I d I n I a V a 3IV1ho nin


SÜLEYMAN I 88 89 SÜLEYMAN H



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə22/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   140

SÜLEYMAN I

88

89



SÜLEYMAN H

yorlardı. Kanuni'nin ise Türk ve Yahudi hekimlerden bir ekibi vardı.

I. Süleyman dönemi İstanbul'unu çok yönlü anlatan yazılar, anılar, yerli ve yabancı ressamların betimlemeleri vardır. 1537 İstanbul'unu Matrakçı Nasuh'un yaptığı panorama minyatürler yansıtır. Bundan 20 yıl sonra Melchior Lorichs'in (1559) çizdiği İstanbul panoraması ise daha gerçekçidir. Kanuni döneminde İstanbul'a gelen Almanya elçileri, örneğin Joachim Ober-danski, Lamberg ve Jurisch (1530), Cor-nelius Scepper(1533), Gerard Weltwyck, Busbecq (1554), Albertus Wiss (1562) ile Fransa'yı temsil eden pek çok elçi bu arada Rüstem Paşa ile iyi ilişkiler kurmakta başarılı olamayan Jean de la Vigne (1557), raporları ve anıları ile İstanbul'un hemen her yönünü ayrıntıları ile tanıtmışlardır.

1544'te gelen Fransa elçisine eşlik eden Jerome Maurand, o sırada Bursa'da olan Kanuni'yi görememekle birlikte Vezir Mehmed Paşa'nın sarayında nasıl kabul edildiklerini, kapıda kendilerini karşılayıp selamlık salonuna çıkaran, sırma işlemeli brokard giyimli içağalarmı, 50 adını uzunluğunda, 25 adım genişliğindeki salonun ihtişamını, tavanın parlak kırmızı zemin üzerine işlemelerini, yerdeki sırlı tuğlaları, kapıların beyaz-siyah ebruli bezeklerini, duvarların çinilerini ve bunlar üzerindeki kuş, tavus, hayvan resimlerini, ahşap sütunların taşıdığı korniş ve kirişleri, sedirlerdeki güzel halıları vb anlatmışlardır.

Süleymanname' de yer alan bir minyatürde I. Süleyman. TETJVArşivi

Elçi d'Aramon'la gelen Nicolas de Nico-lay'ın, 1551-1552'deki saptamalarına göre o dönemde kadınların sokağa çıkmaları pek enderdi. Bu nedenle de İstanbul kadınları için "güneş görmezler" deniyordu. Dışarı çıktılarında ise başlarına küçük bir sivri hotoz, bunun üstüne uzun bir başörtüsü sarkıtıyorlardı. Yüzlerini kalın peçeyle örtmekte, topuğa kadar inen entari ile bunun üstüne de dizkapaklarına kadar ferace giymekteydiler. Erkeklerin giyimleri çok değişikti. Türkler mintan ve entarilerinin üstüne dolama denen uzun üstlük giymekteydiler. Bellerinde püsküllü kuşakları vardı. Başlarına uzunca bir külah giyip sarık sararlardı. Şeriflerin, kazaskerlerin binişleri, feraceleri ve sarıkları farklıydı.

Türklerin sıkça gittikleri hamamlarda 1-2 akçeye yıkanılıyordu. Oysa, yabancılardan ücret olarak 5-6 akçe alınmaktaydı. Zengin evlerinde özel hamamlar vardı. Soylu ve zengin hanımlar, hamama cariye-leriyle gitmekte ve yemek de götürmekteydiler. Hamamda kına yakılması vazge-zilmez bir âdetti. Gelin alayları çok şenlikli olmakta, en önde zurna, boru ve nek-kâre çalıcılar yürürken gelin de süslü bir atın üstünde ve özel bir çadırın içinde ilerler, nahil denen sağdıç mumlan, çeyiz taşıyan hayvanlar, herkesin ilgisini çekerdi.

Elçilik mensuplarından ve diğer gezginlerden çok farklı olarak Kanuni dönemi İstanbul'unun ekonomik ve kültürel yönleri için daha gerçekçi ve ayrıntılı bilgileri

veren Alman gezgin Hans Dernsch-wam(-0 olmuştur. O, 1553-1554 yıllarında ve Kanuni'nin Nahcivan seferi nedeniyle başkentten uzak olduğu bir sırada, atlarına bağladıkları tavukları getirip Tavukpa-zarı'nda satan, müşterinin isteği üzerine kesip yolan tavukçulardan, Yahudilerin özel kasaplarına, gökyüzünden eksik olmayan akbaba ve çaylak sürülerine sevap olur inancıyla cami avlulularından halkın ciğer, işkembe atışlarına; maslak, haranu-ki, esrar, afyon, tatule bağımlılarına değin yüzlerce ayrıntıya eserinde yer vermiştir. Dernschwam'm gözlemlerine göre Rumeli'den İstanbul'a ulaşan yolların çevresi kıraç ve bakımsız, konaklanan kervansaraylar da çok ilkeldi. Birlikte geldiği elçilik heyeti ile 26 Ağustos 1553'te Vezira-zam Rüstem Paşa'ya hediye sunup çıktıklarında, küme küme askerler peşlerine takılıp sırnaşarak hediye ve bahşiş istemişlerdi. İstanbul'daki paşaları "hırsız" olarak tanımlayan gezgin, Tavukpazarı'nda-ki Elçi Hanı'na yerleştikten sonra kenti gezmeye başladığını, evlerin kalitesiz malzemeden çok çirkin ve tek katlı olarak yapılmış olduğunu, meyhaneleri Rumlarla Yahudilerin işlettiğini, yasaklandığı için Türklerin gizli içtiklerini, yakalananlara ise dayak atıldığını, İstanbul'da balın okkasının 4,5, şekerin 17 akçe olduğunu, Galata fırınlarında pişirilen beyaz sandviçlerin l akçeye satıldığını, Tataristan'dan gelen yağlar sıcaklarda erimeye başlayınca tulumların denize atıldığını; Türklerin en çok soğanla kavrulan koyun eti yediklerini, pirinç çorbası, pilav, etli pilav, tavuk kızartması, patlıcan ve kabak dolması, havuç dolması, yaprak sarması, sütlaç, muhallebi, omlet gibi yemekler yaptıklarını; yoğurdu, helvayı ve balı sevmelerine karşılık balık yemediklerini; sebze ve meyvelerin bir kısmının Kanuni'nin İstanbul içinde ve çevresindeki bahçelerinde acemioğlanları tarafından yetiştirilip satıldığım, kentin her köşesinde küçük manav dükkânları bulunduğunu anlatır.

Gezgine göre her dilin konuşulduğu ve bu bakımdan Babil'i andıran İstanbul'da, kimse kimseye güven duymamaktaydı. Örneğin bir yerden başka bir yere gidilirken herkes kıymetli neyi varsa yanına alıyor, evinde bırakamadığı gibi, birisine emanet de edemiyordu. Kent sokaklarında gezen meczuplara halk, birer ermiş gözüyle bakmaktaydı. Bunlar, kaba saba, köylü giyimli, koro halinde ilahiler okuyan dervişlerdi. En hafif suçlar için bile bazen ağır cezalar uygulanmakta, böylece halka ibret dersi verilmekteydi.

Padişah İstanbul'da olmadığı için cuma selamlıklarının düzenlenmediğini bildiren gezgin, şeyhülislamın, iki yanına saygın birer mollayı alarak perşembe günleri 300-400 kadar hoca ve müderrisle camileri dolaştığını ve buna "namaz alayı" dendiğini de haber vermektedir.

30 Temmuz 1554'te başlayan ramazanla ilgili olarak da Dernschwam, minarelere kandiller asıldığını, bunlara yağmurun veya rüzgârın zarar vermemesi için üstlerinin kapatıldığını, kandillerin bütün gece yan-

dığını, hocaların ve imamların paşa konaklarına gidip iftar ettiklerini, gösterişi sevenlerin ise bu ay boyunca kendilerini çok dindar ve iyiliksever tanıtmaya özen gösterdiklerini, fakat çoğunun, gizlice oruç yediğinin halk arasında konuşulduğunu; ramazan ayında en çok pirinç ve peynir tüketildiğini, esasen fazla bir geliri olmayan halkın, şarap ve yeme içmeye fazla önem vermediği için geçinebildiğim şayet, lokanta ve meyhane alışkanlıkları olsa,, sırtlarına giyecek elbise bile bulamayacaklarını anlatmaktadır.

Vergi kayıtlarına dayanarak İstanbul'da 15.035 Yahudi, Rum, Karaman Rumu ve Ermeni yükümlünün bulunduğunu, Karay-larm(->) diğerlerinden farklı olduklarını, "Kohen" diye anılan ve Harun soyundan geldiklerini söyleyen Yahudilerin ise kendilerini üstün gördüklerini, kentteki 42 Yahudi okuluna başka milletlerden de çocukların devam ettiğini anlatan gezgin, 14 Haziran 1554'te, Müslüman olan bir Yahu-dinin, başına sarık sarılıp sakalına kına yakıldıktan sonra kentte dolaştırıldığını, dinden dönmemesi için herkese tanıtıldığını; İstanbul'daki Ortodoks patriğinin ise alelade bir papazdan çok farklı görünümde, tüm Ortodoksları kendi inançlarında tutma çabası içinde olduğunu da anlatır.

Dersnshwam, tanık olduğu 11 Ağostos 1554'teki şiddetli fırtınada denizin kabardığım, derelerin taştığım ve köylerin sular altında kaldığını, ağaçlar, bostan bitkileri ve hayvanlar sel sularıyla sürüklenirken gemilerin battığını ve pek çok insanın boğulduğunu bildirir. 8 Aralık 1554'te çıkan yangının, geceleyin yağ eriten bir yağcı dükkânından çıktığını, Ayasofya'dan Tahta-kale'ye değin semtlerin büyük zarar gördüğünü, Baba Cafer Zindanı'mnG-0 da yanan binalar arasında olduğunu, yangında, İstanbul'un iaşesinde yağ, fasulye, bezelye, pirinç vb stoklarının da zarar gördüğünü, Rüstem Paşa ile kardeşi Sinan Paşa'nın, kendi adamları ile yangın yerlerine gidip söndürme çalışmalarına katıldıklarını, fakat sokakların darlığı yüzünden zamanında yardıma gidilemediğini, yangın sonrasında İstanbul Kaymakamı İbrahim Paşa'nın akşam hava karardıktan sonra ateş ve ışık yakılmasını yasakladığını; büyük bir yangı-

I. Süleyman'ın tuğrası.



S. Umur, Osmanlı Padişah Tuğraları, ist., 1980

nm da 18 Ocak 1555'te Galata'da çıktığını, fakat yangından ziyade talan ve çapulculuk yüzünden halkın zarara uğradığını; dedikodulara göre yangınların yeniçeriler ile acemioğlanları tarafından yağma yapmak amacıyla çıkarıldığını; bunların, yangın yerlerinde işlerine yarar şeyleri topladıktan sonra oradan uzaklaştıklarını, duyduğuna göre padişahın, daha önceki bir yangının kundakçısı olarak yakalananları boş bir tekneye bindirip denizde yaktırdığını da anlatmaktadır.

27 Ekim 1553'te İstanbul'a ulaşan müjde ile padişahın yeni bir zafer kazandığının öğrenilmesi üzerine herkesin dilediği gibi eğlenmesine, yiyip içmesine izin verildiğini, üç gün boyunca şenlikler yapıldığını, padişahın hasahırındaki aslan, kaplan, leopar gibi vahşi hayvanların sokaklarda gezdirildiğini, dükkânların renkli kumaşlar ve bayraklarla donatıldığını, geceleri yakılan kandillerle ortalığın gündüze döndüğünü, zaferin anısına Venedik elçisinin de Galata-İstanbul arasında kayık yarışı düzenlediğini, elçilik önünde ise Venedikli tüccarların bir Isa ikonuna doğru koşu yaptıklarını; buna karşılık, padişahın İstanbul'da bulunmadığı zamanlarda bayram yerlerinde eğlenceler yapılmadığını, örne-

I. Süleyman Türbesi'nin içinden bir görünüm. Ara Güler

ğin o yılki bayramlarda hokkabazların ve oyuncuların hiçbir gösteride bulunmadıklarını anlatan gezgin, Eylül 1555'te de bir ekmek sıkıntısı yaşandığım açıklar.



Bibi. İbrahim Peçevî, Peçem Tarihi, (haz. M. Uraz), tst., 1968,1; Selânikî Mustafa Efendi, Tarih-i Selânikî, (haz. M. İpşirli), ist., 1989,1, s. 3 vd; Tarih-i Solakzade, s. 431 vd; Nasühü's-Silahî (Matrakçı), Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Ira-keyn, (haz. H. G. Yurdaydın), Ankara, 1976; Evliya, Seyahatname, I, 480 vd; A. G. Bus-becq, Türkiye Mektupları, ist., 1939; H. Dernschwam, İstanbul ve Anadolu 'ya Seyahat Günlüğü, Ankara, 1987; F. Dirimtekin, "Peter Coeck van Aalast ve Kanunî Devrine Ait Gravürler", Tarih Konuşuyor, S. 30 (Temmuz 1966), s. 2459 vd; ay, Ecnebi Seyyahlara Nazaran XVI. Yüzyılda İstanbul, ist., 1964; T. Reyhanlı, İngiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul'da Hayat, Ankara, 1983; Uzun-çarşılı, Saray; (Altınay), Onaltmcı Asırda; İ. Konyalı, "Kanuni Sultan Süleyman ve Mimar Sinan'a Yaptırdığı Eserler", Tarih Konuşuyor, S. 32 (Eylül 1966), s. 2608 vd; M. And, 16. Yüzyılda İstanbul, Kent, Saray, Günlük Yaşam, İst., 1993; S. Saatçi-M. Sözen, Mimar Sinan ve Tezkiretü'lBünyan, İst., 1989; M. T. Gökbilgin, "Süleyman I", İA, XI, 99-155; Daniş-mend, Kronoloji, II, 59-370; Uluçay, Padişahların Kadınları, 34-39; M. Ç. Uluçay, Harem, II, Ankara, 1985, s. 20 vd.

NECDET SAKAOĞLU



SÜLEYMAN I TÜRBESİ

bak. SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ



SÜLEYMAN H

(15 Nisan 1642, istanbul - 22 Haziran 1691, Edirne) 20. Osmanlı padişahı (8 Kasım 1687-22 Haziran 1691).

Sultan İbrahim(->) ile Saliha Dilâşub Sultan'ın (ö. 1090) oğludur. İbrahim'in ikinci oğlu olan II. Süleyman, IV. Meh-med'den(-») 3,5 ay küçüktü. Babasının tahttan indirildiği l648'de henüz 6 yaşında iken Topkapı Sarayı'nda göz hapsine alındı. 21 Ekim 1649'da ağabeyi IV. Mehmed ve kardeşi Ahmed'le (II) sünnet edildiler. Süleyman'ın annesi "meczub-meşreb ve safdil" olduğundan saray entrikalarının dışında kaldı. Fakat büyük valide Kösem Sul-tan(->), IV. Mehmed'in annesi Turhan Hatice Valide Sultan'ı(-») devlet yönetiminden dışlamak için Süleyman'ı tahta geçirmek üzere bir komplo düzenledi. Bu eylem başarısızlıkla sonuçlandı ve Kösem Sultan öldürüldü. Şehzade Süleyman, Ahmed ve Selim ise çocuk olmalarına karşın, saray ha-remindeki Şimşirlik Kasrı'nda çok sıkı gözetim altına alındılar. Şehzadelerin anneleri de Eski Saray'a(-0 gönderildi. III. Meh-med'den(->) sonra sancağa gönderilmeyen şehzadelere hiç değilse onursal anlamda birer sancakbeyliği payesi verilmekte ve onlar adına sancakları birer mütesellimle yönetilmekte iken, ilk kez Süleyman, Ahmed ve Selim bu haktan da yoksun bırakıldılar. Şehzade Selim l669'da öldü. Süleyman'ın ve Ahmed'in, koşulları bilinmeyen mahpuslukları ise l687'ye değin aralıksız 39 yıl sürdü. Arada, 17 Temmuz l656'da, 5 yıl önceki başarısız komplonun suçluları sayılan Şeyhülislam Hoca-zade Mesud Efendi, eski sadaret kaymakamı ile başka bazı kişiler, Süleyman'ı tahta

SÜLEYMAN n

90

91

SÜLEYMAN H

geçirmek girişimiyle bir kez daha suçlanarak sürgüne gönderildiler, kimileri de idam edildi. Doğal olarak bu olaylar, Süleyman'ın kapalı yaşamını daha da güçleştirdi ve kendi eylemiyle "kırk yıl karanlık bir yerde" kapalı kaldı.

IV. Mehmed, Köprülülerin(-») uzun iktidarı boyunca zamanının çoğunu İstanbul'dan uzakta ve Edirne'de geçirdiğinden, her seferinde Süleyman ve Ahmed de kapalı arabalarla Edirne'ye götürülüp getirildiler. 1683'teki Viyana bozgunundan sonra istanbul'a getirilen Süleyman ve Ahmed, son kez Şimşirlik Kasn'na kapatıldılar.

l687'de Macaristan'daki yenilgiden sonra ayaklanarak Edirne'ye dönen ordu, IV. Mehmed'i istifaya zorlarken Süleyman da padişah adayı seçildi. IV. Mehmed, oğlu Mustafa'nın (II) tahta oturtulması için çalıştıysa da başarılı olamadı. Vezirazam Siyavuş Paşa, ocak ağalarının imzasını taşıyan bir mahzarı, Silivri'den istanbul Kaymakamı Köprülü Fazıl Mustafa Paşa'ya gönderdi. O da İstanbul'daki ulemayı ve devlet erkânını 8 Kasım 1687 sabahı Aya-sofya'da toplayıp ordunun kararım bildirdi. Saraya gönderilen çavuşbaşı ve kapı-ağası, Enderun halkını etkisiz hale getirdiler ve Bâbüssaade önünde ayak divani-») olacak gerekçesiyle cülus tahtını buraya çıkartıp hazırlıkları yaptılar. Darüs-saade ağası da kendisini tahta davet etmek üzere Süleyman'ın bulunduğu Şimşirlik Kasrı'na gitti. Fakat Süleyman, öldürüleceğini sanarak çıkmak istemedi. Silahdar Fın-dıklılı Mehmed Ağa'nın da tanık olduğu bu davet sırasında Süleyman "İzalemiz emr olundu ise söyle iki rik'at namaz kılayım andan emri yerine getür, sahavetimden beri kırk yıldır hapis çekerim, her gün ölmektense bir gün evvel ölmek yeğdur, bir can içün ne bu çekdiğimiz korku?" dedi ve ağlamaya başladı. Ayağına kapanan darüssaade ağası ise "Estağfurullah, hâşâ ki size bir kast oluna, taht kurulmuş, cümle kulların size bakar" dedi. Şehzade Ahmed de ağabeyine cesaret vermeye çalışarak "Buyurun korkmayın, ağa yalan söylemez" dedi. Fakat, uzun zamandan beri "zelil ve sefil, üzerinde bir şey yok, ancak arkasında kırmızı atlas entari ve ayağında tomak bulunmakla ağa kendi kürklerinden meneviş çuhayla kaplı bir samur erkân kürkü getirtip giydirdi ve koltuğuna girip ta'zim ve tekrîm ile hasodaya munsab Sofa Köşkü'ne çıkarıb havuz başında tahta oturtdu ve silahdar ağa ile ha-sodalı istikbal edib ve andan alıb Arzoda-sı'na giderken karanlık Arslanhane'ye uğ-rayıb beni bunda mı öldürürsünüz buyurdu". Böylece bin korku ile Arzodası'na getirilen Süleyman'ın başına, hazineden getirilen ve Hz Yusuf'a ait olduğu sanılan "amame-i şerif" kondu ve üç sorguç iliştirildi. Buradan çıkartılıp Bâbüssaade önünde tahta oturtuldu. Cülus(->) töreni sürerken atılan toplarla da istanbul halkına II. Süleyman'ın padişahlığı ilan edildi. IV. Mehmed ise, Şimşirlik Kasn'na kapatıldı. 9 Kasım günü valide alayı düzenlendi ve II. Süleyman'ın annesi Dilâşub Sultan Top-kapı Sarayı'na getirildi.

Bu gelişmeler olurken sadrazam Siyavuş Paşa da "cümle ocakları halkı ve sair ecnas-ı asakir ile Davutpaşa sahrasına" geldi. Fakat ordunun tamamı ayaklanma halinde olduğu gibi, Çırpıcı Çayırı'na konan "levendat taifesi ve güruh-ı sipah" da İstanbul'a girip ayaklanma başlatmaya hazırlanmaktaydılar. Yeniçeriler ve sipahiler gönderilen birikmiş ulufeleri az bularak Siyavuş Paşa'mn çadırına hücum ettiler. Siyavuş Paşa, öldürülme tehlikesini güçlükle atlatıp sözde bir "alay-ı azim" ile İstanbul'a girdi. Yeni padişahın ayağını öptü ve san-cak-ı şerifi(->) teslim etti. İzleyen günlerde yeniçeriler ve sipahiler ayrı ayrı İstanbul'a girerek Etmeydanı'nda ve Atmeyda-nı'nda toplanmaya başladılar. Yeniçerileri Fetvacı Çavuş, sipahileri ise Küçük Mehmed yönlendirmekteydi. Nihayet 15 Kasım günü, her iki meydanda "bayrak açıb tuğyan eldiler. Yeniçeri ve sipah herhalde birbirlerine penah olmak üzere ahd ü pey-mân eylediler." İlk gün sipahiler kendi önderleri Küçük Mehmed'i, tutumunu beğenmeyerek parçaladılar. Ardından, İstanbul'daki servet sahibi kişileri saptayıp konaklarını yağmalamaya, kendilerini Fazlı Paşa Sarayı'na götürüp para sızdırmaya koyuldular. İstanbul'da can ve mal güvenliği kalmadı. Herkes, tek çareyi, yeniçerilerden veya sipahilerden bir zorbabaşına sığınmakta buldu. 22 Kasım'a kadar olaylar sürdü. O gün, cülus bahşişi isteğiyle At-meydanı'ndan saraya haber gönderdiler. Emeklileriyle birlikte sayıları 38.130 yeniçeri ile sınır kalelerinde görevli 32.263 ka-pıkuluna, 3.905 kese cülus inamı çıkarıldı. Cebecilere, topçulara, top arabacılara, silahdarlara da sayılarıyla orantılı olarak bahşiş gerekiyordu. Toplam 4.557 kesenin 1.256 kesesi Enderun hazinesinden, kalanı ise Mısır gelirlerinden ayrıldı. Sarayın değerli gümüş evanisi, iç hazinedeki kabzaları gümüş, altın kılıçlar, gaddareler alelacele çıkarılıp eritilmek üzere Darphane'ye gönderildi. Bunlar yetmediği gibi hasahır-daki değerli rahtlar da elden çıkartıldı. Bunlar da yetmeyince İstanbul zenginlerinden "imdadiye" adı altında para alınması, bunun tahsili işinin ise ayaklanan askerin zorbabaşıları tarafından yapılması kararlaştırıldı. Halk, bu kararın neden olacağı bela ve zulümlerden korkup İstanbul'u terk etme yollan aramaya başladı.

Olaylar sürerken II. Süleyman l Aralık 1687 günü Eyüb Sultan Camii'ne gidip Şeyhülislam Debbağzade Mehmed Efendi ile Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa'nın elinden kılıç kuşandı. Ertesi gün de Ayasofya Camii'nde ilk cuma selamlığına(->) çıktı. Yeni padişahın "tab'-ı hümayunlarını mekr-i erbab-ı hevâdana muhafaza etmek" (saflığından ötürü kandırılmaması için) Süley-maniye Camii vaizi Arabzade Abdülveh-hab Efendi "muallim-i sultani" atandı ve her gün huzur-ı hümayuna çıkmakla görevlendirildi. II. Süleyman'ın cülusundan önceki olaylarda firar etmiş bulunan eski sadaret kaymakamı Receb Paşa, Çatalca'da saklandığı evde yakalanıp İstanbul'a getirildi ve Bâb-ı Hümayun önünde idam edildi.

Kentte güvenliğin sağlanamaması, ayak-

lanan kapıkullarınm her gün yeni bir eyleme girişmeleri, çarşı pazan yağmalamaları herkesi bezdirdi. Asilerin her önerisine boyun eğen Siyavuş Paşa da zorlamalara dayanamaz oldu. Aralık ayının ilk günlerinde 3.000 kadar cebeci de ulufeleri ve bahşişleri verilmediği için Atmeyda-nı'nda toplandılar. Aynı günlerde defter çalığı 2.000 kadar yeniçeri İstanbul'a gelip ayaklanmacılara katıldı. Siyavuş Paşa bunlardan bir hafta mühlet isteyerek birkaç gün için ortalığı yatıştırmayı başardı. Fakat çok geçmeden yeniçeriler, sipahiler, diğer sınıflardan askerler, işsizler ve serseriler yine Atmeydanı'nı doldurdular. Yeniçeri ağası görevden alınıp yerine Harput-lu Ali Ağa atandı. Çarşılar kapandı. Ayaklanmacılar açık buldukları veya kepenk-lerini söktükleri dükkânları yağmaya koyuldular. El altından asileri yönlendiren Defterdar Ahmed Efendi tutuklandı. İmdadiye salınarak toplanan para askerin talebini karşılamadığından ellerine "pençeli divan defteri" verilip kendilerinin tahsil etmeleri istendi. Bu bir bakıma, kentteki zenginlerin, ayaklanmacılar tarafından soyulmalarına göz yumulması demekti. Rikâb kaymakamı Köprülü Fazıl Mustafa Paşa, Sadrazam Siyavuş Paşa'ya asilerin tepelenmesi için önerilerde bulundu. Yeniçeri Ağası Harputlu Ali Ağa, 11 Şubat 1688 günü harekete geçerek zorbabaşı Fetvacı Hüseyin Çavuş'u, bir baskınla öldürmeyi denedi. Fakat bunu önceden haber alan Fetvacı, yeniçerileri yemden ayaklandırdı. Asilerin dayatması üzerine Köprülü Fazıl Mustafa Paşa Seddülbahir muhafızlığına gönderildi, Şeyhülislam Debbağzade Mehmed Efendi azledilip yerine Feyzullah Efendi getirildi, kul kethüdası değiştirildi. Asilerle anlaşmayı başaran yeniçeri ağası görevinde kaldı ve asilere bir daha eyleme girişmemeleri için yemin ettirdi. Bir suikast düzenletip Fetvacı Hüseyin'i öldürttü. Bunu öğrenen yeniçeriler, kola binip denetime çıkan Harputlu Ali Ağa'yı kılıçla öldürdüler, l Mart günü Defterdar Hüseyin Paşa'mn sarayını yağmaladıktan sonra Siyavuş Paşa'mn sarayını kuşattılar. Bu sırada içeride, şeyhülislamın ve kazaskerlerin katıldığı bir toplantı vardı. Siyavuş Paşa'dan zorla sadaret mührünü aldılar. Bir gün bir gece süren kuşatma, halkı da heyecanlandırdı. Atmey-danı ye paşa sarayının etrafı mahşere döndü. Öfkeli kalabalıklar, sabaha yakın saraya girip alaca karanlıkta gözlerinin seçebildiği her şeyi yağmaladılar. Siyavuş Paşa canını kurtarmak için dışarı çıkmayı denedi. Fakat, asilerin hareme de girdiklerini görünce geri döndü. İçağaları ile haremi savunurken öldürüldü. Hareme girenler "Gaza malımızdır!" diyerek cariyeleri de sırtlayıp götürmeye kalkıştılar. Yatak yorgan ne varsa, pencere demirlerine, hamam kurşunlarına değin alıp söküp götürdüler. Gün ışıyınca çarşılara dağılıp yağmaya daldılar. Bir kısmı da şeyhülislamı, kazaskerleri önlerine katıp Ağa Kapısı' na(->) gittiler. II. Süleyman'ın 2 Mart 1688' de sadarete atadığı İsmail Paşa, olaylara müdahale edecek güçte değildi. Esnaf dükkân kapatmaya çalışırken Eski Bedesten

Young Albümü'nden II. Süleyman'ın portresi.

Cengiz Kahranuın arşivi

yanında Yağlıkçılar'daki dükkânı yağmalanan bir seyit, sırığa bez bağlayıp "Müslüman olan bayrak altına gelsin!" diye bağırmaya başladı. Böyle bir işaret bekleyen herkes, eline geçirdiği silah, bıçak ve sopa ile toplandı. Galata, Üsküdar ve Eyüp' te "sancak-ı şerif çıkartılmış!" haberi yayılınca oralardan da pek çok insan İstanbul'a geldi. Sultan Selim Camii vaizi Atpazarî Osman Efendi ile ulemadan birçok kişi saraya gidip sancak-ı şerifi Orta Kapı'nın yukarısına astılar. Akın akın gelen şehir halkı ile saray avlusu, Ayasofya Meydanı ve Atmey-danı doldu. Osman Efendi, sancağın yanında durup "Muradınız ne ise padişahımız onu emredecek!" dedi. Halk hep bir ağızdan "Eşkıyanın elinde halimiz neye varsa gerek? Elbetde tedmirleri gerek" dediler. İlkin, kul kethüdası linç edildi. Zorbabaşılar-dan Deli Pirî ve başka birkaçı yakalandıkları yerlerde öldürüldüler. Kent halkı geceyi saray avlusunda geçirdi. Topçubaşı Ali Ağa "vâfir topçu" ile Sinan Paşa Kasrı tarafından saraya çıktı. Şehir eşkıyasına karşı saldırıya karar verildi. Ertesi sabah, pek çok zorba öldürüldü ve 4 ay süren terör sona erdi. Halkın heyecanı henüz yatışma-mışken 9 Mart günü çıkan bir yangında 1.000'den fazla ev ve dükkân yandı.

Olaylar yatıştıktan sonra ulema ve ocak kadrolarında geniş çapta değişiklik yapan ve zorbaların yeniçeri ağalığına getirdikleri Hacı Ali Ağa'yı idam ettiren İsmail Paşa, 22 Nisan l688'de vekâleten yürüttüğü sadrazamlığa asaleten atandı. Yağmalanıp tahrip edilen Paşa Kapısı'na giderek tespitlerde bulundu. Siyavuş Paşa'mn ve devlet ricalinin konaklarında gasp edilen malları satın alan Yahudileri idam ettirdi. Eğ-ri'nin ve Bosna'nın istila edildiği haberinin gelmesiyle İstanbul'da yeni bir heyecan yaşandı. Ülke genelinde seferberlik ilan edildi. Sefere çıkmakta ayak sürüyen Yeğen Osman Paşa, buyruğundaki yüzlerce

leventten çekinildiği için Bosna beylerbeyliğine atanarak İstanbul'dan uzaklaştırıldı. Hazinedeki para darlığı, cepheye ordu şevkine olanak vermediğinden yeni kaynaklar düşünüldü. Defterdar Ali Paşa, hasahırda saklanan değerli ne kadar "raht ve bisat ve evani-i zer ü sîm" varsa hepsini Darphane'ye teslim etmekle görevlendirildi.

Bütün bu gelişmeler boyunca sessiz kalan II. Süleyman, 27 Mayıs l688'de İsmail Paşa'yı azledip Tekfurdağlı Bekri Mustafa Paşa'yı sadrazamlığa getirdi. Felemenk elçisi yeni sadrazamla görüştükten sonra Avusturya ile barış imzalanmasına aracılık önerisinde bulundu. Para darlığının giderek artması üzerine II. Süleyman'ın bir fermanı ile "l okka hâlis bakırdan 800 mangır kesilmek ve ikisi bir akçe" değerinde olmak üzere bakır para çıkarılması kararlaştırıldı. İstanbul'da Tav-şantaşı'nda ayrıca bir mangır darphanesi yapıldı. Yine, hazine açığını kapatmak amacıyla hamr emaneti yeniden kuruldu. İstanbul'da ve Galata'da pek çok meyhanede, hattâ evlerde satılan içkilerden vergi alınmaması kamu bütçesinin açık vermesine bir neden gösterildi. Ayrıca, daha önce meyhaneler ve bozahaneler yıkılmışken, İstanbul'a eskiye oranla daha fazla içki sokulduğu, içki satışının hiçbir şekilde önlenemediği, bu durumda "resm" (vergi) alınmak koşulu ile içki satışlarının serbest bırakılmasının doğru olacağı öne sürüldü. Buna koşut olarak ilk kez "resm-i duhan" adı ile tütün vergisi de konuldu. Tüccarın getirdiği "yenice" tütününün her bir okkasından 8 akçe vergi alınması kararlaştırıldı. Hamr mukataası 6.000.000 akçe bedelle Kifrî Ahmed Ağa'ya ihale edildi. Bu rakam, o vakte göre İstanbul'daki içki tüketiminin oldukça fazla olduğuna bir kanıttır. Başka birtakım vergiler daha öngörülerek vakıf gelirleri vergilendirildi, askerlik ve iaşe bedeli adları altında vergiler ge-

II. Süleyman'ın tuğrası.



S. Umur, Osmanlı Padişah Tuğraları, İst., 1980

tirildi. Zenginlerin birer kese gümüş vermeleri, İstanbul halkının, süvari birliklerinin teçhizatını sağlamaları öngörüldü. Resmi görevler de çok yüksek bedellerle satılmaya başlandı.

Devlet otoritesini sarsan iç ve dış olayların etkisini azaltmak saltanata yeni bir parlaklık kazandırmak için de II. Süleyman'ın ordunun başında sefere çıkması uygun görüldü. Bu amaçla tuğlar çıkarılıp ordugâh hazırlanırken, yeniçeriler altı aylık ulufelerini alamadıkları gerekçesiyle eyleme geçtiler. Yeniçeri ağası ve kul kethüdası azledildi. Ocaklıları eyleme kışkırtan 17 kişi de öldürüldü. II. Süleyman ve devlet erkânı Haziran l688'de Edirne'ye hareket ettiler.

İstanbul'un yönetimim Sadaret Kaymakamı Ömer Paşa ile İstanbul Kadısı Mirza Mustafa Efendi'nin geçinemedikleri haberi ulaşınca II. Süleyman Mirza Mustafa Efendi'yi Midilli'ye sürdürdü ve Antakyalı Mustafa Efendi'yi İstanbul kadılığına atadı.

Her yıl Tophane-i Âmire'de top dökülmek âdet olup o yıl da sefer için top dökümü hazırlıkları yapıldı. Bir fırın bakır, 38-40 saatte erirken, bu kez altı gün altı gece ateş verildiği halde bakır erimedi. Kâr-hane ustaları nedenini anlayamadılar. Tophane semtindeki balyoslar(-t) bunun, Osmanlı Devleti'nin çöküşüne bir işaret sayılabileceğini konuşmaya başladılar. Yedinci gün bakır eridi ve "üç ve beş ve yedi okka atar kolonbarna tabir olunur yedi kıt'a mücellâ ve muşkıl toplar" döküldü.

II. Süleyman 10 Nisan l689'da "Engü-rüs" (Macaristan) seferi için Edirne'de saray önüne kurulan otağa çıktı. Valide sultanın Edirne'de kalması kararlaştırıldı. Sağlık durumu uzun bir sefere çıkmasına el vermeyecek derecede-bozuk olan II. Süleyman, salt disiplini sağlamak ve moral vermek için, ordunun başında 6 Haziran günü Sofya'ya hareket etti. Bir süre Sofya'da kalan padişah, başlangıçta aldığı fetih ve istirdat haberleriyle sevinirken büyük bozgun haberlerinin gelmesi üzerine Edirne'ye döndü. Avusturya orduları Vi-din'i, Fethülislam'ı ve Üsküp'ü istila etti. 25 Ekim 1689'da Bekri Mustafa Paşa azledilerek Köprülü Fazıl Mustafa Paşa sadrazamlığa getirildi.

Yobaz bir kesimin, yenilgilere neden olarak içkinin serbest bırakılmasını göstermeleri üzerine 1690 başında "ref'-i rüsûm-ı hamr" fermanı yayımlandı ve halkı dinsizliğe sürükleyen içkinin alınıp satılmasına izin verilmeyeceği, İstanbul, Eyüp, Üsküdar ve Galata'da içki üretilmesinin yasaklandığı, buna teşebbüs edenlerin ağır cezalara çarptırılacağı duyuruldu.

Edirne'de ölen Valide Saliha Dilâşub Sul-tan'ın cenazesi ocak ayının ilk günlerinde İstanbul'a getirilerek Haseki Hafsa Sultan Türbesi'ne(-») gömüldü. Harem dairesi protokolünde valide sultanın yerini alan kethüda kadına, II. Süleyman'ın has bağışlamasına Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa itiraz etmekle birlikte padişahı kararından caydırtamadı. Buna karşılık II. Süleyman, devlet ricalinin "iydiyye" adı altında kendisine hediyeler sunmalarını yasakladı. 18



Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin