiki Atatürk Köprüsü'ne yakın bazı burçlardı. Koyun Baba Türbesi ve bununla ilgili halk efsanesi bu zindanın yerinin son hatırası-dır. Tersanedeki zindan ise Evliya Çelebi tarafından Sanbole Zindanı olarak tanıtılır. Ancak bugün hiçbir izi yoktur. Yalnızca tersane sahasında olduğu bilinir.

Osmanlı döneminin diğer önemli bir zindanı ise Eminönü'ndeki Baba Cafer Zin-danı'dır(-»). Fatih Vakfiyesi'nde adı geçmeyen zindanın ne zaman kurulduğu bilinmez. Ancak 1554'te İstanbul'a gelen Alman Melchior Lorichs'in(->) İstanbul panoramasında varlığından bahsedilir. Panoramanın üzerinde Lorichs, Haliç surlarının iki kulesinin zindan olarak kullanıldığını gösteren açıklamalar yazmıştır. Ayrıca Türk dönemine ait belgeler iki zindanın varlığını destekler. Topkapı Sarayı'nda bulunan 1539 tarihli bir belgede bu civarda çıkan bir yangında Subaşı Zindanı'nm kapıları açılamadığı için 700 tutuklunun yandığı, Ummal Zindam'ndaki tutukluların ise sa-lındıkları için kurtuldukları bildirilir. Bugün Baba Cafer Zindanı denilen kule ayaktadır. Yine zindan olarak kullanılan batıdaki burç ise yok olmuştur.

Osmanlı döneminde bu tanınmış zindanlar dışında ağır suçluların kapatıldığı tomruklar ve bir nevi açık hava cezaevleri olan salmatomruklar da vardı. Zindanlar ve tomruklar asesbaşının idaresi altındaydı.

II. Mahmud döneminde (1808-1839) zindanlar kapatılıp cezaevi anlayışında kurumlar oluşturulmaya başlanmıştır. 1831' de Sultanahmet'te İbrahim Paşa Sarayı' nın(->) bir kısmında açılan Hapishane-i Umumi günümüz cezaevlerinin Ûk örneklerindendir.

Bibi. N. Bayraktar, "Devşirme Malzemenin de Yer Aldığı Rumeli Hisarı", Türkiyemiz, S. 70

(Eylül 1993), s. 26-39; N. Bayraktar - H. V. Ye-nisoğancı, "Tarihsel Olaylarıyla Yedikule Hisarı", ae, S. 72 (Mayıs 1994), -s. 36-51; Demir-canlı, Evliya Çelebi; S. Eyice, "Dünüyle, Bugünüyle, Çevresiyle Zindan Kapısı", İstanbul, S. 3 (Ekim 1992), s. 129-138; ay, "Anemas Zindanı ve Kulesi", ISTA, II, 853-859; A. Özcan, "Baba Cafer Zindanı", DlA, IV, 366-367; K. Tebly, Dersaadet'te Avusturya Sefirleri, Ankara, 1988, s. 298-306.

HAYRİ FEHMİ YILMAZ



ZİRAAT BANKASI BİNASI

Beyoğlu İlçesi'nde, Galata Köprüsü ile Ka-raköy Meydam'nın doğusunda, rıhtım üzerinde yer alır. Beş katlı yapı, bitişiğindeki ek bina ile birlikte Ziraat Bankası tarafından kullanılmaktadır.

1904-1906 tarihli şehir sigorta haritasında bu binanın yerinde Fransız banka kuruluşu Credet Lyonnais'ye ait bir başka bina gözükmektedir. Eski kartpostallar incelendiğinde, binanın 1911-1912 yıllarında yapıldığı söylenebilmektedir. Yine 1918 tarihli bir fotoğraftan edinilen bilgilere göre Avusturyalı "Wiener Bank Verein" için yapılan bina el değiştirmiş ve bu tarihte Fransız "Banque Française deş pays d'Orient" tarafından ve daha sonra bir dönem de Tütün Rejisi (Tekel İdaresi) tarafından kullanılmıştır. Bina Suat Nirven'in yaptığı 1948 tarihli haritada Ziraat Bankası olarak gözükmektedir.

Yapıldığı dönemin banka plan tasarımına uygun olarak giriş katında kolon dizisi ile çevrelenmiş bir müşteri kabul holü ve galerili bir asma katı bulunan binanın üst katlarında orta aks boyunca uzanan koridorun her iki yanında çalışma odaları sıralanmıştır. Binanın heykelleriyle tanınan terası, birinci katın güneydoğuya bakan deniz cephesinde bulunmaktadır. Cepheleri genel olarak 19. yy'm seçmeci anlayışım yansıtan binanın her üç cephesinde de giriş ve asma kat cephelerinin yatay bant-



Ziraat Bankası binası

Yavuz Çelenk, 1994

lı taş örgü görünümündeki yüzeylerle diğer kat cephelerinden kopartılarak ka-idemsi bir bölüm olarak vurgulanmış, yatay bandı bu yüzeyler üst katlarda da binanın köşelerinde devam etmiştir. Diğer cephelerden farklı olarak, güneybatıya bakan giriş cephesinin zemin katında, başta sütun çiftlerinin yer aldığı altı sütundan oluşan üç akslı bir düzen görülmektedir. Birinci kat hizasından başlayarak, binanın giriş cephesi ile batıya bakan arka cephesi çıkma yaparak devam etmiş, deniz cephesinde ise yapı geri çekilerek geniş bir teras oluşturulmuş, cephe üst katlarda geriden devam etmiştir.

Bina, pencere düzeni açısından birinci katın kemerli yüksek pencereleri üzerinde yer alan üç ve dördüncü katların alçak dikdörtgen pencereleriyle her üç cephede de benzer özellikler göstermektedir. Deniz cephesinde üçüncü ve dördüncü kat pencereleri arasında binanın ilk yapıldığı dönemde yaptırıcısı banka kuruluşunun isminin yazılı olduğu yatay bir bant bulunmaktadır. Bezeme açısından daha zengin olan deniz ve giriş cephelerinde kemerli birinci kat pencereleri ile ikinci kat pencereleri arasında askı çelenkler, ikinci kat pencerelerinin iki yanında akant yaprakları üzerinde triglif ve sarak-tan oluşan bir bezeme bandı yer almaktadır. Yine bu cephelerde son kat pencereleri hizasında kâse ve askı çelenklerden oluşan armalar bulunmaktadır. Binanın tanınmış büyük boyutlu kadın heykelleri ise deniz cephesini çevreleyen beton balkon korkuluklarının üzerindedir ve binanın çatısını da bir dizi ortası şişkin küçük sütunlardan oluşan bir korkuluk çevrelemektedir.



Bibi. T. Ergin, "TC Ziraat Bankası Karaköy istanbul Hizmet Binası Restorasyon Projesi", (istanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, yüksek lisans tezi), Şubat 1994.

YILDIZ SALMAN



ZİRAAT MEKTEBİ

bak. HALKALI ZiRAAT MEKTEBİ



ZİRAAT, ORMAN VE MAADİN NEZARETİ BİNALARI

bak. SANAYİ MEKTEBİ BİNALARI



ZİYA PAŞA

(Ağustos 1849, İstanbul -1929, istanbul) Bestekâr ve devlet adamı.

Yusuf Ziya Paşa, Yanyalı Müftizade Mehmed Şakir Bey'in oğlu ve bestekâr Subhi Ziya Özbekkan'ın(->) babasıdır. Henüz 11 yaşındayken, Meclis-i Maliye Odası kâtip yardımcılığıyla başladığı devlet memuriyetinde vezirlik rütbesine kadar yükseldi. Berlin, Viyana, Atina, Petersburg, Belgrad, Roma,- Paris, Washington -gibi şehirlerdeki Osmanlı elçiliklerinde kâtiplik, elçilik, büyükelçilik gibi görevlerde bulundu. Ayrıca Şûra-yı Devlet Mülkiye Dairesi azalığı, Şirket-i Hayriye(-») idare Meclisi reisliği, Defter-i Hakanî nazırlığı, ticaret nazırlığı, maarif nazırlığı, Meclis-i Ayan üyeliği gibi yüksek görevlere getirildi. Abdüla-ziz döneminde (1861-1876) yetişmiş, II.

Abdülhamid dönemiyle (1876-1909) II. Meşrutiyet'te parlamış devlet adamlarından biriydi. Hariciyeci olarak görev yaptığı ülkelerde ve Osmanlı Devleti'nde çeşitli nişanlarla ödüllendirilmiştir.

Ziya Paşa Kanuni Ömer Efendi'den kanun sazını öğrenmişti. Asıl sazı kanun olmasına rağmen udu da iyi icra federdi. Aile dostları Şeyh Nazif Efendi tarafından Mevlevîliğe yönlendirildi ve Bahariye Mev-levîhanesi'ne(->) devam etti. Musikide tamamen amatör olmasına rağmen çok değerli eserler besteleyebilecek bir düzeye ulaşmasında, Mevlevî muhibbi olmasının payı büyüktür. Türk musikisinin yüksekokulu diye nitelendirilen mevlevîhaneler-de icra edilen musikiyle kulaklarının dolu olması ve çevresinde çok sayıda musiki ustasının bulunuşu, musikideki ağırlığının temelindeki nedenleri oluşturmuştur.

Ziya Paşa'nın İstanbul'da bulunduğu zamanlarda konağı, dönemin en usta mu-sikicilerinin toplandığı bir musiki mahfeli halindeydi. Birçoğu yakın dostu olan Hacı Arif Bey(-*), Şevki Bey(-»), Rifat Bey, Udi Şakir Paşa, Faik Bey, Neyzen Şeyh Hasan Efendi gibi musikicilerin oluşturduğu bu seçkin ortam, Ziya Paşa'nın bestekâr-lığında en önemli itici güçlerinden biri olmuştur. Uzun müddet Batı ülkelerinde yaşayıp İstanbul'a döndüğünde bu musiki-ciler sanat hayatından çekilmişler fakat Ziya Paşa bu defa Kaşıyarık Hüsameddin Bey, Hacı Kirami Efendi, Bestenigâr Ziya Bey, Hafız Osman Efendi, Muallim İsmail Hakkı Bey(->), Ali Rifat-ÇağatayC-0, Rauf Yekta Bey(->), Tanburi Cemil Bey(->), Kemençeci Vasilaki, Neyzen Tevfik Kolay-lı(->), Udi Nevres Bey(->), Kemani Aleksan, Kemani Kirkor ve Lavtacı Andon gibi büyük musiki ustalarının oluşturduğu bir kuşağa konağını açmıştı. Bu musiki kuşağının da Ziya Paşa'mn musiki varlığı üzerinde etkileri büyüktür. Ayrıca dolaylı yoldan bu musikiciler, Ziya Paşa'nın oğlu, büyük şarkı bestekârı Subhi Ziya Özbekkan'ın yetişme ortamını oluşturmuşlardır.

Ziya Paşa, musiki dünyasında çok ender görülen bir yaşta bestekârlığa başladı. Oğlu Subhi Ziya'nın 40 yaşından sonra başlaması gibi, kendisi de beste çalışmalarına başladığında 53 yaşında idi. Bu geç başlangıç, bir amatörün musiki hevesini tatmine dönük sıradan çalışmalar değil, musiki sanatı açısından çok üstün, nitelik itibariyle çizgiüstü bir çerçevede değerlendirilen gerçek sanat eseri üretmiş bir musi-kiciye ait olma özelliğini taşımaktadır.

Ziya Paşa bestekârlığı ve yaşadığı dönemin önde gelen sanat koruyucularından biri olması yanında, Türk musikisi öğretim tarihinin en önde gelen kurumlarından biri olan Darü'l-Elhân'ın(-») kurucusu, isim babası ve ilk umum müdürü olarak da Türk musikisi tarihine geçmiştir. Ziya Paşa, Darü'l-Elhân'ın yöneticiliğini yaptığı sırada Meclis-i Ayan üyesi sıfatını da taşıyordu.

Ziya Paşa az fakat değerli eserler bestelemiş bir bestekârdır. Üslubu klasik ölçüler içinde, temiz ve parlak sıfatlarıyla nitelendirilmiştir. Saz eserleri arasında neva saz semaisi, neva peşrevi ve segah peşre-

vi en sevilmiş olanlarıdır. Nişaburek makamından bestelediği "Ey gül ne acîb silsi-le-i müşg-i terin var", "Bin zeban söylersin ol çeşm-i sühân-perdâz ile" ve "Mest-i nâzım kim büyüttü böyle bî-pervâ seni" mısralarıyla başlayan eserleri, musiki zevkinin yüksekliği yanında güfte seçiminde gösterdiği duyarlılığı ortaya koymakta ve edebi zevkini de belirlemektedir. Bir İstanbul baharının coşkusunu terennüm eden bestenigâr şarkısı ise "Bezm-i baharın dizdi gül âyîn-i erkânın yine" mısraıyla başlamaktadır. Ziya Paşa'nın Türk musikisi re-pertuvarma kazandırdığı 16 kadar eser, İstanbul musikisinin de seçkin örnekleri arasındadır.

Ziya Paşa'nın kabri, Büyükada Mezar-lığı'ndadır. Adı, Büyükada'da bir sokağa verilmiştir.

Bibi. inal, Hoş Şada; Ergun, Antoloji, II; B. S. Ediboğlu, Ünlü Türk Bestekârları, ist., 1962, s. 243-245; İ. B. Sürelsan, Ahenk, S. 6 (15 Aralık 1963); M. N. Özalp, Türk Musikisi Tarihi, II, Ankara, 1989; Öztuna, BTMA, II.

MEHMET GÜNTEKİN



ZİYARET YERLERİ

Halkın adak adayıp dilek dilediği ve doğum, sünnet, evlilik, hastalık gibi sebeplerle ziyaret ettiği türbe, kabir, çeşme, hamam, direk, havuz, kuyu ve ayazma gibi yerlere verilen ad.



İstanbul'da sahabe(->) ve nime'l-ceyş(-») türbe ve kabirleri ve şehrin dört bir yanına dağılmış yatırlar(->) halkın büyük bir saygı, bağlılık ve inançla ziyaret ettiği adak yerleridir(-t). Ayrıca, çoğu zaman bu türbe ve kabirlerin yakınında bulunan çeşme ve kuyular da sularından şifa umularak ziyaret edilirdi. Bunlardan Merkez Efendi ve Sünbül Efendi türbelerinin yakınındaki kuyular, sularının şifalı oluşuyla ün yapmışlardır. Özellikle Merkez Efendi Türbe-

si'ndeki kuyudan alınan suyun, sıtmalı hastalara iyi geldiği inancı yaygındır. Merkez Efendi Türbesi'ni ziyaret edenlerin mutlaka uğradığı türbe önündeki kuyu ile merdivenle inilen çukurca bir yerdeki niyet kuyusuyla ilgili birçok hikâye anlatılmaktadır. Bunlardan birine göre niyet kuyusundan alınan bir taş, dilek gerçekleştikten ve adak yerine getirildikten sonra mutlaka kuyuya geri bırakılmalıdır. Niyet kuyusuna bakarken, parlayan bir hilal görülürse, bu da sese, yani bir haber almaya yorumlanır. Kuyunun yanından toprak alıp, dilek gerçekleştikten sonra yerine koymak, yanındaki ağaca bez bağlamak da eski âdetlerdendir. Merkez Efendi Tür-besi'ndeki niyet kuyusuna okunmuş taşlar atan genç kızlar, kuyudan ses gelip gel-meyişine göre yorum yaparlar, ses gelirse dileğin gerçekleşeceğine, gelmezse gerçekleşmeyeceğine yorarlardı. Çamlıca'daki Lohusa Hatun ziyaretindeki kuyu da İstanbul'daki niyet kuyularından biridir. Atılan taşın çıkardığı sese göre yorumlar yapılır.

Eyüp'te Zeynep Hatun Mahallesi'nde de bir niyet kuyusu bulunduğu, "Can Kuyusu" da denilen bu kuyudan dileklerini söyleyerek gaipten haberler alındığını Evliya Celebi de zikretmektedir. Burayı ziyarete gelen ve herhangi bir kayıp, insan, hayvan ya da malı kuyuyu seslenerek soranların bazı cevaplar aldığına o dönemlerde de inanılırmış. Evliya Çelebi, kuyudan herhangi bir şey sorulmadan önce bazı dini vecibelerin yerine getirildiğini belirtir. Sorulacak şeye "Hazreti Yusuf aşkına" cevap istenir, kuyudan da anlaşılacak biçimde ince bir ses duyulur, gerçek ne ise ortaya çıkarmış.

Ayasofya Camii içindeki kuyu, Terler Direk, Süleymaniye Hamamı, Piri Paşa Ayazması, Küplüce Ayazması, Hasköy A-yazması, Aşağı ve Yukarı Yeniköy'deki



ZOBU, VASFİ RIZA

564


565

ZOODOHOS PİYİ KİLİSESİ

ayazmalar, Çengelköy'deki ayazma da Müslümanlar ve gayrimüslimler tarafından (özellikle Rumlar) ziyaret edilirdi.

Boğaziçi'nde Sarıyer yakınlarında bulunan ve evlenecek genç kız ve erkeklerin tel aldıkları, nikâhtan sonra da adaklarını ve aldıkları teli götürdükleri Telli Baba, Müslümanlar kadar gayrimüslimlerce de ziyaret edilir.

Şehzadebaşı Camii'nin bahçesinde bulunan Helvacı Baha'nın boş mezarı da ziyaret yerlerindendir. Daha önce buradaki mezar, halkın hücumunu önlemek için 1960 ya da 19öl'de gizlice açılmış, kemikler bilinmeyen bir yere nakledilmiş, ancak halkın ilgisi önlenememiştir. Cuma günleri dilek sahiplerince dağıtılan helvalar, bu semtte yaşayan yoksular kadar çocukları da sevindirirdi.

Ziyaret yerleri, genellikle sayıları giderek azalan, ancak unutulmayan umut kapılarıdır. Halk gelenek ve göreneğin baskısıyla ya da uğurlu olduğuna, dilekleri gerçekleştirdiğine inandığı için buraları hâlâ ziyaret eder.

Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 399; M. Önus, "İstanbul'da Bazı Ziyaret Yerleri, I-II, HBH, S. 104-105 (Haziran, Temmuz 1940); Tanyu, Adak Yerleri, 218-249; M. K. Özergin, "istanbul Yatırlarına Dair, I-II", İFA, 237, 243 (Nisan, Ekim 1969~); Bayrı, istanbul Folkloru, 152-177.

İSTANBUL


ZOBU, VASFİ RIZA

(1902, istanbul - 25 Kasım 1992, İstanbul) Tiyatro ve sinema oyuncusu.



Beyazıt Rüştiyesi'ni bitirdi. Alman Ticaret Mektebi'nde öğrenciyken 1917'de Darülbedayi'nin Tiyatro Bölümü'ne girdi. Burada öğrenciyken oyunlarda rol almaya başladı. Sahneye çıktığı ilk oyun, Kayseri Gülleri'ydi. Alman Ticaret Mektebi'nin kapanması üzerine bir süre Sanayi-i Nefise Mektebi'ne(->) devam etti. 1923'te Tercü-man-ı Hakikat gazetesindeki mizah öyküsü, yayımlanan ilk çalışması oldu. Daha sonraki yıllarda, tiyatro ve sinema konusundaki görüşlerini, anılarım, röportajlarını, gezi izlenimlerini yayımladı.

Darülbedayi'de (bugün Şehir Tiyatrola-



rı) 1917'de başladığı oyunculuğu, 1922-1923'te katıldığı Türk Tiyatrosu adlı topluluk dışında aynı kurumda 1975'te emekli oluncaya kadar sürdürdü, yönetmenlik yaptı. Bora, Aşk Uyumaz, Uçurum, Çapanoğlu, Hançer, Kuklalar, Ceza Kanunu, Hisse-i Şayia, Sekizinci, 1+1=1, Çifte Keramet, Hamlet, Mürai, Karım Beni Aldatırsa, Fermanlı Deli Hazretleri, Azar-ya, Hırçın Kız, Renkli Fener, Zor Nikâh, Süt Kardeşler, Topaz, Venedik Taciri, Mum Söndü, Kafatası, Bir Ölü Evi, Ateş Böceği, intikam Maçı, Akasya Palas, Üç Saat, San Zeybek, Lüküs Hayat, Yanlışlıklar Komedyası, Pazartesi-Perşembe, Deli-Dolu, Müfettiş, İki Efendinin Uşağı, Nemo Bankası, Yarasa, Saz-Caz, Mırnav, Hülle-ci, Sana Rey Veriyorum, Kibarlık Budalası, Balaban Ağa, On ikinci Gece, Bir Çiçek İki Böcek, Yalova Türküsü, İstanbul Efendisi, Kafes Arkasında, Cürüm ve Ceza, İlk Göz Ağrısı, Paydos, Yelpaze, Deli, Bir Kilo Namus, Modern Aile, Buzlar Çözülmeden Zobu'nun rol aldığı ya da yönettiği oyunlardan en tanınmışlarıdır.

Sanatçı, ilk kez 1921'de Bican Efendi Vekilharç adlı filmle sinemayla tanıştı. Daha sonra birçoğunu Muhsin Ertuğrul'un yönettiği filmlerde rol aldı. Bunlar Ateşten Gömlek, Leblebici Horhor, Ankara Postası, Karım Beni Aldatırsa, Milyon Avcıları, Allahın Cenneti, Söz Bir Allah Bir, Bir Kavuk Devrildi, Aynaroz Kadısı, Boğaziçi Esrarı, Nur Baba, istanbul'da Bir Fa-cia-i Aşk, Tosun Paşa, Akasya Palas, Harman Sonu, Kızılırmak (Karakoyun), Edi ile Büdü olarak sıralanabilir.

Birçoğu Şehir Tiyatrolarında değişik sezonlarda sahnelenen Yürü Ya Kulum, Geçti Bor'un Pazarı, Onlar Ermiş Muradına, Yukanki Köşk, Evdeki Pazar, Eninde Sonunda, Ben Çağırmadım, İşte Buna Talih Derler, Kaş Yapayım Derken, Ka-sımpaşa-Maçka, Küçük Hanımın Babası adlı çeviri ve uyarlamaları oldu. Bu yapıtlardan bazılarının çeviri ya da uyarlamalarını Bedia Muvahhit, Refik Kemal Ar-duman, Raşiha Vafi, Reşit Baran, Serap Yenseni'yle yaptı.

Zobu'ya, 1981'de Atatürk Sanat Arma-



Vasfi Rıza Zobu (soldan üçüncü), Söyle Kimsin Sen oyununda Gül Gülgün, Ersan Balku ve Ayşegül Yalçın ile birlikte. Şehir Tiyatroları Arşivi

gam, 1987'de devlet sanatçısı sanı verildi. Sanatçı anılarını, O Günden Bugüne (İst., 1977) ve Uzun Hikâyenin Sonu (ist., 1990) adlı kitaplarda topladı.

Vasfi Rıza Zobu, oyuncu ve yönetmen olarak görev aldığı Şehir Tiyatroları'nda, 1969-1973 ve 1980-1984 arasında iki kez genel sanat yönetmenliği yaptı. İkinci genel sanat yönetmenliği döneminde, 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası uyarınca kurumdan uzaklaştırılan sanatçılar konusundaki tavrı nedeniyle basın ve sanat çevrelerince eleştirildi.

HİLMİ ZAFER ŞAHİN

ZOE


(yak. 980, Konstantinopolis -1050, Kons-tantinopolis) Bizans imparatoriçesi (21 Ni-san-12 Haziran 1042).

Ölüm döşeğindeki babası VIII. Kons-tantinos (hd 1025-1028) geride erkek evlat bırakmadan öleceğini anlayınca, 60'ların-daki Zoe'yi kendisi gibi yaşlı III. Roma-nos Argiros(^) (hd 1028-1034) ile evlenmeye zorlamıştı. (Gençliğinde Kutsal Ro-ma-Germen İmparatoru III. Otto [hd 996-1002] ile nişanlanan Zoe, Otto'nun ölümü üzerine [1002] evlenme gerçekleşmeden Konstantinopolis'e dönmek zorunda kalmıştı.) Söylendiğine göre Zoe, bu evlilik sırasında sarayın güçlü adamı İoannes Or-fanotrofos'un da teşviki ile Paflagonyalı köylü çocuğu Mihael'le evlenmek için 11 Nisan 1041 gecesi III. Romanos'u banyoda boğdurttu, Mihael ile evlenerek yeni kocasını IV. Mihael(->) adıyla tahta çıkardı.

Ama imparator ertesi yıl ölünce Zoe gene Orfanotrofos'un tavsiyesine uyarak sabık imparator Mihael'in yeğenini evlat edindi ve V. Mihael adıyla imparator ilan etti. Fakat Mihael, Zoe'yi safdışı etmek niyetiyle Prinkipo'ya (Büyükada) sürünce, Zoe'nin mensubu bulunduğu Makedonyalılar Hanedam'na(->) bağlı olan Konstantinopolis halkı ve saray efradı, 18 Aralık 1042'de ayaklandı, Mihael'i tahtı terk etmeye zorladı. Böylece Zoe, kız kardeşi Te-odora(-0 (hd 1042, 1055-1056) ile birlikte Bizans'ın hükümdarı oldu. Aynı yıl Konstantinopolisli senatör IX. Konstanti-os Monomahos'la(->) (hd 1042-1055) üçüncü evliliğim yaptı ve 1050'de hayata gözlerini kapadı.

Dönemin ünlü düşünürü Mihael Psel-los'a(->) göre, Zoe dindar görünüşlü fakat değersiz, anlamakta hızlı fakat konuşmakta yavaş, harcamalarda çok eli açık fakat kaprisli biriydi. Özellikle parfüm ve güzel kokulu yağlara düşkün olup bunların saray atölyelerindeki üretimiyle bizzat ilgilenirdi. Ayasofya'da bulunan portresinin ne zaman konulduğu kesin olarak bilinmez.

Bibi. C. Diehl, Imperatrices de Byzance, Paris,

1959, s. 129-165; Ostrogorsky, Bizans, 297-302.

ASNU BİLBAN YALÇIN



Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   132   133   134   135   136   137   138   139   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin