ZEYREK
554
555
ZEYREK KİLİSE CAMÜ
Zeyrek
İstanbul A nsiklopedisi
dar orijinalliğini ve diğer ahşap dokuya uyumunu korumuştur.
Geleneksel ahşap konut mimarisi örneklerinin yanında Zeyrek'te tarihi anıt niteliği taşıyan diğer yapılar şunlardır: Haydar Paşa Medresesi(-0, Divitdar Keklik Mehmed Efendi Camii (eski Kaptan Paşa Camii), Bıçakçı Mescidi(-»), Hacı Hasanza-de Mescidi, Kasap Demirhan Mescidi(->), Piri Mehmed Paşa (Soğukkuyu) Mescidi ve Medresesi, Şeyh Süleyman Mescidi, Şah-ı Huban Odaları (Çelebi) Mescidi, Haliliye Medresesi, Zembilli Ali Efendi Mektebi ve Türbesi, Haydar Hamamı. Bu yapılar arasında, özellikle cami ve medrese gibi alanların içinde Bizans manastırlarından kalıntılar bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli yapıların altında kalmış eski Bizans sarnıçları da vardır (eski İmaret Camii Sarnıcı, Hacı Hasan Sokağı Sarnıcı, ibadethane Sokağı Sarnıcı vb). Zeyrek'te ayrıca çeşitli çeşmeler (Haydar Paşa Çeşmesi, Bıçakçı Alaed-din Çeşmesi, Hacı Eyübzade Şükrü Bey Çeşmesi vb) ve çeşme kalıntıları ile mezar ve türbeler de bulunmaktadır.
Zeyrek bölgesinin temel özelliklerinden biri de yüksek kat farkı ve mülkiyet biçimi sayesinde korunabilen sokak ve yol do-kusudur. Öyle ki bu özelliğiyle semt, Fatih İtfaiyesi'nden Atatürk Bulvarı'ndaki Zeyrek durağına inen eğri büğrü yokuşun anlatıldığı "Serçeden başka kuş, Zeyrek'ten başka yokuş bilmez" biçiminde (görgüsü, bilgisi kıt, anlayışı, kavrayışı dar olan kişiler için) söylenen bir deyime de girmiştir. Nevşehirli İbrahim Paşa Caddesi'nden Atatürk Bulvarı'na kadar 16 m'ye ulaşan kot farkının dayatmalarıyla oluşan, kıvrımlı, dik, yer yer merdivenlerin bulunduğu dar sokak dokusu, bugün İstanbul'daki mevcut geleneksel sokak dokuları içinde en iyi durumda olanıdır. Geleneksel kırmızı-si-
yah taş kaplamaları asfaltlanmış olan ve eni 7 m'den 3 m'ye kadar düşebilen sokaklar, 1918 yangınından sonra araç trafiğinin yaya trafiğine üstünlük kazanması sonucunda yok olmuştur. Bugüne kısmen de olsa ulaşmış olan 1882-1884 tarihli geleneksel çıkmaz sokak dokusu (Zeyrek Kilise Camii çevresindeki İbadethane Sokağı, Fazilet Sokağı, Haydar Caddesi, Bıçakçı Çeşme Sokağı, Zeyrek Mehmet Paşa Sokağı, Zeyrek Caddesi, Çırçır Caddesi, Fenerli Çıkmazı, Gül Bahçe Sokağı, Parmaklık Sokağı vb) ise halen Zeyrek'teki geleneksel anlayışın bütün özelliklerini taşımaktadır.
Zeyrek
Erdal Yazıcı
Merkezinde Zeyrek Kilise Camii bulunan bölgede, halen eski dokusunu koruyan, birbirini dik olmayan açılarla kesen organik yapıdaki yolların, çıkmaz sokakların bulunduğu bir alan vardır. 1968'de İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'ne bağlı bir çalışma grubu tarafından başlanan tespit çalışmaları sonunda, 1975'te bu alan koruma altına alınmıştır. 1980'den bu yana, bu alanda yapılaşma yasaktır. Birleşmiş Milletler'in eğitim, bilim ve kültür kurumu UNESCO' nün 1960'tan beri çeşitli ülkelerde uygulamaya koyduğu, kültürel varlıkların korunması ile ilgili kampanyalarından bir tanesi de Zeyrek'teki koruma çalışmalarını desteklemektedir.
Zeyrek bölgesinde, kent meydanı oluşumundan söz edilememekle beraber, geleneksel doku içine sıkışmış meydancıklara rastlanabilmektedir. Buna karşılık, 1908 yangını öncesi bölgenin güneyinde yer alan ahşap ve kagir geleneksel dokunun, yangın sonucu yok olması sonucunda ortaya çıkan Kadın Pazarı Meydanı ile yakın bir geçmişte (1950 sonrası) Kilise Camii önünde ve arkasındaki set üzerinde oluşan boş alanlar, sonradan yıkımlarla oluşmuş ya da oluşturulmuş olan ve geleneksel dokunun bir parçası olmayan kentsel alanlardır.
Eski İstanbul'un hemen her yeri gibi Zeyrek de büyük yangınların etkisinde kalmıştır ve bu yangınlar sonucunda tüm yapıların yenilenmesi gerekmiştir. Yangınlar çoğunlukla Haliç kıyısında bulunan imalathanelerde çıkmış ve kuzey rüzgârı ile Zeyrek'e kadar yayılmıştır (1633,1660, 1693, 1718, 1756, 1833, 1908, 1918 yangınları). Bunların dışında da birçok küçük çaplı yangının çıktığı bilinmektedir. Bu yangınlar, bölgede yaşayan insanları yoksullaştırmanın yanında, yapıların, mimari ve sokak dokularının değişmesine neden olmuştur. 19. yy'da ele
alınan yangın bölgelerinin, birbirine dik yollar ile bunların arasında kalan kare ya da dikdörtgen yapı adaları biçiminde yeniden düzenlenmesi, Zeyrek ve çevresinde de uygulanmıştır. Bunun bir örneği, İtfaiye Caddesi, Ömer Efendi Sokağı ve Eski Mu-taflar Sokağı arasında kalan eski organik dokudan açıkça ayrılan bölgedir.
1960-1975 arasında Zeyrek'te hızlı bir yapılaşma gözlenmektedir. Eski ahşap evler yıkılarak yerlerini 4-6 katlı apartmanlara bırakmaya başlamıştır. Bölgede son tespitler TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından 1992 yaz aylarında gerçekleştirilmiştir. Bu tespit çalışmaları, 1. Sit Alam dahilindeki ahşap evlerin harabeler haline geldiği, işgal, bakımsızlık ve ilgisizlik sonucunda yok olma sürecine girdiği gerçeğinden yola çıkarak, koruma amaçlı imar planı çalışmalarına başlanması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bölge için (yeni imar planlarıyla) verilen beş kat izni sonucu bu yok oluş sürecinin hızlanacağı düşünülerek, zamanın yoğun dayatmalarıyla koruma ve yenileme amacıyla somut adımların öncelikle atılması gerekmektedir.
Bibi. Ü. Alsaç, "Fatih Koruma Amaçlı imar Pla-m-Tarihsel Gelişim", (basılmamış araştırma), İst.; C. Baltacı, XV-XVIAsırlarda Osmanlı Medreseleri, İst., 1976; W. Müller-Wiener-J. Gramer, İstanbul-Zeyrek, Hamburg, 1982.
AYKUT KARAMAN-ŞEBNEM ÖNAL
ZEYREK KİLİSE CAMÜ
Fatih İlçesi'nde, Zeyrek'te, İbadethane So-kağı'ndadır.
Bir Bizans kilisesi olup, fetihten sonra camiye çevrilen Zeyrek Kilise Camii, şehrin merkezinde, Halic'e hâkim bir yerde bulunmaktadır. Orta Bizans döneminin sonlarında yapıldığı bilinen Pantokrator Manastırı'nm kilisesidir. Komnenos Hane-dam'nm(->) ikinci hükümdarı olan II. îoan-nes Komnenos'un (hd 1118-1143) ilk eşi, Macar Kralı Laszlo'nun (Ladislas) kızı Ei-rene tarafından yaptırılmasına başlanmıştır. Şehrin en büyük ve önemli manastırlarının başında gelen Pantokrator Manastırı'nm metni günümüze kadar ulaşan ve Typikon denilen kuruluş yönetmeliği 1136' da yazıldığına göre kilise ile birlikte manastırın bellibaşlı yapılan bu tarihte tamamlanmış olmalıdır. Eirene 1124'te öldüğüne göre bu büyük dini tesisin, İmparator İoan-nes tarafından bitirildiğine ihtimal verilir.
Pantokrator Manastırı'nm kilisesi "evrenin hâkimi", "Pantokrator İsa"ya sunulmuştu. 1136'dan önce, esas büyük kilisenin kuzeyine "Şefkatli Meryem"e (Theoto-kos Elaiusa) sunulmuş daha küçük ikinci kilise yapılmış ve ikisinin arasına, Başme-lek Mikail'in adına bir mezar şapeli eklenmiştir, böylece kilise birbirine bitişik üç yapıdan oluşmuştur. İmparatoriçe Eire-ne'nin 1124'te öldüğünde buraya gömüldüğüne ihtimal verilir. II. İoannes Komnenos, Il43'te öldüğünde buraya gömülmüş, I. Manuel'in (hd 1143-1180) Bizans'taki adı Eirene olan Alman asıllı eşi Berthe von Sulzbach (ö. 1158) ile kendisinin de mezarları burada idi. Kilise ve manastırın mi-
Zeyrek Kilise
Camii'nin
planı.
Rölöve ve
Restorasyon
Dergisi, S. l
(1974)
marımn Nikeforos adında bir usta olduğu bilinir. Eirene ve II. İoannes manastıra çeşitli yerlerde pek çok arazi ve mülk vakfetmişlerdi. Ortodoks kilisesinin başındaki patriğe değil, doğrudan doğruya imparatora bağlı olan Pantokrator Manastırı'nm mülkleri arasında Marmara çevresinde birçok manastır vardı. Bunlar kendi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra gelir fazlasını Pan-tokrator'a göndermek zorundaydılar. Manastırın sahip olduğu araziler ise Trakya'da, Makedonya'da, Batı Anadolu ile Ege Denizi adalarında bulunuyordu.
Şehrin 1204'te Latinler tarafından işgalinde, Pantokrator Manastırı'na Katolik rahipleri tarafından el konulmuştur. Burasının Latin imparatorlarının sarayı olduğu yolundaki iddia asılsızdır. Latinler, Ayasof-ya'da muhafaza edilen "Yol Gösterici Meryem" (Theotokos Hodigitria) ikonasını 1206'da buradaki kiliseye getirmişlerdi. VI-II. Mihael Palaeologos (hd 1261-1282) Konstantinopolis'i geri alıp 15 Ağustos 126l'de törenle şehre girerken, zafer alayının başında taşınması için bu ikonayı kiliseden aldırmıştı.
Kilise ve manastırın 126l'e kadar süren Latin işgalinden ne durumda çıktığı bilinmez. Herhalde işgalin arkasından bazı onarımlar yapılmış olmalıdır. II. Androni-kos'un (hd 1282-1328) ikinci eşi Eirene, 1317'de öldüğünde Pantokrator'a gömülmüştü. Sonraları Sırbistan kralı olan Ste-fan Decanski de iki oğlu ile birlikte Pantokrator Manastırı'na kapatılmış, 1313'ten 1320'ye kadar burada kalmışlardır. 21 Temmuz 1425'te ölen II. Manuel Palaeologos (hd 1391-1425), 4 Mart 1426'da ölen kardeşi Andronikos, VIII. İoannes'in (hd 1425-1448) üçüncü eşi, 17 Aralık 1439'da ölen Trabzon Prensesi Maria, Ocak 1440' ta, VII. İoannes'in eşi Evgenia, l448'de Silivri'de vebadan ölen Manuel Palaeologos ile 31 Ekim 1448'de ölen İoannes, Manuel Palaeologos'un 23 Mart 1450'de ölen eşi Eirene'nin mezarları Pantokrator Manastı-rı'nda idi. Ortodoks ve Katolik kiliselerinin birleşmesine karşı çıkan Gennadios Shola-rios, son imparator XI. Konstantinos (hd 1449-1453) tarafından, bu manastıra kapatılmıştı. Fetihten sonra II. Mehmed (Fatih), onu büyük bir törenle Ortodoks cemaatinin patriği yapmıştı.
Pantokrator Kilisesi'nde, azizlerden Demetrios'un röliğinden başka Florus ile Laurus adındaki iki azizin kutsal kalıntıları bulunuyordu. Yine burada saklanan Aziz Blasius'un kafatası, Latin Kralı II. Ba-udoin (hd 1228-1261) tarafından Fransa Kralı Saint Louis'e gönderilmişti. İsa'nın çarmıhtan indirildikten sonra üzerine yatırıldığı tahta sehpanın da Pantokrator'da olduğu söylenir.
Fetihten hemen sonra, ilk ihtiyaçları karşılamak üzere bizzat II. Mehmed (Fatih) tarafından bazı manastırlardan faydalanma yoluna gidildiğinde (bak. Eski İmaret Camii; Kalenderhane Camii), Pantokrator Manastırı da Fatih Külliyesi'nin medreseleri yapılıncaya kadar medrese olarak kullanılmış, kilise de camiye çevrilmiştir. Fatih'in vakfiyelerinde bu husus açık surette belirtilmiştir: "Biri dahi yine mahmiye-i Kons-tantiniyye'de ulema-yı kiramdan Mevlana Zeyrek sakin olmak ile, Molla Zeyrek Mahallesi dedikleri mahallede vaki kenise-dir ki inşallah Zeyrek Camii ismi ile mü-semma olmak mervidir". Bunun arkasından vakfiyede, manastır hücrelerinin, camiye çevrilen kilisenin batı ve kuzey tarafında bulunduklarına da işaret edilmiştir.
Pantokrator Manastırı'nm üçlü kilisesi, medresenin müderrisi olan ve o çevrede oturduğu anlaşılan Molla Zeyrek Mehmed Efendi'nin adı ile tanınmış, medrese hücreleri ise Fatih Külliyesi yapıldıktan sonra ortadan kaybolmuştur. Caminin 18. yy'm ortalarında önemli ölçüde bir onarım gördüğü anlaşılmaktadır. Bu onarım 1756'da bu bölgede geniş ölçüde tahribat yapan Cibali yangınından veya 1766'da İstanbul'un pek çok binasında izler bırakan depremden sonra yapılmış olmalıdır. Caminin içinde görülen bazı önemli değişiklikler, Türk sanatında barok üslubun hâkim olduğu dönemin özelliklerine açık surette sahiptir. Bundan da Zeyrek Kilise Camii'nin 18. yy'ın ikinci yarısı içinde büyük ölçüde onarıldığı anlaşılır.
Cami 1950'li yıllarda oldukça harap ve bakımsız durumda idi. Güneydeki büyük bölümün çürüyen ahşap döşemesi söküldüğünde evvelce varlığı bilinen, ancak üstünü örten döşemeden dolayı görülmeyen çok zengin bir taban süslemesi meydana
«Mu
ZEYREK KİLİSE CAMÜ
556
557
ZEYTİNBURNU İLÇESİ
Zeyrek Kilise Camii
Tahsin Aydoğmuş, 1994
çıkmıştır. Bu mozaiklerin temizlenmesi sırasında ortadaki mezar şapeli, Kariye Ca-mii'nin minberi de buraya taşınarak namaz mekânı yapılmıştır. Vakıflar İdaresi 1966'da restorasyon çalışmalarına başlayarak, kuzeydeki binayı ve bunun batı tarafındaki cephesini yeniden yapılırcasına tamir ettirmiştir.
Pantokrator Manastırı'ndan bugün toprak üstünde görünür bir iz veya kalıntı yoktur. Yalnız caminin çevresinde evvelce manastır yapılarının altında oldukları anlaşılan değişik ölçülerde sarnıçlar bulunmaktadır (bak. Pantokrator sarnıçları). Evvelce manastırın kilisesi iken Zeyrek Camii olan ve üç binadan oluşan kompleksin en eski ilk bölümünün güneydeki yapısı olduğu tahmin edilir. Bunun dışında geç bir döneme ait, her biri çapraz tonozlarla örtülü beş bölümlü bir dış narteks vardır. Güney yapının yine beş bölümlü esas nar-teksinin orta bölümünün üstünü yüksek kasnaklı bir kubbe örter. Güney kilise, Bizans mimarisinde "dört sütunlu kapalı haç biçiminde planlı" tiptedir. Ancak 18. yy'a kadar yabancı seyyahların gördükleri gövdeleri kırmızı renkli sütunların yerlerini, barok profilli, taş örme payeler almıştır. Aynı barok üslup mihrapta ve narteksin üst katında ana mekâna açılan galerisinin çıkmasında da kendisini gösterir. Ana mekânı, yüksek kasnağı pencereli bir kubbe örter. Doğu tarafında ise dışarıda pencere ve nişler ile hareketlendirilmiş bir apsis çıkıntısı vardır.
Meryem'in adına olan kuzeydeki kilise ise bir nartekse sahiptir. Plan bakımından güneydekinin, daha ufak ölçüde benzeridir. Ortadaki kubbeyi taşıyan dört sütunun yerlerine kare kesitli dört paye yapılmıştır. Bu kilisenin narteksinin dış cephesi, mimarisi anlaşılmaz bir harabe halinde iken, 1966-1967 restorasyonunda başarılı olarak ihya edilmiştir.
Her iki kilisenin arasına sıkıştırılan Baş-
melek Mikail adına sunulan mezar şapeli üstü oval biçimli iki kubbe ile örtülü dar ve uzun bir mekândan ibarettir. Bunun da kubbeleri güneydeki kiliseninkine benzeyen kasnaklara sahiptir. Pantokrator'da gömülü oldukları bilinen, Komnenos ve Palaeologos Hanedanı fertlerinin mezarlarının, ortadaki bu şapelin altındaki bir kryp'ta, yani mahzende olduğu tahmin edilir. Ancak bunların hâlâ durup durmadıkları bilinmez. Herhalde bu mahzenden çıkarılmış yeşil breş taşından işlenmiş bir lahit yüzlerce yıl caminin batısındaki meydanda durduktan sonra 1966'da Ayasofya Müzesi'ne götürülerek, burada dış narteksin bir köşesine konulmuştur. Bunun Pantokrator Manastırı'nın kurucularından îm-paratoriçe Eirene'nin lahti olduğu yolundaki söylenti sağlam bir esasa dayanmaz.
Güneydeki kanadın ahşap döşemesi kaldırıldığında 1953'te bulunan taban mozaiği, bu tür iç süslemelerin en güzellerinden sayılabilir. Binanın zemin yüzeyinde renkli taşlardan yuvarlak levhaların etraflarına geçmeler yapılmış, köşelerde ise koyu renkli taşların içlerine beyaz taşlar-> dan kakma tekniğinde figürler işlenmiştir. Bu figürlerden birincisinin antik çağ mitologyasındaki bir varlığı tasvir etmesi şaşırtıcıdır.
Güney binasının apsis kısmında duvarlarda renkli mermer levhalardan oluşan bir kaplama görülür. Binanın kilise olduğu dönemde duvarların yukarı bölümleri ile kemer, tonoz ve kubbelerin mozaikler ile bezenmiş olduğu anlaşılır. Bugün bunlardan hiçbiri görünürde yoktur. Fakat 1966' daki onarım çalışmaları sırasında, örülü bir penceresinin içindeki dolgu boşaltıldığında, pencere kemerinin içinin altın zemin içinde tezyini bir mozaikle süslü olduğu meydana çıkmıştır.
Orta Bizans döneminde, Komnenos Hanedam'nm bu önemli yapısının her bakımdan zengin surette süslenmiş olduğu
belirlidir. Apsisi ana mekândan ayıran iko-nostasisin mermer unsurları, bina cami yapıldığında, minberin meydana getirilmesinde kullanılmıştır. Bu parçalar dikkatle incelenerek, mermer ikonostasis bölmesinin tamamı desen olarak restitüe edilmiştir. Güney binasının içindeki molozlar, temizlendiğinde, pek çok renkli cam parçaları da meydana çıkmıştır. Üzerlerinde bezeme motifleri olan bu camların, pence-relerdeki vitrayların kalıntıları oldukları bellidir. Üzerlerindeki motifler de bunların Bizans dönemine ait olduklarını gösterir. Böylece Bizans kiliselerinin iddialı olanlarında pencerelerde vitraylar bulunduğu anlaşılır.
Zeyrek Kilise Camii'nin batı tarafından bitişik, şimdi arsa halinde olan bir ek bina kalıntısı vardır. Bunun Bizans dönemine ait temeller üzerine inşa edilmiş bir tekke olduğu tahmin edilir. Buradaki Türk yapısı bir pencere üstündeki talik hatla yazılmış yedi satırlık bir kitabede Fatih döneminin ünlü velilerinden Akşemsed-din'in(-0 burada kalmış olduğu bildirilir. Kitabenin sonundaki 855/1451 tarihi, o sırada henüz istanbul fethedilmediğine göre yanlıştır. Bu kitabe geç bir dönemde yazılarak buraya konulmuştur. Yukarıda belirtildiği gibi, caminin, hünkâr mahfili ve mihrabı da 18. yy'ın ikinci yapısında barok üslupta yapılmıştır. Minare çok yakın tarihlerde şimdiki biçimi ile yenilenmiştir. Fatih vakfiyesinde 50 hücreli olarak belirtilen medreseden ise bugün hiçbir iz yoktur.
Pantokrator Manastırı'nın bir kütüphanesi vardı. Buradan çıkan birkaç yazma kitap bilinir. Zeyrek semtinde olan merkezi planlı küçük bir Bizans yapısının, evvelce Pantokrator Manastırı'nın kütüphanesi olabileceği iddia edilmiştir. Fetihten sonra Şeyh Süleyman Mescidi(->) olan bu binanın gerçekten bir kütüphane olması ihtimali çok zayıftır.
Manastırın, kopyası günümüze kadar • gelen yönetmeliğinden, hastanesinin kadrosu ve düzeni öğrenilir. Bu sağlık müessesesinde 50 yatak vardı. Bunun 10'u yaralılara, 10'u göz hastalarına, 10'u iç hastalıklarına, 8'i başka hastalara ve 12'si kadınlara ayrılmıştı. Ayrıca her koğuşta acil vakalar için fazladan bir yatak bulunuyordu ve 6 yatak da yatalak hastalara ayrılmıştı. Toplam 60 kadar yatağı olan bu hastanenin hasta sayısını aşan hekim ve bakım personeli vardı. Kuruluş yönetmeliğinde bütün bu personelin ayn ayrı unvan ve görevleri belirtilmiştir. Hastanenin yanında 24 yataklı bir de ihtiyarlar evi vardı. Akıl hastaları için de şehrin başka bir yerinde bir bakım merkezi kurulmuştu. Pantokrator hastanesinin nerede olduğu ve planı hakkında hiçbir şey bilinmez. Typikon'da verilen bilgilere dayanılarak Codellas ve Or-londos tarafından tahmini planlar çizilmiştir. 1136 tarihli yönetmelikte büyük bir dikkatle kadrosu ve düzeni belirtilen hastanenin 1204'te şehrin Latinler tarafından işgaline kadar işlediği tahmin edilebilir. Fakat 126l'e kadar süren bu işgalde ne duruma girdiği ve Bizans 126l'de ihya edildik-
ten sonra tekrar canlanıp canlanmadığı bilinmez.
Bibi. W. Salzenberg, AltchristKche Baudenk-malevon Constantinopel, Berlin, 1854, s. 119-122; A. G. Paspatis, ByzantinaiMeletai, ist., 1877, s. 309-313 (bir gravürü ile); Pulgher, Eg-lises Byzantines, 24-26; A. Dimitrievskij, Opi-sanie liturgiceskich rukopisef, I-Typika, Kiev, 1895, s. 656-702; J. P. Richter, Quellen der byzantinischen Kunstgeschichte, s. 160-161, 240-242; A, Herges, "Le monastere der Pantokrator â Constantinople", Echos d'Orient, II (1898), s. 70-88; Gurlitt, Konstantinopels, 33-34; Millingen, Byzantine Churches, 219-242; Ebersolt-Thiers, Eglises, 185-207; G. Moravscik, Pantokrator Monastir-Die Tochter Ladislaus desHeiligen und das Pantokrator-Kloster, Budapeşte, 1923; Schneider, Byzanz, 68-69; Ph. Schweinfurth, "İstanbul'da Komnenoslar Devrine Ait Bir Mozaik", TTOK Belleteni, XVII (1953), 489-500; aynı yazı, Archâolagischer Anzeiger, (1954), sütun 253-260; Eyice, İstanbul, 57-58, no. 78; A. H. S. Megaw, "Notes on recent work of the Byzantine Institute in istanbul: Zeyrek Camii", Dumbarton Oaks Papers, XVII, (1963), s. 335-364; Janin, Eglises et mo-nasteres, 515-523; F. Çuhadaroğlu, "Zeyrek Kilise Camii Restitüsyonu", Rölöve ve Restorasyon, I (1974), s. 99-108; P. Gautier, "Le typikon du Christ Sauveur Pantocrator", RevuedesEtu-des Byzantines, XXXII (1974), s. 1-143; Müller-Wiener, Bildlexikon, 209-215; Th. F. Mathews, Byzantine Churches, s. 71-101; S. Eyice, "La verrerie en Turquie de l'epoque byzantine a l'epoque turque", Annales du IV5 Congres Inst. du Verre, Liege, 1969, s. 162-182; cami hakkında: Vakıflar Genel Müdürlüğü, Fatih Vakfiyeleri, Ankara, 1938, vr 42, 57, 165, 314, 357, s. 201, 205, 227, 257, 266; Ayvansarayî, Hadî-ka, I, 118; Fatih Camileri, 175-176; Ayverdi, Fatih III, 356; hastane hakkında F. Dölger, "Das Pantokrator Hospital", Münchner Medi-zinische Wochenschrift, LXXVII (1930), s. 810; A. Orlandos, "He anaparastasis tou Kseno-mos tes en Konstantinoupolei mones tou Pan-tokratoros", Epeteris Heteireias Byzantinon Sporidon, XVI (1941), s. 198-207; P. S. Codellas, "The Pantocrator, the Imperial Byzantine medical center...", Bulletin the History ofMe-dicine, XII (1942), s. 392-411; G. Schreiber, "Byzantinisches und abendlandisches Hospital", Byzantinische Zeitschrift, XLI (1943/49), s. 116-149; 373-376; ay, Gemeinschaften deş Mittelalters, Mühster, 1948, 3-80; S. Eyice, "Bizans Devrinde İstanbul'da Tababet, Hekimler ve Sağlık Tesisleri", istanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, XXI (1958), s. 657-691; ay, "Über die byzantinischen Krankenhâuser", Historia Hospitalium..., XV (Aachen, 1983-1984, bas. 1985), s. 141-163; ay, "Bizans Hastanelerine Dair", TAÇ, S. 3 (1986), s. 5-15.
SEMAVİ EYİCE
ZEYREK SARNICI
bak. PANTOKRATOR SARNIÇLARI
ZEYTİNBURNU İLÇESİ
İlin batı yansında yer alır. Zeytinburnu İlçesi batıda Bakırköy ve Güngören, kuzeybatıda Esenler, kuzeyde Bayrampaşa, kuzeydoğuda Eyüp, doğuda Fatih ilçelerine, güneyde de Marmara Denizi'ne komşudur. Bu sınırlar içinde yüzölçümü 11 kırf'dir.
Kırsal yerleşmesi bulunmayan Zeytinburnu İlçesi 13 mahalleden oluşur. Bunlar Beştelsiz, Çırpıcı, Gökalp, Kazlıçeşme, Maltepe, Merkez Efendi, Nuri Paşa, Seyit Nizam, Sümer, Telsiz, Veli Efendi, Yenido-ğan ve Yeşiltepe mahalleleridir.
Sınırlarıyla dikdörtgeni andıran ilçe top-
rakları kuzey-güney doğrultusunda Marmara Denizi kıyısına kadar uzanır. Deniz düzeyinden birkaç metre yükseklikteki ilçe arazisi fazla engebeli olmayan düzlüklerden oluşur. İlçe topraklarını batıda Çırpıcı Deresi, doğuda da kara surları sınırlar.
İlçenin tarihine ilişkin yeterli bilgi yoktur. Ama daha Roma döneminde Bizan-tion'u(->) Hebdomon'a(-0 bağlayan Via Egnatia(->) adı verilen yolun bu topraklardan geçtiği bilinir. Bizans döneminde Hebdomon'un uzantısı olduğu sanılır. Bilinen en eski yapı, Balıklı Ayazması(->) yakınındaki Panayia Kilisesi'ydi. I. Basile-ios, Balıklı yöresinde 9. yy'da Piyi Sarayı'nı inşa ettirmişti. Ayazmasıyla Çırpıcı Çayırı^), 5. yy'dan sonra gözde bir mesire haline gelmiştir. Zoodohos Piyi Kilisesi(->) ise çeşitli onarımlar ve yıkımlardan sonra 19. yy'da yeniden yapılmıştır. Balıklı Rum Hastanesi'nin(-0 yapımı ise 18. yy'ın ortalarına rastlar. Balıklı'da Rum Ortodoks ve Ermeni mezarlıkları da vardır. II. Mehmed (Fatih) İstanbul'u fethedip Yedikule Hisa-rı'nı inşa ettirdikten sonra Kazlıçeş-me'de(-0 tabakhaneler kurdurdu. Kazlıçeşme, o zamandan yakın döneme kadar yüzyıllar boyunca İstanbul'un dericilik merkezi olma özelliğini korudu. II. Meh-med'in burada yaptırdığı Kazlıçeşme Camii'nin çevresinde küçük bir yerleşme oluştuğu sanılır. Kazlıçeşme'deki bu yerleşmenin ilçenin geçmişi bilinen ilk iskân alanı olduğu kabul edilir. Daha sonra sur dışında tekkeler ve mescitler kurulduğuna bakılırsa 16. yy'dan başlayarak bu topraklarda yeni yerleşim alanları oluştuğu, düşünülebilir. Özellikle Bizans döneminde batıdan İstanbul'a yönelen tüm saldırı ve kuşatma hareketleri sırasında sık sık çiğnenen bu topraklarda sürekli bir yerleşimin, ancak nüfus artışı sonucunda kentin bu kesimde sur dışına taşmasından sonra belirdiği söylenebilir. Bizans döneminde olduğu gibi Osmanlı döneminde de surların dışında yerleşmeden çok mezarlıklar geniş alanlar kaplıyordu. Bunlardan başlıcaları Topkapı, Merkez Efendi ve Silivrikapı mezarlıklarıdır. İlçe sınırları içindeki ayakta kalmış başlıca tarihsel yapılar 16. yy'dan kalma Yenikapı Mevlevîhanesi(->), Merkez Efendi Külliye-si(->) ve Seyyid Nizam Tekkesi(->), 17. yy'a ait Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Mesci-di(->), 19. yy'dan kalma Aşçı Ahmet Dede Türbesi'dir.
Cumhuriyet dönemi başlarında ilçe alanında kıyı kesimindeki tabakhaneler ve Kazlıçeşme kasabasından başka önemli bir yerleşim alanı yoktu. Bizans ve Osmanlı dönemlerinin gözde mesire yeri olan Çırpıcı Çayırı bu dönemde de ilgi görüyordu. Günümüzde ilçe merkezi olarak kabul edilen mahallelerin bulunduğu yerde bostanlar ve tarlalar uzanıyordu. O dönemde ilçenin bugünkü toprakları Bakırköy İlçe-si'nin sınırları içinde yer alıyordu.
Zeytinburnu'nun kaderi, İstanbul Belediyesi İmar Müdürlüğü'nün 1947'de yayımladığı "İstanbul Sanayi Bölgelerine Ait Talimatname"yle değişti. Bu talimatnameye göre İstanbul'da sanayi bölgesi olarak
ayrılan alanlar arasına Kazlıçeşme'nin yanında Zeytinburnu da katılıyordu. Adını Marmara Denizi kıyısındaki küt bir çıkıntıdan alan Zeytinburnu'nda sanayi tesislerinin kurulmaya başlamasıyla Balkanlar'dan gelen göçmenlerin buraya yerleşmesi aynı tarihlere rastlar. 1950'lerin başlarında ülkenin çeşitli bölgelerinden İstanbul'a yönelen göç ve Menderes istimlakleri sırasında Aksaray çevresinde evleri yıkılanların bunlara katılması sonucunda Zeytinburnu kısa zamanda geniş bir yerleşim alanı haline geldi. Ancak ortaya çıkan yapılar o güne kadar Türkiye'nin herhangi bir yerinde ya da İstanbul'da yapılmış olanlara benzemiyordu. Derleme malzemeyle tek katlı olarak alelacele yapılan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bu konutlara gecekondu(->) deniyordu. 1962'de yapılan bir araştırmanın sonuç bölümünde bu konutlardan şöyle söz ediliyordu: "Dünyanın her yerinde şehre gelen köylüler iş bulmaktan ziyade mesken bulmakta zorluk çekerler. Bir refah devleti olan İngiltere'de devlet, endüstri şehirlerinde şehre gelenler için ucuz meskenler inşa ettirir. Hindistan'da ise şehre yeni gelen köylüler sokaklarda, parklarda, istasyonlarda kamp kurarlar. Türklerin bu probleme buldukları hal tarzı ise gecekondulardır. Bu yolla, köylerden gelenler, tercihen kullanılmayan devlet arazisi üzerine gizlice evlerini yaparlar. Yeni gelenler böylece 1947' den sonra Zeytinburnu'nun tarlalarında evlerini yapmaya başladılar (...) Nasıl ki hükümetin yardımı olmaksızın şehirdeki işlerini kendileri bulmuşlarsa, yine şehirde oturdukları evleri, hükümetin yardımı olmaksızın, hattâ hükümetin baskısına ve muhalefetine rağmen, kendileri yapmışlardır". Bu gecekonduların yapıldığı arazilerin çoğu Vakıflar İdaresi'ne, belediyeye ve hazineye aitti. Büyük bir bölümü tapusuz olan bu gecekonduların bir bölümü defalarca yıkıldığı halde yeniden inşa edildi.
İstanbul'un bu ilk gecekondu semti dört mahalleden oluşuyordu. Bunlar Nuri Paşa, Sümer, Yenidoğan ve Yeşiltepe mahalleleriydi. Bu mahallelerde önceden çoğu tapusuz olan gecekondulardan bazıları Vakıflar İdaresi'nin arsalarını bölüm bölüm satmaya başlamasından sonra mülkiyet sorununu bir ölçüde de olsa çözümledi. Vakıflar İdaresi'nin sattığı geniş bir alan üstünde de "Telsiz İşçi Kooperatifi" adıyla
Dostları ilə paylaş: |