SÜLEYMANİYE DARÜŞŞİFASI
Süleymaniye Külliyesi içinde yer alan darüşşifa ve tıp medresesi 1556'da faaliyete geçmiştir. Darüşşifa, külliyenin kuzeybatısında yer alır. Vakfiyesinde, burasının hastaneye ihtiyacı olanlar için ve ilaç hazırlanmak üzere vakfedildiği belirtilmektedir. Yine vakfiyesinden öğrendiğimize göre biri tabib-i evvel (başhekim) olmak üzere 3 hekim, 2 kehhal (göz uzmanı), 2 cerrah, l aşşâb (eczacı), 2 edviye-kûp, l edvi-ye kilercisi, l edviye vekilharcı, l darüşşifa kâtibi, l darüşşifa bevvabı (kapıcı), 2 tabbah-ı et'ime (aşçı), l kâsekeş, 4 darüşşifa kayyımı, 2 darüşşifa ferrâşı (odacı), 4 âbrîz (sucu), 2 câmeşuy (çamaşırcı), l del-lak-berber görev yapmaktaydı.
40-50 yatağa sahip olan darüşşifaya başvuran her hasta, hastalık ayrımı yapılmaksızın kabul ediliyordu. Diğer Osmanlı darüşşifalarmdan farkı, ayrı bir asabiye servisinin bulunmasıydı. Burada ayakta hasta muayenesi, yani poliklinik de yapılır ve hastaların ilaçları da darüşşifadan veri-
L
SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ
96
97
SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ
Süleymaniye Külliyesi'nin planı: 1. Cami, 2. Evvel Medresesi, 3. Sani Medresesi, 4. Tıp Medresesi, 5. Rabi Medresesi, 6. Salis Medresesi, 7. Tabhane, 8. Darüzziyafe, 9. Bimarhane, 10. Darülhadis Medresesi, 11. Hamam, 12. I. Süleyman Türbesi, 13. Hürrem Sultan Türbesi, 14. Türbedar Odası, 15. Mimar Sinan Türbesi. İTtJMimarhk Fakültesi Restorasyon Ana Bilim Dah Arşivi
Süleymaniye Darüşşifası
Ertan Uca, 1994/TETTVArşivi
lirdi. Hastalara, Edirne Darüşşifası'nda olduğu gibi müzikle tedavi uygulanırdı. Diğer bir özelliği ise darü'l-akâkir (droglar evi) adı verilen büyük bir ecza deposunun bulunmasıdır, istanbul'daki diğer darüşşi-falar ilaçlarım bu depodan temin ederlerdi.
Darüşşifanın kuzeybatı köşesinde yer alan hamamı sadece hastalar tarafından kullanılmaktaydı. Ayrıca darüşşifada hastalar için fodla pişirilen bir de fırın vardı.
Darüşşifadaki erkek hastalar 1845'te açılan Bezmiâlem Valide Sultan Gureba Hastanesi'ne nakledilmiştir. Bu tarihten sonra darüşşifada sadece erkek akıl hastalan kalmış, 1865 kolera salgınında, bir süre koleralılar için karantinahane olarak kullanılmış, daha sonra yeniden akıl hastalarına ayrılmıştır. Dr. Louis Mongeri'nin başhekimliği döneminde 1873'e kadar darüşşifada Toplası Bimarhanesi'nden getirilen akıl hastaları barındırılmış, bu tarihte görülen koleraya benzeyen bir gastro-en-terit salgını üzerine akıl hastalan yeniden Toptaşı'na taşınmıştır. Darüşşifanın son hekimi Dr. Kastro'dur. 1873'ten sonra da-rüşşifa binası, bir süre saraçhane olarak kullanılmış 1887'de Harbiye Nezareti'nde-ki askeri matbaa buraya taşınarak 1972'ye kadar faaliyetini sürdürmüştür. 1974'ten itibaren darüşşifa binası yatılı kız Kuran kursu olarak kullanılmaktadır.
Darüşşifanın karşısında, Şifahane Sokağı ile Tiryakiler Çarşısı'nm kesiştiği köşede bulunan tıp medresesinde haftada 4 gün klasik tıp bilgilerine dayanan bir eğitim programı uygulanmaktaydı. Öğretime hekimbaşı riyaset ederdi. Kadrosunda, l müderris, 8 tıp öğrencisi, birer odacı, noktacı (öğrencileri kontrol eden görevli) ve muid bulunmaktaydı. Öğrenciler tıp medresesinden teorik tıp bilgileri almakta, darüşşifada ise pratik uygulamalar yapmaktaydılar. Ahî Ahmed Çelebi, Şaban Şifaî, Hekimbaşı Gevrekzade Hafız Hasan Efendi ve Mustafa Behçet Efendi(-») burada gö-
rev yapan ünlü hekimlerdendir. Reisületib-ba Ömer Efendi de 1719'da ders vermiştir. Darüşşifanın reisületibbalanndan Ahmed ve Ömer efendiler ise tıp öğretimlerini bu medresede yapmışlardır. 1852-1853'e kadar aralıksız sürdürülen öğretimin ne zaman sona erdiği bilinmemektedir. 1928'de istanbul Vilayeti Daimi Encümeni, tıp medresesine ait 15 odayı kira için müzayedeye koymuştur.
Tıp Medresesi bugün birkaç mekân dışında yok olmuştur. Buraları Dr. Lütfi Kır-dar'ın(-0 vali ve belediye başkanlığı sırasında onarılmış ve 1946'da Süleymaniye Doğum ve Çocuk Bakımevi olarak hizmete girmiştir. Halen faaliyetini sürdürmektedir.
Bibi. A. S. Ünver, "Süleymaniye Külliyesinde Dârüşşifa, Tıb Medresesi ve Dârülakakire Dair", VD, II (1942), 195-207; Uzunçarşılı, İlmiye, 36-37; K. İ. Gürkan, Süleymaniye Darüşşifası, İst., 1966; N. Taşkıran, "Türkiye Hizmetinde Büyük Bir Hekim Süleymaniye Bi-marhanesi'nin Son, Toptaşı'nın ilk Başhekimi, Louis Mongeri", Haseki Tıp Bülteni, c. 11, S. l (1973), s. 1-18; B. N. Şehsuvaroğlu, "Vakıflar ve Hastanelerimiz", Tercüman, 2 Nisan 1973; ay, Türk Tıp Tarihi, (yay. A. E. Demir-han-G. C. Güreşsever), Bursa, 1984; M. Değer, "Süleymaniye Darüşşifası ve Tıp Medresesinin Bugünkü Durumu", /. Türk Tıp Tarihi Kongresi, Bildiriler, Ankara, 1992, s. 189-192.
NURAN YILDIRIM
SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ
Eminönü İlçesi'nde, kendi adıyla anılan semttedir.
Türkler için Süleymaniye bir cami olmaktan çok kurumlaşmış bir sosyal düşünce, bütün bir tarihi özümseyen bir imgedir. Roma'da San Pietro, Paris'te Nötre Dame, Londra'da Saint Paul gibi, İstanbul'da da Süleymaniye kent imgesi ile bütünleşmiştir. İmparatorluğun en simgesel yapısı, peyzaj içindeki konumu ile kentin en güzel siluetinin egemen öğesidir. Mimar Sinan'ı(-+) ve I. Süleyman'ı (Kanuni) (hd 1520-1566),
yani en erdemli, sanatla en büyük politik gücün anılarını birleştirmektedir. Osmanlı döneminin bu en büyük külliyesi, eğitim merkezi olması, imareti, hastanesi, çevresindeki güzel ve havadar mahallede oturan ekâbiri, Ağa Kapısı(->) ve Eski Sa-ray(-t) gibi yapıları, sultanların cuma namazları için sık sık gelmeleri, çarşı bölgesine yakınlığı ve Halic'e bakan dış avlusunun, Evliya Çelebi'nin dediği gibi, dünyayı seyreden olağanüstü konumuyla İstanbul yaşamının odaklarından biriydi.
Süleymaniye Külliyesi mimarlık tarihinin en büyük şantiye organizasyonlarından biriyle gerçekleştirilmiştir. Osmanlı klasik döneminin yapı tekniğindeki en üst düzeyini ve yapı ekonomisini belgelediği gibi, Osmanlı kent yaşamında büyük sultan vakıflarının sosyal ve simgesel rolünü açıklama açısından da eşsiz bir tanıktır.
Tarihsel, sosyokültürel ve ekonomik açıdan Süleymaniye Vakfiyesi, böyle bir yapının ortaya çıkmasının tarihi ve sosyal mantığım olduğu kadar toplumun bu külliyeye yüklediği işlevleri ve imgeleri dönemin tantanalı dili ile anlatır. Vakfiyenin Allah'a hamd ile başlayan başlangıcında cami ve imaret kurmanın dinsel temelleri sayılmıştır: "Siz, sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş olmazsınız" (Al-i İmran Suresi/92); "Allah'ın mescidlerini hemen ancak Allah'a, ahiret gününe... İnanan kimse imar eder" (Tevbe Suresi/18); "Allah'ın sana verdiğinden harcayıp ahiret evini ara. Dünyadan nasibini de unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsandan başkalarına ihsanda bulun" (Dehr Suresi/8). Böyle bir külliyenin parasının şer'an en doğru kaynağı fetihlerden elde edilen paralardı. Evliya Çelebi, Süleymaniye Camii ve Külliyesi'nin Belgrad, Malta ve Rodos fetihlerinin geliri ile yapıldığını yazar. Bilime, sağlığa ve yardıma ilişkin Kuran, hadis ve başka kaynaklı alıntılarla dolu olan vakfiye, büyük ve yararlı yapıların inşasını sultanın bir görevi olarak gösterir ve sultana övgüler düzer. Sultan kendinde Feridun'un haşmetini, İsfendiyar'ın şecaatini, Zü'nnun'un iffetini ve Malik-i Dinar'ın ibadetini toplamıştır... Feridun ve Keyhusrev, Minuçihr ve İskender onun döneminde yaşasalardı onun gideceği yola toprak olurlardı denir. Vakfiyede sultanın eşsiz gayretli mimarının da büyük kentler, köyler, kaleler ve hisarlar, mescitler ve camiler, köprüler ve ri-batlar, zaviyeler ve bahçeler gibi, her yerde sözü edilen yapıtların yaratıcısı olduğu vurgulanmıştır.
Vakfiye, caminin ibadete açıldığı Eva-hir-i Zilhicce 964/15-25 Ekim 1557'de Bar-kan'a göre ise 15 Ekim 1557'den 5 ay önce, 7 Recep 964/6 Mayıs 1557'de düzenlenmiştir. Yapı bitmeden önce, orada çalışacak yüzlerce insanın görev ve kimlikleri tanımlanmış, verilecek ücretler saptanmış, külliyenin işlemesi ve bakımı için gerekli bütün eşya ve malzeme belirlenmiş ve bu işlevin sonsuza dek sürmesi için gerekli vakıflar sağlanmıştır. Zaman içinde yapıların başından ne geçerse geçsin, külliyenin "bakî ve paydâr kalub ebeden ve ser-
meden ve rnüebbeden ve muhalleden mukarrer ü ma'mûr" olacağı belirtilmiştir. Burada sosyal kurumların sonsuzluğu konusundaki fazla iyimserlik bir yana bırakılırsa, eşine zor rastlanır bir programlama örneği görülmektedir.
Süleymaniye Camii ve Külliyesi'nin bakımı ve işlemesi için 221 karye (köy), 30 mezra, 2 mahalle, 7 değirmen, 2 dalyan, 2 iskele, l çayırlık, 2 çiftlik, 5 karyenin mahsulü, 2 ada ve l hisse vakfedilmiştir. Külliyenin yevmiye ile görevlendirilenleri 700 kişi idi. Süleymaniye vakfının genel mütevellisi yevmiye (günlük) 100 akçe alıyordu. İmamlar kadar maaş alan bir mütevelli kâtibi ve vakıf gelirlerinin yüzde 5'ini alan 30 kadar câbî, yani vakıf gelirlerini toplayan tahsildarlar vardı. Vakfiyedeki tahsislere göre 894.576 akçelik yıllık gelirin ortalama yüzde 35'i cami için, yüzde 25'i medreseler ve darülhadis için, yüzde 15'i iki türbe için, yüzde 13'ü darüşşifa için, yüzde 5'i imaret için, yüzde 2'si ortak servisler, küçük bir bölümü sıbyan mektebi için ayrılmıştı. Külliye ile birlikte yapılan hamam ve kiraya verilen bazı dükkânlar, hücreler ve odalar gelir getirici öğelerdi. Tarihçi Peçevi, külliyenin inşası için 896.380 filori ve 82.900 akçe sarf olunduğunu yazmıştır.
İnşaat Süreci
Süleymaniye inşaat Defterleri'nin 4 yıl 8,5 aylık büyük bir bölümü (Mayıs 961-18 Şubat 966/1553-57) Ö. L. Barkan tarafından incelenmiş ve yayımlanmıştır. Bunlarda günlük işler, çalışanlar ve kullanılan malzemenin kayıtları vardır. Sadece Süleymaniye Külliyesi inşaatı için değil, fakat Osmanlı dönemindeki bütün büyük inşaat şantiyelerinin örgütlenmesi, yapı malzeme ve teknikleri, malzeme kaynaklarına ilişkin ayrıntılı bilgi edinilmektedir. Cami inşaatını içermeyen muhasebe defterinde "bi-na-i imaret-i âmire ve medreseha-i şerife ve türbe ve matbah ve tabhane ve bimar-hane ve hamam ve dekakin ve odaha, be emr-i hazret-i padişah-ı alempenah hulli-det hilafetuhu der mahmiye-i İstanbul be-marifet-i hazret-i mevlana Mehmed bin Mehmed, müderris nazır ve kıdvetü'1-ema-cid Sinan Beğ emin ve bi-kalem il-fakir Halil kâtib ve Sinan mimar, ser-mimaran-ı Dergâh-ı Ali" denerek inşaatın dört idarecisi belirtilmiştir. Celalzade Mustafa'nın Ta-bakatü'l-Memâlik'mâe. 956-960/1549-1553 arasında ilk bina emininin Hüseyin Çelebi olduğu yazılmıştır. Nitekim Süleymani-ye'ye ilişkin birçok divan hükmünde bina emini olarak Hüseyin Çelebi'nin adı geçer. Sinan'ın adaşı Sinan Beğ ise 961-966/1554-1559 arasında bina emini olmuştur.
Sinan, caminin "vaz-ı makbul ve matbu üzre resm ve tarhını" hazırlamıştı. Yapının planı (ya da resmi) "karname" adı altında mimar tarafından hazırlanmıştır. İnşaat alanı temizlendikten sonra "cami-i şerifin resmini meydan-ı zemine nakş ve bast eyleyüb sanay-i hendesede mahir kâmiller tayin idüb esas-ı seadet-iktibas kazılmağa emrettiler". Cami planı çizilmiş, araziye tatbik edilmiş ve kazı ona göre başlamıştır.
Fakat bu ilk kazının tarihi belli değildir. Caminin hariminin giriş kapısı üzerindeki kitabe, inşaatın 957 Cemaziyelevveli'nin evahirinde/1550 Haziran'ınm 7-17'si arası, Celâlzade'ye göre 13 Haziran 1550 Perşembe günü başladığını, kubbenin 9 Şevval 963/16 Ağustos 1556'da kapandığını ve 964 Zilhicce'sinin evahirinde (Barkan'a göre 15 Ekim 1557) bittiğini yazar. Melchior Lorichs(-») açılış merasiminin 4 Ekim 1557 olduğunu yazmıştır. Birinci tarih cami mihrabının merasimle peresesinin konduğu, yani yapının yeryüzüne çıktığı tarihtir. Oysa caminin alanının kazılması ve temellerinin atılmasına yıllarca önce başlanmıştır. Evliya Çelebi "Sene 951 tarihinde inşasına suru olunub sene 963 tarihinde tamam bulmuştur.... Üç senede vech-i arza esas-ı bina çıkub zahir oldu. Anda bir sene hali üzre durub gayri esaslara ve gunâgun sengleri tıraş etmeğe mübaşeret ittiler. Bir sene sonra Sultan Bayezid-i Veli'nin mihrabı peresesine göre vaz-ı mihrab olunub..." der.
İnşaatta Hassa Mimarları Ocağı'mn elemanları, acemioğlanları, diğer kapıkulu ocakları mensupları, ücretle çalışan serbest ustalar, işçiler ve esir olarak da forsalar çalışıyordu. Evliya Çelebi, 3.000 ayağı bağlı forsanın temel inşaatında çalıştığını yazar. Sayılan abartılmış olsa da esirlerin temel inşaatında çalıştıkları anlaşılıyor. İmparatorluğun her yanından divanın emri ile başkente işçi, usta ve sanatkâr gönderilmiştir. Ö. L. Barkan incelediği dönemde çalışanların yüzde 54,85'i serbest işçiler, yüzde 39,93'ü acemioğlanları ve yüzde 5,23'ü esirlerden oluşuyordu. Acemioğlan-
ları şantiyede, büyük ölçüde taş ocaklarında ve malzeme nakliyatında çalışmışlardır. Genellikle gemilerin forsaları olan esirler de malzeme nakliyatında çalışmışlardır. Çoğunluğu acemioğlanlarından oluşan düz işçilerin dışında bennalar (duvarcı), seng-tıraşlar (taş yontucu) en büyük usta grubunu oluşturuyordu. Neccarlar (marangoz), haddadlar (demirci), nakkaşlar (ressam), camgerler (camcı), sürbgerler (kurşun dö-şeyici), lağımgerler (patlayıcı kullanarak kuyu ve dehliz açanlar) başlıca ustalardı. Fakat hamallar, atlı hamallar, arabacılar, ırgatlar, peremeciler, ambarcılar, yemek pişirenler, bazı işleri götürü olarak alanlar ve daha pek çok sıfatta çalışanlar vardı.
Ö. L. Barkan, duvarcıların 14/17'sinin Hıristiyan, kireç ocağı işletenlerin Rum, sengtıraşların 10/11'inin Müslüman, marangozların 2/3'ünün Müslüman, nakkaşların 5/6'sımn Müslüman, lağımcıların çoğunluğunun Hıristiyan, demircilerin 5/6'sımn Hıristiyan, camcıların çoğunluğunun Müslüman, kurşun kaplamacıların tümünün Müslüman olduğunu hesaplamıştır. Lağımcılar ve ocaklardan taş kesenlerin (karhengci) daha çok Rum olduğu görülmektedir. Tümel toplamda Hıristiyan ve Müslüman işçi sayısı hemen hemen eşittir. İnşaatın yoğun olduğu yaz aylarında şantiyede çalışanların günlük ortalaması 2.000'in üzerindedir. 3.000'i bulduğu nadir günler de vardır. Fakat kış geldiğinde, kasım ortalarından mart ortasına kadar kış tatili yapılan yıllar olmuştur.
İnşaat sırasında, değişik vesilelerle merasimler yapılmış, çalışanlara ödüller dağıtılmıştır. Yapının temelden çıkması, bu-
SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ
98
99
SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ
^"'JSli£iB^8 Air"?s?3 TJ^Nı'r'^^SS~^>^^^^^-1 ^öJSfip • '~'"
"
Choiseul-Gouffier albümündeki gravürde Süleymaniye Külliyesi. Voyagepittoresgue de la Grece, Paris, 1782-1822 Cengiz Kahraman arşivi
yük kemerlerin tamamlanması, kubbenin kapanması, hamamın ilk kez yakılması gibi nedenlerle işçilere, ustabaşılara ve inşaatı idare edenlere hediyeler verilmiştir. Dikilitaş'taki sütunun büyük zorluk ve endişelerle yerinden sökülüp getirilmesi gerçekleşince fakirlere kurbanlar kesilip dağıtılmıştır.
Açılış merasiminin en önemli olgularından biri Kanuni'nin caminin açılışını Koca Sinan'a yaptırmasıdır. Tezkiretü'l-Bün-yan'da. Sinan, caminin anahtarını sultana vererek el kavuşturup beklediği ve "'Sa-adetlü padişah odabaşı tarafına müteveccih olub feth-i bâb-ı camiye elyak ve alıra kim ola?' dediklerinde müşarünileyh odabaşı, 'Padişahım! Mimar Ağa bendeniz emekdar ve pir kulunuzdur. Hikmet-i Lok-man'dan bu babda feth-i bâb-ı camiye elyak bendenizdir' deyince padişah-ı ins ü cin 'Bina eylediğin Beytullah'ı sıtk-ı safa ve dua ile yine sen açmak evladır' deyüb dua ve sena ile miftahı bu bendelerine virdiler'" dediği belirtilir.
Malzeme: İmparatorluğun her yöresinden inşaata malzeme getirilmiştir. Bunların başında büyük taş ve özellikle mermer sütunlar ve kaplama için mermerler bulunur. Bazılarının inşaata getirilmesinin ilginç serüvenleri vardır. Bazen işlenmiş taş da isteniyordu. Mısır'a yazılan ve Iskerderiye'de tulu 17 arşın ve arzı 2 arşın olan dört parça "serçe gözü" direkle ilgili yazıda, örneği gönderilen özel bir motifle işlenmiş pencere çerçevesi istenmişti. Bunların sağlanması ile ilgili divan hükümlerinde Baal-bekden, Mut, Silifke Alaiyye bölgesindeki antik sitlerden, Anadolu'nun ve Rumeli'nin muhtelif bölgelerinden eski anıtlarda varlığı bilinen büyük sütunların en önem-
li malzeme olduğu görülmektedir. Mermer sütunları taşımak için özel bir gemi de yaptırılmıştır. Süleymaniye'de orta şahınla yan sabunları ayıran büyük üçlü kemerlerin dört büyük sütunundan biri -bu sütunlar peygamberin dört halifesinin simgesi olarak kabul edilmiştir- istanbul'daki Kıztaşı'ndan getirilen Roma sütunudur. Tezkiretü'l-Bünyan'daki bunun taşınmasına ilişkin betimleme karakteristiktir: "Padişah-ı alempenahın emr-i hümayunlarıyla büyük kalyon direklerinden sütunlar di-küb kat kat muhkem iskele peyda etdik. Ve azim mavna komanaların (urgan) bir yere cem eyleyüb, adem gövdesi gibi palamar ile demürlü bekrelere (makara) bağ-layub ve sütun-u mezburun durduğu yerde gövdesin serapa kadırga direkleri ile muhkem bend eyleyüb, iki yerden ol adem gövdesi gibi komanalan pulad bekrelere takub ve nice yerde muhkem ırgad-lar ve çarh-ı felek-i girdar dolaplar kurub, nice bin acemioğlanlar dolaba girüb ve üseray-ı efrençden nice bin Süleymanî di-ve (iriyarı Hıristiyan esirler) bir uğurdan 'koma hay' deyub mezkur komanaya bir muhkem yedeke dahi takub 'Allah, Allah' ile amud-ı mezkuru (yani Kıztaşı'ndaki sütunu) yerinden oynatırlar. Oradan Süleyman divleri filenke (kızak) bindirüb, binayı şerife getirdiler... Ve bir sütunun dahi iskenderiye'den mavna ile getirdiler." Mermer ve renkli değerli taşların yine sultanlar tarafından vakfedilmiş yapılardan bile alındığı hayretle görülmektedir. Örneğin İznik'teki Orhan Bey Medresesi'nde bulunan büyük dairesel döşeme somakisi sökülerek Süleymaniye'ye getirilmiştir. Bunların sağlanması için imparatorluğun her yöresindeki eski yapıların âdeta talan edil-
Süleymaniye Külliyesi
Doğan Kuban
diği söylenebilir. Fakat genellikle mermer Marmara Adası'ndan ve Marmara yöresinden ve İstanbul yapılarından; odtaşı ve diğer taşlar izmit, Yalova; küfeki İstanbul çevresinden; kereste İstanbul'a yakın Karadeniz kıyılarından ve Biga bölgesinden getirilmiştir. Alçı ve kireç İstanbul-İznik-Bursa yöresinden; tuğla İstanbul'da Has-köy'den ve Gelibolu'dan; demir her dönemde olduğu gibi, işlenmiş ve işlenmemiş olarak Bulgaristan'da Samakov'dan; urgan ve ip Samsun bölgesinden getirilmiştir. İşçi, usta, malzeme ve külliye için arsa sağlanmasında, parası ödenmek kaydıyla, zorlama olduğu görülmektedir. Fakat böyle bir yapının haksızlık üzerine ku-rulmamasma da çok çaba gösterilmiştir.
Mimari ve Yerleşme Düzeni
Saray bahçesinden ayrılan alanın, caminin kapalı bölümü ve türbenin oturduğu düzlük dışında, çok meyilli olması nedeniyle külliye öğeleri değişik kotlarda teraslar üzerinde inşa edilmiştir. Büyük istinat duvarlarıyla elde edilen bu teraslar, cami ve iç avlu ile Kanuni Türbesi'nin oturduğu doğal kot esas olmak üzere, onun çevresinde düzenlenmiştir. Bütün diğer yapılar bu kota göre ya daha yüksekte ya da daha alçaktadır. Bu şekilde sıbyan mektebi, Evvel ve Sani medreseleri ve Tıp Medresesi yüksek bir kotta altlarına dükkânlar yerleştirilerek; darüşşifa, imaret ve tabha-ne daha alçak bir kotta, altlarına ahırlar ve kervansaray yerleştirilerek; Salis ve Rabi medreseleri, arazinin çok meyilli olmasından dolayı, kendi iç avluları bile meyilli inşa edilerek ve altlarına hücreler yapılarak; Darülhadis Medresesi bir istinat duvarı yardımıyla arazi doldurularak ve arazi eğrilerinin yönüne uymak için, diğer yapı-
lara göre farklı yönlendirilerek; caminin dış avlusu ise tümüyle dolgu bir arazi üzerine istinat duvarları içine dükkânlar ve odalar yerleştirilerek inşa edilmişlerdir. Onun için Evliya Çelebi "Tahtakale, Siya-vuş Paşa Sarayı, Yeniçeri Ağası Sarayı (bunlar Haliç tarafındadır), Küçükpazar Sarnıcı, Ağa Mektebi, imaret, Kurşunhane ve bimarhane (bunlar caminin kuzeybatısın-dadır) sedlerinin hepsi Süleymaniye Ca-mii'nin temelleridir" der.
Tezkiretü 'l-Bünyan Kanuni'nin Süley-maniye'yi yaptırmaya karar verdikten sonra Sinan'la konuşarak caminin biçiminin ve yerinin saptandığını yazar: "Sultan Süleyman Han bin Selim Han ... Mübarek kalb-i şeriflerine binay-ı cami-i münife mübaşeret fikri güzerân eyleyüb bu abd-i hakir-i nâ-tüvân mimar Sinan bin Abdülmennân bendesini davet idüb cami-i şerif hususunda meşveret olunub resm-i bina tayin ve ma-kam-ı cami-i münif tebeyyün olundu. Pes bir vakt-i şerif ve bir saat-i sadu latifde ol cami-i münife temel urulub, kurbanlar ke-silüb, fukaraya ve sülehaya bî-nihaye inam u ihsanla mübaşeret olundu."
Cami: Vakfiyede caminin hizmetleri için 281 kişilik bir kadro öngörülmüştür. Bunların başında vaiz ve ondan iki kat fazla yevmiye alan hatip gelir. Bunların nitelikleri ve yapacakları işler uzun uzun tanımlanmıştır. Caminin "2 imamı ve 24 tane fenni edvarda mahir ve şuab-i makamat-da (musiki makamları) ve tecri ü terennü-matda sahir hub-avaz (güzel sesli) müezzini" olacaktır. Caminin 10 kayyımı vardı. Kadrolu kişilerin büyük bir çoğunluğunu sürekli olarak Kuran okuyanlar oluşturuyordu (10 devirhan, 120 cüzhan, 41 enam-cı, 20 mühellil [Lailahiillallah'ı tekrar edenler], 10 salavathan [namaz sırasında sala-tü's-selam getirenler], 6 musalli [ömrünü ibadetle geçiren], l yasinhan, l tebareke-han, l ammehan). Vakfiyenin ağdalı ve benzer sıfatları kat kat kullanan dilinin sadeleştirilmiş anlatımıyla, cami bütün güzellikleri kendinde toplayan, yüce, erişilmez, göklere yükselen, gökler gibi geniş kubbeli, gönül açıcı, sahn-ı gam dağıtan, minareleri pırıl pırıl, şadırvanı kevser havuzu gibi, geometri sanatına göre kurulmuş ve Öklid ilkelerine göre bina edilmiş, cennetteki Beytü'l-Ma'mur Köşkü gibi zengin ve yüksek, mihrabı hidayet yolunu işaret eden, kandilleri yanınca yıldızlı gökyüzü gibi olan, dünyayı seyreden ve ışık veren bir "cami-i pürnur ve makam-ı sürürdür."
Külliyenin mimari gösterisi camide yoğunlaşmıştır. Cami büyük kubbeli mekân tasarımı ve Osmanlı camilerinin gelişme çizgisi içinde bir aşamadır. Ayrıca klasik Osmanlı üslubunu ve sanat tekniklerini en görkemli uygulamalarıyla sergileyen bir başyapıttır. Süleymaniye'nin mekânsal tasarımı, Osmanlı cami geleneği içinde kalarak, Ayasofya'nın orta nefindeki iki yarım kubbeli orta kubbe şemasını yemlemek olmuştur. Bunu Sinan'dan çok sultanın bir isteği olarak görmek doğru olur. Çünkü bu şema Bayezid Camii'nde denenmişti. Sinan kubbeli bir yapının ideal şeması olan merkezi planı da Şehzade Camii'nde uygula-
mıştı. Onun bütün yapılarında önem verdiği en önemli mekânsal özellik mekânda büyük kubbe etkisini dolaysız ve daha girişte algılayan çözümler aramaktır. Bunun son ve evrensel örneği de Selimiye Camii'dir. Şehzade Camii'ni yaptıktan sonra Süleymaniye, sanatçı için bir geri dönüş olurdu. Onun için sultanın isteği etkili olmuş olabilir. Ayasofya şemasının olanaklarını, kendi çağının deneyimi ve islam camimin işlevsel istekleri içinde gerçekleştirmiştir. Aynı şemayı kullanır gibi görünmelerine karşın, bu iki yapı birbirleriyle ilgisiz iki geleneğin ürünüdür. Ayasofya büyük orta nefi kubbeyle örtülen ve kubbe destek yapısı zemine kadar inmiş, başka bir deyişle orta nefi bir kafes gibi ayakta tutup etrafında ne olduğuna önem vermeyen bir bazilikal kilise uygulamasıdır. Oysa Süleymaniye örtü sisteminin strüktü-rel yapısı, namaz mekânının geometrisini hiçbir şekilde bozmayan, üstün bir strük-tür tasarımının taşıyıcı sistemin cami çeperlerinin mimarisi ile bütünleştiği bir yeni zaman yapısıdır.
Ayasofya parçalı bir mekândır. Süleymaniye bir bütün mekândır. Ayasofya bütün dehasını orta nefinde gösterir. Çözülmemiş ve desteklerle ayakta duran strük-türü, özgün biçimi tümüyle değişmiş dış mimarisi, strüktürel deformasyonlarıyla bir matematik vizyonun mimari uygulama ile boğuşmasıdır. Bin yıl sonra yapılan Süleymaniye, mekân, strüktür ve işlevsel biçimin bütünleşerek geç antik vizyona getirdiği matematiksel bir çözümdür. Sinan asimetrik örtü sisteminin, Ayasofya'da yan ve orta mekânları ayıran revağın yarattığı perdeyi hafifletmiştir. Kubbeyi taşıyan ve "Tak-i Kisra"ya benzetilerek kendilerine "Kudret Kemeri" adı takılmış dört büyük askı kemeri altında, kıble aksında yarım kubbelerle birleşerek, ona dik olan aks-
ta, dolgu duvarlarının geri çekilip geniş bir üçlü revakla mekânı yan sarımlara açarak ibadet mekânının devinimsel ve görsel bütünlüğü sağlanmıştır. Caminin içi Ayasof-ya'nın sırlı mağara karanlığından uzaklaşmış, tümüyle aydınlık, algılanan bir mekân haline gelmiş, Ayasofya'nın içedönük mekânı yerine, zemin pencerelerle dış mekâna açılmıştır. Ayasofya'nın çok yükseklerde orta nefi çevreleyen galerileri, Süley-maniye'de ibadet mekânının tümünü kucaklayan, insan ölçüsünde galerilere dönüşmüştür.
Süleymaniye'nin ibadet mekanındaki değişik amaçlı ve büyüklükte mahfiller, maksureler bütün eski yazarların özellikle üzerinde durduğu yerlerdir. Caminin strüktürel kurgusunun her şeye egemen olan geometrik katılığını yumuşatan öğeler, ışık ve bezeme yanında, mihrap, minber, mahfiller, kürsüler gibi öğelerdir. Ha-dîka "cami-i mezburun fevkani ve tahtanı, dahilen ve haricen mahfelleri ve müstakil müezzin mahfeli"ni belirtir. Evliya "güya cennet mahfili" dediği müezzin mahfilini beğenir. Kıble duvarına yakın sağ filaya-ğma dayanan on altı sütun üzerindeki müezzin mahfili ve onun karşısında yer alan yedi sütun üzerindeki vaiz kürsüsü, arkadaki filayaklarına dayalı aşir kürsüleri, dönemin bütün sanat tekniklerini en üst düzeyde gerçekleştiren ve mekânı zenginleştiren litürjik öğelerdir. Özellikle Sinan'ın "dehre numune kalmış, anın naziri felekte ne gelur, ne gelecektir" dediği abanoz vaiz kürsüsü caminin zenginliklerinden biridir. Kıble duvarının doğu ucunda sekiz sütuna oturan hünkâr mahfili vardır. Bu mahfile duvar içinden çıkan merdiven, bir pencere içinde başlar. Camide Evliya Çele-bi'nin "hazine maksureleri" dediği maksurelerde istanbul'a gelen gezginler değerli eşyalarını ve paralarını da bırakmışlardır.
Dostları ilə paylaş: |