Union Hanı
Yavuz Çelenk
kat sivri kemerli üçüz pencerelerle aydınlanmaktadır. Aradaki sütunçeler Türk üç-genli sütun başlıklarıyla kemerlere oturmaktadır. Dördüncü kat, her pencere dizisinin üzerine gelecek şekilde, demir çubuklarla kemer aralarına dayandırılarak açık tutulmuş ahşap kepenklerle donatılmıştır. Hanın yukarıya uzanan yokuşa bakan köşesi yuvarlanarak yumuşatılmıştır. Bu bölümün en üst katında kıvrımlı başlıklı sütunlarla sınırlanan, kurşun kaplı yelken tonozlu bir kulecik yükselmektedir. Cephe, pilastrlar arasında dikdörtgen şeklinde çini panolarla ve üçüz pencerelerin üzerilerini taçlandıran, mavi ve beyaz renkteki çiçek desenli panolarla renklendirilmiştir.
Yapıda kullanılan sivri kemerler, Bursa kemerleri, Türk üçgeni başlıklı sütunçeler, taş kabaralar, geniş pencere kepenkleri ve çini panolar, cephe tasarımında Türk mimarlığının biçim sözlüğünden alınan öğelerin tercih edildiğini göstermektedir. TARKAN OKÇUOĞLU
UNIVERS
Tam başlığı L 'Univers, Revue Orientale, Po-litique, Litteraire et Scientifigue'lir. İlk sayısı Kasım 1874'te çıktı. Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) coğrafya öğretmeni olan A. Synvet tarafından yayımlanan derginin kapağında bildirildiğine göre, Galata'da Billur Sokağı no. 12'de M. de Castro Basımevi'nde basılıyordu. Yine kapakta derginin bir de Türkçe baskısı olduğu haber verilmişti. Gerçekten de Milli Kütüpha-ne'nin süreli yayınlar katalogunda bu Türkçe derginin adı görülür: Cihan, Fü-nun ve Edebiyat ve Teracim-i Ahval ve Politika Vesaireden Bahseder, 1. yıl, S. l (12 Kânunıevvel 1290) (1874). Derginin Fransızca baskısında (S. 5, s. 320), Cihan'ı Türk dilinde hazırlayan Mahmud Nedim Bey'e salise rütbesi verildiği ve Petersburg'daki elçiliğe atandığı bildirilir. Bilgili bir "genç" olduğu ve mükemmel Fransızca bildiği belirtilen bu M. Nedim Bey'in aynı addaki sadrazam ile aynı kişi olmadığı bellidir.
3 yıl boyunca Fransızca .olarak basılan dergide İstanbul tarihi ile ilgili pek çok yazı vardır. Elde edilebilen sayılarda dikkati çeken makalelerden biri Vassilaki Saraki-otis adında bir kişi tarafından yazılan ve birçok sayı devam eden, İstanbul'da işçi sınıfı hakkındadır. Bu yazıda İstanbul dilencilerinin esnaf ve sanatkârlar gibi, bir lonca teşkilatına sahip bulundukları ve başlarında bir de kâhyaları olduğu belirtilir (S. 7, s. 408).
Görülebilen sayılarda İstanbul arkeolojisi bakımından da önemli yazılar vardır. Bunlardan biri, Şehremaneti Altıncı Daire-i Belediye(-0 mühendislerinden Marie de Launay tarafından yazılan, Galata surları ile bunların üzerlerindeki Cenova armaları ve kitabeleri hakkındaki yazıdır (S. l, s. 25-30; S. 2, s. 105-116; S. 3, s. 170-178; S. 4, s. 225-233). İkinci yazı ise A. G. Pas-patis'in(->) verdiği bir konferansın Fransızca metnidir. Burada yazar İstanbul'da camiye çevrilmiş Bizans kiliselerine dair gö-
L'UNIVERS
KETUE ORIENTAEE
Foütjpe, Hitteto et
pu F. Bit».
l^yjttıK ler-1* »isal Sılıtl (Pfal On 6Cneit), i*r «lufe4efAao* *^Swvrfh ıraumlıı ftils HUMrttt4!l«o, feclottııprfe le t K. GeMteBtu, ;«r II Dr, Bttblıv, KtKLta fln *«& la{*r*l.
e da fa, j» J. $wmt, «r*gi tfo
.. » oiBdella « FBİU dimi,
NOVEMBR6 1874.
COSSIlKTffiOPlE,
aramış x. ss sam.- 5*1*14 sus jomss a,
MM.
L'Univers'in ilk sayısı. Semavi Eyice arşivi
rüşlerini ortaya koyar (S. 5, s. 273-289; S. 6, s. 337-345). Yeni kurulan müzenin ilk müdürlerinden Ph. A. Dethier'nin(~») Aya-sofya önündeki Augusteion Meydanı ile burada evvelce duran atlı bronz imparator heykeline dair araştırması da üzerinde durulmaya değerdir (S. 4, s. 233-242; S. 5, s. 289-295). Şehir haberleri arasında ise Ali Nihat Bey adında bir kişi tarafından yazılan İstanbul'da tiyatrolara dair yazılar dikkat çekicidir. Bunlardan o yıllarda Beyoğ-lu'ndaki tiyatrolarda oynanan oyunların ilgi çekici bir kritiği yer alır. Herhalde L 'Univers, istanbul tarihi ve buradaki sosyal yaşantı bakımından ihmal edilmemesi gerekli bir kaynaktır.
Bibi. Milli Kütüphane, Eski Harfli Türkçe Süreli Yayınlar Toplu Katalogu, I, Ankara, 1987, no. 299; G. Groc-I. Çağlar, La presse frança-ise de Turquie de 1795 â nosjours, ist., 1985, s. 187.
SEMAVİ EYİCE
1965'te
tamamlanan
alt-üst geçit
yapımına
başlandığı
sırada
Unkapanı
Meydanı'nın
görünümü.
Sağdaki Gıda
Maddeleri
Toptancıları
Çarşısı da
1987'de
kaldırılmıştır.
Cumhuriyet
Gazetesi Arşivi
UNKAPANI
Haliç üzerindeki Atatürk Köprüsü'nün, İstanbul yakasındaki ayağı çevresindeki tarihi semt.
İdari açıdan Eminönü İlçesi'ne(-0 bağlı Yavuz Sinan ve Hacı Kadın mahalleleri ile Fatih İlçesi'ne(~») bağlı Haraççı Kara Mehmet ve Kasap Demirhun mahallelerinin bazı bölümleri üzerine yayılır: Atatürk Köprüsü'nün Aksaray'a doğru devamı olan Atatürk Bulvarı, semti ortasından böler ve Eminönü İlçesi ile Fatih İlçesi'ni birbirinden ayırır.
Bizans döneminde bu bölgeye Arma-tiu denildiği, geç Bizans döneminde ise Platea veya Plateia olarak adlandırıldığı bilinmektedir. Düzlük anlamına gelen Platea adı, bölgeye, Halic'in bu kesiminde en geniş düz alanın buralarda bulunmasından ötürü verilmiş olmalıdır.
Burada Haliç boyunca uzanan surların kapılarından biri olan Platea Kapısı'nın (Porta Platea) Osmanlı dönemindeki Un-kapanı veya Unkapanı Kapısı'na tekabül ettiği sanılmaktadır. Buondelmonti'ye göre bu kapı Messa Kapısı'dır. İstanbul'un eski planlarında Porta de la Farina (Un Kapısı) olarak da geçer. Venediklilerle II. Andronikos Paleologos arasındaki 1324 tarihli bir yazışmadan burada Raiba adı verilen bir buğday pazarının bulunduğu anlaşılmaktadır. Fetihten hemen sonra II. Mehmed (Fatih) Un Kapam'nda kapan işlerini düzenlemek için bir ehl-i hiref divanhanesi kurdurduğuna göre, burası canlı ve önemli bir ticaret ve zanaat merkezi olmalıdır. İstanbul'a gelen zahire, yiyecek ve diğer ihtiyaç maddelerinin ölçümünün, ekspertizinin, fiyatlandırılması ve dağıtım işlemlerinin yapıldığı kapanların(->) en önemlilerinden biri olan Un Kapam'nm burada bulunması, giderek semtin de aynı adla anılmasına neden olmuştur. Un Kapa-nı'na ilk dönemlerde Dakik (Un) Kapanı adı verildiği bilinir. Unkapanı, yakın zamanlara kadar bütün tarihi boyunca ambarların, değirmenlerin bulunduğu, buğday ve un ticaretinin yapıldığı bir yöredir. Aynı zamanda da bir geçit ve yol kavşağıdır. Halic'in iki yakasını birbirine bağla-
UNKAPANI KÖPRÜLERİ
326
327
USKUMRU
zada çıkarılıp satılmıştır. Yukarıda yapım sürecine ilişkin olayları sıraladığımız, Fransızlara yaptırılan köprünün mukavele metninden ve konuyla ilgili uzun bir gazete haberinden edinilen bilgiler ışığında genel özellikleri şöyledir: Galata-Eminönü arasında kurulacağı düşünülerek hazırlanan mukaveleye göre köprünün boyu en az 460 m, eni 18 m'dir. Gazete ise yeni köprünün eski köprüyle aynı boyda, yani 1.653 feet (504 m) olduğunu yazmaktadır. 3. maddeye göre, köprünün ortasında iki parçadan oluşan 30 m açıklığında bir kapının yer alacağı ve kapının iki yanından mavnaların geçmesi için 12 m genişliğinde ve deniz yüzeyinden 5 m yükseklikte geçit kemerlerinin bulunacağı ve 24 adet demir duba üzerine inşa edileceği belirtilmektedir. Ancak köprünün orta açıklığı yeni yerinde inşa edilirken tanım-lardakinin tersine, "kemerli" olarak nite-lendirilemeyecek farklı bir sistemle çözümlenmiştir. Bu orta açıklık sistemi, ne mukaveledeki tanımlara, ne de Alnar'ın yayımladığı çizime uygun düşer. Belki de taşınma işlemi nedeniyle bazı değişikliklere uğrayan köprünün, yüzyıl başında kapılarının menteşeli olarak yeniden inşa edildiği bilinmektedir. Bu ilk demir köprü 1912'ye dek Unkapanı-Azapkapı arasında ulaşımı sağlamıştır.
yan ilk köprü 1836'da Unkapanı-Azapkapı arasında kurulmuştur (bak. Unkapanı köprüleri). Atatürk Köprüsü'nün 1930'lardaki adı Gazi Mustafa Kemal Köprüsü, kısaca Gazi Köprüsüydü, köprünün ayağındaki küçük meydan da Gazi Meydanı olarak bilinirdi.
Unkaparu her zaman ağırlıklı olarak ticaret ve ulaşım bölgesi olarak kaldı. Ancak bugünkü Atatürk Bulvarı'mn batısında, Abdülezel Paşa Caddesi'nin güneyinde, Haydar ve Zeyrek'e doğru ahşap ev ve konakların bulunduğu bir yerleşme bölgesi ile bulvarın doğusunda Yavuz Sinan Mahallesi tarafında bir başka konut bölgesi bulunmaktaydı. Halen yer yer eski ve harap ahşap evlerin görüldüğü bu kesimlerde giderek ticarethaneler, işyerleri, atölyeler, ambarlar artmıştır.
1964'ten sonra, bugünkü Unkapanı Ge-çidi'nin yapımı sırasında semtin görünümü bütünüyle değişti. Burada istimlakler yapılarak alt ve üst geçitlerle bir yol ağı kavşağı oluşturuldu ve semtin ulaşım-geçit işlevi ticari işlevinin de önüne geçmeye başladı. Semt konut bölgesi olmaktan hızla çıktı. Abdülezel Paşa Caddesi'nin başındaki keresteciler buradan taşındılar; 1986' da da Eminönü yönüne, Yemiş'e doğru uzanan zahire ve gıda toptancıları buradan kaldırılıp Rami'ye taşındılar ve buralar yeşil alan haline getirildi; Haliç kıyısı da açıldı, yeşillendirildi. Günümüzde Unkapanı, ağırlıklı olarak, bir trafik kavşağı ve yol ayrım noktasıdır.
İSTANBUL
UNKAPANI KÖPRÜLERİ
Modern dönemde Haliç üzerinde ilk köprü Unkapanı-Azapkapı arasına kurulmuştur. Tarihi kaynaklar, ilk köprünün sallar üzerinde olduğunu belirtmekte uzlaşırlar. İstanbul'a gelen gezginlerin (E. Flandin, T. Allom, W. H. Bartlett) gravürlerinde, köprünün taşıyıcı sisteminin sürekli bir sal biçiminde olduğu ve iki noktada küçük deniz taşıtlarının ulaşımına olanak veren geçit gözlerinin bulunduğu görülmektedir. Köprünün yapım tekniğine ilişkin en ayrıntılı bilgiyi, devrin resmi tarihçisi Vaka-nüvis Lutfî Efendi(->) "İnşa-i Cisr-i Kebir-i Derya" başlığı altında vermiştir. Tersane'de yapılan ahşap strüktürlü bu köprü 3 Eylül 1836'da ulaşıma açılmış ve geçiş ücreti alınmaması nedeniyle, bu köprüye "Hayratiye" adı verilmiştir. Sallar üzerine inşa edilen köprünün 1839 ve 1840'ta döşemelerinin yenilendiğine ve tamir edildiğine ilişkin belgeler bulunmaktadır.
Unkapanı'nda yapılan ilk köprünün 1862'de yandığı rivayet edilmekle birlikte, genel kanı Hayratiye Köprüsü'nün 1870'lerde inşa edilen demir köprüye değin aralıksız olarak kullanıldığıdır. Oysa, 1853'te yine aynı yerde Galata Köprüsü model alınarak bu kez ahşap dubalar üzerine yeni bir köprünün inşa edildiğim tarihi kaynaklardan ve gazete haberlerinden izleyebiliyoruz. Ancak, artık kanıksanan bu işlem için Lutfî Efendi, sadece köprünün yeniden inşa edildiğini ve iki ucuna
1936'da bir
fırtınada
parçalanan
Unkapanı
Köprüsü
(yanda) ve
1940'ta hizmete
giren Atatürk
Köprüsü yapım
aşamasında.
Cumhuriyet
Gazetesi Arşivi
(üst), Cengiz
Kahraman arşivi
muntazam yollar yapıldığını yazmaktadır. 19 Mart 1853'te Abdülmecid tarafından ulaşıma açılan bu köprünün 1862'de tahliyesi yeniden yapılmıştır. 16 Ağustos 1864'te köprüye "Mahmudiye" adı verilmiş ve daha önceleri ücretsizken, 1282/1865-66'dan itibaren arabalar ve hayvanlar için geçiş ücreti alınmaya başlanmıştır. Bu köprü 1872'ye kadar hizmet verecektir.
