I d I n I a V a 3IV1ho nin



Yüklə 8,6 Mb.
səhifə88/140
tarix30.12.2018
ölçüsü8,6 Mb.
#87959
1   ...   84   85   86   87   88   89   90   91   ...   140

ÜSTÜNİDMAN, ALİ FAİK

(1859, İstanbul - 1943, istanbul) jimnas-tikçi ve beden eğitimi öğretmeni.



Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) okurken Fransız beden eğitimi öğretmeni M. Moiroux'un teşvikiyle jimnastik sporuna başladı. Yine bu hocanın nezaretinde çalışarak kısa zamanda büyük varlık gösterdi. 1879'ta okuldan mezun olunca, hocalarının ısrarıyla beden eğitimi öğretmenliğine başladı. 1924'e kadar 45 yıl Mekteb-i Sultani'de bu görevi sürdürdü. Sayısız öğrenci yetiştirdi. Bunların arasında Türk jimnastik sporunun ilk büyük isimleri de yer aldı. Ayrıca Beyoğlu'nda özel jimnastik salonu açtı. "İdmancı Faik Hoca" adıyla ün yaptı. Aynı zamanda mükemmel bir halterci idi. Halter çalışmalarında 115 kilo ağırlık kaldırdığı bilinmektedir. 1896 Atina Olimpiyat Oyunları'nda Yunanlı Ya-taganos'un 112,5 kiloluk derecesiyle olimpiyat şampiyonluğunu kazandığı düşünülecek olursa Ustünidman'ın halter alanındaki değeri anlaşılır. Türkçe ilk modern spor kitabı olan Jimnastik yahut Riyazat-ı Bedeniye'âe (İst., 1891) Üstünidman tarafından yazılmıştır. Türk jimnastikçilerinin piri olarak tanınan adı, kendi eseri olan Galatasaray Lisesi'nin spor salonunda yaşamaktadır.

CEM ATABEYOĞLU



VAGON-Iİ OLAYI

354


355

VAHİDEDDİN KORUSU

nündeki dikdörtgen parterlerin etrafı gezinme yolları ve ağaçlarla çevrilidir. Daha sonra arka partere rokay bir havuz sistemi ve sarnıç ile ön partere dikdörtgen büyük bir havuz inşa edilmiştir. Vahideddin Köşkü'ne(->) geçilen yan bahçelerde de aynı simetri görülür. Kuleli tarafındaki giriş ise atkestaneleri ile meydana gelen bir "aile" biçimindedir. Bu boylu ve iri yapraklı, derin gölgeli ağaçların iki tarafa dizilmesi ile meydana getirilen ana giriş aksı çok muhteşemdir. S. H. Eldem'in tespit ettiği bahçe şemasında Türk geometrik bahçe düzeni görülmektedir. Abdülme-cid zamanında (1839-1861) satın alınan koru II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) Şehzade Vahideddin Efendi'ye (VI. Meh-med) geçmiştir.

Zaman içinde mimarideki, Avrupa ve özellikle İtalyan etkileri, bahçelerde de görülmeye başlamıştır. Havuzların eski sade geleneksel şekillerinden çıkarak suni birer gölcük şeklinde yapılmaları artık moda olmuştur. Aynı akım içinde koruda da grotte ve rokay motifi işlenmeye başlamış, doğalmış gibi gösterilmek istenen su, suni kayalıklardan damlatılarak, çeşitli setlere çarparak akıtılmıştır. Böylece kayalar arasında toplanmış su birikintileri birtakım minyatür gölcükler hasıl etmektedir. Bu doğallığı kuvvetlendirmek

VAGON-Iİ OLAYI

"Wagons Lits" Yataklı Vagonlar Şirketi memurlarından Naci Bey'in telefonda Türkçe konuşmasına kızan şirketin Türkiye temsilcisi Jannoui'nin Türkçeye hakaret etmesi ve Naci Bey'in işine son vermesi istanbul kamuoyunda derin yankı uyandırdı. 24 Şubat 1933 günü Darülfünun gençliği "memleketin mukaddesatı"na hakaret eden şirket müdürüne karşı eylem girişiminde bulundu. Geç vakit, öğrenciler kafileler halinde Beyoğlu'nda, Yataklı Vagonlar Şirketi önünde toplanmaya başladılar. Halkın da merak saikiyle toplanmasıyla kalabalık gitgide büyüdü. Şirket müdürü, durumun vahameti karşısında kepenkleri kapattırarak işi paydos etti. Bu sırada gençliğin elebaşlarından biri, kalabalık nedeniyle işlemeyen tramvaylardan birinin üzerine çıkarak gösterilerinin nedenini açıkladı; Türkiye'nin bir sömürge olmadığını, Türkiye'de Türkçeden başka bir dilin "hâkimiyeti"nin olamayacağını dile getirdi. Giderek hareketlenen gençler "Bu memlekette Türk ve Türkçe hâkimdir" sloganlarıyla, taş, sopa, demir, ellerine geçir-dikleriyle şirket kepenklerini yere indirdiler. Cam, çerçeve tuzla buz oldu. Güvenlik



kuvvetlerinin olaya müdahalesi ve itfaiye arazözleri ile kalabalığın üzerine su sıkılması da gençleri dağıtamadı. "Yaşasın Türkiye, Yaşasın Türkçe" bağrışmalarıyla ve ellerinde Gazi Mustafa Kemal'in fotoğraflarıyla Karaköy'e indiler. Şirketin Kara-köy'deki şubesinin de camlan kırıldı. Aynı kafile, köprüyü geçerek Babıâli'ye ulaştı. Gazete idarehaneleri dolaşıldı. Cumhuriyet gazetesi önüne gelen gençlere gazete yazarlarından Peyami Safa'nın "Türk diline dil uzatanların dilleri kurusun" diyerek bağırması, gençleri bir kez daha coşturdu. Cumhuriyet savcılığı olaya el koydu. Gösterilere katılan 10 kadar genç gözaltına alındıysa da kısa bir süre sonra serbest bırakıldılar. Bu arada gençler, kentteki tüm yabancı isimlerin değiştirilmesine çalışacaklarını ve Türkçeyi mutlak hâkim kılmak üzere bir Dil Mücadele Cemiyeti kuracaklarını ifade ettiler.

Vagon-Li Olayı, birkaç ay sonra gündeme gelecek Razgrad Olayı(->) gibi gençliğin yönetim tarafından giderek ulusal sorunların içine çekilmesi ve kamuoyu oluşturulmasında etkin bir güç olarak kullanılması örneklerinden biridir.

ZAFER TOPRAK

VAHDETÎ EFENDİ

(Nisan 1834, İstanbul - 13 Nisan 1871, İstanbul) Hattat.

Mahmud Şevket Vahdeti olarak da bilinir, Divan-ı Hümayun hocalarından Hacı Nuri Efendi'nin oğludur. Önce babasının çalıştığı Divan-ı Hümayun kaleminde, sonra mühimme kaleminde çalıştı. Başlangıçta Salih Ferdi'den yazı meşk ederek icazetname aldı. Bu derslerini, devrin ünlü hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye(->) devam ederek kuvvetlendirdi. Mühimme kaleminde menşurnüvislik (vezirlik ve müşirlik rütbelerinin fermanını yazmak) yaptı. Burada vazife gördüğü sırada Süleyman . Şevket Paşa'nın vezirliğe tayin fermanını, o zamana kadar görülmemiş bir şekilde

Vagon-Li Olayı'nda öğrencilerin Taksim Anıtı çevresindeki gösterisi. Salâhattin Giz/Eser Tutel koleksiyonu

Vahdetî Efendi'nin muhakkak ve nesih hatla yazılmış rokoko tezhipli eseri.

Türk islam Eserleri Müzayedesi, 131 • Müzayede Katalogu

her satırını başka renkte yazarak celi divanide ustalığını gösterdi. Bunu gören Sadrazam Mustafa Reşid Paşa, onu hem takdir etti, hem de rütbesini yükseltti. Vahdetî Efendi aynı zamanda ressamdı. Osmanlı kâğıt paralarındaki resimler onun eseridir, iki defa Londra ve Paris'e gönderilerek kâğıt paraların, posta pullarının ve hisse senetlerinin basılmasını kontrol etti. Paris'teyken III. Napoleon ve Kraliçe Euge-nie'nin isimlerini şifre hatla yazdığı kol düğmeleri takdir topladı.

Vahdetî Efendi her yazıda mahirdi, ressamlığı ve hattatlığı dışında hakkâklığı da vardı. Divani ye celi divaniyi ünlü Nâsıh Efendi'den öğrenmiş ve icazet almıştı. Eserleri çoktur. Nuruosmaniye'de, Babıâli'deki Naili Mescit'te(-t), Merkez Efendi Türbesi'nde ve Ayasofya'da levhaları vardır. Daha başka eserleri de olan sanatçı ak-lâm-ı şiltede Hafız Osman, celi sülüste Mustafa Rakım ekolüne, divani ve celi divani yazılarında da Nâsıh Efendi üslubuna bağlıdır.

Bibi. inal, Son Hattatlar, 434-441; Rado, Hattatlar, 212-214.

ALİ ALPARSLAN



VAHİDEDDİN

bak. MEHMED VI



VAHİDEDDİN KORUSU

Üsküdar İlçesi'nde Çengelköy Mahalle-si'ndedir. 50.723 m2 alam kaplar.

Zengin bir bitkisel örtü, dört tarihsel köşk ve koru içine yayılmış yapısal bahçe mimari elemanları ile peyzaj değerlerini bugüne kadar korumuştur.

Köşkler bugün orijinal özellikleri ile restore edilerek ortaya çıkarılmıştır. Gerek mimari tarihi, gerekse yaşlanmış florası ile bir koruma alanıdır. Korunun topografik yapı-

sı, yani denize eğimli olması "setli veya kademeli bahçe" mimarisini ortaya çıkarmıştır. Köşkler zeminin istinat duvarı ile tutturularak elde edilen büyük bir teras üzerine kurulmuştur. Zemin yapısının izin verdiği yerlerde bahçe doğaya uyan serbest bir biçimde bırakılmıştır.

Vahideddin

Korusu'ndaki

Ağalar Köşkü.

Zeynep

Tülin Özgen



Teraslar üzerinde, Boğaziçi florasının doğal veya doğallaşmış olan vegetasyo-nu, fıstıkçamları, atkestanesi, ıhlamur, çınar gibi kalıcı olan boylu türler görülmektedir. Erguvanlar baharda korunun en renkli elemanlarıdır. Serviler ise grup kompozisyonu içinde muhteşem duruşları ve yıl boyunca yeşil görünüşleri ile tam bir vurgu elemanıdır.

. Koru, peyzaj tarihi açısından incelenmeye değer bir konumdadır. Geçen zaman içinde değişen mimari zevklerle bahçe biçimleri de değiştirilmiştir. Fakat bugün dahi Osmanlı bahçe düzeninin izleri görülebilmektedir.

Koruda önce 1800'lerde Köçeoğlu Köş-kü(->) inşa edilmiştir. Zamanında da Bo-ğaz'a hâkim vistası ve Kuleli Askeri Lisesi tarafındaki yarım daire şeklindeki seyir terası ile çok meşhurdu. Bu teras yaşayanları tarafından "Yüzük Kaşı" olarak isimlendirilmiştir.

Daha sonra köşkün İstanbul tarafına bakan cephesi önüne Vahideddin tarafından yaptırılan 16x33 m ölçülerindeki havuz, İstanbul'daki büyük ölçekteki havuzların arasında sayılmaktadır. Havuz, geleneksel örnekleri gibi dört köşe ve çok sade bir biçimde yapılmıştır. Fakat meydana getirdiği büyük su yüzeyi (su aynası) köşkün ve çevresindeki ağaçların görüntülerini aksettirerek, çeşitli ışık yansımaları ve oyunları ile fevkalede zengin bir peyzaj görünümü meydana getirmektedir. Bahçede, tamamen Osmanlı bahçe düzeninde görülen ağaçların geometrik bir çerçeve içine alınarak disipline edilmesi sistemi hâkimdir. Kurulan geometrik kompozisyonlarla mimari yeşil hacimler ve yaşam mekânları meydana getirilmiştir. Terasların izin verdiği ölçeklerde bölünmelerle simetri veya aksiyal kompozisyonlar meydana getirilmiştir.

Köçeoğlu Köşkü'nün arkasında ve ö-

Vahideddin Korusu'nda bulunan Köçeoğlu Köşkü (solda) ve Kadın Efendi Köşkü. Zeynep Tülin Özgen

üzere suyun iki sahili arasında ağaç gövdeleri ve odunsu malzemeden yapılmış hissini veren beton köprücükler, çiçeklikler, yeşillikler, sarkan kovuklar, oyuklar ile kameriyeler, bahçe evcikleri yapılmıştır. Vahideddin Köşkü'nün arkasında çok iyi bir örneği bugün de görülmektedir. Rokay su sistemi bu dönemde bütün koruda dolaştırılmak istenmiştir. Köçeoğlu Köşkü'nün arkasında eski simetrik parter sistemi içine de âdeta monte edilmiştir. Daha pek çok yerde kayalardan oluşan bu suni gölcüklere ve köprücüklere rastlanmaktadır. Etraflarına yer yer dikilen porsuk (.Taxus baccata), sedir ve fıstıkçamları bugün güzel formları ile korunmaya değer yeşil elemanlardır. Bu su sistemini besleyecek su depoları ve sarnıçlar da yer yer harabe halinde durmaktadır. İhya edildiğinde bugün dahi ihtiyacı gidermeye yardımcı olacaklardır.

Suni bir mağara üzerine oturtulmuş olan kameriyeye birkaç taş basamakla çıkılmaktadır. Mağaradan başlayan kayalar arasındaki su birikintisi Vahideddin Köş-kü'nü dolanmakta ve Kadın Efendi Köş-kü'nü ayıran bahçe duvarı önünde son bulmaktadır. Bu duvar üzerinde rustik olarak yaratılmış pek çok cep, çiçek ve sarkan bitkilerin dikilmesi için yapılmıştır. Duvar arkasına gizlenerek yapılan küçük bir sar-



VAHİDEDDİN KÖŞKÜ

356


357

VAK'A-İ HAYRİYE

VAHİDEDDİN KORUSU'NUN DOĞAL BİTKİ ÖRTÜSÜ

Doğal vegetasyon örtüsü maki, Boğaz'ın sığ topraklı yamaç ve sırtlarında bulunur. Fazla tahrip görmemiş yerlerde oldukça boylu ve sık bir örtü yapar. Boğaz yamaçlarında görülen bu maki vegetasyonu içinde en dominant olanlar sırayla kocayemiş (Arbutus unedö), ağaç fundası (Erica arbored), katırtırnağı (Spartium junceum), boyacı katırtırnağı (Genista tinctroid), ateşdikeni (Phyracantha cocci-ned), akça kesme (Phillyrea latifolius) -geniş yapraklı-, akça kesme (Phillyrea medid), kermes meşesidir (Quercus cocciferd).

Bu maki vegetasyonu içerisinde insan eliyle getirilip yetiştirilmiş ve doğallaş-mış diğer bazı Akdenizli çalılar da bulunmaktadır. Bunlar da leylak (Syringa vul-garis), defne (Laurus nobilis), sarısalkım (Cytisus laburnum), tespih-Çin mürveri (Melia azaderacK), karayemiş (Purunus laurocerasus), çitlembik (Celtis australis), ispir (Spirea), çobanpüskülü (llexaquifoliuın), kartopu (Viburnum tinus), kurtbağrı (Ligustrum ovalifolium), kandak-herdemtaze (Ruscus aculeatus), yasemin (Jas-mium officinale), mahonya (Mahonia aquifolium), yabani gül (Rosa canind), böğürtlen (Rubus), lavanta (Lavanduld), yılanyastığı (Aurum dioscoridis), çiğdem (Colchicum automnale), yabani kuşkonmazdır (Asparagus).

Bu maki formasyonu içinde yine getirilerek doğallaştırılmış olan çeşitli meyve ağaçlan Trabzon hurması (Diospiros kakı), maltaeriği (Eriobotryajaponicd), armut (Pyrus commounis), ayva. (Cydonia oblonge), delice zeytin (Oled), kiraz (Prunus aviuni), vişne (Prunus cerasus), erik (Prunus domesticd), çakaleriği (Prunus spinosd), üvez (Sorbus domesticd), fındık (Corylus avellane), nar (.Puntça gmnatuni), kızılcık (Comus mas), dut (Morus alba) olarak sayılabilir.

ibreli ağaçlar içinde sözü edilmesi gereken ve Boğaziçi florasına simgesini vuran fistıkçamlan (Pinus pinea) oldukça yaşlanmış ve şemsiye şeklindeki tepe çatıları ile dikkati çekmektedir.



istanbul florası içinde çok nadir olan 2-3 kg ağırlığındaki kozalakları ile Pinus coulteri koruda 3 adet boylu örneği ile temsil ediliyordu ve 1983'teki koru bakımı sırasında mevcuttu. Fakat bugün üçü de kurumuştur. Türleri şöyle sıralayabiliriz: fıstıkçamı (Pinuspinea), büyük kozalaklı çam (Pinus coulteri), kızıl çam (Pinus brutid), Lübnan sediri (Cedrus libani), servi (Cupressus sempervi-rens), porsuk (Taxus baccatd), susediri (Libocedrus decurrens), mazı (Thuja ori-entalis). Yapraklı ağaçlar: batı çınarı (Platanus occidentalis), ıhlamur (Tuta tomen-tosd), meşe (Querous rubrd), akçaağaç (Acer nequndö), çınar yapraklı akçaağaç (Acerpseudoplatanus), kırmızı yapraklı akçaağaç (Acerpalmatum), kestane (Cas-tanea sativd), erguvan (Cercis siliquastrum), akasya (Robiniapseudoacacid), dişbudak (Praxinus excelsior), karaağaç (Ulmus comprestris), ceviz (Juglans reqid), gülibrişim (Albizziajulibrissiri), atkestanesi (Aesculus bippocastanuni), manolya (Magnoliagrandiflord), sakız-menengiç (Pistacia terebinthus), incir (Picus domesticd), kokarağaç (Âûanthusglandulosd), akkavak (Populus albd). Sarılıcı ve yer örtücüler: hanımeli (Lonicera nitidd), yabani hanımeli (Lonicera etrusid), adi orman asması (Clematis vitalbd), orman sarmaşığı (Hedera helise).

ZEYNEP TÜLİN ÖZGEN



Vahideddin Köşkü

Zeynep Tülin Özgen

nıçtan sızan su kaskatlardan akarak göle-te dolmaktadır. Vahideddin Köşkü'nün girişine kadar bu güzel manzara seyredilir.

Vahideddin'in annesi Gülistû Kadın (ö. 1861), kendisi pek küçükken ölmüş ve şehzadeyi Abdülmecid'in ikinci hazinedarı ve daha sonra da kadın efendilerden Şa-yeste Kadın (ö. 1912) büyütmüştü. Vahideddin, Çengelköy Kasrı'm imar ederken, Kuleli Köşk'ün Üsküdar cihetine, valideli-ği için de iki katlı bir köşk yaptırmıştı. Şa-yeste Kadın Efendi bazen gelir, bu köşkte otururdu. Kadın Efendi Köşkü'ne gitmek için de bu gölet korkulukları rustik çiçek kapları ile süslü, bir köprüyle geçilir.

Bu bahçede mevcut camlı seranın kalıntıları olarak ağaç figürlü kaskattan akan suların biriktiği havuzlu kare bir mekân da görülmektedir.

ZEYNEP TÜLİN ÖZGEN



VAHİDEDDİN KÖŞKÜ

Üsküdar İlçesi'nde, Çengelköy'de(->) Vahideddin Korusu'nun(-0 içindedir.

19. yy'ın başlarında bu arazi Köçeoğlu Çiftliği olarak tanınıyordu. Koru içindeki ilk yapı da Köçeoğlu Köşkü'dür(-0- Bu köşk Abdülmecid (hd 1839-1861) tarafından Şehzade Burhaneddin Efendi (1849-1876) için satın alınmış ve efendinin vefatından sonra II. Abdülhamid (hd 1876-1909) bu köşkü küçük biraderi Vahideddin Efendi'ye tahsis etmiştir. Hükümdarlığına kadar burada oturan Vahideddin Efendi koruda yeni binalar inşa ettirdi.

Önce Köçeoğlu'ndan kalan ve harem dairesi adıyla anılan beyaz boyalı yayvan bina, deniz cephesine doğru ilave bir kısımla büyütüldü. Bu suretle bina eski üslubunu kaybetmiş oldu. Bahçeye büyük bir havuz yaptırıldı ve dağlardan kasrın bütün bahçelerine ve binalara su getirildi. Vahideddin Efendi, Yıldız Sarayı'nda büyük biraderini ziyarete gittiği bir gün, Rus çarının hükümdara hediye gönderdiği kakma, kuleli ahşap bir köşk maketim görüp beğenmişti. Çengelköy'de koruda bu maketi esas alarak Boğaz'a ve bütün çevreye hâkim kuleli büyük bir köşk inşa ettirdi.

Yapı mimari bakımdan art nouveau ile barok karışımı bir üsluptadır. Köşede Üsküdar yönüne hâkim seyir kulesi bulunmaktadır. Ortada büyük bir salon, deniz cephesinde geniş camlı kapılarla bölünmüş, kemerli ön cephesi oldukça süslü teras, üst katta da aynı şekilde balkon yer almaktadır. Binanın her iki yan cephesi ve deniz cephesi çok süslenmiştir. Arka cephe ise son derece sadedir. Tavanların son derece süslü olduğu sofanın resimlerinden anlaşılmaktadır. Bina bodrum (kâgir)+ze-min+1 normal kattan müteşekkildir. Ortadaki geniş sofada katlan birbirine bağlayan geniş ve üç kollu merdiven yer almaktadır. Çatı arasından geçilen bir seyir kulesi ve kısmi bir üçüncü kat bulunmaktadır. Büyük havuza bakan cephenin ise birinci katta yer alan bir balkonu bulunmaktadır.

HATİCE KAKAKAYA



VAK'A-İ HAYRİYE

Yeniçeriliğin kaldırılması olarak da bilinir. 15 Haziran 1826'da son kez kazan kaldıran yeniçerilere karşı, yönetime bağlı güçlerin, talebe-i ulumun ve halkın saldırıya geçmeleri, kapıkulu kışlalarının yakılıp yıkılması, zorba yeniçerilerin öldürülmesi olaylarıdır. İzleyen günlerde de olağanüstü durum devam etmiş; İstanbul, yeniçerilerle onlara yandaşlık edenlerden arındırılmıştır. Osmanlı döneminde İstanbul'daki en geniş çaplı tenkil hareketi olan bu olayla başkent, bir zorba örgütünden kurtulmuştur. Kimi tarihçiler, Vak'a-i Hayriye'yi İstanbul'un ikinci kez fethi olarak değerlendirmişlerdir. Olayın ilk günü saraydaki Hırka-i Saadet Dairesi'nden çıkarılarak Sultan Ahmed Camii minberine asılan sancak-ı şerif(->) iki gün sonra saraya götürülmüş ve Bâbüssaade önündeki özel gönderinde 2 Ağustos 1826'ya değin asılı tutulmuştur.



18. yy'da geleneksel yapısı tamamen bozulan ve disiplinden yoksun bir zorba örgütü durumuna gelen yeniçerilik, sağladığı ulufe olanağı nedeniyle "esame" denen belgeleri alım satım yoluyla sık sık el değiştiren bir ticaret aracı olmuştu. İstanbul'da kabadayılık yapmak, güçsüzleri haraca kesmek, ırgatbaşıyım diyerek inşaatlardan haraç almak, kahvecilik, meyhanecilik yapmak, işyerlerine, limana gelen gemilere balta asmak, arada kazan kaldırıp yağmada bulunmak, ulufe günlerinde rezalet çıkarmak, kadınlara sarkıntılık etmek, sarhoş gezmek, kundakçılık edip yangın çıkarmak, ardından söndürme bahanesiyle hem ücret alıp hem soygun yapmak, hattâ yangının genişlemesi amacıyla ateşe su sıkmak yerine yağ dökmek yeniçerilere özgüydü. Bir anlamda İstanbul, 10-15.000 dolayındaki aylıklı şehir eşkıyasının tehdidi ve terörü altında yaşamaktaydı.

II. Mahmud (hd 1808-1839) III. Selim'in (hd 1789-1807) tahttan indirilmesiyle gelişen ve Alemdar Olayı(-») ile sona eren 1807-1808 olaylarından edindiği deneyimle bu azgın ve örgütlü kalabalığın üzerine gidebilmek için uzun zaman fırsat kol-ladı. Bir dizi iç ve dış sorunun çözümünden sonra 1826'da gizli bir harekât planını uygulamaya koydu. Karadeniz Boğazı Rumeli Sevahili Muhafızı Ağa Hüseyin Paşa ile Anadolu Sevahili Muhafızı Mehmed İzzet Paşa, Seyyar Topçu Kumandanı Molla İsmail, Kaptanpaşa Çavuşu ve Haliç-Ga-lata Muhafızı Pabuççu Ahmed ağalar bu harekât için güvendiği kişilerdi. Pabuççu Ahmed Ağa, Galata'da sağladığı örnek güvenlik düzeni ve yeniçeriler üzerindeki otoritesi ile tanınırken Ağa Hüseyin Paşa da daha önce yeniçeri ağası iken ocağın en azılı zorbalarını sindirmiş, pek çoğunu da boğdurtmuş veya sürgüne göndermişti.

Harekâtın ilk önemli toplantısı 25 Mayıs 1826'da şeyhülislamlık konağında yapıldı. Yenilik yanlısı şeyhülislam Kadızade Mehmed Tahir Efendi, Sadrazam Mehmed Selim Paşa, tüm devlet erkânı, ulemadan çağrılanlar, Boğaz muhafızları, İstanbul Kadısı Sadık Efendi, büyük camilerin imam-



ları, Babıâli ricali, ocaklı takımından Yeniçeri Ağası Celaleddin Ağa, sekbanbaşı, katar ağalan, bölük ağalan, orta mütevellileri, saatlerce süren bu toplantıda görüşlerini ve önerilerini açıkladılar. Tarihçi Es'ad Efendi'nin kaleme aldığı "Eşkinci Layihası" okundu, ulemanın görüş birliği ile "ta'lim-i harbin vücubuna" ilişkin bir de fetva yazıldı. Eşkinci adı (bak. Eşkinci Ocağı) altında eğitimli bir sınıf kurulması ve layihada öngörülen çalışmaların hemen başlatılması kararlaştırıldı. Toplantıda, yeniçerilerin eski kahramanlıkları, sonraki bozuluşları, savaşa gitmemeleri, hıyanete sapışları, kendileri savaşa gitmek şöyle dursun diğer askerlerin gayretlerini de soğuttukları açıkça açıklandı. Eşkinci Oca-ğı'nın kurulmasıyla birlikte İstanbul'da mevcut 51 yeniçeri ortasından seçilecek 150'şer adaya öncelikle askeri eğitim verilmesi, giderek tüm yeniçerilerin de sıkı bir eğitime alınmaları kabul edildi. Toplantı sonunda bir de "hüccet" (tutanak) düzenlendi ve katılanların tümü tarafından mühürlenip imzalandı.

Ocak ağalan beraberlerinde "orta kavuk ve ferace giyimli" ulema da olduğu halde buradan Ağa Kapısı'na(~0 giderek layihayı, fetvayı ve hücceti Tekeli Köşkü önünde toplanan ocak ileri gelenlerine okudular. Yeniçeri efendisi, ocak ustaları, cemaat çorbacıları, solakbaşıları "fet-va-yı garra ve ittifak-ı ulema ile çeng tali-mi"nin üzerlerine vacib olduğunu kabul ve yemin ettiler. Buradaki toplantı bir dua ile sona erdi.

İzleyen günlerde eşkinci yazımı, adaylara üniforma giydirilmesi ve silah dağıtımları işlemleri yapılmaya başlandı. Ancak yeniçerilerin bu gelişmelerden tedirgin oldukları saptandığından II. Mahmud'un buyruğu ile yönetime bağlı topçu, humba-racı, lağımcı, tersane askerleri alarma geçirildi. Boğaz muhafızları Ağa Hüseyin Paşa ile Mehmed İzzet Paşa da 3.000 dolayında sekbanla hazır halde beklemekteydiler. Kendi aralarında toplantılar düzenleyen yeniçerilerin elebaşıları ve asıl yönlendirici konumundaki Habib Bölükbaşı ise, eşkinci eğitiminin başladığı gün kazan kaldırmak veya bir süre bekleyip eşkinci yazılan yeniçerilere ateş gücü yüksek silahlar dağıtıldıktan sonra ayaklanmak konusunda anlaşamadılar. Eşkinci talimlerinin 4. günü olan 13 Haziran 1826'da, Mısır'dan gelen ve "asakir-i cihadiye" subayı olan muallim binbaşı Davud Ağa ile diğer subayların uyguladıkları disiplin bazı eşkincileri kızdırdı. Bunlardan dayak yiyen biri, Etmeydam'na(->) giderek olayı anlattı. O günden itibaren kahvelerde, kazan kaldırma işi ciddi olarak konuşulmaya başlandı. Yönetim ise hemen bir ferman-ı âli çıkartarak her türlü dedikoduyu yasakladı. Buna karşın yeniçeriler Kapalıçarşı'daki Kerpiç Ham'nda gizli olarak toplandılar. 14 Haziran akşamı, Yeniçeri Ağası Celaleddin Ağa, sadrazama giderek yeniçerilerin "gâvur talimi" yapmak istemediklerini, neferlerin kafalarının kalın olduğunu, çoğunun "biz kılınç ile keçe çalar, şişhane atar, nişan ürürüz" dediklerini, Atmeydanı'ndaki

eğitime katılmama eğiliminde olduklarını bildirdi. Kaygılanan sadrazam, geceleyin Ağa Hüseyin Paşa'yı sahilhanesine çağırdı. Dönüş olmadığını bildirerek topçu, hum-baracı, lağımcı ve tersane reisleri ile zabitlerini toplamasını, sekbanların da geceden İstanbul'a geçirilip saraya yerleştirilmesini bildirdi. Bu arada yeniçerilere kırgın olan medreselilere de haber gönderilip hazır olmaları duyuruldu. Aynı gece, yeniçeri çeteleri, Ağa Kapısı'm, Mısır Kapı Kethüdası Necib Efendi'nin konağını, Pa-şakapısı'nı basıp yağmalarda bulundular. Sadrazam ve yeniçeri ağası bu baskınlardan kurtuldu.

15 Haziran günü tan yeri ağarırken zorbalar üçer-beşer harekete geçerek Atmey-danı'na yöneldiler. Habib Bölükbaşı Et-meydanı'nda kazan kaldıran yeniçerileri "Ayaktaşlar fütur getirmeyin" diyerek uğurlamaktaydı. Asiler, Nakilci Mustafa'nın, Serhoş Mustafa'nın ve diğer zorbabaşıla-rın yönetiminde Tahtakale, Asmaaltı, Un-kapanı gibi serserilerin çoklukla barındıkları yerlerden geçerek buralardaki ayak-takımını da peşlerine katmaktaydılar. Geceyi Beylerbeyi'ndeki sahilhanesinde geçiren sadrazam, Babıâli'nin basıldığını, haremdeki kadınların bahçedeki mahzene kapanıp kurtulduklarını öğrenince erkenden Yalı Köşkü'ne(-t) geldi. Ağa Hüseyin Paşa ile Mehmed İzzet Paşa'yı buldurttu. Bu sırada zorbalar, kent sokaklarına tellallar çıkartmış "fetva ve hüccet yazanları, bilcümle başı kavukluları" öldüreceklerini ilan etmekteydiler. Bektaşî babalan ise ellerinde teberleri Etmeydanı'nda ve sokaklarda ayaklanmacılara cesaret vermekteydiler. Devletten yana olanlar ise şuraya buraya koşup ilgililere haber vermeye çalışıyorlardı.

Durumu haber alan II. Mahmud bir tebdil kayığına binip Beşiktaş Sarayı'ndan Topkapı Sarayı'na geldi. Sadrazamla yaptığı görüşmeden sonra sancak-ı şerifin çıkarılması kararlaştırıldı. Diğer yandan, yönetime bağlı askerlerin toplanmasına değin zaman kazanmak için Ağa Kapısı'na haber gönderilip ayaklanmacıların istekleri soruldu. Bu sırada, kalyoncular, topçu, hum-baracı, lağımcı askerleri dalga dalga saraya gelmeye başlamışlardı. Harekâtı, sarayın Sünnet Odası denen köşkünden yöneten II. Mahmud, Hırka-i Saadet Dairesi'ne geçerek sancak-ı şerifi çıkarttı ve sadrazama teslim etti. Sancak-ı şerifle birlikte Sultan Ahmed Camii'ne gitmek istediyse de sadrazam ve diğerleri bunun doğru olmayacağını, sarayda kalmasını önerdiler. Her semte gönderilen münadiler ve mahalle imamları, kenti kol kol gezen muhzırlar, Müslüman olan herkesin sancak-ı şerif altında toplanmasının farz olduğunu duyurdular. Bir anda İstanbul'da "bir acîb ve müessir gûlgûle peyda oldu" zorbalar ise halkın bir anda çağrıya uyup her taraftan saraya yönelmeleri karşısında korkuya kapıldılar. Talebe-i ulum denen medreseliler ve yobazlar da silahlanıp başlarında hocaları olduğu halde yürüyüşe geçtiler. Yol boyunca yer yer yeniçerilerle çarpıştılar. Mahalle halkları başlarında imamları, Bilad-ı



Yüklə 8,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   84   85   86   87   88   89   90   91   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin