Sur Onarımları
İstanbul kara surları II. Teodosios tarafından 413'teki ilk yapılışlarından günümüze kadar çeşitli depremlerin yanısıra bakımsızlık ve doğanın etkisiyle harap olduklarından onarılmaları gerekmiştir. Tamamlanmalarından kısa bir süre sonra, 447 depreminde 57 burcun birden hasar görmesi üzerine, "praefectus praetorio" Kons-tantinos tarafından kentin ve surların onarımına başlanmıştır. Kaynaklara göre, büyük bir hızla yürütülen onarım iki ayda tamamlanmıştır. Muhtemelen ilk yapımla aynı örgü tekniği kullanıldığı için izleri kolay ayırt edilemeyen bu onarımla ilgili olarak Mevlevihane Kapısı'na yerleştirilen bir yazıt, Konstantinos adını taşımaktadır.
Surların 6. yy'daki depremlerden de zarar gördüğü ve kısmi onarımlara gidildiği bazı yazıtlardan anlaşılmaktadır. Bu kapsamda Mevlevihane Kapısı'ndaki İmparator II. İustinianos (hd 565-578) ve eşi So-fia'nın adının bulunduğu yazıt örnek verilebilir.
740 depremi İstanbul'da büyük hasara yol açmış, surlar da harap olmuştur. İmparator III. Leon (hd 717-741) sur onarımı için özel bir vergi koyarak fon oluşturmuş ve inşaatı tamamlatmıştır. Leon'un bu faaliyeti surlarda bulunan 11 yazıtla belgelenmektedir. Bugün kara surlarının büyük bir kesimi bu dönem yenilemelerinin izlerini taşımaktadır. Yoğun yenileme sonunda II. Teodosios örgüleri burçların ancak alt seviyelerinde ve beden duvarına yakın kesimlerinde kalabilmiştir. İmparator Teofilos döneminde (829-842) ise özellikle Haliç ve Marmara surlarının bakımına gidilmiştir; imparatorun adını taşıyan yazıtların çoğu bu duvarlar üzerindedir.
986 ve 987'deki ve 11. yy'daki depremlerde sur burçları yeniden zarar görmüş ve onarılmışlardır. İmparator II. Basileios (hd 976-1025) ve birlikte hüküm sürdüğü VIII. Konstantinos'un (hd 1025-1028) 1. ve 36. burçlardaki yazıtları bu depremlerden sonraki onarımlara ait olmalıdır. Üzerinde III. Romanos'un (hd 1028-1034) adının bulunduğu yazıta göre 4. kule de bugünkü biçimini 11. yy'daki yenileme sırasında almıştır.
Tarihi kaynaklara göre, Komnenoslar döneminde (11-12. yy) kentin imarının bir parçası olarak surlar da onarılmıştır. Tarihi kaynaklar bu onarımlarla ilgili olarak, III. Aleksios'un adını taşıyan 1197 tarihli bir yazıtın Edirne Kapısı'na konulduğunu yazmaktadır.
126l'de kenti Latin işgalinden kurtaran VIII. Mihael Paleologos, surları yükseltmiş ve dendanları yeniletmiştir. Kaynaklar II. Andronikos döneminde (1282-1328) surlarda kapsamlı onarımlar yapıldığını belirtmektedir. Daha sonra 1343-1344 depremi büyük zarara yol açmış; hasarlar derhal onarılmıştır. Bu onarım sırasında hendek kenarlarına insan boyunda mazgallar yapılmıştır. 1354'teki depremin neden olduğu hasarlar V. İoannes Paleologos'un (hd 1341-1391) çabalarıyla giderilmiştir. Kentin 15. yy'ın ilk çeyreğindeki yaşamı kuşatılma ve savaş tehdidi altında geçtiğinden, hendekler temizlenmiş, özellikle saldırıyı uzakta tutmakla görevli ön sur savunmaya hazır durumda bulundurulmuştur. Mevlevihane Kapısı'ndan denize kadarki ön sur burçlarında görülen çok sayıdaki Paleolo-goslar dönemi yazıtı bu onarım çalışmalarını yansıtmaktadır. İmparator VIII. İoan-nes'in (hd 1425-1448) adını taşıyan yazıtlar onarımların hemen hemen Osmanlıların 1453 kuşatmasına kadar sürdüğünü göstermektedir.
Kentin Osmanlılarca alınması sırasında ağır top ateşiyle yıkılan surlar kentin ilk kadısı Hızır Bey Çelebi(->) başkanlığında elden geçirilmiş ve onarılmıştır (1454). Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan bir belgeye göre (TSMA D. 11975), Hızır Bey' den surun Bali Kapı ile Topkapı arasındaki kısmının gediklerinin onarımı istenmiştir. Hızır Bey'in padişaha sunduğu rapora göre yükseklikleri 1-20 zira arasında değişen, toplam 342 zira (yaklaşık 240 m) uzunluğundaki harap duvar ve burç, bazen temelinden yenilenerek onarılmıştır.
Kara surlarının Osmanlılar döneminde maruz kaldıkları büyük sarsıntılardan ilki "küçük kıyamet" olarak anılan ve 45 gün süren 1509 depremidir. 49 kulenin zarar gördüğü bu felaketin neden olduğu hasarın onarımı için Mimarbaşı Ali bin Abdullah, mimar Bali ve Mahmud yönetiminde 8.000 işçi bir yıl çalışmıştır. Bu onarımla ilgili olarak 1510'da Silivri Kapısı ve Edirne Kapısı'na birer yazıt konulmuştur.
Silivri Kapısı'ndaki yazıtın yeri bugün boştur; Edirne Kapısı'ndaki ise kapının batı cephesinde, tuğla kemerin aynası içinde yer alan bir Arapça dörtlüktür.
17. yy'da, IV. Murad döneminde Sadrazam Bayram Paşa tarafından surlar onar-
tılmış ve badana ettirilmiştir. Bu çalışmayla ilgili olarak IV. Murad adına hazırlanan 1635 tarihli bir yazıt Edirnekapı'nın şehir içi tarafına, geçidin güney yan duvarı üzerine yerleştirilmiştir.
l656'da Bozcaada ve Limni'yi alan Venedik donanmasının İstanbul'a kadar gelmesi tehlikesi karşısında Sadrazam Boy-nueğri Mehmed Paşa Marmara surlarını badanalattırmış, Ahırkapı ile Yedikule arasındaki surların üstüne yapılan evleri yık-tırmıştır.
Vakanüvis Raşid'e göre, 1690 depreminde sur kapılarından Topkapı ve 1719 depreminde kara surlarının Edirnekapı'da Mihrimah Sultan Camii karşısındaki bölümü ile Marmara surlarının Yedikule'den Ahırkapı'ya kadar olan kısmının duvar ve burçları hasar görmüştür. Her iki depremin neden olduğu hasarların giderilmesi için büyük bir mali destekle III. Ahmed döneminde, 1722'de onarım çalışmaları başlatılmıştır. Yedikule, Ahırkapı ve Narlıkapı'da-ki onarım yazıtlarında, III. Ahmed ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nm adları geçmektedir.
İstanbul'un geçirdiği en ağır yer sarsıntılarından biri olan 1766 depreminde yıkılan beden duvarları ve üç kulenin onarımı için Hacı Mehmed Ağa görevlendirilmiştir. 1855'teki şiddetli depremde surlarda yer yer çatlaklar oluştuğuna Tarih-i Cevdet'le değinilmiştir. Surlara zarar veren son büyük deprem 1894'te olmuş ve bunu izleyerek onarım için keşifler yapılmıştır. Ancak 20. yy'ın başında Osmanlı Devle-ti'nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar ve onu izleyerek gelişen savaşlar nedeniyle bu onarımlar tam olarak gerçekleştirilememiş ve surlar harap bir durumda 1950'lere kadar gelmiştir. 500. fetih yıldönümü kutlamaları münasebetiyle Topka-pı'da Ulubatlı Hasan burcu ve çevresi restore edilmiştir. 1956'da Vatan, Millet caddelerinin ve Marmara sahil yolunun açılışıyla kesilen ve harap durumda olan surlar onarılmıştır. Surun özellikle Edirnekapı'da-ki restorasyonu, harabe karakterine fazla müdahale edilmesi nedeniyle eleştirilmiştir. UNESCO tarafından "Dünya Mimari Mirası" listesine alınan İstanbul kentinin en önemli arkeolojik değerlerinden biri olan surların onarımı için İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından 1980'lerin ikinci yarısında bir çalışma başlatılmıştır. Surların onarımı için TAÇ Vakfı ile bir anlaşma yapılmış ve ilk proje konusu olarak en harap durumdaki Belgrad Kapısı seçilmiştir. 1986'da hazırlanan projeyle 1987'de Belgrad Kapısı'nın rökonstrüksiyonuna gidilmiştir. Onu izleyerek Silivri Kapısı ve Mevlevihane Kapısı onarılmış, Ayvansaray'da V. Leon döneminde ön duvarın ve çevresinin onarımına başlanmıştır. Özellikle Belgrad Kapısı'nda, surun 5. yy'da olduğu gibi, tüm ayrıntılarıyla yeniden yapılmaya çalışılması arkeolojik bir yapı için kabul edilebilirlik sınırlarının çok üstüne çıkmıştır.
Belgrad Kapısı ile Silivri Kapısı arasındaki ön sur ve hendek duvarlarının da benzer şekilde tüm ayrıntılarıyla yeniden
ŞÜKRE ALAYI
81
SURURİ AİLESİ
yapılmaları, mesleki ve akademik çevrelerce eleştiriyle karşılanmıştır. Dönemin belediye başkanının adıyla anılan restorasyon ve rökonstrüksiyonlara karşı gelişen tepkiler, belediye yönetiminin 1989'da değişmesinden sonra mevcut durumun en az müdahaleyle korunması ilkesinin benimsenmesini getirmiştir. Bu kez restorasyonların Yedikule bölgesinde, sahil yoluyla demiryolu arasındaki deri fabrikalarının yıkılması sonucu açığa çıkan harap durumdaki sur bölümünde, özgün nitelikte malzeme ve teknik kullanılarak yapılması ve esas olarak sağlamlaştırma temeline dayanan müdahaleler getirmesi istenmiştir. 1991'de 1. ile 6. kule arasında başlanan onarım çalışmalarının sonuçlan ortaya çıkıp tartışılmadan, belediye yönetimi 1992' de yaptığı yeni ihaleler ile kara, Haliç ve Marmara surlarında çok sayıda yeni onarım başlatmıştır (bunlar kara surlarında: Yedikule-Belgrad Kapısı, Silivrikapı-Mev-lanakapı, Mevlanakapı-Millet Caddesi, Millet Caddesi-Vatan Caddesi, Vatan Caddesi-Edirnekapı, Edirnekapı-Eğrikapı, Eğrikapı-Ayvansaray; Haliç surlarında Ayakapı-Ba-lat; deniz surlarında Sarayburnu-Ahırkapı Feneri, Ahırkapı-Kumkapı, Samatya olmak üzere toplam on bir tanedir). Bu sayısal çoğalma beraberinde olumsuzlukları da getirmiştir.
Rölövesi tamamlanmadan, restorasyon projesi hazırlanmadan uygulamaya başlayanlar, yeterli denetim olmadan uygulama yapanlar, bu onarımları başlatan ve surların korunmasını amaçlayan korumacı yaklaşımı hedefinden saptırmıştır. 1994 yerel seçimlerinden sonra uygulamalar durmuştur.
Bibi. Ü. Alsaç, "Taç Vakfı ve Çalışmaları", TAÇ Vakfı Yıllığı, İst., 1991, s. 211; M. Cezar, "Osmanlı Devrinde lstanbuPda»Yangınlar ve Tabii Afetler", Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, I, İst., 1963, s. 380-392; înciciyan, istanbul, 3-10; Schneider-Meyer, Landmauer; Müller-Wiener, Bildlexikon, s. 287-295; Tarih-iNaima, VI, 2702-2703; ISTA, DC (1968), 4923; Ş. Özler, "Şehrin Ziyneti Yedikule Surları", Kent ve Yaşam, S. 2, İst., 1992, s. 1417; M. 1. Tünay, "istanbul'un Bizans Devri Kara Surlarında Osmanlı Onarımları", TAÇ, c. 2, S. 7, ist., 1987, s. 25-29
METİN AHUNBAY-ZEYNEP AHUNBAY
SURREAIAYI
Osmanlı döneminde her yıl ramazan ayından önce Mekke ve Medine'ye gönderilen para ve armağanların, saraydan çıkarılıp padişahın önünde düzenlenen bir törenden sonra uğurlanması. Son kez 1919' da yapıldı.
istanbul'un alınmasından önce, I. Mehmed (Çelebi) döneminde (1413-1421) Bur-sa'da başlatılan bu gelenek, fetihten sonra, başkente özgü dini-resmi törenler arasında yer aldı. Kameri recep ayının 12. günü, havalar elvermezse izleyen günlerde gerçekleştirilen bu alayla, deve ve katırlara yüklenen armağanlar, surre görevlileri, muhafızlar ve hacı adaylarından oluşan kalabalık bir kafile ile gönderilirken 1870'e doğru vapurla, 1890'dan sonra da trenle gönderilmeye başlanmasıyla İstanbul'daki alay da kameri 15 Şaban'a kaydırılmıştı.
"Para kesesi" anlamına gelen surre, içine belirli miktarlarda para konmuş çok sayıda keseyi ifade etmekteydi. Padişahlar, harçlık ve sadaka olarak Mekke ve Medine'nin en ileri gelen kişilerinden yoksullarına değin herkese dağıtılan surre yanında, Mat, kaftan, sof, kadife, yiyecek türünden armağanlar da göndermekteydiler. Bunların tümüne birden "surre-i hümayun", "surre-i şahane", "surre-i amme", "surre-i Rumiye" vb adlar da verilmekteydi. Abbasi halifelerinin başlattığı bu geleneği diğer İslam devletleri gibi Osmanlı Devleti de sürdürdü. II. Mehmed'in (Fatih) (hd 1451-1481) İstanbul'un fethinden sonraki yıllarda birkaç kez surre gönderdiği saptanmaktadır. II. Bayezid (hd 1481-1512) ise tahta çıktığı yıl 14.000 duka tutarında surre ihraç etti ve bu geleneği temelleştir-di. I. Selim (Yavuz) döneminde (1512-1520) "sadakat-ı Rumiye" denen surrenin tutarı 200.000 filori kadardı. L Selim'den başlayarak 400 yıl boyunca İstanbul'dan surre gönderilmesi ve bu münasebetle tören düzenlenmesi aksaksız sürdürüldü.
Surre ihracı ile surre alayı başlıbaşına bir organizasyon gerektirdiğinden sarayda ve şeyhülislamlıkta bu işe bakan görevliler, tutulan kayıtlar, ayrılan ödenekler söz konusuydu. Ayrıca, surre ihracından çok önce, İstanbul-Hicaz arasındaki eyaletlerin
Restorasyonu
yapılan Belgrad
Kapısı.
Ali Hikmet Varlık,
1994
valilerine hükümler yazılarak, surreyi karşılayıp uğurlamaları, yol güvenliğini sağlamaları istenirdi. İstanbul'daki tören hazırlıkları ise iki ay önceden başlardı. Alaydan bir gün önce protokolde yer alan kişilere tezkire ve davetiyeler yazılır; padişah Tophane Sarayı'nda ise alay için Kubbealtı veya Çinili Köşk'ün karşısındaki III. Mehmed Köşkü padişahın alayı izlemesi için hazırlanır, padişah yaz mevsimi münasebetiyle yazlık sarayında ise orada uygun bir yerde tören tertibatı alınırdı. Surre alayının tüm sorumluluğu darüssaade ağasındaydı.
12 Recep sabahı erkenden Tersane'den gönderilen bir çektiri Kireç (Sirkeci) İske-lesi'ne yanaşırdı. Diğer yandan defterdar, reisülküttab, nişancı efendiler, mevsime göre kürk, ferace, adi destar giyimli olarak saraya gelirlerdi. Darüssaade ağası odasında, Mekke şerifine gönderilecek mektup kaftan ağasına teslim edilir, kahve ve şerbet içilip buhur (tütsü) verilir, ayrıca gelenlere birer boyama ile yemeni dağıtılır; bunu türlü yemeklerin ve meyvelerin ikram edildiği bir ziyafet izlerdi. Yemekten sonra, Kubbealtı'nın karşısına kurulan çadıra geçilip padişahın gelmesi beklenirdi. Atlı olarak Bâbüssaade'den çıkan padişah, atından inip Kubbealtı'na geçer ve nişancı sedirine oturur, bu sırada harem kapısından harem ağalarının omzunda surreler çadıra getirilirdi. Burada sayım, defter kontrolü ve mühürleme işleri tamamlandıktan sonra, darüssaade ağası, surre emini, sakabaşı Kubbealtı'na geçip yer öperler; Kuran'dan sureler ile "MevlicTin na't-ı nebevî bölümü okunur; bir şeyh de dua ederdi. Surreler ile hediyelerin tamamı "mahmil-i şerif" adı altında dişi bir deveye yüklenmiş olarak Kubbealtı önünde dolaştırılır, bu sırada padişahın huzurunda kürk giyen darüssaade ağası dışarı çıkıp devenin gümüş zincirini eline alarak iki kez dolaştırırdı. Bu ritüelin özel bir önemi vardı. Şayet padişah zinciri surre eminine vermesini işaret etmezse darüssaade ağası görevinden azledilmiş sayılır ve surre alayı ile Mekke'ye sürgüne gönderilirdi.
