Bibi. Tarih-i Naima, IV, 394-395, 411-431; J. von Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, X, İst., 1335, s. 150-154; R. E. Koçu, DağPadişab-lan, ist, 1962, s. 87-96.
NECDET SAKAOĞLU
GÜRCÜLER
Türkiye'de yaşayan ve değişik dinlere bağlı olan Gürcülerden farklı kültürel kimlik sergileyenler Katolik ve Musevi Gürcülerdir. Bundan dolayı İstanbul kapsamında, asıl olarak Katolik ve Musevi Gürcülerden söz etmek gerekir.
İstanbul'daki Katolik Gürcülerin bir topluluk olarak varlığı, Şişli-Bomonti'de-ki Gürcü Katolik Kilisesi'ne dayanır. Katolik Gürcülerin tarihsel oturma yeri Gürcistan'ın eski başkenti Mtsheta'ydı. 1801' den başlayarak Gürcistan'ı ilhak eden Ruslar, Katoliklerin çalışmalarını engelleyince Katolik Gürcülerin önemli bir bölümü Osmanlı topraklarına göç ettiler. İstan-
bul'a gelenlerin önemli bölümü de Ahalt-sihe'den (Ahıska) gelmişlerdi. Gürcü Katolik Kilisesi'nin kurucusu Ahaltsiheli bir rahip olan Petre Harisçiraşvili'dir. Haris-çiraşvili'nin Osmanlı hükümetinden kilise ve manastır kurma iznini Fransa Elçiliği aracılığıyla aldığı sandır. Gürcü rahipler 1861'de kurulan bu dinsel kurumda bir "seminer" açarak din öğretimine başla-ddar. Bu temel eğitime 1870-1871'de rahip ve rahibe yetiştirmek üzere bir de "novici-at" bölümü eklendi. Gürcü rahiplerin 1870' te Beyoğlu'nda, Gürcüce öğretim yapan bir ilkokul açtıkları da bilinmektedir. Bu dkokul 19l4'te kapanmış, kilise ise etkinliklerini sürdürmüştür. Uzun yıllar Gürcüce öğretim veren ve Gürcüce ayinler yapan Gürcü Katolik Kdisesi, Pol Akobaşvi-li'nin ölmesinden sonra, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Gürcü rahip atanama-dığı için Gürcüce ayin yapamaz duruma gelmiştir.
Gürcü Katolik Kilisesi basımevinde 1870'lerden başlayarak Gürcüce kitaplar yayımlandı. Buradaki manastır aynı zamanda Gürcü kültürünün ve edebiyatının önemli merkezlerinden biriydi. Bugün de buranın kitaplığında çok önemli yazmalar, kitaplar, resimler bulunmaktadır.
İstanbul, 1921'de Bolşeviklerce dttidar-dan uzaklaştırılan Menşevik Gürcüler için de önemli bir merkez olmuştur. Kilisenin basımevinde, devrik Menşevik hükümetinin başbakanı Noe Jordania'nın ve bazı muhalif yazarların kitapları basılmıştır. Örneğin, burada basılan kitaplardan biri, Kartvelo Kristianebo, Şeertdit/ (Hıristiyan Gürcüler, Birleşin!, 1922) adını taşımaktadır. Aynca burada, 15 Mayıs 1921-15 Ekim 1922 arasında Tavisupali Sakartvelo (Bağımsız Gürcistan) adlı gazete 27 sayı yayımlanmıştır.
Katolik Görcüler, 1955'teki 6-7 Eylül Olayları'ndan sonra, öbür gayrimüslimler gibi İstanbul'dan göç etmişlerdir. Bu tarihlerde İstanbul'daki Katolik Gürcülerin nüfusunun 10.000 dolayında olduğu tahmin edilmektedir. Katolik Gürcülerin çoğu Avustralya, ABD, Kanada ve Fransa gibi ülkelere gitmişlerdir. Bugün İstanbul' da 200 kadar Katolik Gürcü kalmıştır.
Katolik Gürcüler arasında en iyi tanınan kişi Pol Zazadze'ydi. Zazadze, "Zaza" adı altında, önce Batı'dan ithal ettiği tıraş bıçağı, sabun ve saatleri pazarladı. Sonra aynı adla tıraş bıçağı üretimine başladı. Gürcü Katolik Kilisesi Vakfi'nın bugünkü başkanı ve Özel Bilgi Lisesi sahibi Simon Zazadze, Pol Zazadze'nin oğludur.
İstanbul'a 1920-1921'de 2.000 dolayında Musevi Gürcü göç etmiştir. Musevi Gürcüler İstanbul'a geldikten sonra ayrı bir cemaat oluşturdular. Bunlar dinsel törenlerini Gürcüce olarak Beyoğlu'ndaki Ör Hodeş Sinagoğu'nda yapıyorlardı. Musevi Gürcüler de İstanbul'dan göç ederek İsrail'e ve bazı Batı ülkelerine gitmişlerdir. Günümüzde İstanbul'da birkaç Musevi Gürcü ailesi kalmıştır. İstanbul'un Ulus semtindeki Musevi Mezarlığı'nda Gürcüce yazdı mezar taşları bulunmaktadır. Bibi, F. Çiloğlu, Gürcülerin Tarihi, ist., 1993;
GÜREŞ
454
455 GÜRPINAR, HÜSEYİN RAHMİ
G. Şaradze, Utshoetis Tsis Kveş (Yabancı Göğün Altında), III, Tiflis, 1993; N. Polvan, Türkiye'de Yabancı Öğretim, ist., 1952; Güler-yüz, Sinagoglar.
FAHRETTİN ÇÎLOĞLU
GÜREŞ
Osmanlı döneminde istanbul belirli bir güreş bölgesi kimliğini korumamasına rağmen şehrin çeşitli yerlerinde kurulan pehlivan tekkeleri bu sporun önemli merkezleri olmuştur. Evliya Çelebi de bu tekkelerden Seyahatnamede uzun uzun bahseder, istanbul'da her yıl yapılan ve padişahın da Alay Köşkü'nden(->) izlediği esnaf alaylarında pehlivanların da güreş tutarak geçtikleri yine Evliya Çelebi'den öğrenilmektedir. Evliya Çelebi'nin yazdıklarından; o devrin en ünlü pehlivan tekkelerinin Küçükpazar'daki Şücâ ve Zeyrek Yokuşu üzerindeki Demir tekkeleri olduğu anlaşılmaktadır. Bu tekkelerin II. Meh-med (Fatih) döneminde (1451-1481) açılmaya başlandığı, 1800'lü yıllara kadar faaliyetlerini sürdürdükleri bilinmektedir. II. Mahmud, 1826'da Yeniçeri Ocağı'nı ortadan kaldırırken yeniçerilerin bağlı bulundukları Bektaşî tekkeleri ile birlikte bazı tekkeleri de kapatıp dağıtmıştı. Bunların arasında güreş tekkelerinin de bulunması Türk güreşinin şanssızlığı olmuştu. Buna rağmen II. Mahmud'un güreş meraklısı ve pehlivanları koruyan bir padişah olduğu; Ahıskalı Mahmud Pehlivan'ın yamsıra ikiz Osman ve Bursalı Suhteoğlu Mehmed Pehlivan gibi güreşçilere ilgi gösterdiği zamanın tarihçilerinden öğrenilmektedir. II. Mahmud'un huzurunda da ünlü pehlivanların güreş yaptıkları bilinir. Nitekim 19 Ağustos 1813 günü Çinili Köşk'ün bahçesinde ikiz Osman ile Suhteoğlu Mehmed Pehlivan arasında II. Mahmud'un huzurunda yapılan güreş hakkında Hafız Hızır Ilyas Efendi'nin Vekayi-i Letaif-i Enderun'unda geniş bilgi bulunmaktadır, istanbul'da ayrıca Okmeydam'nda, bugün Gureba Hastanesi'nin bulunduğu Yenibah-çe Çaym'nda, Süleymaniye Camii'nin doğusundaki alanda, Kallas Meydan denilen Yenikapı Mevlevîhanesi karşısındaki alanda, Kocamustafapaşa ile Yedikule arasındaki Ağa Çayırı'nda, Kadırga'daki Cündi (Cinci) Meydanı'nda ve Kâğıthane'de güreşler yapıldığı bilinmektedir.
II. Mahmud'un oğlu Abdülaziz de (hd 1861-1876) güreş meraklısı bir padişah o-larak tanınmaktadır. Bunda belki de küçük yaşından itibaren babası tarafından maiyetinde Yozgatlı Hasan Pehlivan'ın görevlendirilmiş olmasının da etkisi bulunmaktadır. Abdülaziz, pek küçük yaşından itibaren bu pehlivandan dinlediği güreş menkıbeleriyle büyümüş ve güreş sevgisi de daha küçük yaştan itibaren benliğine işlemişti. Abdülaziz, daha şehzadeliği sırasında maiyetinde Yozgatlı Hasan Pehlivan'dan başka pehlivanlara da görev vermiş, onları korumuştu. Şehzade Abdülaziz bu pehlivanları gerek Kurbağalıde-re'deki köşkünün, gerekse Ayazağa'da-ki kasrının bahçesinde sık sık güreştirip onları seyretmişti.
Yüzyıl başından bir kartpostalda Türk güreşçileri. Galeri Alfa
Yozgatlı Hasan'ın er meydanlarından çekildiği bir sırada Tuna Valisi Midhat Paşa tarafından istanbul'a genç ve yiğit bir pehlivan gönderilmişti. Şehzade Abdülaziz bu genç pehlivanı da derhal maiyetine almıştı ve bu gen£ pehlivan Türk güreş tarihine adını Arnavutoğlu Ali Pehlivan olarak yazdırmış; başpehlivanlığa kadar yükselmişti.
Abdülaziz 1861'de Osmanlı tahtına çıktığında maiyetinde devrin en ünlü pehlivanlarına yer vermişti. Yozgatlı Hasan, Arnavutoğlu Ali, Kavasoğlu ibrahim, Kara tbo bu pehlivanlar arasındaydı. Daha sonra da Kel Aliço gibi devrin en ünlü pehlivanı onların arasına katılmıştı. Pehlivanlar Ihlamur'daki Saya Ocağı tesislerinde kalıyorlar, orada yiyip içiyorlar ve idmanlarını yapıyorlardı. Keçecili Kasım da maiyete katılan bir başka ünlü pehlivan ol-
Yağlı güreş
tutan dört
pehlivan,
yağcı ve
cazgırı
betimleyen
16. yy'a ait
bir anonim
resim.
Viyana Ulusal
Kitaplığı, 8626
Galeri Alfa
muştu. Abdülaziz'in saltanatı yıllarında "huzur güreşleri" olanca önemiyle sürmüştü. Türk güreşinde önemli bir yeri bulunan ve padişah huzurunda yapıldığı için "huzur güreşi" adıyla anılan bu güreşlerin de kendine göre kuralları vardı. Pehlivanlar kıran kırana güreş tutarlarken dahi padişaha sırtlarını dönmemek için azami dikkati sarf ederlerdi. Huzur güreşlerinde nara atmak da kesinlikle yasaktı. Büyük bir güreş meraklısı olması ve pehlivanları korumasına rağmen, Abdülaziz bazı söylentilerin aksine, hiçbir zaman değil pehlivanlarla devlet erkânından herhangi biriyle dahi güreşmemiştir.
Abdülaziz'in 1876'da tahttan indirilmesinden sonra yerine tahta çıkarılan V. Mu-rad da, ondan hemen üç ay sonra Osmanlı tahtına oturan II. Abdülhamid de güreşe ve pehlivanlara itibar göstermemişlerdir.
Hele II. Abdülhamid, tahttan indirildikten sonra bileklerini keserek intihar eden Abdülaziz'in bazı reformcu paşalar tarafından Cezayirli Mustafa Pehlivan'a öldürtülmüş olduğuna inandığından, güreşe de pehlivanlara da düşman kesilmişti. Saya Oca-ğı'ndaki tüm pehlivanları istanbul dışına sürdürttüğü gibi şehirde güreş yapılmasını bile yasaklamıştı. II. Abdülhamid'in 33 yıllık saltanatı sırasında pehlivanlar ancak istanbul'un dışında; Maltepe, Beykoz ve Dudullu gibi köy yerlerinde güreşmek imkânını bulmuşlardı.
Abdülaziz'in zamanında geniş maddi imkânlara alışmış bulunan ünlü pehlivanlar bu nedenle birden zor durumlara düşmüşler, istanbul dışında yaptıkları güreşlerde de karın doyurabilecek ödül alamadıklarından kendilerine ancak yurtdışında imkânlar aramak zorunda kalmışlardı. Ancak II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonradır ki istanbul'da güreş yeniden başlayabilmişti. 1911'de ünlü Macar güreşçisi Çaya'nın yönetiminde istanbul'a gelen yabancı pehlivanların Taksim'de Talimhane Meydanı'nda kurdukları büyük çadırda yaptıklan güreş müsabakaları bu işi alevlendiren olay olmuştu. Bu güreşler 1911'in ramazan ayı boyunca devam etmişti.
istanbul'da minder güreşi Çaya ve arkadaşlarının gelişleriyle başlamıştı. Daha sonra Beşiktaş, Fatih, Haliç, Güneş, Kum-kapı, Fenerbahçe, Galatasaray, Kasımpaşa, Vefa (daha sonra Vefa-Simtel) ve Tekel kulüpleri minder güreşi faaliyetini sürdürmüşlerdir, istanbul Türk güreşinde minder güreşinin doğduğu yer olmuştur. 1924' ten itibaren minder güreşinde başlayan milli karşılaşmalarda da milli takımın temelini yıllar boyunca istanbullu güreşçiler teşkil etmişlerdi. 1930'lu yıllarda istanbul'da başlayan Balkan güreş şampiyonaları bu spor dalına ayrı bir hareket getirmişti, istanbul kulüpleri uzun yıllar Türk güreşine ve Türk Milli Güreş Takımı'na pek çok güreşçi ve şampiyon kazandırmıştır.
CEM ATABEYOGLU
GÜKMEN, HÜSEYİN KEMAL
(1901, istanbul -1 Man 1974, istanbul) Tiyatro oyuncusu ve yönetmeni.
Avusturya Ticaret Okulu'nda okudu. 1918'de Darülbedayi'ye (Şehir Tiyatroları) öğrenci olarak girdi, birçok oyunda küçük roller aldı.
Darülbedayi'nin 1920-1927 arasında geçirdiği sarsıntılı dönemde, Edebi Tiyatro Heyeti, Yeni Tiyatro, Yeni Sahne ve Raşit Rıza topluluklarında çalıştı. Darülbedayf nin yeniden düzene girmesi, sanatsal ve yönetsel sorunlarını bir ölçüde çözmesiy-le Darülbedayi'de çalışmaya başladı. Bu tarihten sonra, 1934'te Raşit Rıza ile Ankara'da, 1935-1936 sezonunda "Süreyya" ve "Halk" operetlerinde çalıştığı yılların dışında, ölünceye kadar istanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarında sahneye çıktı, o-yunlar yönetti.
Gençlik yıllarında jön rollerinde, olgunluk yıllarında karakter rollerinde sahneye
Hüseyin Kemal Gürmen 1971-1972 sezonunda istanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarında sahnelediği Dünyanın Düzeni adlı oyunda. Hilmi Zafer Şahin koleksiyonu
çıkan Gürmen, Şehir Tiyatrolarında 100'e yakın oyunda rol aldı. 1944-1945 sezonundaki Pirandello'nun IV. Henri ve 1945-1946 sezonundaki Edmond Rostand'ın Cyrano de Bergerac adlı oyunlarındaki rolleriyle büyük ilgi uyandırdı. Aynaroz Kadısı (1930), MatmazelJulie (1930), Venedik r«cm(1930), Aptal (1931), Pazar-tesi-Perşembe (1932), Lüküs Hayat (1933), Ayaktakımı Arasında (1936), Kral Lear (1937), Windsor'un Şen Kadınları (1938), Satıhk-Kirahk(l939), Ote/fo(1940), #aw-fef(194l), Don Carlos (1943), Antonius ve Cleopatra (1948), Miras (1951), Fırtına (1952), Tartuffe (1953), Sen Öl Ben Yaşıyayım (1955), Köprüden Görünüş (1959), Baş Sayfa (1960), Altı Kişi Yaza-nm Anyor(1963), tvanov(197ö) oynadığı oyunlardan bazılarıdır. Sahneye çıktığı son oyun ise, 1971-1972 sezonunda kendisinin sahnelediği Sean O'Cassey'in Dünyanın Düzeni'dir.
Gürmen, Binnaz, Denli Pınar, Yuvamı Yıkamazsın, Fedakâr Ana, İçli Kız Funda adlı filmlerde rol aldı. Şehir Tiyatroları ya da başka topluluklarca sahnelenen San Zeybek Oteli, Bir Avuç Ateş, Üvey Babam adlı oyunları Türkçeye çevirdi ve uyarladı.
HiLMi ZAFER ŞAHiN
GÜRPINAR, HÜSEYİN RAHMİ
(l 7Ağustos 1864, istanbul - 8 Man 1944, istanbul) Roman ve hikâye yazarı.
Eserlerinde odak aldığı İstanbul'un çok seçkin bir tutanakçısı olan Gürpınar, saf-rancılar kethüdası Hacı Mehmet Efendi' nin torunu Ayşe Hanımla hünkâr yaveri Mehmed Said Paşa'nın oğludur. Küçük yaştayken annesini yitirdi; verem hastalığına yenik düşen annesi hayattayken Beşiktaş'ta, Bağodaları denilen evlerde oturuyorlardı. Bir ara, babasının memuriyeti dolayısıyla Girit'e gitti. Daha sonraları
anneannesinin Aksaray'daki evinde büyüdü. Mahmudiye Rüştiyesi'nde okudu; özel Fransızca dersleri aldı; 1878'de Mül-kiye'ye girdi, hastalanması sebebiyle okuldan ayrıldı. Anılarında, öğretmenlerince övülmemiş bir öğrenci olduğunu dile getiren Gürpınar, çocukluğunda, evlerine gelen hanımlardan masallar dinledi ve bu hanımların anlatımlarına hayranlık duydu. Çok sayıda kitap okudu; kimisi çeviri, kimisi yerli bu kitaplar arasında Ahmed Midhat Efendi'nin(->) romanları da bulunuyordu. Voltaire'in tüm eserlerinin kütüphanesinde bulunmasından gurur duymuş Gürpınar, Aksaray yangınında sevgili ki-taplanm, bazı edebi çalışmalarını kül olurken gördü ve Tebessüm-i Elem romanında (1923) istanbul yangınlarından acı acı şikâyet etti.
1887'de ilk yazısı "istanbul'da Bir Frenk" Cende-i Havadis'te yayımlandı. Şık yahut Ayna adlı ilk romanını dönemin büyük basın adamı Ahmed Midhat Efendi'ye gönderdi. Garp medeniyetini özünıseyeme-miş bir çevrenin taşlaması olan bu kısa roman güçlü bir yazarlık yeteneğini haber vermekteydi. Ahmed Midhat Efendi, ilk-gençlik çağındaki Hüseyin Rahmi'nin böyle bir eser yazabileceğine önce inanmadı, Hüseyin Rahmi gözyaşlarını tutamayınca, ona güvendi ve Şık'ı Tercüman-ı Haki-kat'le yayımladı (1889). Bu tarihten sonra Gürpınar, ölünceye kadar romanlar, hikâyeler, oyunlar, eleştiriler, polemik kitapları yazdı; Türk edebiyatının unutulmaz bir yazarı oldu. II. Meşrutiyet'e kadar kısa süreli memurluklarda bulundu; 1936-1943 arası Kütahya milletvekiliydi. Hayatının son 31 yılım Heybeliada'daki evinde yakın arkadaşı Miralay Hulusi Bey'le birlikte, çok dar bir akraba çevresi içinde geçirdi. Çok sevdiği arkadaşı Miralay Hulusi Bey'in ölümü üzerine Mısır'a gitti; fakat hiçbir yerde avunamadığından yine Heybeliada'daki evine çekildi.
Sikte Beyoğlu'nun alafranga âlemlerini, Pangaltı'da bir piyasa aşiftesinin evini, Tepebaşı Bahçesi'ni betimleyen Hüseyin Rahmi, sonraki eserlerinde de istanbul'un hemen hemen bütün semtlerini, belirgin kimliklerini, sosyal tabakalarım, bitki örtüsünü, mimarisini, toplumsal değişmelerim, istanbul Türkçesinin bütün özelliklerini, akıllara durgunluk verici bir yazı ustalığıyla saptamıştır. Karagöz, ortaoyunu, meddah hikâyeciliği, Fransız tiyatrosunun vodvil sanatı yer yer kendisine esin kaynağı oluşturmakla birlikte, söz konusu yazı ustalığı, hiç şüphesiz kişisel bir yetenek ve çabanın verimi sayılmalıdır.
ikinci romanı Iffet'te (1896) Eyüp, Aksaray, Kalekapısı, Topkapı gibi semtlerin oldukça yoksul ortamını çizen Hüseyin Rahmi, bir yandan da, romanın ana kişisi Iffet'in arkadaşı Antuvanet aracılığıyla "Beyoğlu'ndaki Frenk Pansiyonu"nu tasvir etme fırsatı bulmuştur. Mutallâka (1899), istanbul hayatında neredeyse folklorik özellik edinmiş gelin-kaynana çekişmesinin bir yansımasıyken, Mürebbiye (1899) istanbul konak ve yalılarındaki yabancı mürebbiyelerin Osmanlı-Türk kültürü ü-
GÜRPINAR, HÜSEYiN RAHMİ 456
457
GÜVENLİK HİZMETLERİ
zerindeki etkilerini, olumsuz yönlendiriş-lerini saptar. Daha bu romanında, Hüseyin Rahmi, devrin muhafazakâr ahlak anlayışıyla bağdaşamayacak, bir cinsel gerçekçilik sözcüsü olarak görünür. Bir Mu-âdele-i Sevda'da (fkdam'da tefrikası 1899; Mükerrem Kâmil Su'nun sadeleştirmesi ve Aşk Batağı adıyla 1972) tanışmadan evlenme sorununa değinen romana, istanbul'un resmi kalemlerini, anlatıcı konumundaki muharrirden yola çıkarak, o yıllarda bir yazarın yaşadığı ortamı, Kâğıthane gezintilerini dile getirir. Metres (1900) Hüseyin Rahmi'ııin dış mekânlara daha geniş yer verdiği romanlarından biridir; kentin alaturka ve alafranga semtleri bu romanda, özel yaşamların ayrıntılarıyla saptanır: Beyoğlu'nun dünyası artık alaturka evlere, ailelere de sızmıştır. Alaturka hanımlar "korsa" giymeye, piyano, dans, Fransızca öğrenmeye çalışırlar. Beyler, cinsel özgürlüğü yabancı, Levanten kadınlarla gönül eğlendirmede ararlar.
Hüseyin Rahmi, Tesadüfle (1900) İstanbul folklorunun büyü, fal, tılsım gibi boşinanlı sayfalarına eşsiz bir bölüm armağan etmiştir. Umutsuz karı-koca ilişkilerinin sözümona kılavuzu "Çardaklı Bakıcı" aracılığıyla, yüzyıl başındaki İstanbul' un falcılara, kurşun dökücülere ne kadar bağlanmış olduğu saptanır. Topkapı, surlar, mezarlıklar romanın önemli tasvir o-daklarıdır. 1901 basımlı Nimetşinas, kuşaklar boyu etki bırakmış, Kadıköy Iske-lesi'nden "postasını yapmaya hazırlanan" Ferah Vapuru sahnesiyle başlar; sahne boyunca İstanbul ahalisinin özgün kişilerini tanıma fırsatı bulunur.
İkdam''daki tefrikası durdurulan Şıpsevdi (1901) kalıplaşmış örf ve adetlerdeki çöküşü, bir yandan da Batılılaşma iddiasındaki bir İstanbul züppesini anlatır. Alafranga yemeklerden görgü kurallarına, sınıf farklarından değişik zihniyetlere, İstanbul Türkçesinin zengin dağarına geniş bir yelpaze açan Şıpsevdi, imparatorluk başkentinin toplumsal değişimlerine çok önemli bir tutanaktır. Şıpsevdice bir konağın çöküşü gözüyle de bakmak olasıdır. Şıpsevdi'nin başkişisi, alafranga Meftun Bey'in sevdiği semt, Horhor, Erenköy yaşadığı yerlerken, yalnızca Beyoğlu'dur. Bu romanda Cinci Meydanı, Yenibahçe semtleri, çayır âlemleri bir iki cümleyle özetlenmiş, ne var ki o günlerin dünyasını tanımada yetkin bir belge niteliği yine bu cümlelerle saptanabilmiştir. Kuyruklu Yıldız Altında Bir izdivaç (1910) İstanbul'un kenar mahallelerine ve oraların hanımlarına ilişkin görkemli sayfalar içerir. Romancı, Halley Kuyrukluyıldı-zı'nm yüzyılın başında dünyamıza çarpacağı konusundaki yalan yanlış bilgilerin İstanbul şehrinde uyandırdığı yankıları tek tek saptamıştır.
Sevda Peşinde (1911) Büyükada'yı, cinler periler romanı Culyabani (1912) Üsküdar'ı, Cadı (1912) Boğaziçi'ni betimler. Böylelikle romancı, İstanbul'un bir peyzajını çıkarmaya girişmiş gibidir. Polisiye kurgusuyla dikkat çeken Hakka Sığın-
Hüseyin Rahmi Gürpınar
Eser Tuteı
dik (1919) L Dünya Savaşı İstanbul'unu, İttihat ve Terakki'nin miras bıraktığı yoksulluğu, o zamanlar dört bir yanı kuşatmış "İspanyol nezlesf'ni, zengin ve fakir tezatını alabildiğine iğneleyici bir anlatımla deşer. Toramarim (1919) kişileri arasında Binnaz, bir İstanbul "yosma"sı olarak ilginçtir; yine bu eserde kentin komisyoncularını Şuayip Efendi kimliği odak-laştırır. 1919 basımlı Hayattan Sahifeler Edirnekapı semtini, kabristan dilencilerini gözler önüne serer. Kitap olarak yayımla-nışı 1922'ye rastlayan Son Arzu eski ramazan gecelerinin belki de en zengin tablolarını çizer; romanın Şehzadebaşı âlemlerine, Direklerarası sahnelerine ayrılmış sayfaları sanat tarihi açısından değer taşır. Muhafazakâr çevrelerin ikiyüzlülüğü, Te-bessüm-i Elem'in çok ayrıntılı yazılmış, canlandırılmış Aksaray "muhabbethane" baskım sahnesinde irdelenmiştir. Bu romanın Benli Faika, Cihanyandı Huriye, Okka-gülü, Topsalata gibi fahişe kimlikleri, dönemin fuhuş hayatına ilişkin gerçekçi bilgi edinmeyi sağlar. Bir yalı hayatını betimleyen Cehennemlik'teyse (1924'te kitap olarak yayımlanmıştır) cinsellik bu kez kibar âlemin dünyasında deşilmiştir. Romanda yalı bahçelerini yansıtan zengin bilgiler vardır. Efsuncu Baha'da. (1924) bo-şinan konusuna geri dönen romancı, Bin-birdirek'te çalışan ipek iplik eğiricisi Ermenileri, altın yapma hayaliyle yaşayan sahte bilim adamlarını, İstanbul'un gittikçe zorlaşan geçim dünyasını anlatır.
Eşcinsellik de aralarında olmak üzere, değişik cinsel seçimlerin sergilendiği, bir vodvil havasında gelişen Ben Deli miyim?(l924) yazarın başyapıtlarından biri olmasına karşın, kanun önünde aklanmak zorunda bırakılmıştır. Hüseyin Rahmi, romanın kişilerinin iç dünyalarını daha geniş bir perspektiften yansıtamadığı için üzüldüğünü bir dipnotuyla açıklamak durumunda kalmıştır. Ben Deli miyim'de
Beyoğlu'nda randevuevi işleten Madam Fedrona adlı Rus kadını, örneğine Türk romanında pek rastlanmayan bir kişidir. Tutuşmuş Gönüller (kitap olarak yayım-lanışı 1926) İstanbul'un iş hayatında kadının yerini inceler; romanın talihsiz bir aşktan sonra metres olmak durumunda kalmış bir kişisi Lemiye, erkeklerin egemenliğindeki iş dünyasında yalnızca ka-dınlığıyla ayakta kalacak gibidir. Bununla birlikte Billur Kalb (kitap olarak yayım-lanışı 1926), Hüseyin Rahmi'nin Türk kadınını çalışma hayatında görmek istediğinin kesin bir kanıtıdır. İstanbul'un otomobille nasıl tanıştığına ilişkin acı-gülünç bir bölüm de içeren Billur Kalb, ütopik bir işkolunda genç kızların, dulların çalışıp tek başlarına ayakta kalışlarını dile getirir. Yine cinsellik, ileri yaşta sönmeyen ihtiras temasını işleyen Evlere Şenlik Kaynanam Nasıl Kudurdüdn (1927) İstanbul'un alaturka-alafranga karşıtlığı, yaşlı kadınların parasını yiyen bir jigolo tipi, oğlunun ve kızının, damadının gözü ö-nünde gençlik sevdaları yaşamak isteyen çok süslü, çok boyalı bir yaşlı kadın toplum hayatının trajik odakları niteliğiyle canlandınlmıştır. Muhabbet Tılsımı (1928), konak yaşamındaki karmaşık gönül işlerini ve şehvet dünyasını; Mezarından Kalkan Şehit (1928) İttihatçıların istanbul'a ettiklerini, Sarıkamış faciasını, Kokotlar Mektebi (kitap olarak yayımlanışı 1929) Şişli-Osmanbey "apartımanlarındaki" sözümona cinsel özgürlükçü ortamı dile getirir. Bu romanda Prenses Diçeski, Türk romanının ender işlemiş olduğu Beyaz Ruslara bir örnektir.
Şeytan îşi'nde (1934) Samatya, Utanmaz Adam'da. (1934) öteki kıyı köşe semtlerle varlıklı çevrelerin semtleri tasvir edilmiştir. Utanmaz Adam, gittikçe kalabalıklaşan ve geçim sıkıntısına düşen, soysuzlaşan İstanbul'a ilk haberci sayılabilir. Polisiye roman kurgusundaki Eşkıya Ininde'de (1935) Hüseyin Rahmi, dolaylı bir anlatımla, taşra töresinin İstanbul'u birçok açmaza sürükleyeceğine işaret etmiştir. Yine polisiye roman tarzındaki Kesikbaş, romancının İstanbul semtlerinden, ayrıca Levanten azınlık dünyasından alabildiğine renkli sahneler çizmesine yol açmıştır. 1921'de İkdam'dz tefrika edilmiş Kesikbaş' in, romancının bazı öteki eserleri gibi, u-zun yıllar kitap olarak yayımlanmayışı, ancak 1942'de kitap niteliği edinmesi, İstanbullular ve edebiyatseverler adına hayli düşündürücüdür.
Gönül Bir Yeldeğirmenidir Sevda Öğü-tür'de (1943) Erenköy'deki bir köşk, Ölüm Bir Kurtuluş mudur'da (1945) şehrin çar-pıklaşmış hayatının sebep olduğu intihar olayları, Dünyanın Mihveri Kadın mı, Para mı'da (1949) İstanbul'u usul usul saran emek vermeden yükselmek ve başkalarının hakkını yiyerek yaşamak gayesi anlatılır. 1925'te Son Telgrafta, tefrika edilip ancak 1964'te kitap olarak yayımlanabi-len Kaderin Cilvesi Başımıza Gelenler, Hüseyin Rahmi'nin en önemli romanlarından biridir. Savaşların, iktisadi yıkımların ahlak ve namus kavramlarını nasıl si-
lip süpürdüğünü yansıtan bu eserde, İstanbul ailesi artık bir genelev görünümü resmetmektedir. Aynı şekilde Deli Filozof (kitap olarak yayımlanışı 1964) Hüseyin Rahmi'nin değişen koşullara, iktisadi batağa, çehresi çökmüş İstanbul'a bir laneti sayılabilir. CanPazan'nda (kitap olarak yayımlanışı 1968) Kapalıçarşı, azınlık tipleri, Şişli evleri dikkate değerdir. İnsanlar Maymun muydu, romancının ölümünden 24 yıl sonra yayımlanmış, İstanbul'da bir bilimkurgu arayışının romanıdır. Ölüler Yaşıyor mu (kitap olarak yayımlanışı 1973) Validebağ'da bir konakta spiritüalizmi gündeme getirmeyi denemiştir. Vakit gazetesinde tefrika olarak yayımlanmış, 1973'te kitaplaşmış Namuslu Kokotlarda, romancı, İstanbul'un zengin çevrelerini, onların düşüp kalktıkları, taksi şoförü Seyfeddin gibi halktan kişileri yine ustaca kaleme getirmiştir. Bu romanda Şehnaz Hüsrev Hanımla Seyfeddin'in Boğaziçi, Maslak gezileri Hüseyin Rahmi'nin en güçlü sayfaları arasında anılmalıdır.
Hikâyeleri ve Hazan Bülbülü (yazılışı 1913), Kadın Erkekleşince (basılışı 1933) gibi oyunlarında yine İstanbul'u mekân e-dinmiş Gürpınar, ardında bıraktığı dev e-seriyle İstanbul tarihçisi sayılabilecek bir kimlik çizer. Şehrin hemen her töresinden söz açmış bu büyük yazar, bir yandan da İstanbul zenginlerini, savaş vurguncularını, mirasyedileri, külhanbeylerini, dilencileri, yosmaları, hanımefendileri, mahalle karılarını, dadıları, beslemeleri, kalfaları, daha sayılamayacak kadar çok toplumsal kimliği saptayarak yakın tarihimizin eşsiz bir peyzajını çizmiş, renklendirmiştir. Onun eserinde İstanbul, bugünü hazırlayan bütün sebeplerle hâlâ canlı yaşamaktadır.
Dostları ilə paylaş: |