SOKAKLAR
Kent içindeki asıl fonksiyonu, yerleşme alanlarındaki yaya ve taşıt ulaşımına hizmet etmek olan, en az iki yanından yapılarla ya da yapı adalarıyla sınırlandırılmış ve Batı'nın standart ölçülerine göre uzunluğu eninin en az üç katı olması gereken kentsel alanlardır. İstanbul'un sokak dokusu tarih içinde spontane ve organik olarak gelişmiştir ve bu spontane kuruluş içinde, özellikle de Türk döneminde, geometrik alansal düzenlemelere gidilmemiştir.
Roma ve Bizans Dönemi
Bugünkü İstanbul'un ilk çekirdeğini oluşturan Bizantion(-0 kurulmadan önce, yine bugünkü İstanbul'un kapladığı alanlar içinde, farklı zamanlarda kurulmuş Grek koloni şehirleri bulunmaktaydı (Halkedon, Hrisopolis, Sykae). Fakat, fiziksel özellikleri ve sokak dokuları hakkında fazla bilgi olmayan yerleşmelerin hepsi sonradan Konstantinopolis adını alan büyük ortaçağ şehrinin gelişmesiyle onun dış mahalleleri olarak kalmıştır.
Konstantinopolis'ten önceki yerleşme
olan Bizantion'un yol strüktürünü ise stratejik veriler sonucunda ortaya çıkmış ve imparatorluk politikasına hizmet eden bir düzen oluşturmuştur. Şehrin anayol ve sokak dokusunun oluşumundaki en belirleyici etken ise topografik öğelerdir.
Constantinus'unO) (hd 324-337) ortaçağda Bizantion'un fiziksel kalıntıları üzerine kurduğu yeni şehrin sur kapıları ve şehir içi yollarının "trakee"leri hakkında fazla bilgi bulunmamasına karşılık, bu kapıların konumlan, şehrin anayol strüktürünün Akropolis ile sur kapıları arasında radyal olarak oluştuğunu göstermektedir. Daha sonraki çağlarda şehrin topografik özellikleri değişmiş olsa da anayol kaburgasının Constantinus zamanında oluştuğu söylenebilir.
Konstantinopolis'e, özgün karakterini veren unsurlardan biri olan, belirli forumları birbirine bağlayan ve Constantinus döneminde dört tane olduğu bilinen iki katlı portikli yollar (embolos), önemli yapılarla çevrili forumlarla birlikte şehrin fiziksel strüktürünün özünü oluşturmuşlardı. Bu portiklerden ikisi, yarımadanın burnunda ve Marmara kıyılarında bulunuyordu. Diğer iki portik ise Beyazıt'taki Tauri Foru-mu'ndan(->) başlayarak Aksaray'da Bous Forumu'na(->) inen ve oradan da (daha ile-riki çağlarda Arkadios Forumu'nun yapıldığı) Cerrahpaşa'ya kadar uzanan portik ile Augusteion(->) adını alan ve Tetrasto-on'u(~0 Çemberlitaş'a bağlayan Septimius Severus Portiği idi. II. Teodosios döneminde (408-450) yeni surlar yapıldıktan sonra şehir 14 bölüme (daireye) ayrılmıştı. Septimius Severus (hd 193-211) ve Constantinus dönemi büyümelerinin devamı olarak yanmada, üçgeninin üst noktasından itibaren açılan üçlü bir bölünmeye gitmişti: Marmara kıyısı ile Haliç arasındaki yamaçlar konut alanlarını içine alıyor, bunların arasındaki Halic'e paralel tepeleri bir-
Eski
İstanbul'un
sokak
dokusunun
hâlâ
bozulmamış olduğu Kadırga-Kumkapı semtinin kadastro planından bir bölüm. R. Stewig. İstanbul'da Çıkmaz Sokaklar ve Gecekondu Meselesi. İst., 1966
birine bağlayan anayolla, Beyazıt'tan Aksaray'a ve oradan Cerrahpaşa'ya çıkan ve Al-tımermer'den Yedikule'ye uzanan Via Tri-omfalis ise anıtsal yoğunlaşmaların olduğu aksları meydana getiriyordu. Constantinus dönemindeki portik aksları ile II. Teodosios dönemindeki yol strüktürü, halen bugünkü İstanbul'un ana ulaşım akslarını ve iskân yoğunlaşmalarının ana damarını oluşturmaktadır (bak. Meşe).
İstanbul'un Bizans dönemindeki ana planı, kapılardan girip tepeleri ve meydanları boydan boya kat eden, Augusteion ve Çemberlitaş meydanlarında buluşan ana-caddeler ve bunların arasındaki dar sokaklar ile meydanlar esasına dayanıyordu. Bu planda hem Roma'nın hem de bir kısım Anadolu şehirlerinin etkisi vardı. İstanbul'un Bizans döneminde ayrılmış olduğu 14 bölümden, şimdiki Topkapı Sara-yı'mn yer aldığı Akropolis ile Augusteion arasındaki alanda 29 sokak; Hippod-rom(->) ile Aya İrini Kilisesi(->) arasında kalan kısımda 34 sokak; birinci bölgenin doğusundan Mese'nin güneyine uzanan bölümünde ise 7 sokak bulunduğu çeşitli kaynaklardan öğrenilmektedir.
Bizans dönemindeki anayol ağını oluşturan büyük caddelerin arasını, çoğu dar, kıvrımlı ve eğri büğrü, örümcek ağı gibi sokaklar sarmıştı. Bu sokaklara bakan kagir, cumbalı, üç katlı evler, kalın duvarları, iri demir parmaklıklı küçük pencereleri ve kemerli kapılarıyla, ortaçağ Bizans'ında hüküm süren asayiş ve düzen bozukluğuna ve güvensizliğe karşı birer sığınak görevi üstlenmişlerdi. Kıvrımlı yollar, keskin dönemeçlerle birbirinden ayrılan mahalleler ve dar sokak strüktürü ile Bizans dönemi İstanbul'u, Doğulu ortaçağ şehirleri görünümündeydi. Şehirdeki ilk çıkmaz sokaklar da 1453'ten önce, yani Bizans döneminde oluşmaya başlamıştı. S. T. Runci-man'ın, İstanbul'un Bizans zamanında ve
5. yy'daki inşaat nizamları ile ilgili eserinde verdiği bilgilere göre, o dönemde caddeler ve sokaklar en az 3-6 m genişliğinde, balkonların binalardan açıklığı en az 3 m ve yerden en az 4,5 m yüksekliğinde idi. Evlerin sokağa doğru merdiven yapması da yasaklanmıştı. Şehir sakinleri, cadde ve sokakları olabildiğince kendi arsalarına katarak, geniş, düz, eski yolları, dar sokaklar haline dönüştürmüşlerdi. Burada tanımlanan cumbalı, kagir konutların sınırladığı (Bizans döneminden kalan) sokak dokularının az sayıdaki örnekleri bugün Un-kapanı ile Fener arasında bulunmaktadır.
Osmanlı Döneminden Bugüne
İstanbul, 19. yy'ın ikinci yarısına kadar, topografik verilere uygun organik bir gelişme çizgisi göstermiştir. Constantinus döneminden sonra suriçi yapısı hemen hep aynı kalmış, şehrin doğal topografyasına bağlı olarak anayol aksları değişmemiştir. Buna karşılık tarihin sürekliliğinde şehrin sokak dokuları, konutları sürekli değişmiştir. Bu değişmenin içinde topografik verilere dayanan yönler ve anıtlar çevresi değişen röperler olarak kalmış ve yerleşme, onların çevresinde doğal olarak biçimlenmiştir.
İlk yerleşmelerden, II. Teodosios surlarına kadar olan dönemde radio-konsant-rik olarak büyüyen yol dokusunun şehrin merkezinden başlayan anayolu-Halic'e paralel tepeler üzerinde gidiyordu. Haliç ile Boğaz'ın birleştiği yolun çevresindeki üç yerleşme -İstanbul, Galata ve Kadıköy-denizle hem bağlanmış hem de ayrılmıştı. Konut alanları yavaş yavaş surların dışına taşarak kıyılar boyunca Boğaz'da Üsküdar'a ve Kadıköy'e kadar uzanmıştı.
Osmanlı döneminde İstanbul'un konut alanlarında ve yeni kurulan mahallelerinde, İslam ve Türk şehirlerinde mahremiyete dayalı olarak görünen çıkmaz sokaklar ve bunların yaya ulaşımı adına oluşturduğu organik kent dokuları oluşmaya başlamıştı. İslam ve Türk şehrinde görülen çıkmaz sokak, gerçekte mahallenin anayolundan evlere uzanan, tek tek evlerin veya birkaç evin özel sokağı ve toplum yapısına hâkim olan kişisel davranışın fiziksel çevreye yansımasıdır. Evlerin yerleştirilmesinde de gözlenen bireyci tutum, çıkmaz sokağı oluşturan sebeplerden birisiydi. Bir plana göre oluşmayan bu yeni mahalle yerleşmelerinde sokaklar, düzgün değildi ve genellikle ilkel bir taşıma fonksiyonuna -ki bunun aracı arabadan çok hayvanlardı- göre işlevlendirilmişti. Arsanın eğri büğrülüğünü düzeltmek için her yönde, alt kattan taşan çıkmaların plastiği ile alt katların avluyu, bahçeyi, kileri, ambarı, ahırı gizleyen sağır duvarları şehrin sokaklarına özgün bir görünüm kazandırmaktaydı. Sokaklarda ağaç yoktu. Sokak (veya mimari çevre) ile ağaçların birlikte düşünülmesi, geleneksel Türk şehirleri için olduğu gibi, İstanbul için de geçerli olmayan bir özellikti. Ağaç ve bahçe ancak konut sınırları içinde bir anlam taşımaktaydı ve her evin bahçesinde konuttan ayrılmayan bir öğe olarak yeşillik ve ağaçlar bulunmaktaydı.
Kocamustafa-
paşa Tren
Istasyonu'nun
arkasında
seyrelmiş ahşap
evleriyle bir
eski istanbul
sokağı.
Cengiz Kahraman, 1994
16-18. yy'larda bu sokak dokusunun işlevsel özelliklerinden biri, halkla yüksek sınıfın yerleşme alanları arasında büyük fiziksel ayrıcalıklar olmamasıydı. Genel olarak yaygın ve yüksek olmayan bir konut planlaması ve buna bağlı olarak oluşan sokak dokuları şehir içinde büyük karşıtlıklar oluşturmuyordu. Yerleşme bölgeleri iç dünyalarında yaşarken, sokaklar ve çıkmaz sokaklar şehrin genel yaşantısındaki kişisel hücrelere ulaşan öğeler değil, bunun tersine, hücrelerin uzanmış kollarıydı. Doğu dünyasının şehir strüktürüne yansıyan aile bilincine bağlı özgün karakter, İstanbul için de geçerliydi. 16. yy'da İstanbul'a gelen gezginlerden öğrenilen bilgilere göre, şehirdeki tek düz yol Ayasofya ile Beyazıt arasındaydı. Dış görünüşüyle dünyanın en anıtsal yerleşmelerinden biri olmasına karşılık, İstanbul'daki bütün yollar ve sokaklar eğri büğrü ve dardı. Hattâ, Doğan Kuban'ın yazdıklarına göre, Fatma Sul-tan'ın düğün töreni için yapılan büyük na-hıllar Eski Saray'a(->) taşınırken eski The-odosius Forumu'nun bulunduğu alanda, yolların darlığından dolayı, evlerin cumbaları ve saçakları yıktırılmıştı.
Cornelius Le Bruyn(->) aynı dönemlerde, şehir içinin dar, eğri sokaklardan meydana geldiğini ve araba yolu olmadığını belirtiyordu. Yollar, atlı ya da yaya trafiğine uygun ölçülerdeydi. İ613-1Ö18 arasında şehre gelen Polonyalı Simeon(->), yolların ve sokakların döşenmiş olduğunu söylemiş olsa da Le Bruyn ve diğer gezginler, çoğu sokakların toprak olduğunu belirtmişlerdir. 17. yy'da çıkan yangınların ve değişen yol sınırlarının ise devamlı bir yol bakımına imkân vermediği, D. Kuban tarafından belirtilmiştir. İstanbul'un içinde taşıt olarak arabanın çok az kullanıldığı da şeh-
rin bir karakteristiği olarak ortaya çıkmaktadır.
19. yy'ın sonlarında Edmondo de Ami-cis'in(-0 betimlemelerine göre, şehrin tepelerini yılan gibi saran sokaklarda derin bir sessizlik ve sakinlik hüküm sürmekteydi. Sokakları sınırlayan küçük ahşap evler renkli boyanmış, birinci kat alt katın, ikinci kat birinci katın üstünden ileri doğru çıkmıştı. Bu sokaklar bazı yerlerde o kadar daralmıştı ki, karşılıklı iki evin üst kat çıkmaları birbirlerine değecek kadar yaklaşmaktaydı. Bu sakin sokakların köşe başlarında bulunan çeşmelerin önlerinde, genellikle iri bir çınarın dallan ile gölgelenmiş küçük meydancıklar bulunmaktaydı. Bu dar sokakların bitiminde aniden İstanbul'un anıtlarla çevrili büyük sokaklarından ya da büyük camilerin bulunduğu meydanlarından birine çıkılmaktaydı.
Bir başka gezgin Pedro'nun yazdığına göre, İstanbul sokaklarının hiçbirinin adı olmadığından, gidilecek yeri kolayca bulmak için semtin ya da çevredeki camilerden herhangi birinin adını vermek gerekmekteydi. Fugger'in 1589 yılı belgelerinde İstanbul'da, üzerinde cami bulunan 4.492 geniş sokak, 2.185 adet de üzerinde cami bulunmayan dar sokak olduğu belirtilmektedir.
19. yy'a gelindiğinde, Batılılaşma hareketlerinin ilk yansıdığı alan fiziksel çevre yapılaşması oldu ve bazı yerleşmelerde, organik dokunun yerini "gridion" sistem almaya başladı. Batı mimari stillerinden esinlenerek yapılan büyük askeri kışlalar ve nihayet III. Selim döneminde kurulan Selimiye Kışlası(->) yakınlarında düzgün grid sistemine göre oluşan mahalleler şehrin organik sokak dokusuna ve çehresine yeni bir görünüm kazandırmaya başladı
SOKOLLU MEHMED PAŞA CAMÜ 30
SOKOLLU MEHMED PAŞA
Sokollu Mehmed Paşa Camii'nin kuzeybatı (solda) ve güneybatıdan görünümü. Ertan Uca, 1994/ TETTV Arşivi (sol), Ekrem Işın, 1989
(bak. Selimiye). 19. yy'a ait planlardan anlaşıldığı gibi İstanbul'da caddelerin doğrultularında düzgün bir sistem yoktu; uzun düz caddeler mevcut değildi; az sayıda meydan olmasına karşılık sürekli ve dallı budaklı çıkmaz sokak dokusu, inşaat bloklarının ve yerleşme adalarının içine doğru yöneliyordu. Bu çıkmaz sokaklar ana-caddelere bakan parsellerde değil, iç parsellerde sona ermekteydi. Şehrin içlerinde dar örgülü yol ağı, kenarlarında ise geniş örgülü caddeler yer almaktaydı. Üçgen şeklindeki sur, cadde ve sokak dokusu içinde bulunan anıtlar, önemli meydanlar, Bizans dönemindeki konumlarını sürdürüyorlardı.
Akgün'ün açıklamasına göre, boşlukta kurulan çadırlar gibi, serbest alanlara yerleştirilen istanbul Türk evlerinin birbirine bitişik sıralaması, sokakların hareketli olmasını gerektirmekteydi. Türklerdeki mahremiyet sonucu, çıkmaz sokaklar herkesin geçebileceği yerler değildi. Bu devirlerde yangın yerlerinde düzgün sokak dokularıyla mahallelerin kurulmaya ve çıkmaz sokakların azalmaya başladığı görülmekle beraber, Stolpe'nin haritası gibi belgeler bu değişikliğin aslında çok da hızlı olmadığını gösteriyordu.
19. yy'ın ortalarında, Tanzimat'la bir likte, imar planı adı altında, İstanbul için doğru ve yeterli genişlikte yollar açılması ve bazı meydanların düzenlenmesi teklif edil di. Atlı araba ulaşımının bile güç yapıldığı şehrin yol strüktürünün en önemli sorunu, uzun bir süre ana yönlerde trafik alterna tiflerinin açılması olmuştur. 1848'de Ebni- ye Nizamnamesi ile en fazla genişliğin 10 arşın olması önerildi. 1855'te kurulan ilk belediye ve bundan üç ay sonra oluşturu lan İntizam-ı Şehir Komisyonu'nun(->) yap tıkları en önemli iş, İstanbul sokaklarının kaldırımlanması olmuştu. Altıncı Daire-i Belediye'nin(-0 kurulmasıyla ise, şehir deki kadastro çalışmalarına, sokak ve cad delerin genişletilmesine ve inşaatların kont rolüne önem verilmeye başlanmıştı. 1865' teki Hocapaşa yangınından sonra kurulan Islahat-ıTuruk Komisyonu(->) da sokakla rın düzenlenmesi için çalışmalar yaptı.
20. yy'a gelindiğinde Beyoğlu yakası Batı strüktürüne geçmiş bir şehir görünü-
Tarlabaşı'nda bir sokak. Gül Gülbahaı; 1994
mü almıştı. Suriçi Eyüp, Üsküdar ve Bo-ğaz'da ise eski sokak dokusu yaşıyordu. Zamanın tek çağdaş ulaşım aracı olan araba bile, şehir dokusunun dünya görüşüne bağlı özelliğini değiştirememişti. Buna karşılık günümüzün yerleşim alanlarında, İstanbul'un tarihi organik, spontane sokak dokularının yerini motorlu taşıt trafiği düzenlemelerinin oluşturduğu geniş caddeler ve otoyollar almaktadır. İstanbul'un tarihten gelen son strüktürel özelliği ve şehre özgün karakterini veren en önemli kentsel öğelerden birisi olan tarihi sokak dokularının, bugün elde kalan örneklerinin korunması ve yaşatılması, mimarlık ve planlamaya rasyonel yaklaşımları getiren ve yayalara gereken saygıyı gösteren korumacı bir tavrın, planlama, karar ve uygulama mekanizmalarına yerleştirilmesi yoluyla mümkün olabilecektir.
Bibi. Ayverdi, Mahalleler; Ayverdi, İstanbul Haritası; D. Kuban, Türk ve İslam Sanatı Üze-
Sokollu
Mehmed Paşa
Camii'nin planı.
O. Aslanapa,
Mimar Sinan 'm
Hayatı ve Eserleri,
Ankara, 1988
rine Denemeler, ist., 1982; R. Stewig, İstanbul'un Bünyesi, Doğulu Osmanlı Bünyeden Avrupalı Kozmopolit Bünyeye Geçiş, İst., 1965; ay, İstanbul'da Çıkmaz Sokaklar ve Gecekondu Meselesi, ist., 1966.
ŞEBNEM ÖNAL
SOKOLLU MEHMED PAŞA CAMİİ
Unkapanı Köprüsü'nün Şişhane tarafındaki ayağının yanında yer alır.
985/1577-78'de Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Vaktiyle Galata surlarının hemen dışında inşa edilmiş olan camiye burada bulunan kapıdan dolayı Azapkapı Camii de denmiştir. Cenevizliler döneminde Porta di San Anto-nio şeklinde adlandırılmış olan kapı, 16. yy'da tersanenin Kasımpaşa'ya gelmesi ve tersane hizmetindeki bahriye azeplerine ait kışlanın o çevrede bulunması nedeniyle Azeb Kapısı adını almıştır.
Mimar Sinan'ın eseri olan cami şehrin en hareketli ve kalabalık yerlerinden birinde inşa edilmiştir. Azapkapı Camii, 12227 1807 yangınında zarar görmesi ve minaresinin de kısmen yıkılması nedeniyle kürsü kısmından itibaren yeniden yapılmıştır. Balkan ve I. Dünya savaşlarından kısa bir süre önce cami bir onarımdan geçirilmiş, ancak savaş felaketleri nedeniyle onarıma ara verilerek bu değerli sanat eseri uzun yıllar bir harabe halinde kalmıştır. Cami ancak 1938'e doğru başlayan büyük çaplı bir onarım ile ihya edilerek 194İ'de tekrar ibadete açılmıştır. Minare şerefesi 1955'te yeniden yapılmıştır. 1941 tamirini belirten Latin harfli bir kitabe sol taraftaki girişin üzerinde bulunmaktadır. Kapılardan birinin üstünde bulunan caminin esas kitabesi kırıldığı için yine 194l'de eski kalıbına göre Kâmil Akdik tarafından yeniden yazılmıştır.
Sokollu Mehmed Paşa Camii, Haliç kıyısında sağlam olmayan bir zemin üstünde kurulduğuna ve günümüze kadar önemli bir hareket göstermediğine göre büyük bir ihtimalle zemine çakılmış kazıklar üzerinde inşa edilmiş olmalıdır. Cami, kayıkların ve insanların yoğun biçimde toplandıkları bir yerde bulunduğundan alt katına tonozlu mahzenler yapılarak yükseltilmiştir. İki merdivenle çıkılan son cemaat yeri bir sıra pencere ile aydınlanan, üstü tek meyilli çatı ile örtülü, dikdörtgen biçimli kapalı bir mekân halindedir. Son cemaat yerinin esas cephesinin Mimar Sinan tasarımında ne biçimde olduğu bugün anlaşılmamaktadır. Bu bölümün aslında galeri biçiminde sütunlu ve açık olduğu da düşünülebilir.
Caminin harim bölümü hemen hemen kare şeklindedir. Mihrap kıble tarafında dışarı taşkın bir çıkıntının içinde bulunmaktadır. Mimar Sinan bu camide Edirne'deki Selimiye Camii'ndeki sistemi daha küçük ölçülerde uygulamış, orta kubbeyi sekiz payenin taşıdığı kemerler üzerine oturtmuştur. Kubbe baskısı dört tromp ve dört yarım kubbe ile karşılanır. Kubbeyi çevreleyen sekizgen ile dış beden duvarları arasında küçük ana bölümler yer almıştır.
Cami 30 yıldan daha uzun bir süre harabe halinde kaldığından süslemesinin büyük kısmını kaybetmiştir. Kapıların mermer söveleri, geçmeli renkli taşlar kullanılarak ahenkli bir biçimde yapılmıştır. Kapı ve pencere kanatlan da güzel ahşap eserlerdir. Minber ajurlu olarak mermerden işlenmiştir ve gerek kapısı, gerek yan kanatlan ve külahı ile cinsinin en güzel örneklerinden birini oluşturmaktadır. Çevre mekânlarının içindeki mahfiller ile mermer mihrap da aynı itinalı ve ahenkli işçiliğe sahiptir. Caminin orijinal çinilerinin çoğu çalındığından 1941 tamirinde yeni Kütahya çinileri konulmuş ve kalem işi nakışlar da
yemden yapılmıştır. Kubbe yazısı son devir hattatlarından Halim Efendi'nin eseridir. 1936'da bir kısmı hâlâ duran renkli alçı pencerelerin yerlerine 1941 onarımında yeni pencereler konulmuştur.
Sokollu Mehmed Paşa Camii'nin bir özelliği de minaresinin yerleştirilişidir. Minare kürsüsüne son cemaat yerinin kuzey tarafında yükselen bir mekândan, sivri kemerli ve yüksek bir köprüye oturan kapalı bir geçitle ulaşılır. Evliya Çelebi'nin de minareyi böyle görmüş olmasından dolayı sonradan yapılmış olması mümkün olmayan böyle bir mimari çözüme neden gerek duyulduğu anlaşılamamaktadır. Köprünün altındaki kısımda görülen kum saati ile yapının nispet ve biçimi bunun klasik döneme ait olduğunu göstermektedir. Minare 1826'dan sonra yenilenmiş ve papuç kısmından itibaren gövdesi ve şerefesi 19. yy zevkine göre, çok ince olarak ve şerefe çıkması da boğumlu biçimde inşa edilmiştir. 1955'te bu gövde yıktırılarak yine aynı incelikte fakat şerefe altı mukarnaslı olarak yeniden yapılmıştır. Böylece şerefe caminin mimarisine uydurulmuşsa da gövde, Sinan devrine göre ince kalmıştır.
Sokollu Mehmed Paşa Camii'nin minaresi altında eski bir çeşme de vardır. Caminin tam arkasında bulunan ve belki de evkafına ait olan iki dükkân dizisi, 1985'te Haliç kıyı düzenlemeleri sırasında tamamen yıktırılmıştır. Camii evkafından olan Yeşildirek Hamamı ise geçirdiği değişikliklere karşın, hâlâ ayaktadır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 37; Gurlitt, Konstantinopels, 83; A. Gabriel, "Leş mosqu-ees de Constantinople", Syria, (1926), s. 391-392; (Konyalı), Abideler, 11-13; Konyalı, Mimar Sinan, 32-41; Egli, Sinan, 98-101; S. Eyi-ce, "İstanbul Minareleri", Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, I (1963), s. 72; Good-win, Ottoman Architecture, 285-287; Müller-Wiener, Büdleodkon, 378-379; N. N., "Tamir-
leri İhmal Edilen Âbideler", Arkitekt, (1944), s. 4-8; S. Batur, "Osmanlı Camilerinde Sekizgen Ayak Sistemi", Anadolu Sanatı Araştırmaları, S. l (1968), s. 148-150; E. Hakkı Ayverdi, "Azapkapı Camii", İSTA, III, 1675-1679; S. Eyi-ce, "Azapkapı Camii", DİA, IV, 309-310.
SEMAVİ EYlCE
SOKOLLU MEHMED PAŞA KÜLLİYESİ
Eyüp'te, Camiikebir Caddesi'nin güneyinde yer alır. Medrese, darülkurra, türbe ve çeşmeden oluşan küçük bir külliyedir. Türbe, darülkurra ve medrese kapılarına konan üç ayrı kitabeye göre Sokollu Mehmed Paşa tarafından 976/1568-69'da yaptırılmıştır. Mimar Sinan'ın eseri olan bu küçük külliye 196l-19ö2'de onarım görmüştür. Bugün külliyenin medresesi Eyüp Sağlık Merkezi, darülkurrası ise Çocuk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.
Eyüp'teki Sokollu Mehmed Paşa Külli-yesi'nde camiye yer verilmemesinin nedeni, külliyenin hemen yakınında bulunan Eyüb Sultan Camii olmalıdır. Ancak bu yapı grubu, türbe-medrese ikilisine dayanan küçük külliyeler için bir örnek oluşturmuş ve Sinan'ın ölümünden sonra pek çok yeni örneği ortaya çıkmıştır.
Dikdörtgen bir planı olan medresenin girişi, dershanenin hemen altında yer almaktadır. Avlunun dört yanı da revaklar-la çevrilidir. Revakların gerisinde, uzun kenarlarda talebe odaları bulunmaktadır. Odalar ve revak gözleri eş boyutludur ve hepsinin üstünde 3,40 m çapında pandantifi! kubbeler vardır. Avlunun iki kanadındaki odaların 19'u talebe odası, l'i giriş holü ve 2'si eyvan olarak işlevlendirilmiştir. Eyvanlardan biri iç, diğeri dış avluya bakmaktadır. Dış avluya bakan eyvanın yanında iki odalı bir hizmet bölümü vardır. Avluyu çevreleyen duvarlar birer kapı dışında sağırdır. Karşılıklı olarak yerleştirilmiş olan kapılardan biri güneyde helalara, diğeri kuzeyde dershaneye açılır. Helalar beşik tonoz, dershane ise kubbeyle örtülüdür. 9,60 m çapındaki bu kubbe stalaktit-li tromplara oturmaktadır.
Darülkurra, Sokollu Mehmed Paşa'nın eşi İsmihan Sultan adına yaptırılmıştır ve önünde tek kubbeli küçük bir revak bulunan bir yapıdır. Dışta on iki köşeli bir kasnakla kuşaklanmış olan kubbe tromplara oturmaktadır. Medrese ve darülkur-ranın duvarları üç sıra tuğla hatıllı küfeki taşındandır.
Türbe iki yüzü sokağa bakar biçimde medresenin dershanesiyle aynı eksen üzerine yerleştirilmiş ve bir saçakla dershaneye bağlanmıştır. Sekizgen gövdeli yapının duvarları içte ve dışta küfeki taşından örülmüştür. Türbenin içinde sekizgenin köşelerinde sekiz yuvarlak niş bulunmaktadır. Bu nişlerin aralarına yedi pencere ve bir kapı konularak sekizgen prizma gövde, onaltıgene çevrilmiştir. Kubbe doğrudan duvarlara oturmaktadır. Bu nedenle dışarıda duvarların profil saçakla bittiği yerde kubbe eteği başlamaktadır. Türbenin kapı kemeri beyaz ve yeşil mermer, alt pencere söveleri beyaz mermer, üst pen-
SOKOLLU MEHMED PAŞA
33
SOKOLLU MEHMED PAŞA
kanidir. Kiliseden münkalibtir. Paşa-i müşarünileyhin sadaretinde halilesi Esmahan (ismihan) Sultan binti Hazret-i Selim Han-ı sani bina ve ihya buyurmuşlardır. Müşarünileyh dahi pişgâhına bir medrese ve meydanında bir şadırvan ve hücerat önüne bir zaviye zam ve ilhak etmiş olmağla Mehmed Paşa Camii deyu şöhret bulmuştur. Derun-i camide Hacer-i Esved'in dahi bir kıtası mevcuttur. Ziyaret olunmak üzere vaz olunmuştur" diye yazılıdır. Caminin giriş kapısı üzerindeki kitabe de caminin burada bulunan bir kilisenin yıkılmasından sonra yapıldığını açıkça belirtmektedir.
Eyüp'teki Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi'nin havadan görünümü. Ertan Uca, 1994/TETTV Arşivi
cereleri ise alçı şebekelidir. Pencerelerin dışlıkları yuvarlak kayıtlı, içlikleri renkli camlıdır. Kubbenin içi kalem işi nakışlarla tezyin edilmiştir. Çinilerden oluşan bir ayet kuşağı duvarları çepeçevre dolaşmaktadır. Türbe duvarının yanında yer alan çeşme de 976/1568-69 tarihlidir. Bibi. Kuran, Mimar Sinan; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I; Sözen, Mimar Sinan; Goodwin, Ottoman Arcbitecture; Konyalı- Mimar Sinan.
İSTANBUL
SOKOLLU MEHMED PAŞA KÜLLİYESİ
Kadırga'daki
Sokollu
Mehmed Paşa
Külliyesi'nde
cami ve
medresenin
planı.
D. Kuban, "An
Ottoman Building
Complex of the
SLKîeenth Century:
The Sokollu
Mosque and its
Dependencies in
istanbul". Arş
Orientalis, VII
(1968)
Eminönü llçesi'nde, Kadırga'da Şehit Mehmet Paşa Yokuşu'nda Suterazisi Soka-ğı'ndadır. İmparatorluğun belki de en ünlü sadrazamı olan Sokollu Mehmed Pa-şa'nın (ö. 1579) İstanbul'daki iki tanınmış yapısından birincisi Sultanahmet'teki sarayı yakınma yaptırdığı cami-medrese ve tekkeden oluşan bu külliyedir. Mimar Sinan'ın sanat yaşamında da önemli bir yeri olan bu yapı, kentin en eski merkezinde, çok engebeli bir arsada ve yerleşmiş bir kent dokusu içindeki özgün tasarımı ile Osmanlı İstanbul'unu en güçlü ifade eden tarihi verilerden biridir. II. Selim'in kızı İs-mihan (Esma) Sultanın kocası olan Sokollu Mehmed Paşa ile oğulları İbrahim Paşa imparatorluğun başka bölgelerinde de, büyük patronlar olarak önemli yapılar kurmuşlardır. Fakat Sokollu Külliyesi, padişahtan sonra imparatorluğun bu en önemli ailesinin kent içindeki yapıcılıklarının niteliğini, içeriğini, sanatsal özelliklerini, 16. yy'ın ikinci yarısının eğilimlerini ve düzeyini tanıtan en ilgi çekici belgedir.
Tezkiretü'l-Ebniye'de Kadırga Lima-nı'nda oldukları yazılı olan cami ve medreseden Evliya'nın hiç söz etmemesi ilgi çekicidir. Hadîka'du "Cami-i mezbur fev-
Ayvansarayî'nin Hadîka 'da "kiliseden münkalibtir" demesi kimilerine yapının kiliseden camiye çevrildiği düşüncesini vermiş, hattâ 19. yy'da Dr. Paspati bu kilisenin Aya Anastasia olduğu tezini de savunmuştur. Oysa kitabe açıkça kilisenin yıkıldığını belirtmektedir. Bizans mimarisinde Sokollu Mehmed Paşa Camii tipolojisi hiçbir zaman olmamıştır. Sinan'ın mimarisinde de bu caminin tasarımı, daha birçok denemeler içinde, açıklıkla saptanan bir gelişmenin parçası olarak yer almaktadır. 1930'lu yıllarda caminin tamiri sırasında, bulunan birçok eski fragman içinde Meryem ve İsa portrelerini içeren bir taş olması spekülasyonları alevlendirmişse de, İstanbul'daki sayısız tarihi yapının, kendilerinden önceki dönemlerin yapılarının fragmanlarını yapı taşı olarak kullandıkları bilindiğine göre, bu buluntunun ki-lise-cami ilişkisini açıklayıcı bir önemi yoktur. Hadîka caminin İsmihan Sultan tarafından, medresenin ve zaviyenin ise Sokollu tarafından yapıldığını söylemekteyse de caminin kitabesinde patron olarak sadrazam yazılıdır. Bütün özellikleriyle Sinan'ın üslubunu gösteren cami-medrese kompleksi, büyük bir olasılıkla, Sinan'ın Edirne'de Selimiye ile yoğun olarak uğraşmaya başlamasından önce, Selimiye Ca-mii'nin 1567-1568'de hazırlıkları yapılırken tasarlanmış olmalıdır. 1571-1572'de vaktinin çoğunu Edirne'de geçiren Sinan'ın Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi'nin başında fazla bulunduğu söylenemez. Külliyenin tümünün, özellikle tekkenin, kocasından sonra ölen İsmihan Sultan tarafından tamamlandığı varsayılabilir.
Kendisini çeviren bütün yollar meyilli olan, esas girişle avlu kotu arasında 5 m, avlu kotu ile arkadaki tekkenin avlu kotu arasında 4 m olan bu arsada yapının yerleşmesi çok ustacadır. Yapıya en al-
Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi'nde cami ve medresenin kesiti.
D. Kuban, "An Ottoman Building Complex of the Sixteenth Century: The Sokollu Mosque and its Dependencies in
istanbul", Arş Orientalis, VII (1968)
çit örtüsü denemesi sadece Sokollu Mehmed Paşa Camii'ne özgü bir Sinan uygulamasıdır.
Camiye derin ve zengin bir portalden girilir. Giriş tarafında portali ve galerileri içine alan payandalar, girişe bir. antişambr oluşturacak kadar derin planlanmışlardır. Altıgen taşıyıcı sistem kıble ve giriş duvarlarım üçe, yan duvarları ise ikiye bölmüştür. Duvarlarla birleşen büyük ayaklar yanlarda poliğonal, kıble ve girişte ise dikdörtgendir. Giriş tarafında, kubbeyle örtülü galerilere duvarlar içindeki merdivenlerle de çıkılır. Yan duvarlarda dar ve oldukça alçak tutulmuş galeriler vardır. Bu galerilerin zemin kat üzerinde düz tavanları olması, Sinan'ın oldukça cesur bir tutumla dövme demiri taşıyıcı olarak kullandığını göstermektedir. Giriş tarafında galerilere göre daha düşük bir kotta mermer bir müezzin mahfili vardır. Cami hariminin kuzey duvarı değişik kollardaki bu gale-rileriyle âdeta çağdaş bir tasarım anlayışı sergiler. Caminin mekân bütünlüğü yanında ikinci bir özelliği mihrap duvarı beze-mesidir. Üç açıklı kıble duvarının orta açıklığı kubbe eteğine kadar çini ile kaplıdır ve çini kaplama pandantiflere uzanır. Kubbe .kasnağından gelen ışık, pandantifleri ve bu renkli duvarı aydınlatır.
çak kottan, medresenin dershanesi altından girilir. Bu girişin tavanı renkli alçı bezeme ile süslüdür. Dik merdivenin tonoz örtüsü de aynı şekilde süslenmişti. Bu merdivenden cami, avlu revağı ve şadırvanın egemen olduğu bir perspektifi algılayarak avluya çıkılır. Avlu revakları arkasında medrese odaları ve cami girişi üzerinde, avludan yine simetrik birkaç basamakla çıkılan dershane bulunmaktadır. Avlunun iki yan girişi daha vardır. Bu yan girişler yolların değişik kotlarına göre düzenlenmişlerdir. Fakat ana avlunun mutlak simetrisini bozmazlar. Yan girişler üzerinde müezzin ve kayyum odaları vardır. Medrese kubbelerinin daha yüksek olan hacim ve kubbeleriyle avlu-son cemaat mahalli ilişkisine en güzel çözümlerden birini getirirler. Yedi açıklıklı son cemaat mahallinden minareye ve mahfile çıkılır. Buradaki mahfil kapısı ile dört pencerenin üzerinde çini panolarda Fatiha suresi yazılıdır. Onikigen bir baldaken altındaki mermer şadırvan açıktır. Çeşme, aynaları üzerinden geometrik bir parmaklıkla çevrilidir. Ortasında bir küçük çanak vardır. Büyük bir olasılıkla özgün tasarımını korumaktadır. Helalar, avludan geçilen bir geçitle varılan bir yan avlu içinde düzenlenmiştir. Bu camide kuzey cephesine bitişik, fakat düşük kotta bir namaz odası daha vardır. Bunun tasarımın özgün bir parçası olmadığı düşünülebilir. Caminin arkasında, camiye göre 4 m daha yüksekte tekke kompleksi yer almaktadır.
Dostları ilə paylaş: |