SULTANAHMET CEZAEVİ
Eminönü İlçesi'nde, Sultanahmet'te, Haseki Hamamı'mn güneyinde, Kabasakal, Tevkifhane ve Kutluğun sokaklarının çevrelediği büyük arsa üzerinde yer almaktadır. Tevkifhane Sokağı'na açılan girişin üzerinde bulunan mermer kitabede "Dersa-adet Cinayet Tevkifhanesi 1337" ibaresi
SULTANAHMET MEYDANI
66
67
SULTANAHMET PARKI
okunmakta, buna göre cezaevi 1918-1919 yıllarına tarihlenmektedir. Gaspare T. Fos-sati(->) tarafından 1845'te yapımına başlanan, sonradan adliye olarak kullanılan Darülfünun binasının(->) hemen yanında inşa edilen hapishane 1970'li yıllara kadar hizmet vermiştir.
Cezaevi, genel hatlarıyla, bir iç avluyu doğu ve batı yönlerinde kuşatan iki ana kitleden meydana gelmiştir. Söz konusu kiüeler bir bodrum kat üzerine oturan kısmen bir, kısmen iki katlı olarak tasarlanmıştır. Sıvalı duvarlar tuğla ile örülmüş, ahşap çatı kiremitle örtülmüştür. Avlunun batısında, Tevkifhane Sokağı boyunca gelişen kanadın ekseninde cezaevinin girişi yer alır. Girişin yer aldığı, idari birimleri içerdiği anlaşılan iki katlı kesim cepheden ileri doğru çıkarılmış, ayrıca girişin üzerindeki mekân konsollarla tekrar ileri çıkarılarak ve düşeyde de kitleden koparılarak girişe anıtsal bir görünüm kazandırılmıştır. Bu arada giriş üzerinde, çıkma oluşturan mekânın tasarımında, Konya'da Selçuklu Sarayı'mn bir bölümü olan Kılıçars-lan Köşkü'nden ilham alındığı dikkati çeker. Cezaevinin kimin tarafından tasarlandığı belgelenmiş değildir. Ancak Kılıçars-lan Köşkü'nden kaynaklanan benzer tasarım öğelerinin Mimar Vedat Tek'in pek çok yapısında kullanılmış olması, ayrıca cezaevinde gözlenen başka ayrıntılar ve genel üslup özellikleri söz konusu yapının da aynı mimarın eseri olabileceğini düşündürmektedir.
Girişi izleyen sofa avluya kadar devam etmekte, söz konusu bölümde Türk sivil mimarisinin orta sofalı plan tipinden yararlanıldığı görülmektedir. Giriş bölümünün yanlarındaki tek katlı kesimlerden soldaki hamamı barındırır. Batı kanadının sağ (güney) ucu, (Tevkifhane ve Kutluğun sokaklarının kesiştiği köşe) pahlanarak buraya 1203/1788 tarihli Nakşidil Sultan Çeş-mesi(-0 yerleştirilmiştir. Çeşmenin bulunduğu pahlı köşeden biraz ileride, Kutluğun Sokağı üzerinde cezaevinin mescidi bulunur.
Kapasitesinin 1.000 kişi olduğu bilinen cezaevi, birçok koğuşun yanısıra bir revir ile çocuklar ve kadınlar için özel bölümleri de bünyesinde barındırır. Zaman için-
Sultanahmet Cezaevi
Hakan Arlı
de, büyüyen ihtiyaca cevap verebilmesi için tadilata ve ilavelere sahne olan yapının doğu kanadında, koğuşlar ve diğer birimler uzun koridorlar boyunca sıralanmaktadır. Günümüzde otel olarak kullanılmak üzere restore edilen yapı L Ulusal Mimarlık Dönemi'nin bellibaşlı özelliklerini yansıtır. Aynı üslup dönemine ait diğer yapılarda olduğu gibi, burada da özellikle cephe düzenlemesine ve bezemesine önem verildiği dikkati çeker.
