SÜLEYMAN AĞA MESCİDİ
92
93
SÜLEYMAN KAPTAN ÇEŞMESİ
Mayıs 1090 gecesi Eyüp'te bir kebapçı dükkânında çıkan yangınla cami ve çarşı tamamen yandı. Bir minaresi ile bazı kısımları yanan Eyüb Sultan Camii'nde bir süre namaz kılınamadı. 5 Haziran'da ise şiddetli bir fırtına çıktı. İkindiden sonra başlayan şiddetli rüzgâr nedeniyle kabaran dalgalar, Boğaziçi'ni ve Halic'i altüst etti. Kıyıya bağlı tekneler birbirine çarpa çarpa parçalanırken Üsküdar ve Beşiktaş arasında da pek çok kayık ve tekne battı 400-500 insan boğuldu. 11 Temmuz'da da akşam namazından sonra "azim zelzele" oldu. Fatih Camii'nin harim kubbelerinde çatlaklar meydana geldi, istanbul surlarının büyük kapılarından olan Top Kapısı, kentte birçok yapı yıkıldı. Sarsıntılar birkaç gün sürdüğünden halkta huzur kalmadı.
Anadolu'daki Ceridoğlu, Gedik Meh-med Paşa ayaklanmalarını bastıran Hacı Ali Paşa'yı istanbul kaymakamlığına atayan II. Süleyman, Sadrazam Fazıl Mustafa Pa-şa'mn Vidin ve Niş'i düşman istilasından kurtardığı haberim aldıktan sonra 13 Kasım l690'da Edirne'den istanbul'a hareket etti. Edirne'de olduğu gibi, istanbul'a girişinde de esnafın hazırladığı "pâyendaz" denen kumaşlar, padişahın atının ayaklan altına serildi. Fakat, kentte kimse yaşamından memnun değildi. Tüketim maddeleri fiyatlarının yüzde 30 oranında artması karşısında piyasadaki paraların kurları yeniden ayarlandı, l kuruş 120 akçe, şerifî altın 270 akçe, yaldız altını 300 akçe iken, l kuruş 160, l şerifî 360, l yaldız 400 akçeye, l para da 4 akçeye çıktı.
Düşman ordularını Tuna'nın öte yakasına atarak Belgrad'ı geri alan Fazıl Mustafa Paşa'nın sonbaharda İstanbul'a dönüşü görkemli oldu. Karşılamak için Davut-paşa'ya gelen II. Süleyman, kendi sırtındaki kürkü çıkarıp sadrazama giydirdi, belindeki hançeri hediye etti ve "Ben mükafa-at etmeğe kaadir değilim. Allah iki cihanda yüzünü ak etsin!" dedi.
İstanbul'daki sorunlarla ilgilenmek isteyen Fazıl Mustafa Paşa, şer'i konulan iyi bildiğinden, "Ahval-i narh kitabda yokdur" diyerek alım satımım, arz talep kuralına göre işlemesi gerektiğini ileri sürdü ve narhı kaldırdı. Bunu fırsat bilen İstanbul esnafı, her şeyin fiyatını artırdı, "istanbul şehrinde fukara ve züafa ve eytam ve eramil" büsbütün güç durumda kaldılar. Diğer yandan açıkça alınıp satılmasına izin verilmemekle birlikte, beher okkası için satandan 12 akçe, alandan 8 akçe resm-i du-han alınan tütün, İstanbul gümrüğü kapsamından ayrılarak 55 yük akçe ile muka-taaya verildi. 2 Ocak 1691 gecesi, o zaman Yeni Çarşı denen Mısır Çarşısı'nda(->) çıkan yangın 24 saat sürdü ve izleyen günlerde de aşırı hararetten ve dumandan içeriye girilemedi.
14 Nisan 1691'de Davutpaşa ordugâhına çıkan Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa, sefer hazırlıklarını tamamlamakta iken uzun süredir "istiska" (hydropisie) hastalığı çeken II. Süleyman'ın durumu da ağırlaşmış bulunuyordu. Devlet erkânı, padişahın istanbul'da ölmesi durumunda, sadrazamın cephede olmasından yararla-
nacak zümrelerin eylemlere kalkışabileceklerini, narh sorunundan dolayı Fazıl Mustafa Paşa'ya kırgın olan İstanbul halkının, IV. Mehmed'in yeniden tahta çıkmasına çalışacaklarını olası görerek konuyu sadrazamla görüştüler ve II. Süleyman'ın, eski padişah IV. Mehmed'in ve veliaht konumundaki Şehzade Ahmed'in (II) Edirne'ye götürülmelerinin uygun olacağını bildirdiler. II. Süleyman İstanbul'da kalmak istedi ise de ikna edildi. Harem halkı, padişah ve adı geçenler, Yalı Köşkü'nden çektirilere bindirilip Eyüp Iskelesi'ne, oradan da arabalarla Davutpaşa'ya götürüldüler. Amcazade Hüseyin Paşa İstanbul kaymakamı oldu. O gece İstanbul'da bir fitne çıkarma girişiminde bulunup IV. Meh-med'i tahta çıkarmak isteyen Süleymani-ye müderrislerinden Türk Ahmed Efendi ile yandaşları tutuklandı. Edirne yolculuğu sırasında durumu daha da ağırlaşan ve vücudu şişen II. Süleyman 8 Haziran 1691'de Edirne Sarayı'na getirildiğinde komadaydı. 22 Haziran sabahı da öldü. Edirne'de tahta çıkan II. Ahmed'in buyruğu üzerine II. Süleyman'ın cenazesi, tabutuna buz kalıpları yerleştirilerek arabayla Silivri'ye, oradan sandalla İstanbul'a gönderildi ve I. Süleyman'ın (Kanuni) türbesine gömüldü.
Yumuşak huylu, enerjiden yoksun II. Süleyman "kırk yıldan beri bucaklarda çü-rüyüp kalmış, nisvan ülfetiyle perverde, rüşd ve şuur ile idareden mahrum"du. Yazısı güzel ve işlekti. Hat hocası Tokatlı Ahmed Efendi'den sülüs ve nesih öğrenmişti. Fermanlardaki tuğrasının yanına çiçek motifi koydurtan ilk padişahtır. Çocuğu olmayan II. Süleyman'ın kadınları Hatice, Beh-zad, İvaz, Süğlün, Şehsuvar ve Zeyneb olarak bilinmektedir.
Bibi. Süahdar Tarihi, II, 274 vd; Tarih-i Râşid, II, 1-160; Müstakimzade, Tubfe, 209; B. Kü-tükoğlu, "Süleyman II", -M, XI, 155 vd; Uzun-çarşılı, Osmanlı Tarihi, IH/2, 590; Uzunçarşı-h, Saray, 91-92; Mantran, istanbul, I, 247; Ulu-çay, Padişahların Kadınları, 70-71; Daniş-mend, Kronoloji, III, 465 vd.
NECDET SAKAOĞLU
SÜLEYMAN AĞA MESCİDİ
Beşiktaş llçesi'nde, Serencebey Yokuşu ile Muhtar-ı Evvel Sokağı'nın kavşağında yer almaktadır. Serencebey Mescidi olarak da tanınır.
Yapım kitabesi bulunmayan mescidin yokuşa bakan avlu duvarında, çeşmenin sağ tarafında bulunan 6 beyitlik ta'lik hatlı manzum tamir kitabesinden, ilk olarak, Darüssaade Ağası Süleyman Ağa tarafından inşa edildiği öğrenilmektedir. Aynı isim, sivri kemerli çeşme üzerinde yer alan ilginç bir istifle dizilmiş sülüs hatlı kitabede de geçmektedir. Mehmed isimli bir usta imzasını da barındıran bu kitabeden çeşmenin Ill6/1704-05'te yapıldığı öğrenilmektedir. Buradan hareketle mescidin de aynı yıllarda yaptırıldığı söylenebilir. Ayrıca Hadîka 'da da mescidin yapım tarihi 1113/1701-02 olarak geçmektedir. Yapının sözü edilen tamir kitabesinde 1277/1860-61'de Darüssaade Ağası Amber Ağa tara-
fından yenilendiği öğrenilmektedir. Yapı bu yüzden Amber Ağa Mescidi olarak da bilinir.
Bulunduğu arsa nedeniyle düzgün olmayan bir plana sahip olan mescit, kagir duvarlı, ahşap çatılı, küçük ölçülü bir yapıdır. Güneybatı duvarı pahlanmış olan yapı, doğuda 4, güneyde 3, pahta 2, batı duvarında yine 2 olmak üzere toplam 11 adet büyük boyutlu, basık yuvarlak kemerli pencere ile aydınlatılmıştır. Ampir üslu-bunda(->), sade görünümlü madeni korkuluklara sahip olan pencerelerin dıştan kesme taş sövelerle çevrelendiği ve kilit taşlarında çıkıntı yapan konsol şeklinde süslemeleri olduğu görülmektedir. Önünde kapalı bir son cemaat yeri bulunan mescide yandan, son cemaat yerinin doğu duvarındaki kapıdan girilmektedir. Son cemaat yerinden merdivenlerle, tahta bölmelerle ayrılmış, ön kısmı ince ahşap direklere oturan, üç adet kavisli çıkma ile harim kısmına uzanan kadınlar mahfiline ulaşılmaktadır. Harime mihrap eksenindeki ahşap kanatlı bir kapıdan girilmektedir. Dıştan dört meyilli kiremitli çatı altına alınmış olan yapının çıtalarla oluşturulmuş dikdörtgen ve kare taksimatlı, düz ahşap bir tavanla örtüldüğü görülmektedir. Dışa hiç aksettirilmeyen mihrap içten basık yuvarlak kemerli, yeni fayanslarla kaplı, basit bir niş şeklindedir. İnce bir işçilik gösteren ahşap minberin korkuluklarında aplike ahşap oymalar kullanılmıştır. Köşk kısmının köşeleri pilastrlarla hareketlendirilmiş ve her yüzü kafes örtülü, yuvarlak kemerler şeklinde dizayn edilmiştir. Günümüzde apartmanlar arasında sıkışmış olan kesme taş minarenin klasik öğeler taşıdığı, cami ile Muhtar-ı Evvel Sokağı'ndan girilen meşruta binasının arasından yükseldiği görülmektedir. Bir diğer meşruta binası da yapının doğusunda, mescide girişi sağlayan koridor şeklindeki geçişin üzerinde yer almaktadır. Yine burada abdest alma muslukları bulunmaktadır.
Süleyman Ağa Mescidi
Ertan Uca, 1994/TBJTVArşivi
Mihrabın arkasında kavisli avlu duvarının üzerinde ortada sivri kemerli niş şeklinde düzenlenmiş, küçük bir çeşme görülmektedir. 1700lere tarihlenen bu çeşmenin, yan tarafında bulunan sülüs hatlı, mensur kitabesinden 1255/1839'da Bezmiâlem Valide Sultan(->) tarafından tamir ettirildiği öğrenilmektedir. Dikdörtgen şeklindeki, köşeleri yaprak kıvrımlarıyla hareketlendirilmiş bir çerçeve ile çevrelenmiş aynataşı 1839 onarımında buraya yerleştirilmiş olmalıdır. Bezmiâlem Valide Sultan'ın erken tarihli pek çok çeşmeyi yeni eklerle elden geçirttiği bilinmektedir.
Günümüzde apartmanlar arasında sıkışıp kalan bu mahalle mescidinin etrafından önceleri bir hamam ve mektebin bulunduğu Hadîka'dan öğrenilmektedir. Bu yapılardan sadece mescit bugüne ulaşmış, diğerleri zaman içinde yok olmuşlardır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 103; Öz, istanbul Camileri, II, 30.
BELGiN DEMİRSAR
SÜLEYMAN EFENDİ (Fındıklık)
(?, İstanbul -1779, istanbul) Tarihçi.
Tokatlı Şemdanî Hacı Mehmed Ağa'nın oğludur. Bu yüzden Şemdanîzade olarak da anılır. Babası 1730'daki Patrona Halil Ayaklanması(->) sırasında serdenğeçti kılığına girerek gümrüğü talan etmek isteyen asileri engellediği için ödüllendirilmişti. Süleyman Efendi, medrese öğrenimi gördükten sonra kadılık mesleğine girdi. 1761-1762'de istanbul'da Balkapanı naibi oldu, 1765-1766'da İsmail, ardından Beypazarı, Pravişte, 1769-1770'te Ankara, 1771'de Tokat kadılığına atandı. Rumeli Kazaskeri Mehmed Murad Efendi'nin yanında beytül-mal kâtibiyken onun sürgün edilmesi üzerine Süleyman Efendi de Ege adalarından birine gönderilmiştir. Onun 1776'da geçici görevle Mısır'da Feyyum kadısı olduğu bilinmektedir. Bir ara İstanbul'da kassam kâtipliğinde de bulunan Süleyman Efendi vefatında Eyüp'teki Balçık Tekkesi'nin(->) naziresine defnedilmiştir.
Süleyman Efendi tarihçilikle ilgili resmi bir görev almamış, tarihe meraklı bir kişi olarak Kâtip Çelebi'nin Takvimü't-Teva-rih adlı Arapça kronolojisini ve daha sonra Kâtip Çelebi'nin bıraktığı 1065/1654-55'ten 1145/1732-33'e kadar Şeyhî Mehmed Efendi'nin yazdığı zeyli şerh etmiş, 1143/1730-1191/1777 arasım ise vakanüvis tarihleri tarzında kaleme almıştır. Müri't'-Tevarih adlı eserin özellikle bu son bölümü İstanbul'da meydana gelmiş olaylarla ilgili ayrıntılı bilgiler verir. Süleyman Efendi vakanüvis olmadığı için eserinde onların değinmedikleri hususlara eğilmek olanağı bulmuş, babasının devrin ileri gelenlerine yakınlığından yararlanarak birçok olayın gizli kalmış yanlarını öğrenmek fırsatını yakalamış, ayrıca birçok kısımda da hem kendi gözlemlerini, hem de Sadrazam Seyyid Hasan Paşa gibi devlet adamlarından dinlediklerini kitabına aktarmıştır. Bu yüzden eseri dönemin vakanüvis tarihlerinden daha zengin içeriklidir.
Mür'i't-Tevarih'in 1520'ye kadar gelen
bölümü Ahmed Tevhid (Ulusoy) tarafından (İst., 1922), 1730-1777 arasını kapsayan son bölümü de Münir Aktepe tarafından (3 c., İst., 1976-1981) yayımlanmıştır.
BibL Sicill-i Osmanî, III, 86; Osmanlı Müellif-leri, III, 76; Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 333-334; Mür'i't-Tevarih, I, XVHI-XXIV.
İSTANBUL
Süleyman Halife Sıbyan Mektebi
Ertan Uca, 1994/TETTVArşivi
SÜLEYMAN HALİFE SIBYAN MEKTEBİ VE ÇEŞMESİ
Fatih İlçesi'nde, Saraçhanebaşı'nda, Baba Hasan Alemi Mahallesi'nde, Horhor Caddesi ile Yeşil Tekke Sokağı'nın kavşağında, Subhi Paşa Konağı'mn(-») karşısında yer almaktadır.
Kitabesi bulunmayan mektep, altında yer alan çeşmenin kitabesinde adı geçen Muhasebe-i Evvel kalemi halifelerinden el-Hac Süleyman Efendi tarafından 1141/ 1728-29'da yaptırılmış olmalıdır.
Günümüzde konut olarak kullanılan mektebin iç düzeni değişikliğe uğramış, ancak dış görünümü özgün halini koruyabilmiştir. Duvar iki sıra tuğla ve bir sıra kesme küfeki taşı ile almaşık düzende örülmüş, yapının köşesi kesme taş örgü ile takviye edilmiştir. Gerek pencereler, gerekse de Yeşil Tekke Sokağı'na açılan, basık kemerli kapı kesme taş sövelerle çerçevelenmiş, ayrıca pencereler sivri hafifletme kemerleri ile taçlandırılmışım Kare planlı ve tonoz örtülü olduğu anlaşılan fevkani dershane, yapının köşesinde yer alır. Söz konusu mekân, kesme taştan konsollara oturtulmak suretiyle hafifçe cephelerden taşınlmıştır. Dershanenin saçağı üç sıra testere dişi silmeden meydana gelir.
Horhor Caddesi üzerinde, dershanenin altında yer alan çeşme bütünüyle kesme küfeki taşı ile işlenmiştir. Çeşmenin silmelerle çerçevelenmiş olan dikdörtgen cephesi ve sivri kemerli nişi klasik üslubun oranlarını yansıtmaktadır. Kilit taşı küçük bir kabara ile bezeli olan kemerin üzerinde yer alan, iki satırlık, sülüs hatlı, mensur kitabe baninin adını ve yapım tarihini verir. Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 134; Ak-
soy, Sıbyan Mektepleri, 89; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 767.
İSTANBUL
SÜLEYMAN KAPTAN ÇEŞMESİ
Beyoğlu llçesi'nde, Kasımpaşa'da, Zinda-narkası Sokağı ile Bülent Demir Cadde-si'nin (eski Hasköy yolu) kesiştiği meydan üzerindedir. I. H. Tanışık 1940'lı yıllarda yapının Zindanardı'nda Sivrikoz Camii'nin önünde yer aldığını kaydetmiştir. A. Egemen ise yapının kitabeye kadar toprak altında olduğundan söz etmektedir. Bugünkü konumu çeşmenin 1992-1993'te onarıldığını ve taşındığını ortaya koymaktadır.
Üzerindeki kitabeden 1162/1748'de Süleyman Kaptan'ın çeşmeyi yaptırdığı anlaşılmaktadır. İ. H. Tanışık'ın söz ettiği 1165/1751 ve 1167/1753 tarihli Naima ve Lebib'e ait kitabeler bugün yapı üzerinde görülmemektedir. Çeşme yapısı İstanbul' un sayılı çatal çeşmelerinden 18. yy'a ait bir örnek olmasının yamsıra kitebesinde-ki ve suluklarını taçlayan aynataşlarında-ki gemici feneri motifleriyle ilgi çeker.
Küfeki taşından inşa edilmiş yapının kitabesi, aynataşları mermerden yapılmıştır. Kemer kuşağında ve ön cepheyi bezeyen iki rozette siyah mermer de kullanılmıştır. Dikdörtgen planlı (120x268 cm) yapının üzeri kesme taştan örülmüş tonozla örtülüdür. Taştan yapılmış, genişçe bir saçak, yapı ile örtü sistemi arasında geçiş sağlamaktadır. Arka cephesi düz bir duvar olarak örülmüş yapının sağ ve sol taraflarındaki yan cepheler birer sulukla zenginleştirilmiş, ön cephe ise çeşme olarak değerlendirilmiştir.
Yapının ön cephesinin ortasına sütun-çelerle sınırlanmış iki ayağı birbirine bağlayan sivri bir kemer gözü içine aynataşı oturtulmuştur. Üzengi seviyesinin üstünde yer alan kuşağı küfeki taşı ve siyah mermerle örülmüş kemerin kilit taşı da siyah mermerden oluşturulmuş, bir arma gibi yukarıya doğru iki yönde genişleyen bir rozetle belirlenmiştir. Dikey ve yatay silmelerle çerçevelenmiş kemerin yan üçgen boşlukları süslenmemiştir. Kemer tablası iki yanda ayaklar üzerinde yer alan, bey-zi, siyah mermerden yapılmış birer rozetle süslenmiştir. Kemer tablasının üzerinde üç gemici feneri motifiyle bezenmiş 16 mısradan oluşan kitabe vardır. Kitabenin üstünde yatay silmelerden oluşan kornişe oturan saçak bulunmaktadır.
Pembe damarlı beyaz mermerden yapılmış aynataşı dilimli, kör bir kemer gözü ile bezenmiştir. Önünde iki tarafı dinlenme taşları ile sınırlanmış bir tekne içinde gömülü, beyzi bir kurna görülmektedir.
Ön ve arka cepheye köşelerdeki sütun-çelerle bağlanan simetrik tasarlanmış yan cephelerde dilimli gövdeli suluklar üzerine yerleştirilmiş küçük aynataşları vardır. Sol tarafta pembe damarlı sağ tarafta ise gri damarlı beyaz mermerden yapılmış, küçük aynataşları, iki sütunçe ve ortasında bir midye bulunan iki gemici feneri motifiyle taçlanmış bir alınlıkla bezenmiştir. Alınlıkların üzerinde sol tarafta "Tevekketü Al-
SÜLEYMAN SUBAŞI MESCİDİ
94
95
SÜLEYMANİYE DARÜŞŞİFASI
lalı" sağ tarafta "Maşallah" yazılı panolarla aynataşları son bulmaktadır.
Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 112, 113; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 768, 769.
H. ORGUN BARIŞTA
Süleyman
Kaptan
Çeşmesi
Ertan Uca, 1994/ TBTTV Arşivi
SÜLEYMAN SUBAŞI MESCİDİ
Eyüp İlçesi'nde, Nişancılar'da, Süleyman Subaşı Türbesi Sokağı ile Münzevi Cad-desi'nin kavşağında yer almaktadır. "Münzevi Mescidi", "Müzevvir Mescidi", "Karcı Süleyman Mescidi" adları ile de bilinmektedir.
Hadîka'da., banisinin Müzevvir Süleyman Subaşı olduğu, kendisinin mescidin civarında gömülü bulunduğu belirtilmektedir. Çoğunlukla mescitlerin avlusundaki "oturak tahtası" olarak tabir edilen ayak tahtası, ilk defa bu mescidin banisi tarafından icat edilmiştir.
istanbul Vakıfları Tahrir Defteri hde Süleyman Subaşı bin Abdullah'ın 952/1545 tarihli ve Hasanü'l-Kassâm imzalı vakfiyesinde İstanbul'daki başka hayır eserlerinden de söz edilmektedir. Yapının kitabesi ve haziresi yoktur. Güney tarafta, cadde üzerinde Süleyman Subaşı'nın klasik, kita-besiz bir çeşmesi vardır. Biraz ileride de semt halkının "Müzevvir Kardeşler" olarak adlandırdığı bir açık türbe bulunmaktadır.
Mescit, Mimar Sinan yapısı olup, duvarları moloz taş, çatısı ahşaptır. Ayrıca 19. yy'da onarılmış, 19ö7'de tekrar ele alınarak ahşap olan son cemaat yeri kagire dönüştürülmüştür. Günümüzde de yapının doğu tarafına yapılan ek bina ile mescidin genişletilmesi düşünülmektedir.
Yapının batı tarafına, dıştan ince, uzun, dikdörtgen bir bölüm eklenmiştir. Bu bölümden son cemaat yerine ulaşılır. Son cemaat yeri enine dikdörtgen bir mekân olup kuzeybatısında minareye çıkış kapısı bulunur. Kuzeydoğusu ise kapatılarak imam odası haline getirilmiştir. Harim ile son cemaat yerinin ortak olan duvarında, ortada dikdörtgen kapı, iki yanında birer dikdörtgen pencere yer alır.
Harimde güney duvarının ekseninde, dikdörtgen şeklindeki mermer mihrap, içten beş köşelidir. Güney, doğu ve batı duvarlarında, altlı üstlü dörder tane pencere açılmış, üst pencereler renkli camla doldurulmuştur. Karimin tavanı ahşap ve düz
olup, çıtalarla karelere ayrılmıştır. Vaaz kürsüsü ve minberi de ahşap olup minberi güneydoğu köşede duvara bitişiktir. Karimin duvarları son yıllarda pencere altlarına kadar lambriyle kaplanmıştır. Kadınlar mahfili harimde oldukça büyük dikdörtgen bir çıkma yapar. Mescidin güdük minaresi, tek şerefeli olup sivri külah ile son bulur.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 294; Barkan-Ayverdi, Tahrir Deften, 224; Öz, istanbul Camileri., I, 107; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 73; Kuran, Mimar Sinan, 317.
N. ESRA DİŞÖREN
SÜLEYMANİYE
Süleymaniye Camii ve Külliyesi'nin çevresinde, İstanbul'un üçüncü tepesinde, adım külliyeden alan tarihi semt. İdari olarak, Eminönü İlçesi'nin bir mahallesi. Kuzeyde Demirtaş, kuzeybatıda Hoca Gıyasettin, batıda Molla Hüsrev, güneyde Beyazıt, doğuda Mercan mahalleleriyle çevrilidir. Ancak semt olarak, Demirtaş, Hoca Gıyasettin, Molla Hüsrev mahallelerinin bir bölümüyle, Süleymaniye Mahallesi içinde kalan İstanbul Üniversitesi'nin merkez binasının arkasındaki kesimleri içerir.
Semt 16. yy'in ortalarından itibaren, 1557'de tamamlanan Süleymaniye Külliye-si'nin(->) adıyla anılmaya başlanmış ve şehrin, daha eski olan Fatih'ten(-0 sonraki ulema semti olarak, kısa sürede İstanbul'un en önemli semtlerinden biri haline gelmiştir. Semte adını ve özelliğini kazandıran yapılar kompleksi, kuşkusuz, cami, her kademeden mektepler, medreseler, darülhadis, darüşşifa, darülkurra, imaret (darüzziyafe), hamam (bak. Dökmeciler
Süleymaniye'den bir görünüm. Doğan Kuban
Hamamı), kervansaray-tabhane, arasta, çarşı (bak. Tiryaki Çarşısı) bütünlüğünden oluşan Süleymaniye Külliyesi'dir. Semtin çeşitli şehirsel işlevleri de buna göre belirlenmiş; okul ve medreselerle eğitim ön plana geçmiş; semt bir ulema semti olarak gelişmiştir.
16. yy'ın başından 1826'ya kadar yeniçeri ağalarının oturduğu askeri merkez olan Ağa Kapısı'nın(->) 1550'lerden itibaren Süleymaniye'de bulunduğu sanılmaktadır.
Süleymaniye 17. yy'm ilk çeyreğine kadar ulemanın bu dönemdeki saygınlığına da bağlı olarak şehrin belki de en seçkin ve önemli semti oldu. 17. yy'ın ilk çeyreğinden itibaren ulemanın gücünde bir azalma gözlense de Süleymaniye görkeminden ve öneminden fazla bir şey kaybetmedi. Süleymaniye medreseleri şehrin en yüksek derecede ve seçkin eğitim veren kurumlarıydı. Semtin daha aşağılara, Haliç sahiline doğru kesiminde ise tüccar evleri ve konaklan vardı. Bu bölgede toplanmış olan çeşitli şehirsel işlevler, Süleymaniye çevresinde, geniş bir zanaatkar işlikleri ve ticarethaneler, dükkânlar ağı yaratmıştı. Daha külliye yapılırken akar olarak karşısında inşa edilen çarşı dışında, özellikle şehrin alışveriş ve ticaret merkezi olan Mercan'a(-») doğru ve aşağıda Halic'e doğru sokak adları, bakırcılar, dökme-ciler, ahşap tornacılar, ağızlıkçılar, kepe-nekçiler başta olmak üzere bu ticari işlevlerin günümüze kadar gelmiş kanıtıdır.
19. yy'm ikinci yarısına ait haritalarda Süleymaniye semtinde, külliye binaları dışında, güneyde, bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binasının bulunduğu yerde
Daire-i Umur-ı Askeriye (bak. Harbiye Nezareti binası), Kışla-yı Hümayun, Cephane, Süleymaniye Kışlası, bu askeri komplekse ait hastane, tamirhane ve ahırlar görülmekte; semtte askeri-yönetimsel işlevlerin öne çıktığı anlaşılmaktadır. Caminin iki yanındaki dört medrese, halen Süleymaniye Doğumevi olan darüşşifa, bugün geleneksel Osmanlı mutfağını yaşatmak amacıyla turistik hizmet veren bir lokantaya dönüşmüş olan imaret (darüzziyafe), kuzeyde eski Ağa Kapısı yerindeki Şeyhülislamlık (Bâb-ı Meşihat) binası (bugün müftülük) ilk göze çarpan önemli yapı ve merkezlerdir. Yine 19. yy'm sonlarında, kuzeye, Halic'e doğru inen yamaçlarda ahşap ev ve konakların arasında dağınık ve küçük bostanlar görülmektedir.
20. yy'da, çevresindeki semtler gibi giderek bir yoksul semti haline gelerek eski görkemini yitiren, ancak eğitim ve sağlık işlevlerinin yenilenerek sürdüğü Süleymaniye, şehirsel doku olarak 1950'lere kadar geleneksel yapısını koruyabilmiş, ancak zamanın yarattığı tahribata da maruz kalmıştır. Eski, ahşap yapılı İstanbul semtleri gibi sık sık yangınlar geçiren Süleyma-niye'de, günümüzde hâlâ özelliklerini koruyan sokaklar ve evler bulunmaktadır.
Bugün Süleymaniye, cami ve çevresi nedeniyle turizmin öncelik kazandığı, tarihi bir semttir. Öte yandan İstanbul Üniver-sitesi'nin çeşitli bina ve fakülteleriyle, semtin geleneksel eğitim-bilim işlevi farklı niteliklerde de olsa sürmektedir. Eski da-rüşşifanın yerindeki Süleymaniye Doğumevi ve daha güneydeki Esnaf Hastane-si'nin(->) varlığı da geleneksel sağlık işlevinin bir devamı sayılabilir. Semtte konut olarak kullanılan binalar azalmış, kalanlara, çoğunluğu iç göçle gelmiş olan, çoğu bekâr nüfus ve üniversiteye yakınlığı nedeniyle öğrenciler yerleşmiştir. Burada çok sayıda öğrenci yurdu da vardır. Yine burada 1935'te kurulmuş olan, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'ne bağlı botanik bahçesi vardır.
Eskiden tüccar evleri ve konaklarının bulunduğu, semtin Halic'e doğru inen yamaçları İstanbul'un en yoksul görünümlü evlerinin ve sokaklarının bulunduğu bir çevreye dönüşmüştür. Burada oda oda kiraya verilen eski ahşap evlerde bekârlar, öğrenciler ve yoksul aileler yaşamaktadır.
Koruma altına alınması, restorasyonu sık sık gündeme gelen Süleymaniye'de böyle bir proje henüz uygulama aşamasına gelememiştir.
1990 Genel Nüfus Sayımı'na göre, büyük ölçüde üniversite binalarını içeren Süleymaniye Mahallesi'nin nüfusu 258'i kadın olmak üzere 8ö9'dur. Bu nüfusun sadece 156'sı İstanbul doğumludur ve İstanbul doğumlular arasında kadın ve erkeklerin hemen hemen eşit oranda bulunması, az sayıda yerleşik hanenin de göstergesi sayılabilir. 296 Malatyalının sadece 59'u, 119 Adıyamanlının 15'i kadın olduğuna göre bunların öğrenci ya da bekârlar olduğu düşünülebilir.
Semt olarak Süleymaniye'de yer alan
Süleymaniye
istanbul Ansiklopedisi
Demirtaş, Hoca Gıyasettin, Molla Hüsrev mahallelerinin nüfusları da benzer özellikler göstermektedir. Bu üç mahallenin 1990 Genel Nüfus Sayımı'na göre toplam 8.348 olan nüfuslarının sadece 1.603'ü İstanbul doğumludur ve bu nüfusun 773'ü kadın, 830'u erkektir. Bunların semte yerleşmiş ailelerin nüfusu olması akla yakındır. Buna karşılık Süleymaniye semtinin önemli bölümünü meydana getiren bu üç mahallede 1.604 Malatyalının sadece 249'u kadındır. Demirtaş Mahallesi'nde Niğdeli 132 nüfusun tamamı erkektir. Yine semtte önemli bir nüfus kümesi oluşturan Adıyamanlıların Süleymaniye de dahil semti oluşturan dört mahalledeki toplam nüfusları 967'dir, bunun sadece 99'u kadındır.
İstanbul dışı doğumlular arasında Malatya, Adıyaman, Niğde, Aksaray ve Urfa-lılann başı çektiği Süleymaniye semtinin bu nüfus özellikleri, semtin iç göçle gelenlerin görece ucuz barınak bulabildikleri bir yer olması yanında burada bulunan öğrenci ve gurbetçi yurtlarına da bağlanabilir.
İSTANBUL
taMnorn™ ouLTAN SBBS1AN l
Dostları ilə paylaş: |