Surre alayının en gözde öğesi deve idi. Bu maksatla seçilen gösterişli iki dişi deve süslenip donatılırdı. Bundan dolayı, İstanbul'da aşırı süslenen kadınlara eskiden "surre devesi" deniyordu. Deveye bağlanan mahmil-i şerif de işlemeli kumaşlarla örtülürdü.
Padişahın önündeki tören, saray müezzinlerinin tekbir ve tehlilleri ile tamamlanır; darüssaade ağası, haremeyn ağaları, surre emini, devenin önüne düşüp Orta Kapı'dan çıkarlar, atlarına binip alay kortejini oluştururlardı. En önde kılavuz çavuş, arkaya doğru sırasıyla divan çavuşları, ka-pıcıbaşılar, haremeyn hademeleri, müfettiş efendi, saray kethüdası, saray ağası, hazi-nedarbaşı, bâbüssaade ağası, darüssaade ağası olmak üzere Bâb-ı Hümayun'a gelinir, buradaki duadan sonra darüssaade ağası ile diğer saray ağaları dönerler, mahmil-i şerifi taşıyan deve ve yedeği ile katırlardan oluşan konvoy, mevsime göre kentte dolaştırılır, en son Alay Köşkü-Ho-capaşa-Bahçekapı yoluyla iskeleye gelinir,
burada surre sandıkları çektiriye konur, alay dağılırdı.
Çektiri Üsküdar İskelesi'ne yanaşınca bir tören de burada düzenlenirdi. Surre ile birlikte Hicaz'a gidecek kervan ve kafile İbrahim Ağa Çayırı'nda hazırlanır, surre emini yol gereksinimlerini tamamlar; hareket günü dualar edilir, "ayrılık" denen vedalaşmadan sonra Ayrılık Çeşme-si'nde son bir kez dua edilirdi. Surre eminine kalabalık bir muhafız birliği eşlik ettiğinden güzergâh boyunca hacı adayları da kafileye katılır; Şam'dan sonra "hacılar kafilesi" denen ve atlı, yaya binlerce kişiden oluşan konvoyun esenlikle ulaşması için önlemler daha da artırılırdı. Surrenin Mekke ve Medine'ye ulaştığına dair haberi İstanbul'a müjdecibaşı getirirdi.
19. yy'da surrenin önceleri vapurla, daha sonra trenle gönderilmeye başlaması üzerine tören yerleri ve yöntemleri de değişti. Örneğin, surre sandıkları Beşiktaş Sarayı iskelesinden, doğruca vapura konulduğu gibi bu sırada saray bahçesinde de kurbanlar kesilirdi.
Ercümend Ekrem Talu, 'çocukluk ve gençlik anılarındaki surre alaylarının İstanbullular için çok yönlü önemini anlatırken bunun asıl eğlenceli yanının, surre
Simonet'in
gravüründe
Beşiktaş'tan
Üsküdar'a
geçen surre
alayı (üstte) ve
II. Meşrutiyet
dönemindeki
bir surre
alayında
mahmil-i
şerifin
saraydan
çıkarılışı.
d'Ohsson,
Tableau/
Nazım Timuroğlu
fotoğraf arşivi (üst),
Nuri Akbayar
koleksiyonu
alayının tören giyimli insanlar ve süslü develerle kent sokaklarında gezmesi olduğunu, bu alayı arkadan izleyen ve "akkâman" denen Arap çalgıcı ve göstericilerin sergiledikleri hünerler olduğunu vurgular. Halkın "hekkâm" dediği çalgıcı ve oyuncuların, davul ve dümbeleklerin sesine uyup kılıç kalkan oynamalarım, ellerindeki denge sırıkları ile türlü gösteriler yapmalarını anlatır. Halid Ziya Uşaklıgil ise, V. Mehmed (Reşad) döneminde (1909-1918) Dol-mabahçe Sarayı bahçesinde yapılan surre alaylarını anlatırken süslenmiş deve önde, surre emini ile diğer görevliler arkasında, boynundaki çanlar çalarken, devenin bahçede ağır ağır ilerleyişini; padişahın ve vezirlerin sarayın üst katında töreni izlemelerini, kafesli pencerelerden de saray kadınlarının heyecanla bahçedeki bu töreni görmeye çalıştıklarını, Saray ve Ötesi'nde anlatır.
İstanbul halkının eski bir âdeti ise, padişahın sevap kazanmak dileğiyle Mekke ve Medine'ye kisve (Kabe örtüsü) nitak-i Kabe, kilit, avize, kandil, şamdan, halı, mushaf-ı şerif, levha, tespih vb göndermesi gibi, Evkaf Nezareti'nden temin ettikleri feraset çantalarına sadaka niyetiyle paralar koyup göndermeleriydi. Surre emini
ve diğer görevliler, dönüşlerinde aynı çantalarla Mekke ve Medinelilerin armağanları olarak zemzem, kına, ödağacı, hurma, akik yüzük, gümüş basur halkası vb getirirlerdi. Surre emini dönüşte Kartal'a iner, saraydan gelen izin üzerine Üsküdar'a gelir, buradan Babıâli'ye geçer ve Mekke şerifinin namesini sadrazam aracılığı ile padişaha sunardı.
I. Dünya Savaşı (1914-1918) boyunca İstanbul'dan yola çıkarılan surreler, Hicaz'a ulaştırılamayarak Şam'da kalmış, 1917 ve 1918'de İstanbul'dan surre çıkarılmamıştı. VI. Mehmed (Vahideddin) (hd 1918-1922) surre geleneğini canlandırmak istediğinden 1919'da son kez surre alayı düzenlenmiş; fakat Osmanlı Devleti Hicaz ve Suriye topraklarını yitirdiğinden, izleyen yıllarda padişah bölgedeki yoksullara "sadaka" gönderebilmiştir.
Bibi. M. Atalar, Osmanlı Devletinde Surre-i Hümayun ve Surre Alayları, Ankara, 1991; Esad Efendi, Teşrifat-ıKadime, İst., 1287, s. 18 vd; Pakahn, Tarih Deyimleri, III, 280-286; Uzunçarşılı, Saray, 181 vd; Abdurrahman Ve-fik, Tekalif Kavaidi, I, İst., 1328, s. 183; İ. Ateş, "Osmanlılar Zamanında Mekke ve Medine'ye Gönderilen Para ve Hediyeler", VD, S. XIII (1981), s. 113-165; K. Çığ, "Osmanlı Padişahlarının Medine'ye Gönderdikleri Hediyeler ve Surre-i Hümayun", Tarih Dünyası, S. 18 (1951), s. 785 vd.
NECDET SAKAOĞLU
SURURİ AİLESİ
II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde tiyatro sanatçıları yetiştirmiş aile.
Ailede tiyatroyla ilgilenen ilk kişi olan Yusuf Sururi (1894, İstanbul-1970, İstanbul), Kadıpaşazade Nazif Sururi Bey'in oğludur. Liseyi bitirdikten sonra eğitim için Avrupa'ya gittiyse de I. Dünya Savaşı'nm çıkmasıyla geri döndü. Yedek subay olarak savaşa katıldı. Çok sayıda operet topluluğunda oynadı. Süreyya, Halk ve Muammer Karaca operetleri ile Raşit Rıza Ti-yatrosu'nda, oynandığı dönemlerde çok sevilen "Gül Hanım", "Kalamış Pansiyonu", "Emîr", "Kadınlardan Bıktım", "Gönül Belası", "İçice", "Yutmazoğlu", "Yanık Efe ve "Büyük İkramiye" (Celal Esad'la birlikte) gibi operetler ile "Heykeller Konuşuyor", "Heykeller Canlanıyor", "Benimsin" ve "Canım" (Muammer Karaca'yla birlikte) gibi revüler yazdı. Kimi oyunları da ya Türk-çeye uyarladı ya da çevirdi.
Yusuf Sururi'nin kardeşi Celal Sururi (1903, İstanbul-1971, İstanbul) ilk kez gezginci bir operet topluluğunda Akhisar'da "Mon Bey" adlı operette sahneye çıktı (1925). Muhlis Sabahattin, Halk, Cemal Sa-hir ve Muammer Karaca gibi operet topluluklarında 38 yıl çalıştı. Ortaklarından olduğu İstanbul Tıyatrosu'nu yönetti. Diğer kardeşleri Lütfullah Sururi (1904, İstanbul-1967, İstanbul) Deniz Ticaret Okulu'nda okurken Donanma Cemiyeti yararına sergilenen "Çaresaz" operetinde sahneye çıktı. Çok sayıda operette görev aldı. Halk Opereti'nin hemen bütün oyunlarında başrolde oynadı. Eşi Suzan, kardeşi Ali Sururi ve kızı Gülriz Sururi'nin tiyatro oyuncusu olarak yetişmelerinde rol oynadı. Ce-
SUTERAZİLERİ_82__83__SÜLEYMAN_I'>SUTERAZİLERİ
82
83
SÜLEYMAN I
nen bir küçük havuz vardır. Gelen ve giden su borusu bu sandığa bitişir. Ancak bu sandıktan çeşitli yerlere verilen suların debisi ölçülüyor ise, giden borular sandığın dışına konan lülelerin altındaki bölmelerden çıkar. Osmanlı tesislerinde kullanılan pişmiş kilden yapılan künkler en çok 10 m su sütunu veya 2 atmosfer basınca dayanır. Engebeli arazide basıncı kontrol etmek için yapılan suterazileri ile civardaki borularda l atmosferden daha fazla basıncın olmaması sağlanır. Suterazi-sine gelen ve giden borular basınç altında olduğu için, künklerin birbirine geçtikleri yerlerdeki sızdırmazlığın tam sağlanması gerekir.
Osmanlılarda borular bir mimar arşınının (75,77 cm) 24'te biri olan parmak (3,157 cm) ile belirlenir; "yedi parmak", "altı parmak", "paşa künkü", "eski birlik", "Arnavut künkü" gibi adlar alırlar. Osmanlı su tekniğinde çok ilginç bir husus künklerin sızdırmazlığmı sağlayan macundur. Bu macun, ağırlık birimine göre, 6 birim ketenyağı, 8 birim saf kalker tozu, l birim pamuk karıştırılarak yoğrulur. Yapılan macun, künklerin birbirine geçtikleri yerlere tıkanır. Bu macun, 1,5-2 ay her türlü oynamaları karşılayacak kadar defor-masyon yapabilir, sonra taş gibi sertleşir. Künkler döşendikleri zaman üstlerinde toprak yükü yoktur. Üstü kapatılırken toprak ağırlığı ile az veya çok deformasyon olur. Plastik olan bu macun, künklere yapışarak deformasyon sonucunda çatlamaz ve ayrılmaz, lokum kıvamında kalır. 1,5-2 ay sonra oturmalar sona erer ve macun taş gibi sertleşir.
Suterazilerinin üç önemli fonksiyonu vardır: Birincisi, kulenin üzerindeki san-
Üsküdar Nuhkuyusu'ndaki (solda) ve Şehzadebaşı Camii'nin avlusundaki suterazileri. Fotoğraflar Kâzım Çeçen
Sururi ailesi (soldan sağa): Engin Cezzar (damat), Celal Sururi (2. kardeş), Gülriz Sumri (kız ve yeğen), Yusuf Sururi (en büyük ağabey), Şükran Sumri (gelin), Lütfullah Sururi (3. kardeş), Alev Sumri (2. gelin), Ali Sururi (en küçük kardeş), Hakan Sumri (oğul). Cengiz Kahraman arşivi
sın, ist., 1989, s. 583; Ö. Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi, I, İst., 1985, s. 362, 376-378; M. N. Özön-B. Dürder, Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, ist., 1967.
RAŞİT ÇAVAŞ
SUTERAZİLERİ
Esas görevi basıncı ayarlamak olan suterazileri Roma tesislerinde de görülür. Osmanlı suterazileri ise Roma suterazilerinin çok daha gelişmiş şeklidir.
Suterazileri basınçlı isale hatlarında ve basınçlı dağıtım şebekeleri üzerinde yapılır. Çoğunluk kare kesitli, yukarıya doğru incelen kule şeklinde inşa edilir. Kulenin en üstünde üstü çatı ile kapalı, sandık de-
mal Sahir'den sonra, müzikli oyunların en iyi tenoru olarak tanındı. Eşi Suzan Lütfullah (1909, Istanbul-1932, İstanbul) sahneye çıkan ilk Türk kadın operet sanatçı-larındandı. Lütfullah Sünni'yle birlikte, ilk kez 1925'te sahneye çıktı. Yalnızca 7 yıl süren operet oyunculuğu sırasında, başta "Ayşem" olmak üzere çok sayıda operette başrol oynadı.
