Bibi. Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 29; 1. Gündüz, Gümüşhanevî Ahmed Ziyâüddîn. Hayatı, Eserleri, Tarikat Anlayışı ve Hâlidiyye Tarikatı, ist., 1984; S. Eyice, "İstanbul'un Kaybolan Eski Eserlerinden: Fatma Sultan Camii ve Gümüşhaneli Dergâhı", Prof. Dr. Sabri F. Ülge-ner'e Armağan, ist, 1987, s. 475-511; T. Zar-cone, "Remarques sur le role sociopolitique et la filiation historique deş Şeyh Nakşbendî dans la Turquie contemporaine", Naqsbandis, tst.-Paris, 1990, s. 416-420; Ahmed Ziyâüddîn Gü-müşhanevî-Sempozyum Bildinleri, ist., 1992. M. BAHA TANMAN
GÜMÜŞSÜ PALAS
Ayaspaşa'da, İnönü Caddesi'nde (eski Gümüşsüyü Caddesi) 26 no'lu yapıdır.
1900'lü yılların başlarında yapılan bina, Ayaspaşa'nın ve İstanbul'un en eski a-paıtmanlarından biridir. Mimarı belli değildir. Azaryan ailesi tarafından yaptırılmıştır ve 1939'a kadar Azaryan Apartmanı (veya ham) olarak tanınıyordu. Bu tarihte, Fransa'ya yerleşmiş olan sahipleri tarafından satıldığında Gümüşsü Palas adını almıştır. 1939'da mimari ve süsleme özellikleri korunarak kalorifer ve asansör tesisatı yapılmış, aynı zamanda büyük bir o-narım geçirmiştir. Halen, semtin hemen hemen bütün büyük apartmanları gibi iş-hanı olarak kullanılmaktadır.
Kagir, beş katlı apartmanın caddeye bakan ana cephesi ve Sulak Çeşme Sokağı tarafındaki yan cephesi zamanın bazı küçük aşındırmaları dışında orijinal hüviyetleri ile günümüze gelmiştir. Deniz tarafındaki, aslında hayli sade olan cephesine ise balkonlar eklenmiştir. Cephesi, art nou-veau, ampir, barok gibi çeşitli Batı süsleme üsluplarının karıştığı taş taklidi kabartma süslemeleri ile dikkati çeker.
YILDIZ DEMİRİZ
GÜMÜŞSÜYÜ ASKERİ HASTANESİ
Taksim'den Dolmabahçe'ye inen Gümüşsüyü Caddesi üzerinde, Gümüşsüyü Kış-lası'mn(-0 hemen yanında yer alır.
Abdülmecid'in Taşkışla'daki ve Gümüşsüyü Kışlası'ndaki topçu askerlerinin tedavileri için bu yörede bir hastane yapılmasını emretmesi üzerine, Taksim'de Ayas-paşa Mezarhğı'mn(->) bulunduğu Üsküdar'a bakan meyilli tepenin Gümüşsüyü
Gümüşsüyü Askeri
Hastanesi'nin girişi.
TETn^Arşivi
mevkiinde yapımına başlanmıştır. İnşaat nedeniyle mezarlığın kısmen kaldırılması halk arasında Abdülmecid aleyhinde sözler söylenmesine sebep olmuştur. 1847' de başlayan yapım çalışmaları 2 sene sürmüş ve 17 Zilhicce 1265/4 Ekim 1849'da, başta Abdülmecid olmak üzere devlet ileri gelenlerinin bulunduğu bir törenle hizmete girmiştir, istanbul'da Haydarpaşa Askeri Hastanesi'nden sonra yapılan ikinci askeri hastanedir.
Hastanenin 40'ar yataklı büyük koğuşları ve toplam 350 yatağı vardı. Koğuşlar hasta başına düşen hava miktarının artırılması amacıyla yüksek tavanlıydı. Hastanenin ilk kadrosu, Başhekim Miralay Salih Bey, Tabib-i Evvel Hacı Mehmed, 6 sıra tabibi ve 4 eczacıdan oluşmaktaydı.
Uzun yıllar orduya hizmet eden hastane, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Miralay Lefter Bey yönetiminde kadrosunun çok üstünde hasta kabul etmiştir. Hastane hekimlerinden Operatör Hazım Paşa (Bellisan) 1892'de burada ilk modern cerrahi servisini kurmuştur. Bundan sonra hastane özellikle cerrahi alanında büyük bir ün ve itibar kazanmıştır. 1909'da ihtisas dallan kurulmuş ve röntgen, asabiye, ku-lak-burun-boğaz, deri-frengi hastalıkları servisleri çalışmaya başlamıştır.
