GÜZELCE KASEM PAŞA CAMÜ
Beyoğlu ilçesi sınırlarında Kasımpaşa'da, Bahriye Caddesi üzerinde, Safra Sokağı ile Kasımpaşa Camii Sokağı arasında yer almaktadır.
Cami, I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520-1566) şehrin iskân hareketlerinin bir parçası olarak uygulanmakta olan yerleşim planı çerçevesinde, Anadolu ve Rumeli Beylerbeyi Vezir Güzelce Kasım Paşa tarafından 940/1533'te Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. 1721'de yanan yapı mütevelli He-kimoğlu Ali Paşa'mn kardeşi, Feyzullah Bey tarafından onarılmış, daha sonraları 1867 ve 1891'de de onarım görmüştür. Şadırvan 1870'te Esma Hatun, çeşme de Feyzullah Bey tarafından yaptırılmıştır.
Orijinal malzemeleri ahşap olan yapı 1134/1721'de yanmış, aynı yıl onarılmış, o-narılan cami de 19. yy'da tekrar yanmıştır. Bu yangından sonra Abdülaziz (hd 1861-1876) kubbeli ve çifte minareli büyük bir cami yaptırmıştır. 18601ı yıllara tarih-lenen bu onarımdan sonra yapı şimdiki şeklim, II. Abdülhamid zamanında (1876-1909) 1891'deki yenilemede almıştır.
Yapıya kuzey yönünde, mukarnas başlıklı, altı mermer sütunlu son cemaat yerinden iki basamaklı yükseltiden girilmek-
GÜZELCE MAHMUD PAŞA
462
463
GÜZELCEKEMER
tedir. Cümle kapısının her iki tarafında eşit aralıklarla açılmış demir parmaklıklı dikdörtgen pencereler yer alır. Bu pencere altlan mermer kaplamalıdır. Pencereler derin dikdörtgen bir niş halinde olup üzerleri sivri kemerle son bulmaktadır. Son cemaat yerinin sağ ve sol tarafları zeminden yükseltilmiştir. Sağ tarafta minareye çıkış kapısı bulunmaktadır. Sol tarafta bulunan ahşap merdivenle kadınlar mahfiline çıkılmaktadır. Son cemaat yerinin tavanı ahşap olup çubuklarla dikdörtgen parçalara ayrılmıştır. Ana mekân ile ortak olan duvarda ortada dikdörtgen bir kapı ve bunun etrafında birer tane dikdörtgen ve ü-zeri sivri kemerli pencere bulunmaktadır. Buradaki kapının üzerinde bir ayet kitabesi göze çarpar. Bu kapı da pencereler gibi derin dikdörtgen niş şeklindedir, iç mekânda kapının her iki yanında "L" şeklinde fevkani mahfiller bulunmaktadır, iki katlı görünüm verilmiş bulunan doğu ve batı duvarındaki alt kat pencereleri de niş görünümündedir. Güney duvarında içten yedi köşeli, oldukça yüksek mermer bir kitabe bulunmaktadır. Minberi ve doğu duvarında bulunan vaaz kürsüsü de mermerdendir. Ana mekâna, pandantiflerle geçişi sağlanmış bulunan tek kubbe ege-
Güzelce Kasım Paşa Camii'nin içinden bir görünüm. Yavuz
mendir. Her cepheye içeriden dikdörtgen bir görünüm verilmiştir. Yapının hemen her tarafında oldukça yoğun bir süsleme görülmektedir. Pencere kenarlarına ve sivri kemerlerin üstlerine renkli boya ile kesme taş görünümü verilmiştir. Her cephede duvarlarda mermer işçilik özentisi taşıyan çalışmalar boya ile sağlanmıştır. Alt kat pencere ve kapı üzerleri alınlık şeklinde olup, buralarda renkli geometrik ve bitkisel motifler bulunmaktadır. Pandantiflerde ortada bitkisel motifli bir madalyon, bu madalyonun etrafında bitkisel ve geometrik motifli süslemeler görülmektedir. Kubbe sekiz dilime ayrılmıştır. Her dilimde aynı düzenleme görülmektedir. Ortada geometrik bir madalyonu ayetler çevrelemektedir. Bunu da bitkisel ve geometrik motifler kuşatmaktadır. Mihrap içi de kalem işi bitkisel motiflerle süslenmiştir. Kenarında altın yaldızlı geometrik ve bitkisel süslemeler göze çarpar. Mihrap ü-zeri altın yaldızla bir taç şeklinde ayetli olarak düzenlenmiştir. Burada bulunan altın yaldızlı süsleme vaaz kürsüsünde ve minberde de uygulanmıştır.
Son cemaat yerinden ahşap bir merdivenle çıkılan kadınlar mahfili "L" şeklinde olup balkon çıkması yapmaktadır. Bu
mekânı alt katta sağda ve solda dörderden olmak üzere sekiz tane, bitkisel motifli başlığa sahip ahşap sütün taşımaktadır. Buradaki pencereler de derin niş şeklinde, sivri kemerle son bulan bir düzenleme gösterir. Beş tane olan bu pencerelerin tamamı kuzey cephesinde bulunmaktadır. Bu mekânın tavam ahşap olup, çubuklarla parçalara ayrılmıştır. Üç açıklık-lı olan kadınlar mahfili oldukça geniş bir alanı kaplamaktadır.
Yapı geniş bir avlu içinde yer almaktadır. Bu avluda caminin yanısıra, 12977 1870'te Esma Sultan'ın yaptırmış olduğu çeşme ile 1149/1736 tarihli ve bugün işlevini yitirmiş olan çeşme bulunmaktadır. Güneydoğu köşesindeki 1309/1891 tarihli, işlevini yitirmiş, bağımsız oda görüntüsü almış sebil, muvakithanenin hemen yanında yer alır. Avluda ayrıca cami koruma derneği, gasilhane ve lojmanlar bulunmaktadır. Kuzeydoğu ve güneybatı köşelerinde malzemesi kesme taş olan tek şerefeli iki tane minare yer almaktadır. Güneybatıdaki minarenin şerefesinin üstü sıva ile kaplanmış, doğudaki minare ise onarım amacı ile yıkılmıştır. Minareler kare kaide üzerinde silindir gövdeli olarak yükselir. Günümüzde bütün yapı yeniden ele alınırcasına onarıma tabi tutulmuştur.
Kubbe dışarıdan belirgin olup kurşun kaplıdır. Çatıda II. Mahmud döneminde (1808-1839) ortaya çıkmış olan ve dünyayı simgeleyen, son onarımla yenilenmiş olan kesme taş görünümlü küre, dört köşede yer almaktadır. Cephede taş süslemeler görülmektedir. Köşelerde köşe sütun-çeleri belli bir yükseklikten sonra çatıya kadar uzanmaktadır. Cepheler sivri kemerlerle kademelendirilrniş, doğu ve batı duvarına bitişik olarak muvakithaneler bulunmaktadır. Bu bölümlere dört mermer sütunla tek basamaklı alanla giriş yapılmaktadır. Sekiz dikdörtgen pencere ile aydınlatma sağlanmıştır. Güney tarafındaki mihrap, dışarıdan sivri kemerli kagir bir pencere ile belirginleştirilmiştir.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, H, 2; Raif, Mir'at, 499-502; S. Abaç, Kasımpaşa'nın Tarihçesi, İst., 1935, s. 8; Öz, istanbul Camileri, II, 27; Kuran, Mimar Sinan, 276.
ERGÜN EĞiN
GÜZELCE MAHMUD PAŞA ÇEŞMESİ
Eminönü llçesi'nde, Mahmut Paşa Mahal-lesi'nde, Mahmud Paşa Külliyesi'nin yakınında, Yanık Saraylar, Mengene ve Bezciler sokaklarının kavşağmdaki küçük meydanda yer almaktadır.
Vezir Güzelce Mahmud Paşa (ö. 1606) tarafından 10l4/l605'te yaptırılmış, sonradan üç kez onarılmış olan tek yüzlü bir meydan çeşmesidir. Kesme küfeki taşı ile örülmüş bulunan ana cephenin ekseninde sivri kemerli niş yer alır. Kemerin üzerinde, son mısraı ebcedle 1014/1615 tarihini veren sülüs hatlı inşa kitabesi bulunmaktadır. Osmanlıca manzum kitabenin metni Şair Bülbülî'ye aittir. 14 mısradan meydana gelen kitabe, 16 adet kartuşa tak-
sim edilmiş olan mermer bir levhaya oyulmuş, mısralardan geriye kalan iki kartuştan sağ alt köşedekine "Maşallah" ibaresi, sol alt köşedekine de "Tamir 19 Sefer sene 1170/1758" ibaresi yerleştirilmiştir. Bu durum, III. Mustafa dönemine (1757-1774) tarihlenen bu onarım sırasında kitabenin bütünüyle yenilendiği izlenimini uyandırmaktadır. Bu kitabeyi taçlandıran beyzi madalyonun içindeki Abdülmecid tuğrası da çeşmenin adı geçen hükümdar tarafından (ya da en azından onun saltanat döneminde) onarıldığını kanıtlar. Sivri kemerli nişi yanlardan kuşatan ve normal olarak kitabeyi de yukarıdan kavraması gereken silmeli çerçevenin, kitabenin bitiminde kesintiye uğraması, ayrıca bu hizadan itibaren kesme taş örgünün yerini tuğla örgüye terk etmesi, Abdülmecid dönemindeki (1839-1861) bu onanma işaret etmektedir. Aynı şekilde, nişin içine, kaş kemerli maşrapalıkların arasına yerleştirilmiş olan, ampir üslubundaki dikdörtgen ayna taşı da Abdülmecid dönemine aittir.
Çeşmenin sol cephesindeki diğer sülüs hatlı, Osmanlıca manzum kitabede ise, II. Osman (Genç) dönemi (1618-1622) bâbüs-saade ağalarından Mısrî Osman Ağa tarafından 1031/l622'de onartıldığı belirtilmektedir. Bu yüzden söz konusu çeşme "Mısırlı Osman Ağa Çeşmesi" olarak da a-mlmaktadır.
1. H. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri''nde, çeşmenin, yakınında yer aldığı külliyenin banisi, II. Mehmed (Fatih) dönemi ricalinden Sadrazam Mahmud Paşa (ö. 1474) tarafından yaptırılmış olduğunu, inşa kitabesinin de sonradan konduğunu ileri sürmüştür. Ne var ki bu kitabenin, "Çünki devletle cülus eyledi Sultan Atımed" şeklindeki ilk mısraında adı geçen hükümdarın, çeşmenin inşa tarihinden 2 yıl kadar önce tahta çıkmış olan I. Ahmed (hd 1603-1617) olduğu kesinlik kazanmakta, ayrıca 7. ve 10. mısralarda aktarılan bazı ayrıntılardan kitabede adı geçen Mahmud Paşa aynı dönemdeki adaşlarından ayırt edilebilmektedir.
Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 58-60; M. C. Baysun, Güzelce Mahmud Paşa Çeşmesi, ist., 1945; lA, V, 1214/93; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 674.
M. BAHA TANMAN
GÜZELCEKEMER
Cebeciköy Deresi'nin Alibeyköy Deresi'ne kavuştuğu noktadan 200 m uzaktadır. Üzerinden Kırkçeşme isalesinin ana galerisi geçer. Mimar Sinan tarafından yapıldığı sanılan Kırkçeşme isale hattı krokisinde bu kemerin adı Cebeciköy Kemeri, Tezkiretü'l-Ebniye'de ise Gözlücekemer' dir. Bugün genellikle Güzelcekemer diye anılır.
Güzelcekemer'in yapı stili diğer kemerlerden çok farklıdır. Mimar Sinan tarafından sukemerlerinde yatay kuvvetlere (zelzele, rüzgâr) dayanıklı trapez kesitli sistem bu kemerde çok değişik şekilde uygulanmıştır. Kemerin duvar kalınlığı tabandan itibaren yukarı doğru azalır. Ayakların
Güzelcekemer
Kâzım Çeçen, 1988
memba ve mansap taraflarında, bu kemere özgü payandalar yapılmış ve bu payandaların tepesi yassı taşlarla piramit şeklinde kapatılmış, üzerine küçük bir piramit daha konmuştur. Güzelcekemer'in alt katta 8, üst katta 11 gözü vardır. Memba tarafında kemerin ayaklarının yalnız 3 tanesinde, üzeri piramit şeklinde örtülmüş, selyaran yapılmıştır. 20 Eylül 1563'te vuku bulan sel felaketinde bu kemerin a-yakları temeline kadar oyulmuş fakat yıkılmamıştır. Yalnız 3 ayağın üzerine selyaran yapılmasının sebebi, dere yatağının o bölgede olması ile açıklanabilir ise de, soldan 3. ile 4. gözlerin arasındaki ayakta selyaran olmamasını anlamak güçtür. Kemerin gözlerinin açıklığı ortalama 5,90 m'dir. Alt katın ve üst katın üzengi taşları hizasında, üst katın altında ve üstteki galerinin tabanı hizasında, bütün kemer boyunca devam eden 4 korniş vardır. Galerinin üstü çatı şeklinde yassı taşlarla örtülmüş ve her iki tarafında beşer adet havalandırma penceresi bırakılmış, yanlarında ise 30-40 cm genişliğinde saçak yapılmıştır. Galerinin iç boyutları 55x175 cm' dir. Kemerin duvar kalınlığı tabanda 5,40 m, üst tarafta 2,60 m'dir. Ayakların cephedeki genişliği 5,37 m, bunlar üzerinde 135 cm'lik bir çıkıntı teşkil eden payandaların-ki ise 3,45 m'dir. Güzelcekemer'in tepe uzunluğu 165 m ve talvegden yüksekliği 29,5 m olup, temelden yüksekliği ise 34,5 m olarak tahmin edilmiştir. Kemerin her iki tarafında insan ve hayvanların geçmesine mani olmak için bariyerler vardır. Üst kattaki gözlerinin tabanı, yağmur sularının birikmesini önlemek için, az eğimli çatı şeklinde yapılmıştır. Kemerin taş örgüsü çok muntazamdır ve gözlerin kemer taşları cepheden 5 cm kadar içeridedir. Cephe taşlarının ortası kabarık, yanları yivli, rustal denilen şekilde büyük ve yassı bloklar halindedir. Güzelcekemer'in mimarisi de çok ilginçtir. Boşluk oranının büyük olması ve payandaların yapılış şekli kemere ayrı bir güzellik ve alışılmışın dışında bir yapı olduğu intibaını vermektedir. Kemerdeki galeriden çıkan sular, çıkış yerinde bulunan, planda kare şeklinde 4x4 m boyutlarındaki bir kubbenin içindeki ka-
nala dökülür, bu yapının da üstü yine piramit şeklinde, yassı taşlarla kaplanmış, üzerine 3 pencere konmuştur. Cebeciköy kolunun galerisi burada Kâğıthane derelerinden gelen esas kol ile birleşir.
4. yy'da Roma döneminde bu isale hatlarının yerinde Belgrad Ormam'ndan gelen ve I. Theodosius (hd 379-395) tarafından yaptırıldığı tahmin edilen bir tesisin olduğu bilinir. 7. yy'dan itibaren Konstan-tinopolis'i kuşatan çeşitli kavimler, şehri teslime zorlamak için, kemerlerin hepsini temeline kadar yıkmışlardı. Fethi müteakip II. Mehmed (Fatih) (hd 1451-1481) bu isale hatlarının Cebeciköy kolundan Bozdoğan Kemeri'nin(->) altındaki, bugünkü Atatürk Bulvarı üzerinde bulunan kendi yaptırdığı sıra çeşmelere kadar o-lan bölümünü yeniden yaptırır gibi tamir ettirdi ve 21 kemeri yeniden yaptırdı. Fatih'in yaptırdığı sıra çeşmelere çokluk anlamında Kırkçeşme dendi, sonra bütün tesis aynı adla anıldı.
1554-1563 arasında I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520-1566) Mimar Sinan'a yaptırdığı ve Kâğıthane derelerinin suyunu toplayan büyük tesisin galerisi Güzelcekemer'in sonunda Fatih'in yaptırdığı bölümle birleştirildi. Roma döneminde 4. yy' da yapılan isale hattı ve bütün kemerlerin tamamen yıkılmış olduğu, 1542-1550 arasında bu bölgeyi gezen P. Gilles'in yazdığı Latince kitapta da anlatılmaktadır. 1554' te Kanuni, Kâğıthane Deresi'nin kollarındaki suları toplatarak istanbul'daki su kıtlığını ortadan kaldırmaya başladığı zaman, Cebeciköy'den Bozdoğan Kemeri' nin altındaki sıra çeşmelere, yani Kırkçeşme'ye akan suyun debisi de çok azalmıştı. Nakkaş Sâî Çelebi bunu Tezkiretü'l-Eb-niye'de Stanbul'a çekilüp suya kıllet / Azaldı Kırkçeşme yaşı gayet diye anlatır.
Kâğıthane suları toplanıp büyük kemerler üzerinden geçirilerek ve en son Güzelcekemer'in bitimindeki kubbede Fatih tarafından tamir ettirilen Cebeciköy kolu ile birleştirildikten sonra Mimar Sinan bu noktadan Eğrikapı Maksemi'ne kadar olan yaklaşık 19 km'lik isale hattını tekrar elden geçirmiş, ana dağıtım kubbeleri ile ikincil kubbeleri, dağıtım şebekesini ve
GÜZELfflSAR VAPURU
464
465
HABERLEŞME
BİR DÜĞÜN GECESi
Fazıl Şükrü Bey'in Erenköyü'ndeki köşkü bu gece elektrik ışıkları ile nur dalgalan içinde görünüyor, neşe, kahkaha, müzik âleminin en coşkun bir devresinde bulunuyordu.
Vakit... geceyansını geçmişti. Bahçenin kumlu yollan, tarhların etraflan, havuzların kenarlan renk renk tuvaletleri ile gözleri kamaştıran kadınlar, siyah elbiseleri ile birer manken gibi dolaşan erkekler, efsanevî âlemlerin canlı bir levhasını gösteriyordu.
Bir düğün gecesinin neşeli kalabalığı büyük bir zevkle düzeltilmiş bahçenin, muhtelif cihetlerine dağılmışlardı. Zevk ve ateş fışkıran bu köşkün aşağı kat salonlarında güzel bir tangonun usulile yürüyen, dönen bu çiftlerin uzaktan görünüşü renk ve ziyadan vücut bulmuş bir hayat akım gibi gözleri oyalıyordu.
Fazıl Şükrü, elli beş yaşında olmasına rağmen, bu gece genç ve çok güzel bir kızla evleniyordu. Yeni hayatının hayaline bütün benliğini teslim eden bu ihtiyar güveği, kolunda genç karısı olduğu halde salonları dolaşırken nihayetsiz bir saadetin verdiği baş dönmesi içinde, etrafında söylenen sözlere hiç ehemmiyet bile vermiyordu. Salonlardan bahçeye kadar uzayıp giden bu dedikodu, ağaçların altındaki kanapelere oturan çiftlere, salonların köşelerinde toplanan ihtiyarlara ve orta yaşlılara kadar sirayet etmişti.
Güzide Sabri, Hicran Gecesi, ist, 1930
en son Topkapı Sarayrndaki Dolap denen tesisleri yapmıştır.
Sinan'ın Kırkçeşme isale hattı ve kemerlerine ait yaptığı krokide, Cebeciköy kolunun başına "Kırkçeşme Başı" yazılmış, kendi yaptığı bölüm ise Kâğıthane Suyu diye adlandırılmıştır. Sonradan bütün tesis Kırkçeşme diye anılmıştır. Güzelceke-mer Kırkçeşme tesislerindeki anıtsal kemerlerin şehre en yakın olanıdır.
Bibi. Kırkçeşme ve Kağıthane Suyu'nun 976/1568 Senesinde Mimar Sinan Tarafından İstanbul'a Ait Tevzi Defteri, Atıf Efendi Ktp., no. 1734; Tursun Bey, Târih-i Ebu'l-Feth, ist., 1977; O. K. Dalman. Der Valens Aquâdukt in Konstantinopel, Bamberg, 1933; Meriç, Mimar Sinan; Çeçen, Kırkçeşme, 127-130.
KÂZIM ÇEÇEN
GÜZELHİSAR VAPURU
Şehir Hatları İşletmesi vapuru. Şirket-i Hayriye'nin 68 baca numaralı vapuruydu. 1911'de ingiltere, Newcastle'da, Hawthron, Leslie&Co. Ltd. tezgâhlarında yapıldı. Kalender adlı bir de eşi vardı. Gövdesi çelik olup 453 gros, 242 net tonluktu. Uzunluğu 46,4 m, genişliği 7,9 m, sukesimi 3,1 m kadardı. Wallsend yapımı 2 adet tripil 440 beygirgücünde buhar makinesi vardı. Çift uskurluydu. Saatte 12,5 mil hız yapıyor, yazın 970, kışın 790 yolcu alabiliyordu. Şirketin en güzel ve zarif vapurla-rmdandt. Eşi Kalender ile birlikte bacası en büyük olan şirket vapuruydu, ilk süvarisi Ksenefon Efendi Kaptan, başmakinis-ti Koço Usta idi.
Henüz 4 yıllık yepyeni bir vapurken, 5 Temmuz 1915'te Marmara'da ingiliz deni-zaltısı E-11 tarafından torpillenerek hasara uğradıysa da o yıl içinde onarıldı. 1945' te Şirket-i Hayriye'nin Münakalât Vekâleti tarafından satın alınmasıyla Şehir Hat-ları'nın filosunda yer aldı. Yıllarca Boğaz sularında hizmet verdi. 1984'te son seferini yaptıktan sonra düzenlenen bir törenle hizmet dışı bırakılarak Pendik Tersane-si'ne bağlandı. Son süvarisi İbrahim Efendi Kaptan, son başmakinisti de Hasan Usta oldu. 29 Aralık 1986'da da filodan çıkarıldı. Sonradan müze-gemi haline getirilmek istendi. 1993'te Rahmi Koç tarafından satın alındığında 82 yıllık bir gemiydi.
ESER TUTEL
Güzelhisar Vapuru
Şükrü Yaman koleksiyonu
GÜZİDE SABRI
(1883, istanbul -1945, Giresun) Romancı.
Çamlıca'da, Koşuyolu'ndaki bir köşkte doğup büyüdü. Özel öğretmenlerce yetiştirildi; edebiyatı Hoca Tahir Efendi' den öğrendi. Küçüklüğünden başlayarak pek çok edebi yazı okudu, olanaklar çerçevesinde kendi kendini yetiştirdi. Daha sonra Beyoğlu Birinci Noteri Ahmet Sabri Aygün'le evlendi.
Genç yaşta yazdığı Münevver adlı ilk romanı Hanımlara Mahsus Gazete'de yayımlandı (1899). Aşırı duygulu bir ifadeyle kaleme alınmış bu eserin sonbahar tas-virleriyle yüklü birçok sayfası dönemin sansürünce yasaklandı. Romanın bütünü, ancak 1908'den sonraki basımlarında yayımlanabildi. Münevver, İstanbul'da başlayan umutsuz bir aşkın, Büyükada'daki günlerini de dile getirerek, dönemin yaygın hastalığı vereme yenik düşüşünü anlatan bir romandır. Amcaoğlu, Tıbbiyeli Şefik'i Büyükada'da görmeye giden Münevver, bir "Aya Yorgi Günü", sevdiği gencin taburuyla karşılaşır: Bu sahne, Büyükada'daki azınlığın törel dünyasına, eğlencelerine, kutsal günlerine ilişkin, Türk romanındaki ender saptayımlardan biri niteliğindedir.
1905'te Güzide Sabri'yi okur katında büyük üne kavuşturan Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrûkesi yayımlanır. Karmaşık, dolambaçlı bir aşk ve karasevda öyküsünü aktaran romanda, yüzyılın başındaki İstanbul'un zengin çevreleri, giyim kuşamları, Avrupai möbleleri, alafranga hal ve tavırları açısından zengin ayrıntılarla çizilmişlerdir. Dantelalarla süslü ropdöşambrlar, piyanolar, büyük ve yaldız çerçeveli aynalar, fiskos koltukları, belki de ilk kez popüler bir roman aracılığıyla, daha yok-
sul sayılabilecek okur kadarına ulaşıyordu. Roman defalarca yeniden basılmış, ileriki yıllarda da iki kez filme alınmıştır. Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrûkesi gibi yıllar sonra filme alınmış Yabangülü de (1920) İstanbul'un zengin sınıfını bir kara masal çizgisinde betimler; evlatlık Leyla, konağın hanımefendisi tarafından daima horlanacaktır.
Bu romanı, Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrûkesi'nin devamı olan Nedret (1922) izler. Değişen şehir, değişen sosyal hayat, düzendeki başkalaşım Güzide Sabri'ye henüz yansımamıştır. Ne var ki 1930 tarihli Hicran Gecesi'nde istanbul birdenbire "Fazıl Şükrü Bey'in Erenköyü'ndeki köşkü "nde ve "elektrik ışıkları ile nur dalgalan içinde" belirir. Cumhuriyet istanbul'u yazlık köşkleri ve kışlık apartmanları mekân tutmuş gibidir. Şişli salonları birtakım karanlık, ihtiraslı aşk ilişkilerine tanıklık eder.
Güzide Sabri son romanlarından Necla'da (1941) eleştirel bir bakış açısını eserine katmayı denemiştir: istanbul'un fakir ve viran semtlerinden Ayaspaşa'daki "mutena apartımanlara" yol alınır. Kenar mahallelerin tasvirinde yer yer Hüseyin Rahmi üslubu göze çarpar. Yüzyılın başında e-serleri çok okunmuş, sevilmiş Güzide Sab-ri'nin azınlık yurttaşlarınca da benimsendiğini söylemek gerekir. Hemen hemen bütün romanları Ermeniceye ve Rumcaya tercüme edilmiştir.
Bibi. M. B. Yazar, Edebiyatçılarımız ve Türk Edebiyatı, isi., 1938; M. Uraz, Resimli Kadın Şair ve Muharrirlerimiz, îst, 1941; N. S. Örik, Hayat ile Kitaplar, îst., 1946; S. tleri, O Yakamoz Söner, ist., 1987; N. Bekiroğlu, "Güzide Sabri'nin Romancılığı ve Eserleri", Dergâh, S. 24-25-26, 1992.
SELİM İLERi
HABER AJANSLARI
Avrupa haber ajaslarmın Osmanlı Devleti ve özellikle istanbul ile ilgilenmesi Kırım Savaşı (1853-1856) ile başlar. Ondan önce bellibaşlı Avrupa gazetelerinin, istanbul'da başka meslekler icra eden (hekim, avukat, öğretmen gibi) muhabir ya da yazarları bulunuyordu. Kırım Savaşı, Avrupa devletlerini Rusya'nın yayılmacılığına karşı Osmanlı'nın yanında birleştirdi ve bu devletlerin orduları Gelibolu-İstanbul bölgesinde karargâh kurduklarından, geçici muhbirlerin yerini Avrupa'dan gönderilen profesyonel muhabirler aldı. Osmanlı Dev-leti'nin 1856'da Islahat Fermam'nı ilanı ve Paris Antlaşması'yla Avrupa'nın bir parçası olduğunun onaylanması ve ülkenin telgraf hattıyla Avrupa'ya bağlanması, sürekli ve hızlı haber ihtiyacını son derece artırdı.
Avrupa'nın Osmanlı ülkesi ile ilgisinde 1821'de ilk Fransızca gazetenin çıkışından beri, ticari ve mali öğeler ağırlık taşıyordu. Kırım Savaşı vesilesiyle Avrupa' dan ilk istikrazın alınması, o zamana kadar Batı borsalarının etkisinin dışında kalan İstanbul'u da çarkın içine sokmuş oldu. O yıllardan sonra Türk sözcüğü Paris, Londra, Frankfurt gibi bellibaşlı para piyasalarında Osmanlı borç senetlerini ifade etmek için kullanılmaya başlandı. Telgraf bağlantısı sayesinde Avrupa'daki dalgalanmalar, anında istanbul'a yansıtılabi-liyordu. Osmanlı borçları arttıkça Babıâli' nin siyasi, askeri ve mali kararları hakkında bilgi arayışı ihtiyacı da arttı.
O dönemin bütün dünyaya hizmet veren iki büyük ajansından Fransız Havas ile ingiliz Reuter kurumları başlangıçta aralarında bir anlaşma yaparak çalışma alanlarını ayırmışlardı. Bunun sonucu olarak Osmanlı ülkesi Havas'ın bölgesi içinde kaldı. Esasen ekonomisini Hindistan üzerine kuran ingiltere, Akdeniz'i Fransa ve diğer devletlere bırakmış gibiydi. Böylece Viyana üzerinden Paris ve Londra'ya kadar bütün haber hizmetini Havas üstlendi. Ancak biraz zaman geçince, çıkar çekişmeleri, özellikle hisse senetlerindeki düşme çıkmaların bazı yerlere öncelikle ya da gecikmeyle ulaşmasından çıkan kayıplar, Reuter'i de harekete geçirdi, l Ocak 1869' da o da İstanbul bürosunu açtı. Haber akı-
mının özellikle borsa için önem taşımasının sonucu olarak bazı özel girişimler de telgraf bağı kurarak borsa haberlerini aktarmaya başladılar. 1860'ta Journal de Cons-tantinople'un bir telgraf servisi vardı. Sarrafların dışında bazı yayın organlarına da hizmet veriyordu. 1870 başlannda Reuter, Havas, Bullier ajansları faaliyetteydi. 1871' de, Babıâli'nin desteğiyle Fransızca yarı-resmi La Turquie gazetesini çıkaran Bor-deano kendi telgraf ajansını kurdu. 1873' te Pangalo Ajansı, daha sonra Fournier Ajansı belirdi. Hepsi de Beyoğlu'nda telgraf merkezinin yanı başında yerleşen bu a-janslar en çok hisse senetleriyle ilgili verdikleri haberlerle müşteri çekiyorlardı. Zaman zaman da hileli telgraf haberleri yayarak İstanbul borsasında spekülasyon yapanlarla ortaklık kurdukları ve kazanç sağladıkları görülüyordu.
1890'lı yıllarda Almanların da ilgisi arttı ve Alman Wolff ve Avusturya'nın Cor-respondenz Bureau'su İstanbul'da şubelerini kurdu. Babıâli bu ajansların telgraflarından bir kısmını ücretten muaf tutarak ve ayrıca maddi yardımda bulunarak aleyhte haber akımım önlemeye çalıştı. 1900'ün başlarında Havas ve Reuter'den başka Constantinople, National ve Fournier ajansları hizmet veriyordu.
Bir ulusal ajans kurmak düşüncesi ilk kez II. Meşrutiyet'te belirmiştir. Nisan 1911' de Meclis-i Mebusan'da kabul edilen bir kanunla merkezi İstanbul'da olmak üzere Osmanlı Telgraf Ajansı kuruldu. Bununla bütün ülkenin içine ve bazı dış merkezlere Babıâli'nin istediği haberleri ulaştırmaya başladı. Siyasi iç çekişmeler sırasında faaliyeti durdurulan bu ajansın yerine Osmanlı Milli Telgraf Ajansı kuruldu. O da I. Dünya Savaşı'nın sonunda kapatıldı, işgal kuvvetlerinin kontrolünde Türkiye-Ha-vas-Reuter Ajansı istanbul'da faaliyete geçti. Ankara hükümetine karşı ve Babıâli ile işgalcilerin destekçisi olan bu ajans da istanbul'un kurtarılması üzerine kapatıldı. Havas ve Reuter bir süre sadece ekonomik ve mali bültenler yayımlamakla yetindiler. Sonra Anadolu Ajansı'nm İstanbul şubesinin kurulmasıyla bu faaliyet de kesildi.
II. Dünya Savaşı'nın ertesinde Türkiye dış dünyaya açılırken istanbul da eskisinden daha fazla yabancı ajansın merkezi oldu. Havas'ın yerini alan Agence France Presse ile Reuter'e ek olarak ilk kez Amerikan ajansları da (Associated Press ve United Press) temsilciliklerini kurduğu gibi italyan ANSA, Sovyet TASS ve daha sonra Alman DPA İstanbul'a yerleşti. Ancak iletişim araçlarının yetersizliği sebebiyle İstanbul Yakındoğu'nun haber merkezi ö-zelliğini Atina'ya kaptırdı. Buna karşılık demokrasiye ve ekonomik liberalizme geçişin etkisiyle özel haber ajansları Ankara gibi İstanbul'da da gelişmeye başladı. 1950'de hizmete giren Türk Haberler Ajansı, Kadri Kayabal'ın dinamik çalışması ve tecrübeli gazeteci kadrolarıyla çok başarılı oldu. Bütün Türkiye'ye servis vermeye başladı, ilk telefoto ağım kurdu. Reuter'in ekonomi bültenini de hizmetine kattı. Gü-neş gazetesine devredildikten sonra 1986'
da kapandı, ikinci gelişme, gazetelerin kendi bünyelerinde haber ajansları kurmaları oldu. Tercüman, Akdeniz Haber Ajan-sı'ni; Hüıriyet'le Milliyet de kendi haber ajanslarını (HHA, MİLHA) kurdu. Birincisi bir süre UPI Amerikan ajansı ile işbirliği yaptı. Fakat bunların hepsi de kendi kurumlarına daha çok hizmet verdiler.
21. yy'a girerken istanbul, en modern hale gelen iletişim ağı ve dünyanın her tarafıyla doğrudan bağlantısıyla bir zamanlar kaçırmış bulunduğu Yakındoğu'nun haber merkezi niteliğim kazanmaya başlamış bulunuyor.
ORHAN KOLOĞLU
Dostları ilə paylaş: |