ULEMA
"Ulema-yı rüsum", "ilmiye sınıfı", "ilmiye ricali" de denmiştir. Osmanlı döneminde İstanbul'da etkili bir zümre oluşturan, başlarında şeyhülislamın bulunduğu kazasker, kadı ve müderrislerdi. Şeriatın temsilcileri olan bu kesim, padişahlıktan ve kapıkulu ocaklarından sonra İstanbul'daki üçüncü
ULUĞ, İSMET
322
323 UNGER, FRIEDRICH WILHELM
kuvvet konumundaydı. Ulema, yargıyı, ibadeti ve eğitimi doğrudan, yönetimi ve siyasal kararlan ise dolaylı olarak yüzyıllarca yönlendirdi.
Fatih Kanunnamesi'nde "Şeyhülislam, ulemanın reisidir ve muallim-i sultani dahi kezâlik serdar-ı ulemadır. Vezirazam, onları riayeten üstüne almak münasibdir. Amma müftî ve hoca, şâir vüzerâdan birinci tabaka yukarıdır" hükmünün yer alması, fetihten sonra, İstanbul'da geniş bir etki alanı elde eden ulemaya tanınan ilk ayrıcalıktı. Daha sonraları bu sınıfa mensup olanların vergi ödememek, cezalandırılmamak, malları müsadere edilmemek, arpalık edinmek, kendi çocuklarının da ilmiye sınıfına alınması gibi daha bir dizi ayrıcalıkları oldu. Ulemanın büyükleri, şeyhülislam (müftî), nakibüleşraf, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, İstanbul kadısı ile hünkâr hocalarıyla, bunların emeklileriydi. Aynı süreçte Bilad-ı Selase(->) kadıları, Süleymani-ye, Fatih, Ayasofya, Sultan Bayezid medreselerinin müderrisin-i kiram demlen büyük hocaları, mevleviyet (il kadılığı) aşamasına ulaşmış kadılar, bunların emeklileri, İstanbul'da oldukça kalabalık bir ulema sınıfı oluşturmaktaydılar.
Ulema aileleri, kentteki diğer kesimlere göre daha muhafazakâr ve örnek bir yaşam sürerlerken, ulema konaklarının selamlık daireleri de birer kültür merkezi işlevine sahipti. Şeyhülislamlığa atanan Rumeli kazaskeri, "Meşihat" denen daireye taşınır; fetva, atama, yargı ve kabul çalışmalarını burada sürdürürdü. Ulemanın asıl ağırlığı verdikleri fetvalarla belirginleşmekteydi. Örneğin bir padişahın tahttan indirilmesi için fetvaya gereksinim olduğu gibi, kent yaşamım ilgilendiren pek çok konuda da başvuranlara Meşihat'taki fetva dairesinden fetvalar verilmekteydi. İstanbul'da ve genel olarak da ülkede Hanefî mezhebi yaygın olduğundan fetvalar bu mezhep içtihatlarına göre hazırlanmaktaydı.
Şeyhülislam Ebussuud Efendi(->) şeriat kuralları ile halkın benimsediği görenekleri, örf ve âdetleri, zamanın gereklerini bağdaştırıcı bir fetva yolu izlenmesi konusunda sonraki ulemaya öncülük etti. Örneğin, kahvenin İstanbul'a ilk gelişinde bu nesnenin haram olduğuna ilişkin bir fetva vermişken daha sonra halkın alıştığını ve içki gibi zararlı bir madde olmadığını görerek önceki fetvasını kaldıran yeni bir fetva yazdı. Ayrıca, "Şeriat maslahat değildir" ilkesini koydu.
15. ve 16. yy'larda Fahreddin Acemi, Molla Hüsrev, Molla Gürani, Zenbilli Ali Cemali Efendi, Kemalpaşazade Şemseddin Ahmed Efendi, Fenarîzade Muhyiddin Efendi, Ebussuud Efendi gibi alanında yetkin büyük şeyhülislamların temsil ettiği ulema zümresi, 17. yy'da hızlı bir bozulma sürecine girdi. Bu süreçte, kayırma ve yolsuzluklar arttı. "Beşik uleması" denen yeni bir zümre ortaya çıktı. Şeyhülislam, kazasker ve müderrislerin küçük yaştaki erkek çocuklarına, ilmiye payeleri verilerek yüksek arpalıklar tahsis edilmeye başlandı. Bunlar arasında, okuma yazma bilmeyen, medreseye gitmeyen, hattâ zihin-
sel özürlüler dahi vardı. Diğer yandan ulema aileleri arasında akrabalık bağlan kurularak ortak çıkarların korunmasına çaba gösterildi. 17. yy'm sonlarında, beşik ulemasının hiç değilse dış görünüşlerini din adamı görüntüsüne kavuşturmak için sakal bırakmaları zorunluluğu getirildi. Bu, dönemin aydmlarmca alay konusu edildi ve pek çok hiciv yazıldı.
Tüm bunlara karşın, tahttaki padişah ile yönetimdeki vezirazam ve vezirler, olumsuz fetvalar verebilecekleri kaygısıyla ulema sınıfından her zaman çekindiler. 1648'de başlarında şeyhülislam olduğu halde istanbul'daki ulemanın Atmeyda-nı'na gelip ayaklanmacılara önderlik etmeleri, kendi görüşlerinde olmayan Rumeli Kazaskeri Muslihiddin Efendi'yi yeniçerilere parçalattırmaları, 1654, 1703 olaylarında şeyhülislamların ve ulemanın oynadığı roller, ciddi sonuçlar doğurdu. Diğer yandan tanınan onca ayrıcalığa karşın, üç şeyhülislam da farklı tarihlerde idam edildi. Bunlar, Ahizade Hüseyin Efendi (1633), Hocazade Mesud Efendi (1656) ve Feyzul-lah Efendi'dir (1703).
İstanbul ulemasının saraya ve yönetime karşı konumu en belirgin olarak cülus ve bayram törenlerinde görülürdü. Sözgelimi bayram tebriğinde şeyhülislam huzura geldiği zaman, padişah tahtından doğrulur, bir-iki adım yürüyüp musafahada bulunurdu (bak. bayram alayı). Tahta çıkan yeni padişahın kılıç kuşanma töreninde de şeyhülislamın ve nakibüleşrafın bulunmaları bir gelenekti (bak. kılıç alayları). Diğer bütün törenlerde de şeyhülislamdan müderrislere değin ulemanın saygın yerleri vardı. Bu törenlere, örf denen kavukları, rütbelerine göre kürkleri veya cüppeleriyle katılmaları kanun gereğiydi. Ulema sınıfının tören protokolündeki en sonuncu bireyi hekimbaşıydı.
Genellikle Türk soylu olan İstanbul ulema aileleri arasında varlıklarım birkaç yüzyıl sürdürenlerin başlıcaları Bostanzade, Dürrîzade, Çivizade, Zekeriyazade, Kara-çelebizade, Minkarizade, Debbağzade, Paşmakçızade, Mirzâzade ve Pirîzadelerdir. Gerek bu, gerekse diğer ulema ailelerinden, salt din bilgini, müderris ve kadı değil pek çok hattat, tarihçi, şair, hattâ musikişinas da yetişmiştir. Ulemadan zengin olanların ise kendi memleketlerine veya İstanbul'a su getirme, çeşme yaptırma, mektep ve kütüphane tesis etme gibi hayırlara yöneldikleri, zengin kitap koleksiyonlarını vakfettikleri saptanmaktadır.
Ulemanın İstanbul'daki etkili konumu II. Mahmud'un 1826'da Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmasına kadar sürdü. Tanzimat'a (1839) doğru kurumlaşma süreci hızlanınca şeyhülislamlık da birer resmi dini kuruma dönüştü. Bununla birlikte bu sınıfın onursal yüceliği, Osmanlı Devleti'nin yıkılışına değin devam etti. Süleymaniye Camii arkasındaki "Bâb-ı Meşihat" veya "Bâb-ı Fetva" denen şeyhülislamlık giderek bir tür nezarete (bakanlık) dönüşürken fetva işleri de fetva emini denen bir din uzmanının yönettiği daireye bırakıldı. Abdülaziz'in(->), V. Murad'ın(-+), II. Ab-
dülhamid'in(-0 tahttan indirilmelerinde, fetva dairesinde hazırlanan fetvalar temel gerekçe oldu.
II. Meşrutiyet döneminde Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi, ulema sınıfının ve bu zümrenin kaynağı olan medreselerin ıslahı için çaba sarf etmekle birlikte, bu çalışmalar, Osmanlı Devleti'nin yıkılışı yıllarına rastladığından bir sonuç vermedi. Son şeyhülislamlardan Mustafa Sabri Efendi Yüzellilikler listesine alınarak İstanbul'dan sürülürken, Milli Mücadele önderleri hakkında idam fetvası veren Dürrîzade Abdullah Efendi de İstanbul'dan kaçmak zorunda kalmıştır.
20. yy'm başında İstanbul'da ve küçük rütbelileri ise taşrada olmak üzere, kazasker, İstanbul, bilad-ı hamse, mahreç, devriye, Edirne, İzmir, darülhadis, Süleymaniye, hamise-i Süleymaniye, musıla-i Süleymaniye, altmışlı, sahn-ı seman ve musıla-i sahn derecelerinde 1.100 dolayında ilmiye mensubunun oluşturduğu oldukça kalabalık bir ulema zümresi vardı.
Bibi. Müstakimzade Süleyman Sadeddin, Dev-batü'l-Meşayib, (tıpkıbasım), ist., 1978; Uzun-çarşılı, İlmiye; Osmanlı Müellifleri, I; Altun-su, Şeyhülislamlar; N. Sakaoğlu, "19. yy'da Şeyhülislamlık", TCTA, I, 263 vd; R. Ş. Yeşim, "1654 Olaylarında Ulema Efendiler", Hayat Tarih Mecmuası, S. 4 (Mayıs 1971), s. 21 vd; E. Serezli, "Şeyhülislamlar-İstanbul'un Fethinden Sonra", Tarih Hazinesi, S. 4 (Ocak 1951), s. 185; B. Felek, "Yakın Devirde Ulema", Milliyet, 10 Nisan 1977.
NECDET SAKAOĞLU
ULUĞ, İSMET
(1901, İstanbul -1975, İstanbul) Sporcu, spor adamı.
Futbola, Osmanlı İttihat Mektebi'nde öğrenciyken başladı. Kadıköy Numune Mektebi'nde okurken komple bir sporcu olarak kendini gösterdi. Beden eğitimi öğretmeni Ahmed Robenson(->) onu Galatasaray Spor Kulübü'ne(->) götürdü. Kısa bir süre sarı-kırmızı forma altında futbol oynadıktan sonra 15 yaşındayken Fenerbahçe Spor Kulübü'ne(-*) geçti. Genç takımdan yetişip birinci takıma yükseldi. 11 yıl aralıksız olarak sarı-lacivert forma altında yer aldı. Bu süre içinde 166 maç oynadı. Türk futbolunun en büyük yıldızlarından biri olarak parladı ve "Yavuz İsmet" adıyla anıldı. Aynı zamanda mükemmel bir boksör olarak da kendini gösterdi. Özellikle işgal yıllarında yabancı asker boksörlerle yaptığı maçlarda kazandığı peş peşe galibiyetlerle milletin yaralı gönlünde ayrı bir yer edindi. Ayrıca şampiyon bir kü-rekçi ve mükemmel bir hokeyci olarak da tanındı. Başarılı futbol yaşamında 11 kez ay-yıldızh formayı giydi. Askeri tabip olarak 1928'de Adana'ya atanınca spor hayatını kapattı. Uzun yıllar yurdun çeşitli yerlerinde görev yaptı. Yarbay rütbesiyle emekliye ayrıldıktan sonra İstanbul'a döndü. Tekrar Fenerbahçe Spor Kulübü'nde kısa bir süre sonra yönetici olarak görev aldı. 1962-1966 arasında da Fenerbahçe Spor Kulübü başkanlığında bulundu. Yöneticilik alanında da spor sahalarındaki adına yakışan başarı gösterdi.
CEM ATABEYOĞLU
ULUNAY, REFİ CEVAD
(1890, Şam - 4 Kasım 1968, İstanbul) Gazeteci, yazar.
1909'da Mekteb-i Sultani'yi (Galatasaray Lisesi) bitirdikten sonra Tanin'de(->) gazeteciliğe adım attı. Sonra fkdam'da(->) yazdı. 1912'de Pehlivan Kadri ile birlikte Alemdar gazetesini kurdu. İttihad ve Te-rakki'nin siyasetini şiddetle eleştirdiği için sık sık kapatılan gazeteyi başka isimlerle devam ettirdi. 1913'te Mahmud Şevket Paşa suikastı(->) üzerine İttihad ve Terakki yönetimince Sinop'a sürgün edildi. Çorum ve Konya'da sürgünde geçirdiği I. Dünya Savaşı sona erip İttihad ve Terakki iktidardan düşünce İstanbul'a döndü. Alem-dar'ı yeniden çıkarmaya başladı. Tamamen siyasi bir hesaplaşma aracı olarak düşündüğü gazetesi başlangıçta Mustafa Kemal'e karşı ılımlı davranırken, sonra Milli Mücadele'yi bir İttihatçı eylemi olarak algıladı ve en ağır saldırılarda bulundu. Zaferin kazanılması üzerine Mısır'a kaçtı ve "Yüzellilikler" listesine dahil edilerek vatandaşlıktan çıkarıldı. 1938'deki af üzerine yurda döndü ve hemen Yeni Sabah 'ta yazmaya başladı. 1952'den ölümüne kadar yazarlığını Milliyet'te sürdürdü. Bu ikinci döneminde daha çok anılarım, kültürel konuları işledi. Sohbet türü yazılar yazdı. Gelenekçi bir tutum içinde oldu. Eski İstanbul yaşamı ve kültürünü aktarmaya çalıştı. Nadiren girdiği polemiklerde eski ısırıcı üslubunu ortaya koydu. Kitapları arasında Köle (İst., 1942), Enkaz Arasında (İsi., 1945); Sayılı Fırtınalar (İst., 1955, yb 1994), DağlarKrah Qst., l955\Haşmetli Yosmalar (1957), Bir Başka Âlem (İst., 1964) isimli romanları vardır.
ORHAN KOLOĞLU
ULUSLARARASI İSTANBUL FESTİVALİ
bak. İSTANBUL KÜLTÜR VE SANAT VAKFI
ULUSLARARASI İSTANBUL FİLM FESTİVALİ
bak. İSTANBUL KÜLTÜR VE SANAT VAKFI
ULVİ URAZ TİYATROSU
1960-1961 sezonunda Dost Oyuncuları adıyla Site Tiyatrosu'nda kuruldu. 1964'te kurucusu Ulvi Uraz'ın adını aldı.
Dost Oyuncuları'nın sahnelediği ilk
oyun Haldun Taner'in Günün Adamı oldu. Ulvi Uraz'ın sahnelediği ve başrolü üstlendiği oyunda, İbrahim Delideniz, Tolga Tiğin, Yılmaz Gruda, Kayhan Yıldızoğlu, İsmail Biret, Altın Terim, Oğuz Oktay, Semih Orkan, Güneşi Akol, Güven Şengil ile ilk kez profesyonel olarak sahneye çıkan Mehmet Ulusoy ve Ayberk Çölok rol aldı. 1961-1962 sezonunda yine Site Tiyatrosu'nda çalışmalarını sürdüren topluluk, Para İsteme Benden ve Gönül Avcısı adlı oyunlarla seyirci karşısına çıktı. İstanbul'un değişik semtlerinde ve Anadolu'da turneler yapan topluluk sezon sonunda dağıldı.
1964-1965 sezonunda Küçük Sahne'de topluluğunu bir araya getiren Ulvi Uraz, Haldun Taner'in büyük ilgi gören Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım adlı oyunuyla perde açtı. Bu oyun 19ö8'e kadar toplulukça sahneye çıkarıldı. Ulvi Uraz "Vicdani" rolüyle büyük başarı ve ödüller kazandı. Oyunda, Metin Akpınar, Hikmet Karagöz, Ersan Uysal, Nur İnsel, Alev Koral, Tuncer Necmioğlu, Türker Tekin, Celi-le Toyon, Necabettin Yal, Demir Can, Al-tay Tanur, Müfit Kiper, Gündüz Kalıç oynadı. Aynı sezon, Ben Devletim adlı oyun sahnelendi. Yine bu sezon topluluğun yayımladığı Pastav adlı dergide, topluluğun çalışmalarının tanıtılmasının yamsıra tiyatronun gündemindeki konulara ve sorunlara ilişkin yazılar yayımlandı. Dergi yayımını 1972'ye kadar sürdürdü. Topluluk 1965-1966 sezonunda Küçük Sahne'de Altın Yumurtlayan Horoz, Zabit Fatma 'mn Kuzusu, Hababam Sınıfı adlı oyunları sahneledi.
1966-1967 sezonunda Karaca Tiyat-ro'da çalışmalarına başlayan topluluk, Hababam Sımfive Gözlerimi Kaparını Vazifemi Yaparım adlı oyunların yamsıra, Kartal Tekmesi ve Utanmaz Adam adlı oyunlarla seyirciyle buluştu. 1967-1968 sezonunda Aksaray Küçük Opera'da Masalar, Generallerin Beş Çayı, Yalova Kaymakamı, Müşterek Ev adlı oyunları; 1968-1969 ve 1969-1970 sezonlarında Sıraselviler'deki Arena Tiyatrosu'nda, Ham Hum Şara-lop, Murtaza, Nina, Yaz Bitti adlı oyunları sahneledi.
1970-1971 sezonunda Harbiye'deki Yapı Endüstri Merkezi Sahnesi'ne taşınan Ulvi Uraz Tiyatrosu, Huzur Çıkmazı, Hadi
PASTAV
Ulvi Uraz
Tiyatrosu'nun
yayımladığı
derginin
kapağı.
Şehir Tiyatrosu
Arşivi
Öldürsene Canikom, Görücüye Çıkıyorum; 1971-1972 sezonunda Elhamra Sine-ması'nda Püsküllü Moruk, Hababam Sınıfı Baskında ve Kıskançlar'ı oynadı. 1972-1973 sezonunda Fındıkzade'deki Bulvar Tiyatrosu'nda sahnelenen Osman Zeki Özturanlı'nın Evlatçıklar'ı topluluğun son çalışması oldu. Sezon sonunda ekonomik sorunlar nedeniyle tiyatro kapandı.
Uygulamalarında çağdaş Türk yazarlarına önemli bir yer veren Ulvi Uraz Tiyatrosu, birçok genç sanatçıyı tiyatroya kazandırdı. Ulvi Uraz'ın Türkiye'deki ve dünyadaki toplumsal gelişmelere, değişimlere duyarlı yaklaşımı topluluğun seyirciden geniş ilgi görmesini sağladı. Zati Özgüler, Aykut Oray, Perran Kanat (Kutman), Şemsi İnkaya, Kemal Sunal, Gül Akelli, Gürol Gökçe, Yavuz Şeker, Savaş Yurttaş, Âli Yalaz, Zeki Alasya, Ahmet Gülhan, Ercan Yazgan, Mete Sezer, Zihni Küçümen, Bilge Şen, Kâmran Usluer, Ali Poyrazoğlu, Yalçın Gülhan, Peri-Han (Kalkavan), Müjdat Gezen, Gökhan Mete, Kemal Bekir, Cem Karaca, Binnaz Gürses, Erdal Özyağcılar, Kutay Köktürk, Haşmet Zeybek topluluğun çalışmalarında yer alan sanatçılardan bazılarıdır.
Ulvi Uraz'ın 25 Mayıs 1974'te ölümünden sonra, ailesi tarafından yerli oyunlarda rol alan bir oyuncuya ve bir yönetmene verilmek üzere Ulvi Uraz Tiyatro Ödülleri kondu ve bu ödül 1976'dan 1993'e kadar verildi.
HİLMİ ZAFER ŞAHİN
UNGER, FRIEDRICH WILHELM
(28 Nisan 1810, Hannover - 22 Aralık 1876, Göttingen) Alman sanat tarihçisi.
İlk ve orta öğrenimini Hannover'de ve Gotha'daki gymnasium'da gördükten sonra Göttingen Üniversitesi'nde hukuk tahsili yaptı. Fakat esas merakı sanat olduğundan 1831 sonbaharında, resim akademisine devam etmek üzere Münih'e geçti. Bir yıl sonra Göttingen'e dönmek zorunda kalan Unger, burada 1834'te doktorasını tamamladı ve hukukçu olarak devlet hizmetine girdi. 1838'de Göttingen'de görevlendirildi. 1842'de bu üniversitede kadrosuz doçent olarak hukuk dersleri verdi. Ertesi yıl kütüphaneci olarak atandı. Kütüphane görevlilerinin aynı zamanda öğretim üyesi olmalarını yasaklayan yasanın kaldırılması üzerine İ857'de üniversitenin felsefe fakültesinde, çok sevdiği sanat tarihi konusunda derslere başladı. 1863'te sanat tarihi profesörlüğüne yükseldi, kütüphanedeki görevi devam ederken aynı zamanda galeri müdürü oldu. 1850-1851'de İtalya, 1865'te Avusturya, Fransa ve tekrar İtalya'yı gezdi. 1873'te Viyana'da Sanat tarihi Kongresi'ne katıldı. Bir böbrek yetersizliği sonunda öldü.
Unger 1839-1848 arasında hukuk ve hukuk tarihi ile ilgili 6 yayın yaptı. 1850' den sonraki yayınları ise yalnız sanat tarihi hakkındadır. Bu arada Ersch ve Grüber tarafından yayımlanan bir konular ansiklopedisinin Bizans sanatına dair fasikülleri-ni hazırladı. O yıllarda henüz Bizans adı
UNION FRANÇAISE
324
325
UNKAPANI
pek bilinmediğinden, yazdığı fasiküller, Hıristiyan-Yunan veya Bizans sanatı olarak adlandırılmıştır (Cbristlicb-griechische öder byzantinische Kunst, Ersch undGrü-ber's Enzyklopâdie der Wissenschaften undKünste, I, c. 84, c. 85, 1866-1867).
Genel sanat tarihi ve sanat tekniklerine dair pek çok araştırması arasında istanbul'da Atmeydanı'ndaki Burmalı Sütun veya Yılanlı Sütun hakkında da bir makalesi basıldı ("Zur Geschichte der Schlangen-sâule in Constantinopel", Nachrichten der Gesettschaft der Wissenschaften zu Göttin-gen, S. 16 [1876], s. 397-411). Ayrıca yine istanbul'daki dört dev ölçülü anıta dair bir çalışması da ölümünden çok sonra basıldı ("Über die vier Kolossal-Sâulen in Constantinopel", Repertoriumfür Kunst-tuissenschaft, II [18791, s. 109-137).
Fakat hiç şüphe yok ki Unger'i İstanbul tarihi bakımından önemli kılan, bellibaşlı Bizans kaynaklarını tarayarak, şehrin tarihi, topografyası, gelişmesi ve eski eserlerine dair rastlanan bilgileri derlemesi ve bunları Almancaya çevirmiş olmasıdır. Bu çok önemli çalışma, en az 6 büyük bölümden oluşacaktı. Unger bütün bölümlerin malzemesini toplamış, bazı kısımları da yayına hazır hale getirmişti. Bu geniş projeli eserin, yalnız ilk üç bölümü XXXVI+335 sahifelik bir cilt olarak, "Sanat Tarihi ve Ortaçağ İle Rönesans Sanat Tekniklerine Dair Kaynaklar", (Quellen-schriften für Kunstgescbichte und Kunsttechnik desMit-telalters und der Renaissance, [yay. R. Ei-telberger von Edelberg]) dizisinin XII. cildi olarak basıldı: Quellen der byzantinischen Kunstgescbicbte (Viyana, 1878). Bu ciltte, kullanılan kaynakların geniş bir bibliyografyası ile başlıca mimari terimleri açıklayan bir sözlük ve kısa bir tarihçeden sonra, imparatorların politeist inanca karşı tutumları, kilise ve manastırların soyulması, Bizanslı ustalar ve sanatçılar üzerinde durulur. İkinci ana bölümde şehrin kuruluş ve gelişmesi, yapı yönetmelikleri, afetler, yangın ve depremlere dair bilgiler derlenmiştir.
Üçüncü bölümde ise şu konular ayrıntılı olarak ele alınır: Mahalleler ve idari taksimat, Haliç ve Boğaz kıyıları, caddeler, direkli yollar, meydanlar, su tesisleri, suyolları, sarnıçlar, surlar ve kuleler ile kapılar, şehirler arası yollar, köprüler, iskeleler, liman ve gemi tezgâhları, fenerler, hamamlar ile yarış alanları ve Hippodrom.
Unger'in çok büyük bir emek mahsulü olan bu eseri, içinde eksikler ve İstanbul'u hiçbir vakit görmemiş bir kişi tarafından hazırlandığı için topografya bakımından bazı hatalar olmasına rağmen İstanbul tarihi üzerinde çalışanlara hizmeti sürdürmektedir. Yazarın tasarladığı diğer bölümlerin basılamadan kalmasına karşılık, kilise, manastır, saray ve kamu yapılarına dair olan ikinci cilt J.-P. Richter(-*) tarafından düzenlenerek 19 yıl sonra, başka bir yayınevinin yayınları arasında basılmıştır.
Bibi. E. Chmelarz, "F. W. Unger", Quellen der byzantinischen Kunstgeschichte, I (1878), s. V-IX.
SEMAVİ EYİCE
UNION FRANÇAISE
Beyoğlu İlçesi'nde Tepebaşı'nda Meşrutiyet Caddesi'ndedir.
Alexandre Vaılaury(->) tarafından 1896' da tasarlanıp inşa edilmiştir. Yapı 19. yy'in sonunda İstanbul'da önemli bir toplumsal grup oluşturan Fransız kolonisi için lokal olarak yapılmıştır. Bu amaçla Düyun-ı Umumiye nezdinde Fransız alacaklılarının temsilcisi olan J. Berger, dönemin gözde semti olan Beyoğlu'nda sonradan ABD Elçiliği binası olan Corpi Sarayı'mn karşısında bulunan arsayı satın almış ve yapımı ile özel olarak ilgilenmişti. Büyük törenle açılan Union Française, aynı zamanda bir sanat ve kültür merkezi işlevini de üstlendi.
Union Française binası, Meşrutiyet Caddesi ile arkada Minare Sokağı arasında yer alan ve her ikisine de cephe veren bir arsada yapılmıştır. Yüksek bir bodrum (zemin) kat üzerine üç katlı, kagir ve o yıllarda İstanbul'da yaygın olarak kullanılan NP I putrelli volta döşemesi olan bir yapıdır.
Plan şeması, çok yalındır. A. Vallaury, dikdörtgen arsayı enine üç parçaya bölerek ortada büyük bir hol ile iki yanına toplantı odaları, kitaplık, ofis vb işlevler için ayrılmış ve cepheye açılan yan kanatlar düzenlemiştir. Girişte görkemli ve büyük bir merdiven doğrudan üst kata ulaştırır. Minare Sokağı'na bakan arka bölüm, eğim nedeniyle sokak kotunun altına düştüğünden servisler için ayrılmıştır. Birinci ve ikinci katın orta hollerinin yine büyük merdivenleri vardır. Üst katta sahnesi de bulunan ve tiyatro, konser vb her türlü sanat etkinliği için kullanılan büyük bir toplantı salonu düzenlenmiştir.
Union Française'in Meşrutiyet Cadde-si'ne bakan cephesi, neoklasik üslupta bir düzenlemeye sahiptir. Cephe, zeminden çatı silmesine kadar devam eden dört pi-lastr ile ortadaki daha geniş olan üç açıklığa bölünmüştür. Pilastrlar, saçak parapetinin altında kompozit başlıklarla sona ererler. Bu klasik yerleştirime karşın hem girişin üst kat bağlantısı hem de büyük toplantı salonunun yüksekliği cephenin klasik yerleştirimini değiştirmiştir. Vallaury, klasik öğeleri kullanarak ama onları kompozisyon oyunlarıyla değiştirerek tasarımını "Belle Epoque" veya 19. yy sonu çizgisine kaydırmıştır. Örneğin, simetri ekseni üzerindeki kapının üst kısmındaki açıklığı geniş bir pencere bütünü olarak düzenlemiş ve kapıyla bütünleştirerek çizmiştir. Köşeleri sepet kulpu kemer biçiminde yuvarlatılarak "Belle Epoque" bir vurgu getirilmiştir.
Toplantı salonu cephede geniş bir açıklık olarak klasik oranlarda farklılaştırılmış-tır. Öne doğru çıkma yapan bu bölüm, iki uçta konsollarla desteklenmiştir. Konsolların alt yüzünde barok sarkıtma motifi ve oval birer madalyon vardır. Madalyonların birinin üzerine "Commerce" (ticaret), diğerine de "Industrie" (sanayi) sözcükleri kazınarak işlenmiştir. Minare Sokağı cephesi son derece sade bir biçimdedir.
Yapı, ilk olarak 1938'de bir yangın ge-
çirmiş ve üst kattaki tören salonunda bulunan sanat yapıtları ve tablo koleksiyonu kaybedilmiştir. 1970'li yıllardaki ikinci yangın sonrasında bina bir ticari gruba satılmış ve sonra da onarılmıştır.
Bibi. M.S. Akpolat, "Fransız Kökenli Levanten Mimar Alexandre Vallaury", (Hacettepe Üniversitesi, basılmamış doktora tezi), 1991, s. 142-144; S. H. Duhani, Eski İnsanlar Eski Evler, 19- Yüzyıl Sonunda Beyoğlu 'nün Sosyal Topografyası, ist., 1982, s. 22; M. Sözen, Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı, İst., 1984, s. 5. AFÎFE BATUR
UNION HANI
Beyoğlu İlçesi'nde, Galata'da, Voyvoda Caddesi'ndedir. Ankara Hanı'na bitişik olan yapının arka cephesi Borsacılar Soka-ğı'nı bakar. 19. yy'da Fransız sigorta şirketine ait olan bina günümüzde Tütün-bank'ın malıdır.
Beş katlı yapının Voyvoda Caddesi'ne bakan yüzü sütun, kemer ve çini parçalarıyla süslenmiş, diğer cephelere, sade tutularak yalnız dikdörtgen kesitli pencereler açılmıştır. Zemin kat dört adet büyük sivri kemerle sokağa açılmaktadır. Kemerlerin üzerleri yine sivri kemerli alınlıklarla taçlandırılmış, aralarına kabaralar yerleştirilmiştir. Kemer dizisinin iki yanında yine sivri kemerli, ince ve uzun birer kapı yer almaktadır. İki yanma yivli sütunçelerin yerleştirildiği kapıların üzerinde yumurta biçiminde büyük bir madalyon ve onları kuşatan kıvrık dallar yer almaktadır. Zemin katın üzerinde yükselen dört kat, saçaktan zemin katın kemerlerine kadar inen pilastrlarla altı bölüme ayrılmaktadır. İçleri çerçevelenerek görünümleri hafifletilmiş pilastrlar kıvrık konsollar üzerine oturmaktadır. İlk katın pencere dizileri dikdörtgen kesitli ve süslemesizdir. İkinci ve üçüncü katın pencere dizileri pilastrlar arasındaki Bursa kemerleri içine alınmıştır. Bursa kemerlerinin söveleri ve köşeleri yivlenerek ve keskin hatlar kullanılarak stilize edilmiştir. İkinci kat dışbükey biçimli balkonlarla dışarı açılmaktadır. Dördüncü
Dostları ilə paylaş: |