Balkan Savaşı (1912-1913) sırasında Alman Kızılhaç örgütünden Dr. Liebert başkanlığında, Dr. Hitzler ile 4 hastabakıcı ve 2 hemşireden oluşan bir ekip çalışmalarını bu hastanede sürdürmüştür. Savaş sonunda başhekimliğe Miralay Süleyman Numan ile Operatör Yüzbaşı Mazlum (Boysan) atanmışlardır. Süleyman Numan Bey, burayı örnek bir hastane haline getirerek, Alman hemşireler çalıştırmıştır. I. Dünya Savaşı süresince hastane Ordu Sıhhiye İkmal Deposu görevini yapmış, hasta akını karşısında Ayaspaşa Mezarlığı duvarı dibine iki pavyon ve bir baraka yaptırılarak bunlar bulaşıcı hastalıklar ile asabiyeye ayrılmış ve yatak kapasitesi 1.200'e çıkarılmıştır.
1919'da Fransızlar tarafından işgal edilen Gülhane Tatbikat Hastanesi geçici o-larak hastanenin orta bahçesinde kurulan barakalarda hizmet vermiştir. İstanbul'un kurtuluşundan sonra hastane 500 yatakla
GÜMÜŞSÜYÜ KIŞLASI
450
451
GÜNEŞLİ
istanbul'dan güneş saati örnekleri (soldan sağa): Mihrimah Sultan Camii'nin (Üsküdar) üçgen, Sultan Ahmed Camii'nin dairesel ve Ferruh Kethüda Camii'nin (Balat) dörtgen güneş saatleri. Ahmet Kuzik, 1994 (sol), Tahsin Aydoğmug, 1993 (orta ve sağ)
Gümüşsüyü Kışlası'nın deniz cephesinden görünümü. Ahmet Kuzik, 1994
faaliyetini sürdürmüştür. II. Dünya Sava-şı'nda özellikle 1943'ten itibaren Trakya ve istanbul civarında yapılan yığınakların acil cerrahi vakalarına müdahale edebEen ve devamlı cerrahi servisi bulunan tek hastane Gümüşsüyü idi.
Hastane çeşitli tarihlerde onarım görmüştür. 1954-1955'te arkada bulunan mutfak ve ek kısımlar yeniden ele alınmış ve buradaki barakalar yıktırılarak yenilenmiştir. Poliklinikler yetersiz kalınca orta bahçede bu defa da iki katlı modern bir poliklinik binası yaptırılarak l Nisan 1967'de hizmete sokulmuştur. Hastanenin üst katı iki kat halinde restore edilmiş ve Haziran 1968'de hizmete girmiştir. 250 yatağı vardır.
Bibi. S. Atamal, "Gümüşsüyü Hastanesi ve Üroloji Servisinin Tarihçesi", Şirurji, c. VII, no. l (Ocak 1954), s. 41; F. Frik, "Alman Kızılhaçı-nm Trablus ve Balkan Harplerindeki Sıhhî Yardım Hizmetleri Eserinden Memleketimize Ait Notlar", Dirim, S. 8 (Ağustos 1955), s. 345, 349-351; Özbay, Asker Hekimliği, III, 410-457; B. N. Şehsuvaroğlu-A. E. Demirhan-G. G. Can-tay, Türk Tıp Tarihi, Bursa, 1984, s. 136-137. NURAN YILDIRIM Mimari
Hastane yakın bir zamana kadar Garabet Amira Balyan'a atfedilirken, yapılan son araştırmalarda mimarının aynı zamanda İngiliz Elçiliği mimarı sıfatını taşıyan W. J. Smith olduğu saptanmıştır. Arşiv belgelerinde adı "Ismid" olarak geçen Smith'e bir hastane planının yaptırıldığı, önceleri beğenilmeyen bu planın sonradan uygulamaya konulduğu bilinmektedir. Nitekim, BOA daki İrade tasnifinde bulunan 1850 tarihli bir belgeden, Smith'ten bir hastane inşasında yararlanıldığı öğrenilmektedir. Aynı zamanda Naum Tiyatrosu ve Mecidiye Kışlası'nın da mimarı olan Smith, hastanenin inşasına Mecidiye Kışlası'nın yapımı sırasında başlamış ve ondan önce de bitirmiştir. O döneme ait Journal de Constantinople'da. bu yönde birtakım haberler vardır.
"E" şeklinde bir plana sahip bulunan hastanenin neoklasik tarzdaki girişi, yapıya resmi bir kimlik verir. Cephede, girişin sağında kalan bölümün zemin ile birlikte üç katlı olduğu görülür. Diğer cepheler i-se iki katlıdır ve beşik çatı örtüsüne sahiptir. Her katta yer alan dikdörtgen pencereler monoton bir dizilişe sahip olmakla beraber, birinci kat pencerelerinin tabla kısmının, pencere eninden dışa taşkın biçimde barok kıvrımlı konsolla taşınan belirleyici silme ile sonlanması cephedeki tekdüzeliğe karşıt bir hareket unsuru o-larak ele alınabilir. Ana aksta yer alan girişe uzun ve dik bir merdiven ile ulaşılması aynı zamanda yönlendirici bir harekettir. Revaklı olarak düzenlenen girişte, iki yanda arka arkaya dizilmiş ikişerden dört sütun üçgen şeklinde bir çatı ile son-lanır. Neoklasik bir tarzın uygulanmış ol-ması o dönem devlet yapıları için karakteristiktir. Yapının köşelerine gelen bölümlerin (aynen kışla yapılarında olduğu gibi), hafifçe dışa taşırılması cephede geometrik bir düzene de işaret eder. Giriş
kapısında kitabesi vardır. Hastanede ka
loriferle ısıtılma sisteminin ilk kez kulla
nılmış olması teknolojik açıdan bir yeni
liktir- _^ ,
AYŞE YETİŞKİN KUBÎLAY
GÜMÜŞSÜYÜ KIŞLASI
Taksim'den Dolmabahçe'ye inen Gümüşsüyü Caddesi üzerinde, Gümüşsüyü Askeri Hastanesi'nin(->) yanında yer alır.
Hademe-i Hassa ve Muzıka-i Hümayun efradı için 1850'li yıllarda yaptırılmaya başlanmış, yapımına bir süre ara verildiğinden Abdülaziz zamanında (1861-1876) 1862'de tamamlanmıştır. Muzıka-i Hümayun'un, Hademe-i Hassa efradından daha kalabalık ve önemli olması nedeniyle kışlanın adı zaman zaman "Muzıka-i Hümayun Kışlası" olarak da geçmektedir. Aralıklı olarak gerçekleştirilen onarımlar ve ek binalarla günümüze farklı bir biçimde ulaşan Gümüşsüyü Kışlası'nın mimarının Sarkis Bey Balyan olduğu yolunda görüşler vardır.
19. yy'da değişen değerlerin ve işlevlerin etkilerinin mimari alanına da yansımasıyla birlikte yapılmaya başlayan Batılı anlamdaki kışla binaları arasında yerini alan Gümüşsüyü Kışlası Ayaspaşa Mezar-lığı'na(->) ait alan üzerine inşa edilmiştir.
Bina, 19. yy'daki inşaat faaliyetleri içinde gerçekleştirilen Batılı anlamdaki kışla yapılarının sade plan şemasını aynen yineler. Geniş bir orta avlu ile onu çevreleyen yapı kanatlarından oluşan Gümüşsüyü Kışlası bu haliyle tipik kışla şemasının en karakteristik ve sade bir örneğini sergiler.
Halen İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesinde kullanılan yapı batı cephesinde iki katlı, Dolmabahçe'ye bakan cephesinde ise bodrum üzerine dört katlıdır. Son derece sade bir cephe düzenine sahip o-lan yapının köşeleri, birer pencere aksı kadar genişletilerek ve bir kat yükselti-
lerek belirginleştirilmiştir. Ancak son o-narımlarda ara bölmelere birer kat eklenmesi nedeniyle köşe kuleleri ile olan ayrım yok edilmiştir. Katlar birbirinden sade kornişlerle ayrılmaktadır. Cephesinde köşe çıkmaları dışında bir hareketlilik gözlenmeyen yapının bu görünümü deniz cephesinde yer alan barok mimari(-») tarzındaki kıvrımlı merdiven ile bozulur. Merdiven aynı zamanda, yapının değişmeden günümüze ulaşan tek öğesidir. Merasim girişi olarak kullanılan merdiven yamaca ustalıkta oturtulmuştur. Cephenin ortasından tek kollu inerken, bir sahanlıktan sonra ikiye ayrılır ve barok bir açılma ile yola kıvrılarak iner.
Bibi. Cezar, Beyoğlu; M. Cezar, Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdı, ist., 1971; Tuğlacı, Balyan Ailesi; Tarih-i Lutfî, DC, 15.
AYŞE YETİŞKİN KUBİLAY
GÜNEŞ SAATLERİ
Bir mil gölgesinin özel olarak hazırlanmış mermer, taş ya da madeni bir kadran ü-zerine düşmesiyle zamanın tayinine yarayan cihazlar.
Yapılış şekillerine ve çalışma esaslarına göre dikey, yatay ya da silindirik türleri bulunmaktadır. Geceleri de kullanılabilen ve yanlarında gerçek zamanı saptamaya yarayan bir "tadil-i zaman cetveli" bulunan güneş saatleri de vardır. Bazı güneş saatlerinde saatin, ayların ve mevsimlerin gösterilebilmesi için birden fazla sayıda mil bulunur. Güneş saatleri kadranlarının biçimine göre dairesel, dörtgen ve üçgen biçimli olabilirler. Aynı satıh üzerinde hem üçgen, hem de dörtgen kadranların belirtildiği saatler de bulunmaktadır. Bazı güneş saatleri ise yalnızca ikindi vaktini gösterecek şekilde yapılmıştır. Gündelik hayatta zaman en çok namaz vakitlerini tespit etmede önem kazandığından güneş saatleri genellikle camilerin güneş gören avlularına, kıble veya batı du-
varlarına yerleştirilmiştir. İstanbul'da 49'u günümüze ulaşan 52 güneş saatinin varlığı saptanmıştır. Bunların en eskisi Top-kapı Sarayı'mn üçüncü avlusunda bulunan yatay saattir. Kitabesine göre II. Mehmed' in (Fatih) (hd 1451-1481) emriyle yapılmıştır, 1793'te de Silahdar Seyyid Abdullah tarafından bazı ilavelerle yenilenmiştir. Saatin 1460-1474 arasında Fatih döneminin büyük astronomi ve matematik bilgini Ali Kuşçu tarafından yapılmış olması muhtemeldir. İstanbul'un ikinci en eski güneş saati ise yine Ali Kuşçu tarafından yapıldığı tahmin edilen ve Fatih Camii' nin batı minaresinin kaidesinin batı yüzünde bulunan yatay güneş saatidir. Fatih Camii'nde bulunan ikindi saatinin de Ali Kuşçu tarafından yapıldığı sanılmaktadır. W. Meyer'e göre Ayasofya'nın avlusundaki yatay güneş saati de Ali Kuşçu' nün eseridir. İstanbul'un eskilik bakımından daha sonra gelen güneş saati ise Top-kapı'daki Kürkçübaşı Camii'nin minaresinde yer almaktadır. Bir mermer levha ü-zerine hem üçgen, hem de dörtgen saatlerin yerleştirildiği karma ve dikey tipteki bu saat Mehmed bin Ebu'l-Kasım tarafından 1511'de yapılmıştır.
İstanbul'daki güneş saatleri şöyle sıralanabilir. Fatih Camii (1473?, dikey, üçgen), Fatih Camii (I473?,ikindi saati), Mu-rad Paşa Camii (üçgen), Murad Paşa Camii (dörtgen), Seyit Ömer Camii (üçgen), Bayezid Camii (1742, üçgen), Bayezid Camii (1742, ikindi saati), Bayezid Camii (1507-1510, üçgen), Kürkçübaşı Camii (1511, üçgen-dörtgen), Ayasofya (16. yy, üçgen-dörtgen), Ayasofya (yatay), Sultan Selim Camii (üçgen), Mihrimah Sultan Camii (Üsküdar, 1770, üçgen), Mihrimah Sultan Camii (Üsküdar, üçgen), Kara Ahmed Paşa Camii (Topkapı, 1792, üçgen), Süleymaniye Camii (1772, üçgen), Süley-maniye Camii (1772, ikindi saati), Ferruh Kethüda Camii (Balat, dörtgen), Mihrimah Sultan Camii (Edirnekapı, dörtgen), Mihrimah Sultan Camii (Edirnekapı, üçgen), Kılıç Ali Paşa Camii (Topkapı, yatay), Cerrah Mehmed Paşa Camii (Cerrahpaşa, 1762, üçgen), Sultan Ahmed Camii (dairesel), Sultan Ahmed Camii (üçgen), Sultan Ahmed Camii (üçgen), Yeni Cami (Eminönü, 1669, dörtgen), Yeni Ca-
mi (Eminönü, üçgen), Yeni Cami (Eminönü, ikindi saati), Yeni Valide Camii (Üsküdar, üçgen), Hekimoğlu Ali Paşa Camii (1761, üçgen), Hekimoğlu Ali Paşa Camii (1761, ikindi saati), Hekimoğlu Ali Paşa Camii (üçgen), Ayazma Camii (Üsküdar, üçgen), Ayazma Camii (Üsküdar, üçgen), Laleli Camii (1779, üçgen), Laleli Camii (1779, üçgen), Beylerbeyi Camii (üçgen), Beylerbeyi Camii (yatay), Beylerbeyi Camii (1788, yatay), Eski Yeni Cami (Eyüp, 1688, dörtgen), Paşalimanı Camii (üçgen), Beşiktaş Deniz Müzesi (1782, üçgen), Edirnekapı Şehitliği (1914-1915, yatay), Askeri Müze (Harbiye, yatay), Topkapı Sarayı (üçüncü avlu, 1460-1474 ?, 1793, yatay), Topkapı Sarayı (Ağalar Camii, 1859, üçgen), Topkapı Sarayı (1859, üçgen), Kandilli Rasathanesi (18. yy, silindirik), Bayezid Medresesi (1916, yatay), Hoca Tahsin Mektebi (dörtgen, mevcut değil), Fatih Camii Mektebi (470'ler, dikey, mevcut değil), Şehzade Camii Muvakkitha-nesi (1795, mevcut değil). Bibi. W. Meyer, istanbul'daki Güneş Saatleri, ist., 1985; N. Çam, Osmanlı Güneş Saatleri, Ankara, 1990.
İSTANBUL
istanbul'un en eski güneş saati olan Topkapı Sarayı'mn 3. avlusunda bulunan yatay saat. Tahsin Aydoğmus, 1993
GÜNEŞLİ
Rumeli yakasında, Bağcılar İlçesi'ne bağlı semt. Güneyinde Yenibosna ve Kocasi-nan merkezleri, doğusunda Barbaros ve Kazım Karabekir mahalleleri, kuzeyinde Mahmut Bey Mahallesi ile çevrilidir. Batı sınırını ise TEM Otoyolu çizer.
Bazı kaynaklarda bugünkü Güneşli' nin bulunduğu yerde eski bir Rum yerleşmesinin olduğu ileri sürülür. Yörede bulunan Ayazma semtinin adının buradan geldiği düşünülmektedir. Osmanlı döneminde ise burada taşocakları vardı.
1950'lere kadar bölgede birkaç çiftlikten başka yerleşim yeri yoktu. 1956'da Bulgaristan'dan gelen göçmenlerin iskân e-dilmesiyle yörenin çehresi değişmeye başladı. 1981'e kadar Bakırköy'e bağlı Bağcılar (Yeşilbağ)Belediyesi'ne, 1981'de bu belediyenin kaldırılmasıyla Bakırköy İlçesi' ne bağlanan Güneşli, Bağcılar'ın ilçe yapıldığı 1992'ye kadar köy statüsünde kaldı. Günümüzde eski Güneşli Köyü dört mahalleye bölünmüştür. Bunlardan Bağlar ve Evren mahalleleri, Kirazlı bölgesinde; Hürriyet ve Güneşli Merkez mahalleleri ise Bağcılar bölgesinde yer almaktadır.
1990'larm başında Güneşli yöresi ö-nemli değişiklikler yaşadı. O yıllara kadar Cağaloğlu(->) civarında faaliyet gösteren birçok önemli basın kuruluşu Güneşli'ye taşındı. Modern dev binalarda faaliyete geçen ilk basın kurumu, Sabah gazetesini çıkaran Bilgi Yayıncılık AŞ oldu. Bunu Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık AŞ, înter Star Televizyonu ve Milliyet Gazetecilik AŞ izledi. Aynı dönemde açılan Metro Gross Market ile birlikte Güneşli bölgesi önemli bir iş merkezi haline geldi.
1956'da az sayıda göçmenin oluşturduğu nüfus 1975'ten sonra hızla artmaya başladı. 1994 itibariyle 100.000'e ulaşan Güneşli nüfusunun önemli bölümünü Bulgaristan göçmenleri, Karadeniz (Trabzon, Giresun, Samsun, Ordu, Sinop), Doğu Anadolu (Erzurum), İç Anadolu (Sivas) ve Trakya bölgelerinden göç edenler meydana getirmektedir. Güneşli'yi oluşturan dört mahalleden Bağlar Mahallesi diğerlerine göre daha seyrek yerleşime sahiptir. Burası ile Yenibosna merkezi arasındaki bölge meskûn değildir.
GÜNGÖREN İLÇESİ
452
453
GÜRCÜLER
Güneşli'de 8 ilkokul, l lise, l ticaret lisesi, l sağlık ocağı ve hemen hepsi yakın dönemde inşa edilmiş 7 cami vardır. Bölgede tarihi esere rastlanmamaktadır. Fakat TEM Otoyolu'nun yapımı sırasında yok edilen, Ayamama Deresi üzerindeki Papaz Köprüsü'nün Mimar Sinan'ın eseri olduğu söylenmektedir. 1950'lerde var olan çiftliklerden işadamı Ali Koçman'ın ailesine ait olanı halen varlığını sürdürmektedir. Bazı bölümleri TEM Otoyolu'nun yapımı sırasında istimlak edildiğinden oldukça küçülmüştür.
Güneşli'de 25.000 kişilik telefon santralı, İSKi bölge müdürlüğü, Bağcılar belediye binasının yamsıra, aralarında Içdaş, Ortaş, Motorsan, Adidas ve Altın Mekik kuruluşlarının da bulunduğu irili ufaklı pek çok işyeri vardır.
Güneşli'nin en önemli ulaşım arterleri Deve Kaldırımı, Kâzım Karabekir, Kirazlı, Mahmut Bey, Fevzi Çakmak, Atatürk, Menderes, Gazi Osman Paşa, Fatih, İstiklal, Evren, Cumhuriyet ve Anafartalar caddeleridir.
AYŞE HÜR
GÜNGÖREN İLÇESİ
İlin batı yarısında, Çatalca Yarımadası'n-da yer alır. 3 Haziran. 1992 tarihinde yürürlüğe giren 3806 sayılı yasayla kurulmuştur. Güngören İlçesi kuzeyde Esenler, doğuda Zeytinburnu, güneyde Bakırköy, güneybatıda Bahçelievler, batıda da Bağcılar ilçelerine komşudur. 11 mahalleden oluşan ilçeye bağlı kırsal yerleşme yoktur. Bu mahalleler, Abdurrahman Nafiz Gür-man, Akıncılar, Genç Osman, Güneştepe, Merkez, Güven, Haznedar, Mareşal Çakmak, Mehmet Nezihi Özmen, Sanayi ve Tozkoparan'dır.
Güngören îlçesi'nin olduğu yerde eskiden Bakırköy'ün Mahmutbey Bucağı'na bağlı Göngören Köyü yer alıyordu. Daha önceki yıllarda Vidos adıyla andan bu köyde belediye örgütünün kuruluşu 1966'ya rastlar. Bu bağımsız belediye 1981'de İstanbul Belediyesi'ne bağlı bir şube müdürlüğü, 1984'te ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Bakırköy ilçe belediyesinin bir şubesi haline getirildi. Güngören,
aynı tarihlerde köy statüsünden çıkarılarak Bakırköy ilçe merkezinin bir mahallesi oldu. Güngören, 1992'de ilçe yapılmış ve bundan sonra da büyükşehir belediyesine bağlı Güngören Belediyesi kurulmuştur. 1993'ün son günlerinde Güngören İlçesi sınırlarında tekrar bir değişiklik olmuş, kuzey kesimdeki Esenler bölgesi yeni bir ilçe olarak ayrılmıştır.
Güngören İlçesi'nin bugünkü sınırları içindeki yerleşme alanlarının nüfuslanma-sı, İstanbul kentsel alanının gelişmesiyle uygunluk göstermektedir. 1935'te 259 o-lan nüfus, 1940 ve 1945'te aşırı biçimde artmış, 1950'de normale dönmüş, 1960'tan sonra da yine hızla yükselmeye başlamıştır. 1940 ve 1945'te özellikle erkek nüfusta görülen artışın, II. Dünya Savaşı yıllarındaki askeri hareketlerle ilgili olduğu sanılmaktadır. 1960'tan sonraki hızlı artışta yönetsel değişikliklerle belediye örgütünün kurulması büyük çapta etkili olmuştur. Bunun sonucunda nüfus 1970'te 20.000'i, 1985'te de 115.000'i aşmıştır. 1990 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre Güngören îlçesi'nin bugünkü sınırları içinde 179-765 kişi yaşıyordu.
Güngören İlçesi'nin gelişiminde sanayi tesislerinin kurulması ve gecekondulaşmanın birbirlerini hızlandırıcı etkisi görülmüştür. Daha sonra gecekonduların önlenmesi ve çağdaş yaşam düzeyinin oluşturulabilmesi için çeşitli konut alanları a-çılmış, toplukonutlar yapılarak kullanıma sunulmuştur. Yeni açılan bu konut alanları Güngören'in yeniden nüfuslanmasına neden olmuştur. İlçede çağdaş yaşam düzeyi bakımından bir denge günümüzde de oluşturulabilmiş değildir. Anayollara yakın olan yerlerde gelişme daha düzenlidir.
İlçe nüfusunun büyük kesimi tarım dışı üretim faaliyetlerinde çalışmaktadır. Gerek Güngören'de, gerek diğer ilçelerde yer alan sanayi tesisleri ekonomik açıdan faal olan nüfusun çalışma alanlarım oluşturmaktadır. Daha 1987'de Güngören'de 43 sanayi tesisi vardı. Nüfusun geri kalanının önemli bir kesimi hizmet sektöründe çalışmaktadır.
SEDAT AVCI
Güngören'den bir görünüm.
Yavuz Çelenk, 1994
GÜRAN, NAZMİ ZİYA
(1881, istanbul - 2 Eylül 193 7, istanbul) Ressam.
1898'de Vefa İdadisi'ni, 1901'de Mülkiye Mektebi'ni bitirdi. Bu yıllarda resme ilgi duydu. Hoca Ali Rıza'dan etkilendi. Ancak babasının karşı çıkması yüzünden resim öğrenimi yapamadı. Babasının ölümü üzerine 1902'de Sanayi-i Nefise Mek-tebi'ne (Güzel Sanatlar Akademisi) girdi. Burada öğrenciyken 1905'te İstanbul'a gelen yeni izlenimci Fransız ressam Paul Sig-nac'ın etkisinde kaldı. Bu tarz çalışmaları beğenilmediğinden 1907'de bitirme sınavında başarılı sayılmadı. 1908'de Paris'e gidince Julian Akademisi'nde, Cormon, Royer, Bachet atölyelerinde çalıştı. Mo-net ve Cezanne gibi büyük izlenimci ressamların eserlerini yakından tanıdı. 19l4'te İstanbul'a döndükten sonra resim öğretmenliği yaptı. 1918-1921 ve 1923-1927 arasında Sanayi-i Nefise Mektebi müdürlüğünde bulundu. Ölümüne kadar aynı okuldaki öğretmenliğini sürdürdü.
İzlenimci resmin Türkiye'deki ilk ö-nemli temsilcisi sayılan Güran, güçlü bir manzara ressamıdır. Hikmet Onat(-») ve Avni Lifij'le(->) birlikte "İstanbul ressamları" olarak anılan grubun üyesi olan Güran kendine özgü bir tavır geliştirmiştir. Resimde noktalama tekniğine önem vermiş, renkleri birbirine karıştırmadan küçük fırça vuruşlarıyla uygulamıştır. Açık havada yaptığı çalışmalarda değişen günışığmın yarattığı farklı görünümler belirgin bir özellik olarak göze çarpar. Renk seçimi de özenlidir. Mavi, yeşil ve morların soğukluğu ile kırmızı, turuncu ve sarının sıcaklığı Güran'in yapıtlarında sistemli bir ayrışım ve bireşim oluştururlar. Güran'ın İstanbul'la ilgili başlıca yapıtları "Anadoluhi-sarı" (1915), "Boğaziçi" (1916), "Küçük Liman" (1933), "Köprüaltı" (1933), "Göksu" (1933), "Kumkapı" (1935), "Baharda Çamlıca" (1936), "Heybeliada" (1936), "Kuşdili" (1936), "Boğaziçinde Sabah"tır (1936).
İSTANBUL
GÜRCÜ ABDÜNNEBİ OLAYI
Ayaklanan celali ve sipahilerin Üsküdar'a kadar gelerek 7 Temmuz 1649'da Osmanlı ordusu ile yaptıkları savaş. "Gürcü Vak'ası", "Bulgurlu Muharebesi", "Gürcü Nebi İsyanı" olarak da bilinir. Gürcü Ab-dünnebi ile Katırcıoğlu'nun ve Kazaz Ah-med'in önderlik ettiği ayaklanmacılara karşı Sadrazam Kara Murad Paşa savaşmıştır.
Enderun'dan çıkma eski bir sipahi o-lan Abdünnebi, Sadrazam Gürcü Meh-med Paşa'nın akrabası, Cafer Paşa'nm kardeşiydi. Sipahi zorbalarının ünlülerinden olup IV. Murad zamanında (1623-1640) bağışlanarak Niğde'de oturmasına izin verilmişti. Orada servet edindi ve Bor yakınındaki Dûndan Çiftliği'ne yerleşti. İstanbul'daki sipahilerle ilişiğini kesmedi. 1648' de yaşanan Atmeydam Olayı(->) Abdün-nebi'yi kaygılandırdı. Öldürülen sipahilerin kan davasını güderek harekete geç-
ti. Kendisini bu eyleme yönlendiren pek çok sipahi kaçağı çevresinde toplandı.
Abdünnebi önce Konya'ya girdi. Burada iken İstanbul'da Gürcü Mehmed Paşa sadaretten alındı ve Abdünnebi'nin eski arkadaşı olan Kara Murad Paşa sadrazam oldu. Fakat, yeni sadrazam, gönderdiği elçilerle Abdünnebi'yi kararından döndüre-medi. Burdur-Isparta, yöresini yağmalayan ünlü celali Katırcıoğlu ile Kazaz Ah-med de leventleriyle gelip Abdünnebi'ye katıldı. Anadolu valisi, İstanbul'a yönelen ayaklanmacıların mevcudunu 15.000 olarak bildirdi. Abdünnebi güçlerinin Kütahya'da Altuntaş'a ordugâh kurduğu haberi İstanbul'da paniğe yol açtı. Yönetime egemen olan ocak ağalarından Koca Bek-taş, Muslihiddin ve Kethüda Çelebi, Kara Murad Paşa ile konuyu görüştüler. "Bir eğri külahlı sipahi zorbasının" karşısında eğilmenin doğru olmayacağı, cenk etmek gerektiği kararına vardılar. Oysa, Gürcü Abdünnebi'nin isteği, Şeyhülislam Kara-çelebizade Abdülaziz Efendi'nin(->) görevden alınmasından ibaretti.
30 Haziran'da sadrazamın sarayında yapılan ikinci toplantıya, ocak ağalarının yamsıra ulema da katıldı. Burada Abdünnebi'nin mektubu tartışıldı. Bu mektupta, Atmeydam Olayı'nda sipahilerin öldürülmelerinin, cesetlerinin denize atılmasının, cenaze namazlarının kılınmaması-nın ve haklarında verilen kâfirlik fetvasının hesabı soruluyordu. Toplantıda, Abdünnebi ve ona uyanların idamlarına ilişkin fetvayı, Şeyhülislam Abdülaziz Efendi dışında, kazaskerler ve diğer ulema onayladılar. Ertesi gün ilk önlem olarak İstanbul yolunun kesilmesi düşünüldü. Gemi ve mavnalarla İzmit'e ağır toplar ve asker sevk edildi. Tavukçu Paşa, serasker a-tandı. İzmit dışında hendekler kazıldı ve denizyolu da kontrole alındı. Fakat Gürcü Abdünnebi'nin öncü kolunu oluşturan Katırcıoğlu'nun 400 levendi atlı ve zırhlı olduğundan bu engeli kolayca aşıp İzmit'e girdi. İstanbul'da ise olağanüstü önlemler alındı.
Koca Bektaş Ağa İstanbul muhafızı oldu. "Bana adam lazım" diyerek "kapu fermanı" çıkarttırdı ve rüşvetle yeniçeri yazımına başladı. Bakkal, kasap çırağı, hamal, kayıkçı, fırıncı, tellak vb 10.000 dolayında asker yazdı. Acemioğlanları, kendilerinin yeniçeri yazılması gerektiğini i-leri sürerek eyleme geçtiler. Onlardan da 1.000 dolayında yeniçeri alındı. Bunlar silahlandırılarak Üsküdar'a geçirildi. Gerek bunların iaşesi, gerekse istanbul'da baş gösteren ekmek kıtlığı sebebiyle miri fırınlar geceli gündüzlü çalıştırılmaya başladı. Her gün Galata'ya 2.000, İstanbul ve Eyüp'e 2.000, Üsküdar cihetine 5.000 fazladan ekmek verildi.
2 Temmuz l649'da Kara Murad Paşa ve görevlendirilen diğer paşalar Üsküdar'a geçtiler. Doğancılar sahrasında ordugâh kuruldu. Sadrazam ve vezirler, divan günleri oturumdan sonra Üsküdar'a geçiyorlardı. Kara Murad Paşa bir gece fitilli tüfekli 100 kadar askerle İstanbul'u denetledi. Her mahallenin kendi güven-
liğini sağlaması için emir çıkartıldı. Bunun için 10'ar, 15'er kişi mahalle pasbanı oldular. Kentte oturakçı ve korucu dışında kolluk kuvveti kalmamıştı. Çobanların, mandıracıların silah taşımaları yasaklandı. Bostancılar ve bahçe ustaları da yerlerinden kaldırılıp Üsküdar'a gönderildi. Hay-darağazade Mehmed Paşa serdar atandı. Diğer tarafta, Gürcü Abdünnebi, Kazaz Ahmed'i İzmit'e muhafız bırakıp Katırcı-oğlu'nu öncü tayin ederek yürüyüşünü sürdürmüştü. 6 Temmuz l649'da Tuzla-Maltepe yolundan Bulgurlu Dağı'na (Kü-çükçamlıca) kadar geldi. Milislerini Alem-dağ ormanlarına dağıtmış, pusular kur-durtmuştu. Bununla birlikte son bir kez Recep Ağa aracılığı ile Kara Murad Pa-şa'ya haber gönderip kendisine Türkmen ağalığı, Katırcıoğlu ile Kazaz Ahmed'e de birer sancak beyliği verilirse dönüp gideceklerini bildirdi. Fakat ocak ağaları, bunu korkusundan önerdiğini sanarak kabul etmediler ve saraydan cenk fermanı getirttiler. Eyalet valilerinden Rüstem, Arslan, Mustafa, Hanzade Şuhrî Mustafa, Prevezelioğlu Mehmed, îshak, Hamamcı Mehmed, Müezzin Hüseyin, Emir, Arabgirli Süleyman, Ömerpaşa-zade Mehmed paşalar alaylarını kurup ileri hatta çıktılar. Sağ, sol, orta ve öncü kollar belirlendi. Öncü komutanı Tavukçu Paşa, Kayış Pınarı'nda Abdünnebi kuvvetleriyle savaşa girdi. Ormanda pusu kuran çeteler, 20-30 dirhemlik fındık kurşunları ile Osmanlı birliklerine büyük zayiat verdirdiler. Güneş batıncaya kadar yer yer çarpışmalar sürdü. Katırcıoğlu'nun başarılı taktikleri sonucu 800'den fazla yeniçeri ve sipahi öldürüldü. Abdünnebi, "Boş yere daha fazla kan akıttırmam!" diyerek çekilme emri verdi. İzmit'e dönüldüğünde Katırcıoğlu Abdünnebi'den ayrılıp Adapazarı ve Söğüt dağlarını tuttu. Abdünnebi ise Niğde'ye döndü. Oradan "Anadolu bizim, İstanbul sizin olsun!" diye mektup yazdı. Çıkartılan takipçiler, Kazaz Ahmed'i Akşehir'de, Abdünnebi'yi Karapınar'da ele geçirdiler. Ahmed İstanbul'da asıldı, Abdünnebi'nin ise kesik başı Bâb-ı Hümayun önünde teşhir edildi.
Dostları ilə paylaş: |