1870'lere gelirken Haliç'teki köprülerin değiştirilmesi yine gündemdedir. Ancak, bu kez Tersane'nin olanaklarıyla yetinmek yerine köklü bir değişiklikle demir köprü yapımına yönelmek söz konusudur. Dolayısıyla bu sistemi uygulayacak yabancı şirketler devreye girmeye başlamışlardır. Bu amaçla "Forges and chantiers de la Medi-terranee" isimli bir Fransız şirketiyle Ga-lata'ya, "Wells and Taylor" adlı ingiliz firmasıyla da Unkapanı'na demir konstrüksi-yonlu köprü yapılması için anlaşmalar yapılmıştır, işlerin neredeyse bitirildiği anda ani bir değişiklikle Fransızlara yaptırılan köprünün, Unkapanı-Azapkapı arasındaki Mahmudiye Köprüsü'nün yerine konması için hazırlıklara başlanmıştır. Galata ile Eminönü arasındaki trafiğin yoğunluğunu karşılayamayacak derecede hafif olduğu ileri sürülerek Unkapanı'na nakledilen köprünün resmi açılışı Eylül 1872'de yapılmış ve sökülen Mahmudiye Köprüsü me-
Galata-Eminönü arasına konan ingilizlerin inşa ettiği 1877 tarihli köprü (bak. Galata köprüleri) ise daha sonra ilk tasarlandığı yer olan Unkapanı-Azapkapı aksına taşınarak Atatürk Köprüsü'nün yapımına dek 1912-1936 arasında burada hizmet vermiştir. 12 Şubat 1936 gecesi çıkan fırtınaya dayanamayarak parçalanan köprünün yerine yapılanın hazırlıklarına 1927'de başlamıştır. TBMM'nin 24 Nisan 1930 tarih ve 411 sayılı kararıyla "Gazi Mustafa Kemal Köprüsü" olarak adlandırılan bu köprünün projesi 1930'da tamamlanmıştır. Yeterli kaynak sağlanamaması yüzünden sürekli ertelenen ihale 1935'te gerçekleştirilmiş ve yapımı Alman firmalar grubu tarafından üstlenilmiştir. Günümüzde Atatürk Köprüsü adım taşıyan ve 1940'tan bugüne hizmet vermekte olan köprü 24 adet çelik dubayla taşınır ve boyu 477, eni 25 m'dir.
Bibi. Tarih-i Lutfî, VIII, IX, XIII; Mecmua-yı Ebüzziya, S. 144 (15 Cemaziyelevvel 1330), s. 102; Journal de Constantinople, 1853 ve 1862; The levant Herald, 1869-1872; G. Al-nar, "Haliç'teki Köprüler", Akşam, (Mayıs 1939); Ç. Gülersoy, Çağlar Boyunca istanbul Görünümleri, I, Köprü ve Galata, İst., 1971; El-dem, İstanbul Anıları; Y'. Kâhya-G. Tanyeli, "Halic'in Köprüleri", Arredamento-Dekoras-yon, S. 63 (1994/10), s. 120-125; Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Genel Arşivi Şûra-i Bahri Bölümü Katalogu.
YEGÂN KÂHYA-GÜLSÜN TANYELİ
UNKAPANI SARNICI
Eminönü llçesi'nde, Unkapanı'nda, istanbul Manifaturacılar Çarşısı'nın beşinci bloğunun altındadır.
196l'de, Atatürk Bulvarı'nın(->) doğu kenarına yakın bir yerde, Bozdoğan Ke-meri(-») ile Unkapanı Köprüsü arasında, temel atmak için yapılan bir hafriyat sırasında ortaya çıkmıştır.
Unkapanı Sarnıcı'nın dahili ölçüleri 8,55x8,05 m olup kareye yakın, düzgün bir dikdörtgen plana sahiptir. Duvarları oldukça kalın tutulmuş olmakla birlikte, su basıncını karşılayacak bir tertibat olarak kuzey ve güney duvarlarına dıştan, doğu ve batı duvarlarına içten yarım takviye payandaları yapılmıştır.
Yapının içinde üçerli üç sütun sırası, üç nef meydana getirmekte, böylece olu-
şan dört nefin üzerleri doğu-batı doğrultusunda uzanan birer beşik tonoz ile örtülmektedir. Sarnıcın yüksekliği 2,50 m olarak ölçülmüştür. Sarnıcın merkezine yakın bir yerde, tonozun orta kısmına açılmış olan dikdörtgen şekilli bir delikten yukarıdaki yapıya su alınıyordu.
Bulunduğunda, sarnıcın içi, neredeyse sütun başlıkları hizasına kadar toprak ile dolu imiş. Üzerleri çok yıpranmış, tam si-lindirik sütun gövdeleri üzerinde süsleme-siz, oldukça basit sütun başlıkları görülür. Bunların birbirlerinden farklı üsluplarda ve farklı ölçülerde olmaları, bu sarnıç için yapılmayıp başka binalardan devşi-rildiği ya da başka binalar için yapılmış ihtiyaç fazlası mimari elamanlar olduğu fikrini vermektedir. Sütun başlıklarının çoğunluğu yayvan çanak şeklindedir. Bir kısmı Korint tarzındadır. Bir tanesinin ise iyonik volütleri olan abaküsün kemer başlangıcı ile sütun başlığı arasına, yüksekliği ayarlamak üzere koyulduğu görülür.
Bu bölgedeki, fazla büyük olmayan bir Bizans binasına alt yapı teşkil etmesi mümkün görülen bu sarnıç, bugün için etrafı duvarla örülerek kapatılmış bir vaziyette koruma altına alınmıştır. Bibi. E. Ataçeri, "İstanbul'da Yeni Bulunan Birkaç Su Sarnıcı", AMY, S. 6 (1965), 69-70, 73-74; E. Yücel, "istanbul'da Bizans Sarnıçları II", Arkitekt, S. 326 (1967).
ENiS KARAKAYA
US, HAKKI TARIK
(1889, Gördes - 21 Ekim 1956, istanbul) Gazeteci.
ilk ve orta eğitimini Gördes'te yaptıktan sonra orada memur olarak hayata atıldı. Kendisinden beş yaş büyük ağabeyi Mehmet Asım'ın (Us), II. Meşrutiyetin ilanıyla istanbul'da basın dünyasında bir yer edinmesi üzerine o da onun yanına yerleşti ve hem Hukuk Mektebi'ne devam etti, hem de gazeteciliğe başladı. Tanın, Tercüman-ı Hakikat ve Tasvir-i Efkâr'da çalıştı. Aynı sırada bazı liselerde öğretmenlik de yapıyordu. 1917'de ağabeyi ile Ahmet Emin'in (Yalman) çıkardıkları Vakit gazetesinde yazmaya başladı. Bu gazete İstiklal Savaşı sırasında bütün kadroları ve yazılarıyla Milli Mücadele'yi destekledi, Hakkı
Unkapanı Sarnıcı'nın planı ve kesiti. E. Ataçeri, "İstanbul'da Yeni Bulunan Birkaç Su Sarnıcı", AMY, S. 6 (1965)
Hakkı Tarık Us
Cengiz Kahraman arşivi
Tarık da M. M. (Müdafaa-i Milliye) grubu çerçevesinde çalıştı. 1923-1939 arasında Giresun milletvekili olarak TBMM'de bulundu. Basınla ilgili yasa çalışmalarında ön planda rol oynadı. Tekrar milletvekili seçilmek için çabaları hem partisi tarafından desteklenmediği, hem de seçim bölgesinden destek alamadığı için bir daha seçile-medi. Basın Birliği'ni uyakta, tutmak için harcadığı çabalar da sonuçsuz kaldı. Buna karşılık Vakıfa yazmanın yanısıra basın tarihi konusundaki çalışmalarını hızlandırdı, ilk kez elli yılını doldurmuş yazarların jübilesini düzenledi.
ilk Osmanlı Meclis-i Mebusan'ın tutanaklarını topladı (^Meclis-iMebusun, 2 c., İst., 1939-1953). Nadir bulunur gazete ve dergi koleksiyonu yaptı, birçok da yazma topladı. Vasiyetiyle, bunların kendi adı verilecek bir kitaplığa konulması için servet de bıraktı. Küçüklüğüne karşılık dünya çapında bir değeri olan bu kitaplık şimdi Beyazıt'ta bulunmaktadır (bak. Hakkı Tarık Us Kütüphanesi).
ORHAN KOLOĞLU
USKUMRU
Scombridae familyasından Scomber scombrus bilim adıyla tanınan balık.
Geçici balıklar arasında sayılan uskumruların göçleri sırasında ilk akışı yapan sürüler kasım ayı yaklaşınca Karadeniz'den istanbul Boğazı'na doğru hareket ederler ve oyalanmadan Marmara'ya girerlerdi. Bunlara "kasım balığı" denirdi. Aralık ayında ise esas sürüler Boğaz'a girmeye başlar, ılıman mevsimlerde şubat ortalarına kadar Boğaz'da kalıp şubat sonunda Marmara'ya inerlerdi. Karadeniz'den Marmara'ya en son göç eden uskumrulara ise "mavriko" adı verilirdi. Uskumru sürüleri inişlerinde Kız Kulesi'nden Adalar'a ve Sa-rayburnu'ndan Tekirdağ'a kadar olan bölgelerde kışı geçirmeye çalışırlardı, ilkbaharın gelmesiyle göç Karadeniz'e doğru başlardı. Bu mevsimde balıkçılar uskumrunun hem tazesini hem de kurusunu, halk
USMAN, MAZHAR OSMAN
328
329
UŞŞAKÎLİK
ise sadece kurusunu çiroz(-») diye adlandırırlardı.
Uskumrunun en lezzetli zamanı kasım ayından ocak ayı sonuna kadardır. Bu devrede ızgarası, dolması, kâğıtkebabı, pilakisi, haşlaması, buğulaması, tuzlaması nefis olur. ilkbaharda çiroz olarak kurutulur. Uskumru yaz mevsiminde lipari ismini alır ve bu süre içinde tavası, domatesli pilakisi, domates suyu ile haşlaması yapılır.
Yıllarca istanbul balıkçılarının tezgâhlarında bol miktarda görülen ve "fakir balığı" diye adlandırılan uskumru bilinçsiz ve aşırı avlanma sonucu 1967'den sonra Bo-ğaz'da ve Marmara'da azalmış, deniz kirliliğinin artmasıyla diğer pek çok balık türleri gibi yok olup gitmiştir.
ALİ PASİNER
USMAN, MAZHAR OSMAN
(1884, Sofulu[bugün Yunanistan'da]-31 Ağustos 1951, İstanbul) Hekim.
ilköğrenimini Kırklareli'nde, ortaöğrenimini istanbul'da Üsküdar Idadisi'nde yaptıktan sonra Askeri Tıbbiye'den 1904'te diploma aldı. Mecburi hizmetini Manas-tır'da tamamlayıp istanbul'a döndüğünde, 1905'te Gülhane Askeri Hastanesi'nde emraz-ı asabiye ve akliye ve tedavi-i bi'l-elektriki (akıl ve sinir hastalıkları ve elektrikle tedavi) asistanı oldu. 1906'da açılan sınavı kazanarak Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâ-ne'de muallim muavinliği görevine başladı. Bu sıralarda Tababet-i Ruhiye (ist., 1909-1910, 2 c.) adlı kitabını yazdı. Kitap Türkiye'de akıl hastalıkları hakkında, ilk modern eserdir.
II. Meşrutiyet'in ilanından sonra bir süre Almanya'da mesleki bilgisini ilerletti. Dönüşünde Gülhane'de emraz-ı dahiliye fahri asistanı olarak görevlendirildi. Kısa bir süre sonra askerlikten ayrıldı ve Haseki Hastanesi Mecânin Müşahedehanesi (akıl hastaları gözetimevi) başhekimliğine getirildi. I. Dünya Savaşı ilan edilince yeniden askere alındı, bu kez Haseki Has-tanesi'ndeki akıl hastaları Fransız Lape Hastanesi'ne(->) nakledilince savaş süresince iki hastaneyi de idare etti. Mazhar Osman birçok genci o zamana kadar ih-
Uskutnru
Yavuz Meyveci, 1994
mal edilen ve hor görülen akıl ve sinir hastalıkları alanına özendirdi. O zamana kadar hekimlere bile kapalı tutulan akıl hastanelerini herkese açarak buralardaki insanların birer hasta olduklarını anlatmaya çalıştı. 1919'da Toplası Bimarhanesi(-») fahri baştabipliğini kabul ederek burayı ıslah etme çalışmalarına başladı ve eski tedavi yöntemlerini bırakarak çağdaş bilgilere dayalı seroloji, nöropatoloji ve deneysel psikoloji laboratuvarları kurdu. Bu labo-ratuvaıiarda Türkiye'nin ilk nöropsikiyatr-larını yetiştirmiştir. 1920'de kısa bir müddet için Zeynep Kâmil Hastanesi'nde açılan, istanbul Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi'nde görevlendirildi. 1922'de, Milli Hükümet tarafından Toptaşı Bimarhanesi başhekimliğine getirildi. Buradaki hastaların 1927'de Bakırköy'e nakledilmesinde ve Türkiye'nin ilk ve en büyük akıl ve ruh sağlığı kurumu olan Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne(-+) dönüşmesinde etkin rol oynadı. Bu hastanede müdür ve başhekim olarak çalıştı, 1933'te İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği ordinaryüs profesörlüğüne yükseldi.
Soyadı Kanunu çıktığında, akıl ile uğraştığının bir simgesi olarak Usman soyadını aldı, ancak bu isim daha sonra "Uzman" olarak yerleşmiştir.
1941'de Bakırköy'deki görevinden istifa eden Usman, kurucuları arasında yer aldığı, Türk Tıp Cemiyeti ile Türkiye Yeşilay Cemiyeti'nin başkanlıklarında bulunmuştur. Türk Nöro-Psikiyatri Cemiyeti'nin de kurucularındandır.
Usman'ın merkez sinir sistemi frengisi, şizofreni ve esrar hakkında, dünya tıp literatürüne geçen araştırmaları vardır. Klasik belirtiler olmadan da epidemik uyku hastalığına tanı konabileceğini ilk kez ileri sürenlerdendir. Tıp dünyasına, haşişo-maninin demans prekos tablosu meydana getirdiğini göstermiştir.
Çalışmaları halk arasında da büyük takdirle karşılanmış, aklından şüphe edilen kişilere söylenen; "Mazhar Osman'a görün", "Mazhar Osmanlık olmuş" gibi sözlerle folklora girmiştir. Yaşadığı dönemde İstanbul'da çok büyük ün kazanmıştı.
Sıhhi Sahifelerve istanbul Seririyatı dergilerini yıllarca yönetmiş ve şu kitapları yayımlamıştır: Spirtizma Aleyhinde (İst., 1910), Bimarhanelerin İdaresi Hakkında Nasâyih (İst., 1914), Ameli ve Muhtasar Emraz-ı Asabiye (M. H. Lewan-dowsky'den çeviri, İst., 1914), Uyku Hastalığı Salgını (İst., 1925), Keyif Veren Zehirler (İsi., 1925); Sıhhat Almanağı (ist., 1933), Akıl Hastalıkları (İst., 1935), Öjenik, İğdiş, Kısır (.İst., 1935), Sinir Hastalıkları (İst., 1936, 2 c.), Konferanslarım (İst., 1941).
Bîbl. Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman-Üçüncü Mıntıka Etıbba Odası Tarafından Hazırlanan Saygı Töreni, İst., 1943, s. 14-17; B. T. Kamay, "Merhum Mazhar Osman Uzman", Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, c. 5, S. 3-4 (1951); Ü. Maskar, "Mazhar Osman Uzman", ae, c. 14 (1951), s. 503-507; L Tez, Mazhar Osman, ist., 1965; Mazhar Osman Uzman, İst., 1972; A. Kazancıgil, "Bilim-Tarihçilerimiz Mazhar Osman Uzman", Bilim Tarihi, S. 10 (Ağustos 1992), s, 26-30.
-NURAN YILDIRIM
Dostları ilə paylaş: |