Dış cephede oldukça fazla çini kullanılmasına karşın, içte, sadece mescidin çini kaplı olduğu, bunun dışında çini bezemeye hiç rastlanmadığı görülmektedir. Çiniler dönemin ünlü ustası Kütahyalı Hafız Mehmed Emin'e (ö. 1922) aittir. Silme ve saçak detaylarıyla oldukça hareketli bir görünüm sergileyen binalar çini süslemeleriyle de renklilik kazanmışlardır. Dış cephede, Tevkifhane ve Kutluğun sokaklarına cepheli binaların saçak hizasında ve pencere alınlıklarında çini kullanılmış, ilk bakışta firuze renginin hâkim olduğu çinilerde beyaz zemin üzerinde kırmızı, lacivert ve yeşil renk başarıyla uygulanmıştır. Yapıda genelde üst kat pencerelerinin sivri, alt kat pencerelerinin basık kemerli oldukları, çini alınlıkların bu pencerelerin konumuna göre (tek, ikiz ve üçüz) düzenlendikleri görülmektedir. Kompozisyonlar genelde aynıdır. İnce kıvrık dallar üzerindeki rumî-ler, bunların oluşturdukları palmetler ve aralarındaki yaprak ve hatayilerden meydana gelen bitkisel kompozisyonlar kullanılmıştır. Bunların yanında, Tevkifhane Sokağı'na bakan koğuşların bulunduğu bölümde, sivri kemerli ve madeni kepenk-li pencerelerin arasında, saçak konsollarının iki yanında, sıvaya gömülmüş, firuze altıgen ve lacivert üçgen çinilerin oluşturduğu yıldız motifleri dikkati çekmektedir.
Değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelen mescit ise küçük örtülü, kare planlı, kırma çatılı, özenli bir yapıdır. Duvarları süpürgelikten, normalden daha yüksekte başlayan pencerelerin alt hizasına kadar çini kaplıdır. Yeşil ve firuze altıgen levhalarla kaplı duvarlar, pencerelerin alt hizasından dolanan, birbiri içinden geçen rumîlerden oluşan bir bordürle sınırlanmıştır.
Duvar yüzeyinden dışa taşkın olarak yapılan, tamamen çini kaplı mihrap, kaliteli işçiliği yanında değişik süsleme düzeniyle de dikkati çekmektedir. Kandil motifleri ve vazodan çıkan çiçeklerle zenginleştirilmiş, bitkisel dolgulu mihrap nişi yedi cephelidir. Nişin zemin dolgusunda kullanılan, kıvrık dallar üzerindeki yaprak ve çiçek motiflerinin oluşturduğu bezeme, mihrabın kavsarasında da devam eder. Kavsaranın üzerinde, ortada, rumîlerin oluşturduğu yuvarlak bir madalyon içinde "Allahuekber 1335" ibaresi okunmaktadır. Dışa taşkın mihrabın yan bölümlerinin kıvrık dal ve çiçeklerden oluşan bitkisel bezemeyle kaplı olduğu ve bu bölümlerden sağdakinin en altında bir kurdele motifi üzerinde, "Amel-i Mehmed Emin min telâmizi Mehmed Hilmi Kütahya 1333" şeklinde usta imzası olduğu görülmektedir.
Bibi. ISTA, VII, 3530; H. Arlı, "Kütahyalı Mehmed Emin Usta ve Eserlerinin Üslubu", (istanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü, yayımlanmamış yüksek lisans tezi), 1989, s. 69-73.
HAKAN ARLI
SULTANAHMET MEYDANI
bak. ATMEYDANI
SULTANAHMET MİTİNGLERİ
İzmir'in Yunanlılarca işgal edilmesi üzerine İstanbul'da yapılan protesto toplantıları. İlki 23 Mayıs 1919'da, ikincisi 30 Mayıs'ta, üçüncüsü 10 Ekim'de, dördüncüsü ise 13 Ocak 1920'de yapılmıştır. Karakol Cemiyeti(->) ile Türk Ocağı'nın organize ettiği toplantı ve mitingler, Milli Mücadele'yi hazırlayan ve güçlendiren eylemlerden sayılır.
15 Mayıs 1919'da Yunan kuvvetlerinin İzmir'e çıkması ve Batı Anadolu'nun işgal edilmeye başlaması, daha ilk günden direnişlere ve tepkilere neden oldu. İzmir'in işgali haberi 16 Mayıs 1919'da İstanbul'a yayıldı ve halk heyecanla sokaklara döküldü.
23 Mayıs 1919'daki ilk Sultanahmet mitinginde Halide Edip Adıvar. Cengiz Kahraman arşivi
18 Mayıs günü Darülfünun'da(->) yapılan toplantıda, dünya kamuoyunu harekete geçirecek, ülkede ise örgütlü direnişlere ortam hazırlayacak her önlemin alınması ve mitingler düzenlenmesi kararlaştırıldı. Bir başka kararla da ulusal matemin simgesi olmak üzere bayrakların siyaha boyanması kabul edildi.
19 Mayıs 1919'da Fatih Mitingi(-0, 20 Mayıs'ta Üsküdar Mitingi, 22 Mayıs'ta da Kadıköy Mitingi(->) düzenlendi. Bu toplantılar, istanbul'daki tansiyonu büsbütün yükseltti.
23 Mayıs 1919 Cuma günkü büyük Sultanahmet Mitingi, saat 10.00'a doğru başladı. Kent nüfusunun yaklaşık 1/5'ini oluşturan oranda (100.000-200.000 arasında) katılım yüzünden, Ayasofya, Sultanahmet, Divanyolu ve Çemberlitaş semtleri insan kalabalıkları ile kilitlendi. Sultan Ahmed Camii'nin siyah bayraklar asılı minarelerinden yükselen tekbir ve tehlil sesleri herkesi aşırı düzeyde heyecanlandırmıştı. Camiye yakın kürsünün siyah örtüsü üstünde ise Wilson prensiplerinin, "Türklerin egemen ulus olması" koşulunu içeren 12. maddesi yazılıydı. Diğer konuşmacılar ve İstanbul mitinglerinin kadın hatibi Halide Edip (Adıvar) kürsünün bulunduğu yere, süngülü askerlerin açtığı yoldan güçlükle ulaşabildiler. Kürsü çevresinde ise, I. Dünya Savaşı'nda sakat kalmış subay ve askerler üniformalı olarak yer almışlardı. Bunlar arasında Türk dostu olarak tanınan General Foulon da vardı.
ilk hatip şair Mehmed Emin (Yurdakul), "Kardeşler" diye söze başladı ve Ayasofya ile Sultan Ahmed Camii'nin arasında, Tanrı'nın, bütün insanları birbirlerini sevmeleri için yarattığını, bu barışı ve sevgiyi sağlamak için öncelikle içteki nifakı öldürmenin gerektiğini vurguladı. Sözlerini "Her birimiz hepimizin, hepimiz birbirimizin olalım!" diyerek tamamladı.
Basın adına kürsüye çıkan Fahreddin Hayri Bey, "Müslüman kardeşler!" diye başladığı konuşmasında, yer yer şiirler okudu.
Halide Edip'in "Kardeşlerim, evlatlarım!" diyerek başladığı uzun ve irticali konuşmasında tema "milletler dostumuz, hükümetler düşmammız"dı. Halide Edip, meydandaki kitleye, insanlık ve adalet ilkelerine bağlı kalmak, koşullar ne olursa olsun hiçbir kuvvete boyun eğmemek için, gök gürültüsünü andıran bir uğultu halinde yemin ettirdi. Bir genç, "Milletim, milletim, zavallı milletim!" diye bağırdıktan sonra düşüp bayıldı.
Selim Sırrı (Tarcan), vatanın bir parçasının kopartılmaya çalışılmasının haksızlığını, Türklerin hiçbir zaman Avrupa için bir tehdit öğesi oluşturmadığını açıkladı. Son konuşmacı Dr. Sabit Bey, Türklerin mazlum fakat kimsesiz olmadıklarını vurguladı.
Bundan sonra "Vatandaşlar" diye başlayan bir deklarasyon okundu. Bunda, İstanbul'un Türk ve Müslüman halkı olarak işgal edilen yerlerin tahliyesi için can vermeye hazır olunduğu, herkesin yüreğinde vatan kaygısından başka bir kaygının bu-
lunmadığı, padişahın başkanlığında bir "şûra-yı fevkalade"nin toplanması gerektiği, İstanbul dışındaki vatandaşların ve yabancı kamuoyunun basın aracılığı ile sürekli bilgilendirileceği ilan edildi. Meydan, "Yaşasın millet-i İslamiye" haykırışlarıyla çınlatıldıktan sonra, Anadolu'dan gelen yeşil sarıklı bir hoca kürsüye çıkıp Halide Edip'in ellerine sarıldı, ağladı. Yüksek sesle Türkçe dua etti.
Miting dağılırken padişah VI. Meh-med'in de (Vahideddin) geldiği söylentisi yayıldı. Bu haber, herkesi heyecanlandırdı ve insan selleri, padişahı görmek için Divanyolu'na doğru akmaya başladı. Oysa, padişah sanılan kişi, Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa'ydı. Arabasıyla geçerken bir kısım halk kendisini padişaha benzetip arabasından indirmişler, önlerinde yürütmeye başlamışlardı.
1. Sultanahmet Mitingi İstanbul'da çok etkili oldu. Galata ve Beyoğlu semtlerinde oturan gayrimüslimler, "Türkler geliyor!" diye birbirlerini korkuttular ve paniğe kapıldılar. İtilaf Devletleri'nin İstanbul'daki temsilcileri yeni tutuklatmalara giriştiler ve Bekirağa Bölüğü'nde(->) tutuklu olan aydınlan Malta'ya sürgüne gönderdiler. Meclis-i Mebusan'ın kapatılacağı söylentisi yayıldı.
30 Mayıs 1919 Cuma günkü 2. Sultanahmet Mitingi'nde talebeler "Hak isteriz! iki milyon Türk, iki yüz bin Ruma feda edilmez!", "Hak ve adalet", "Osmanlı toprağı Yunanistan olamaz!" dövizleri ile meydana gelmişlerdi. Camide yapılan duadan sonra bir hoca kürsüye çıkıp halka tekbir getirtti.
İsmail Hakkı (Baltacıoğlu), Türk dünyasını ve Türklüğü tanıtan bir konuşma yaptı. Şükûfe Nihal (Başar) "Ey sevgili İstanbul, güzel vatanım!" diyerek vatan sevgisi temalı duygusal bir söylevde bulundu. Milaslı İsmail Hakkı Bey, Kuran'dan bir ayetin yorumunu yaptıktan sonra, insaniyet ve İslamiyet kavramlarım açıkladı. Hamdullah Suphi (Tanrıöver) "Ey Anadolu, ey şehadet yuvası olan Anadolu! Seni bugün köle yapmak istiyorlar!" diye söze başladı.
Bu ikinci mitingde de Wilson prensiplerinin 12. maddesinin uygulanmasını, esir milletlere özgürlük ve istiklal verilirken Türklerin esir edilemeyeceğini açıklayan bir "mukarrerat" kabul ve ilan edildi. Ayrıca bir "miting beyannamesi" dağıtıldı.
10 Ekim 1919 Cuma günü ise hatipler, Rıza Nur'un belirttiğine göre "zamanın nezaketi sebebiyle açıkta toplamlamadığın-dan Müslümanların mukaddes penahı olan cami"de cuma namazından sonra konuşmalar yaptılar. Bu münasebetle, camilerin, Müslümanların toplanma yeri olduğu, bütün dertlerin ve sorunların burada ortaya dökülmesi gerektiği vurgulandı. Konuşmalar hünkâr mahfilinden yapıldı. Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Kara Vasıf ile Mehmed Emin (Yurdakul) o günkü konuşmacılardı. Hazırlanan muhtıra, Halide Edip (Adıvar), Rıza Nur ve Kemal Midhat tarafından İstanbul'daki İtilaf Devletleri temsilcilerine verildi. Bu muhtırada "Dersaadet ahalisinin bilumum fırkalar ve cemiyetler ile Darülfü-
nun murahhaslarının, Yunanlılarca işgal edilen İzmir ve havalisinde yaptıkları zulümler açıklanarak kıştan önce işgalin kaldırılması ve yurdunu terk eden yoksul insanların evlerine, köylerine dönmelerinin sağlanması" talep ediliyordu.
Sonuncu Sultanahmet mitingi 13 Ocak 1920'de "İstanbul Türkündür ve Türk kalacaktır" ana teması işlenerek yapıldı. Rıza Nur, Muallimler Cemiyeti Reisi Nakiye Hanım (Elgün), Hamdullah Suphi (Tanrıöver) o günkü konuşmacılardı. Trakya Paşaeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Heyeti Reisi Şükrü Bey'in Edirne'den gönderdiği telgrafın okunması heyecanı artırdı. Kabul edilen deklarasyon ile İstanbul'un salt İslam hilafetinin merkezi olmadığı, Türk tarihinin "abide-i yegânesi, Türk milletinin münferit merkez-i hayatı" olduğu vurgulandı. Kuşkusuz bu miting ve yayımlanan bildiri, İzmir'den sonra, İstanbul'un işgalinin de an meselesi olması olasılığına bir tepkiydi. Bibi. H. E. Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, îst., 1985, s. 31 vd; K. Anburnu, MüliMücade-lede İstanbul Mitingleri, Ankara, 1951, s. 26-31, 37-68.
NECDET SAKAOĞLU
SULTANAHMET PARKI
istanbul'un ilk Avrupa benzeri parkı. 1854' te Sultanahmet Meydanı'nda kurulmuştur. Sonraları Yeni Millet Parkı denmiştir (bak. parklar).
Sedad Hakkı Eldem'in istanbul Anıları adlı yapıtmdaki tarihi fotoğraf, bize bu park hakkında bazı bilgiler vermektedir. Sultan Ahmed Külliyesi ile Ayasofya arasında kalan bugünkü park ve gezinti alanı, o tarihlerde iki katlı, kiremit damlı çok sayıda ahşap evin oluşturduğu bir mahalledir. Alman Çeşmesi'nin(-+) bulunduğu yer ise toprak zeminli bir alandır.
Yeni Millet Parkı, üçgen biçiminde olup parkın bir kenarı Divanyolu'na(->) yakın ve paralel uzanmakta, köşesi de Firuz Ağa Camii'nin(->) duvarına dayanmaktadır. Park büyükçe bir köşk bahçesi görünümünde olup ortasında çatısı kiremit örtülü, verandalı, tek katlı bir kafe inşa edilmiştir. Parkın uygun yerlerine demir çubuklu pergolalar yerleştirilmiştir. Parkın çevresi ahşap malzeme ile çevrelenmiş; iç tarafına da ligustrum ve yalancı akasya ağaçları dikilmiştir.
Alman İmparatoru II. Wilherm'in 1898' de yaptığı ikinci ziyaretin anısına yapılan çeşme için çalışmalara 1899 yaz aylarında başlanmış; önce Hippodrom alanının ve dikilitaşların çevresi düzenlenmiş, ağaçlandırma çalışmaları yapılmıştır. Bugün At-meydanı'nın çevresindeki yollarda bulunan yaşlı atkestaneleri o günlerden kalmıştır. Daha sonra Sultanahmet Parkı haline gelecek olan alan düzenlenmesinin tarihi o günlere gider.
1939'da, kıt imkânlarla Ayasofya'nın önü ve yakın çevresi park olarak tanzim .edilmiştir. Bugünkü havuz o günlerden kalmadır, ancak üç defa elden geçirilmiş ve büyütülmüştür. 1963-1965 arasında, zamanın belediye başkanı Haşini İşcan'ın girişimleri ile, Atmeydam'nı koruma altına al-
SULTANBEYLİ İLÇESİ
68
65 SULTANİYE ÇAYIRI ÇEŞMESİ
ilçesi 4 mahalleden meydana gelir. Bunlar Gazi, Fatih, Mehmed Akif ve Turgut Reis mahalleleridir.
Kocaeli Yarımadası'nın orta kesimindeki ilçe toprakları, dalgalı düzlüklerden oluşur. Bu düzlükler, günümüzde Ömerli Baraj Gölü'nün suları altında kalmış olan Ri-va (Çayağzı) Deresi'ne doğru yönelen küçük akarsu vadileriyle parçalanmıştır.
Sultanbeyli'nin 1960'tan önceki durumuna ilişkin fazla bir bilgi yoktur. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün (DİE) nüfus sayım-larıyla ilgili yayınlarında Sultanbeyli'nin adına ilk kez 1960'ta rastlanır. O zamanki adıyla "Sultanbeylik", Kartal İlçesi'nin Şamandıra Bucağı'na bağlı 433 nüfuslu bir köydür. Eskiden tümüyle ormanlarla kaplı olan bir alandaki bu küçük köye 1955'e
Sultanbeyli'nin havadan görünümü. Bünyamin Çelebi
Sultan Ahmed Camii'nin minaresinden Sultanahmet Parkı'nın görünümü.
Bünyad Dinç
mak üzere çakılmış, insan boyundaki siyah demir parmaklıklar ve borular söktürülerek çirkinlikten kurtarılmış olan alan çiçek tarhları ve süs çalıları ile yeşillendiril-miştir. 1980'li yılların başında, Sultan Ahmed Külliyesi ile Ayasofya arasındaki 13.000 rtf'lik alan yeniden tanzim edilmiştir.
Sultanahmet Parkı yakından incelendiğinde, birbirine yakın dört ayrı parktan oluştuğu görülür. Birincisi, ortasında havuzu bulunan, Japon süs elmaları ve kirazları ile erguvan ve oyaağaçları, konik porsuk ve konik mazı ağaçlarının süslediği park. ikinci park ise içinde Alman Çeşmesi ile dikilitaşların yer aldığı eski Hippod-rom alanıdır. Bu parkta çim alanı hâkim durumdadır; yer yer çiçek tarhları ile fazla boylanmayan çalılar, parkın bütünlüğünü bozmamıştır. Alman Çeşmesi yakınındaki salkımsöğüt parka güzellik kazandırmıştır. Üçüncü park biraz küçük olmakla beraber, yaz aylarında ziyaretçisi fazladır; Sultan Ahmed Külliyesi'ne yakındır, büyük bir bölümüne, ses ve ışık gösterilerini izleyenlerin oturması için arkalıksız banklar yerleştirilmiş; bodur ardıç ve porsuk ağaçları ile ağaçlandırılmıştır. Dördüncü park ise, Adliye Sarayı ile Firuz Ağa Camii arasındadır; parkın ortasında Bizans döneminden kalma bir sarayın temel kalıntıları bulunmaktadır; köşesine mermer kaplama, kaskatlı bir çeşme inşa edilmiştir. Bibi. İstanbul Belediyesi, Cumhuriyet Devrinde istanbul, ist., 1949; Eldem, İstanbul Anılan.
FAİK YALTIRIK
SULTANBEYIİ İLÇESİ
İstanbul İli'nin doğu yarısında yer alır. En yeni ilçelerden biridir. Sultanbeyli ilçesi batı, kuzey ve doğuda Kartal, güneyde de Pendik ilçelerine komşudur. Denize kıyısı olmayan Sultanbeyli llçesi'nin kapladığı alan yaklaşık 35 km2'dir.
Kırsal yerleşmesi olmayan Sultanbeyli
ait nüfus sayımı verilerinde rastlanmaz. Daha sonra dengeli bir gelişme göstermeyen Sultanbeyli'nin nüfusu 1985'te 5.000'i bile bulmamıştı. Ormanlık alan tahrip edilerek açılan alanda gelişen Sultanbeyli'nin büyük bir yerleşme merkezi haline gelmesi, Fatih Sultan Mehmet Köprü-sü'nün yapımıyla ilişkilidir. İstanbul Bo-ğazı'nı bu köprüyle aşan Kınalı-Sakarya Otoyolu'nun yapımı, Sultanbeyli'nin inanılması güç bir gelişme göstermesine yol açmıştır. 1988'de açılan köprüye ulaşan otoyol Sultanbeyli'den geçer. Anadolu'nun çeşitli yörelerinden İstanbul'a yönelen göçün önemli bir bölümü buraya kanalize olurken, kentin diğer kesimlerinde oturanlardan da, Sultanbeyli'ye yerleşen hemşerilerine yakın olmak için buradan arsa satın almaya girişen ve buraya yerleşen eski göçmenlerin sayısı bir hayli fazladır.
Birkaç yıl içinde nüfusu 10.000'leri aşan Sultanbeyli'de belediye 1989'da kurulmuştur. 1990 sayımı sonuçlarına göre nüfusu 82.000'i aşan Sultanbeyli'de kilometrekareye 2.351 kişi düşüyordu. Bu tarihte ilçe nüfusunun yüzde 54'ü erkeklerden yüzde 46'sı da kadınlardan oluşuyordu. Anakent belediyesi sınırları içine alınan Sultanbeyli'nin gelişimi 1990'dan sonra da bu kesimdeki ormanların tahrip edilmesi pahasına sürdü. Aşırı nüfus artışının yönetsel sorunlara yol açması Sultanbeyli'nin 1992'de Kartal'dan ayrılarak ilçe yapılmasıyla sonuçlandı. Bu tarihte ilçenin Sultanbeyli Belediyesi sınırlan içinde kalan yerleşme bölgesinin 21,5 krrf'lik ve ormanların da 13,5 krrf'lik bir alanı kapladığı hesaplanmıştır.
Hızlı ve plansız gelişme, Sultanbeyli'de yaşayan insanları çeşitli sorunlarla karşı karşıya getirmektedir. Bunlardan başlıcala-rı altyapı yoksunluğunun getirdiği sorunlardır. Kanalizasyon sistemine sahip olmayan Sultanbeyli'nin evsel atıklarının önemli bir bölümü çevredeki dere vadileri yo-
Sultanbeyli İlçesi'nin Nüfus Gelişimi
Yıllar
|
Nüfus
|
Yıllık Nüfus Artış Hızı (%)
|
1955
|
1960
|
433
|
-
|
1965
|
499
|
3
|
1970
|
1.105
|
24,3
|
1975
|
1.804
|
12,6
|
1980
|
2.431
|
6,9
|
1985
|
3.741
|
10,7
|
1990
|
82.298
|
44
|
luyla kente su sağlamada önemli bir rolü olan Ömerli Baraj Gölü'ne ulaşmaktadır. O-4 Otoyolu (TEM) ilçenin ortasından geçmekle birlikte ulaşım Sultanbeyli için sorun olmayı sürdürmektedir.
Günümüzde Sultanbeyli İlçesi nüfusunun 250.000'e ulaştığı tahmin edilmektedir. Böylesine büyük bir nüfusa hizmet sağlayabilmek için mahalle sayısının 15'e çıkarılması doğrultusundaki çalışmalar sürdürülmektedir. Eski hızıyla olmasa da gelişimini sürdürmekte olan Sultanbeyli, İstanbul'un iskânsız, plansız yerleşme ve kaçak yapılaşmasının, en son tipik .örneğidir. O-4 Otoyolu'ndan İzmit'e doğru gidilirken gişeleri geçtikten sonra Sultanbey-li'ye gelindiği, sıvasız yapı yığınlarından yansıyan tuğla renginin görülmesiyle anlaşılır.
ATİLLÂ AKSEL
SULTANİLER
II. Meşrutiyet döneminde açılan lise düzeyinde okullar. "Sultaniye", "mekâtib-i sultaniye" olarak da bilinir.
1868'de Mekteb-i Sultani'nin (bak. Galatasaray Lisesi) açılmasından sonra 1869" da yürürlüğe giren Maarif-i Umumiye Ni-zamnamesi'nin 42-50. maddeleri de mekâtib-i sultaniye adı altında istanbul'da ve vilayet merkezi şehirlerde birer sultani açılmasını öngördüğü, bunların yapım, yönetim, program, kadro vb işlerini esaslara bağladığı halde, İstanbul'da ve taşrada II. Meşrutiyet'e değin yeni bir sultam açılmadı. Sadece Girit'te Mekteb-i Kebir adı ile öğretime başlayan bir okul, sultam programını uyguladı.
Maarif Nazırı Emrullah Efendi (ilk nazırlığı 10 Ocak 1910-18 Şubat 1911, ikinci kez l Ocak 1912-21 Temmuz 1912) ilkin 1910'da "sultanilerin tanzim ve idarelerine ve tedrisatına müteallik" bir talimatname çıkardı. Bundan sonra da İstanbul'daki durumu uygun görülen idadiler(->) sultaniye dönüştürülürken taşrada da aynı yol izlendi. Fakat bu hazırlıksız girişim, dönemin İstanbul basınınca dikkatle izlendi ve çokça eleştirildi. Özellikle Tanin gazetesinde çıkan yazılarda, Osmanlı maarifinin genel sorunlarıyla birlikte yeni sultaniler de ele alındı. Eğitimdeki genel verimsizliğin ve yetersizliğin, "rüştiye öğrencilerine sınıf atlatılıp sultani yolunun açılma-
sı ile göz boyamanın" yanlış olduğu üzerinde duruldu. İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) ve Hüseyin Cahid (Yalçın), sultanilerin açılması, gerekliliği konularında yazılar kaleme aldılar. İ. Hakkı, idadilerin "hayat için yararlı ve genel kültür veren okullar" olmasına karşılık, sultanilere yetiştirileceklerin "millet ferdi" olmalarının bekleneceği; sultanilerin yüksekokul sayılamayacağı fakat yükseköğrenime adaylar yetiştirmek durumunda olduğu; bu okulların programlarında milli, felsefi, insani mefkurelerin aşılanmasının kaçınılmazlığı; bu okullara yönelecek gençlerin, memleketin "güzide sını-fı"nı teşkil etmeleri gerektiği hususlarını vurguladı. Bir eleştiri de öngörülen yeni sultanilerin, bu nitelikleri taşımayıp birer darüleytam(-») gibi algılanmasına ve Maarif Nezareti'nin "çok okul açmak" siyasetine dönüktü.
Tüm bu olumsuz bakışlara karşın, İstanbul'daki başlıca erkek ve kız idadileri birkaç yıl içinde sultaniye dönüştürüldü. Bunlar için rüştiye(->) ve idadi (toplam 6 yıl) sınıfları üstüne 3 yıllık bir tip sultani ile, fen ve edebiyat şubeleri olan ve iptida-iden(->) başlamak üzere toplam 12 yıllık öğretim veren başka bir tip sultaniler denendi. Şükrü Bey'in maarif nazırı olması (24 Ocak 1913-9 Aralık 1917) ile sultani uygulaması daha da yaygınlaştırıldı. Fakat İstanbul ve taşra sultanilerinde özellikle öğretmen kadrolarının, öğrenci mevcutlarının oluşturulmasında sıkıntılar çekildi. Bu durum, bazı okulların kapatılması, yeniden açılması, programların değiştirilmesi, öğrenim süresinin uzatılıp kısaltılması ile 1923'te I. Heyet-i İlmiye'de, sultanilerin liselere(->) dönüştürülmesine değin sürdü. İstanbul'daki sultanilerden bazıları lise, birkaçı da ortaokul (bir devreli lise) oldu.
Davutpaşa İdadisi 1911'de, Gelenbevi İdadisi 1912'de, Kabataş, İstanbul (Şem-sülmaarif), Nişantaşı, Üsküdar idadileri 1913'te sultani adını alan okullardı. Kız okullarından İstanbul İnas İdadisi 1911'de açıldıktan 3 yıl sonra 19l4'te Bezmiâlem Sultanisi adını aldı. 1921'de İstanbul Kız Sultanisi ve Bezmiâlem Sultanisi olarak iki okula ayrıldı. İlki, 1922'de şeyhülislamlık binasına taşındı, ertesi yıl kapandı. 1923'te Bezmiâlem Sultanisi'ne İstanbul Kız Lisesi adı verildi. 19l6'da Kandilli Âdile Sultan İnas Sultanisi açıldı. Bu okul 1924'te Kandilli Ortaokulu oldu. Erenköy Kız Lisesi'nin başlangıcını oluşturan Erenköy İnas Sultanisi de 19l6'da açılmıştır. Ayrıca Selçuk Hatun ve Üsküdar İnas sanayi mekteplerine de aynı dönemde İnas sanayi sultanileri denildi.
İstanbul sultanilerinin 1910'da kabul edilen ders cetvelinde ulûm-ı diniye, Arapça, Farsça, Türkçe, Fransızca, hendese, cebir, müsellesat, usul-i defteri, hendese-i resmiye, kozmoğrafya, hikmet-i tabiiye, mihanik, kimya, tarih-i tabii, ilm-i ahlak, ilm-i kavanin, ilm-i iktisat, tarih, coğrafya, felsefe ile seçmeli olarak resim, hat, jimnastik, tatbikat ve tecarib-i fenniye, Almanca, İngilizce vardı. İstanbul sultanileri için 1912'de, malumat-ı kanuniye, ulûm-ı ticariye, terbiye-i bedeniye derslerini de kap-
sayan ayrı bir program benimsendi. 1913, 1915, 1919 ve 1922'de programlar dört kez daha değiştirildi. 1922'de sultanilere "yeni medrese" adı altında, erkek okulları için 22, kız okulları için (çocuk hıfzıssıhhası, ik-tisad-ı beyti, biçki ve dikiş, musikiyle birlikte) 27 ders öngörülmüştü.
Bibi. Ergin, Maarif Tarihi, IV, 1193-1204; Na-fi Atuf, Türkiye Maarif Tarihi, I, İst., 1930, s. 59-62; F. R. Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 47-48, 101-103; Tanin, 28 Teşrinievvel, 10 Teşrinisani, 15 Teşrinisani 1326; H. Âli Yücel, Türkiye'de Ortaöğretim, İst., 1938, s. 15-16, 152-167, 518, 634 vd.
NECDET SAKAOĞLU
Dostları ilə paylaş: |