Yusuf, Celal ve Lütfullah Sururi'nin en küçük kardeşleri Ali Sururi (1913, İstanbul-1987, istanbul) ilk kez 1935'te Şehir Tiyat-rosu'nda Beyaz Gömleklikler adlı oyunda sahneye çıktı. Halk, Muammer Karaca ve İstanbul operetlerinde oynanan çok sayıda operet ve oyunda görev aldı. İstanbul Ti-yatrosu'nun kurucuları arasındaydı. Birçok filmde karakter rollerinde de oynadı.
Lütfullah ve Suzan Sururi'nin kızı Gülriz Sururi (1929, İstanbul) ilk kez 1942'de Şehir Tiyatrosu çocuk oyunlarında sahneye çıktı. Bir süre Belediye Konservatuvarı tiyatro ve şan bölümlerine devam ettikten sonra Muammer Karaca Tiyatrosu'nda çalıştı (1955). Bir süre de Dormen Tiyatro-su'nda(->) sahneye çıktıktan sonra 1962'de eşi Engin Cezzar'la birlikte Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu'nu(->) kurdu. Burada sergilenen oyunlar arasında özellikle Sokak Kızı Irma ve Keşanlı Ali Destanı gibi oyunlardaki tiplemeleriyle büyük övgü topladı. Sokak Kızı İrma'da yıllar sonra da (1992) yeniden aynı başarıyla oynadı, 1989'da Keşanlı Ali Destanı 'nın ve gene ünlü oyunlarından Kaldırım Serçesi hin TV'ye aktarılmasında aynı rolleri başarıyla gerçekleştirdi. 196i, 1965 ve 1970'te İlhan İskender Armağanı'm, 1983 Avni Dil-ligil Ödülü'nü kazandı. Anılarını Kıldan İnce Kılıçtan Keskince (İsi., 1978) adıyla yayımladı.
Ali Sururi'nin eşi Alev Sururi (1933, İstanbul) "Attila" adlı operet-revüde ilk kez sahneye çıktı (1945). Muammer Karaca ve İstanbul tiyatrolarında çok sayıda oyun ve operette görev aldı. Bibi. M. Ertuğml, Benden Sonra Tufan Olma-
dığın içerisindeki su seviyesi künklerdeki su basıncını sınırlar ve aradaki yükseklik farkı en çok 10 m olur. İkincisi, sandığın kenarlarına yerleştirilen lülelerle debi ölçülerek dağıtım yapılır. Bu takdirde lülelerden çıkan sular sandığın dışında ayrı bölümlerden istenilen bölge veya çeşmelere gider. İsale hatlarında yapılan sutera-zilerinde debi ölçülmüyor ise geliş ve gidiş boruları sandığın tabanına bitişir. Debi birimi lüledir, l lüle 26 mm iç çapındaki kısa borudan, boru ekseninden 96 mm yukarıdaki su seviyesinde akan debidir ve 36 lt/saat=52 mVgün olarak belirlenmiştir. Lüleden küçük birimler l lüle=4 kamış=8 masura=32 çuvaldız=64 hilaldir. Üçüncüsü, suterazisinin künkler içinde yığılan havanın akışa engel olmasını önlemesidir. Hava teraziye giriş borusundan dışarı çıkar. Bu yüzden 60-200 m'de bir suterazi-si yapılarak hem basınç ayarlanır, hem de borularda havanın birikmesi önlenir.
İstanbul'daki suterazilerinin çoğu yıkılmış veya ortadan kalkmıştır. Bunlardan en sağlam durumda olanlar Şehzade Camii'nin avlusundaki Nuruosmaniye Suyo-luna ait terazi ile Üsküdar'da Nuhkuyusu'ndaki iki terazidir. Yarı kırık olanlardan bazıları ise Divan Oteli yanında, Ka-sımpaşa-Okmeydanı yolunun kenarında, Ayasofya'nın karşısındaki suterazileridir. Eski suyolu haritalarında isale hattı ve şebeke üzerinde çok sayıda suterazisi yapılmış olduğu görülmektedir. "Suterazisi" sözcüğü yabancı dillerdeki yazılarda da aynen kullanılmaktadır.
Bibi. Nirven, istanbul Sulan, 1946; Çeçen, Üsküdar; Çeçen, Halkalı; Çeçen, Taksim ve Ha-midiye; Çeçen, Su Tesisleri.
KÂZIM ÇEÇEN
Dostları ilə paylaş: |