HALK HİKÂYELERİ
520
521
HALK İLAÇLARI
m.
^^İ|iiii*^Sifl^Msî2
laşır. Hattâ benzer konuların değişik adlarla her ikisinde de anlatıldığı görülür. Nutku ad verme yerine bir madde başı yapmayı tercih eder. "Gerçekçi" hikâyelerin ilk örneklerim yayımlayan Ozon ise herhangi bir ad vermemektedir.
Daima Anadolu'da da anlatıldığı üslup ile sergilenen, erkek anlatıcı ve dinleyiciden çok kadın anlatıcı ve dinleyiciye hitap eden sevda hikâyelerinde istanbul'u bulmak çok zordur. Olaylar, genellikle haritalarda var olan şehirlerde yaşanılır (Is-fahan/"Kerem ile Aslı", Tebriz/"Âşık Garip", Buhara/"Elif ile Mahmud", Erzincan/ "Asuman ile Zeycan"). Kunos bu mekân seçimi konusunda, Hindistan'ın veya 1001 Gece'den alınma fantastik tasavvurla çevrili Doğu ülkelerinin kendilerini olduğu kadar Türkleri de etkilediğini söyler.
Meddah hikâyelerinin mekânını ise u-zaklarda aramaya gerek yoktur. Olayların bir bölümü başka yerlerde başlasa veya devam etse bile istanbul vazgeçilmez bir mekân olarak yer alır. Zaman zurnan Mısır ve Cezayir gibi, artık eski "Şark"tan farklı olan ülkelere kaçıldığı, tekrar istanbul'a dönüldüğü görülür. Bu hikâyelerin olayları daha çok II. Osman (1618-1622) ile IV. Murad (1623-1640) dönemlerinde yaşanır.
Nutku'nun tanıttığı meddah hikâyeleri arasında Yusuf ile Züleyha mesnevisinden alınan ilhamla düzenlenen bir hikâyenin yanında çeşitli masallardan faydalanılarak düzenlenenler de vardır. Bu masal kaynaklı hikâyeler arasında 1001 Gece'den, Billur Köşk'len alınanlar da görülür. Gerçekçi İstanbul hikâyeleri arasında önemli bir yeri olan, hattâ bu türün örnekleri arasında Letâifname(->) adlı bir de varyantı bulunan Hançerli Hanım Hi-kâyesüi-*) hem meddah hikâyeleri, hem de halk kitapları arasında yer almaktadır. Bu hikâye ile Hâin Kahya ve Binbirdirek Batakhaneleri olarak da tanınan Tayyar-zadeHikâyesi'nin(.^>) ayrıca Karagöz faslına çevrildiği de unutulmamalıdır.
Gerçekçi hikâyeler âdeta meddah hikâyelerinde zaman zaman görülen olağanüstülüklerin, masal unsurlarının ayıklanıp olayların gerçekçi biçimde tasvir edildiği anlatmalardır. Onlardaki olayları "her insanın başına gelebilecek olaylar" olarak
Halk arasında baskıları kadar yazmaları da okunan "Ferhad ile Şirin"
hikâyesinin bir yazma nüshasının 3. cildinden iki sayfa. M. Sabrı Koz koleksiyonu
görmekteyiz. Sayıları fazla olmamakla birlikte bir devrin İstanbul'unu anlattıkları, bir devirde İstanbul'un okuma ihtiyacını karşıladıkları için bu hikâyelerin edebiyat araştırmalarmdaki yeri tartışılamaz.
Bu hikâyelerin sayısı 10 kadardır. Ancak hepsinin bilim dünyasının ışığına kavuşması zaman aralıklarıyla olmuştur. İlk defa İ. M. K. (İnal) 1928'de "Hançerli Hanım" m müellifi Ali Âli Efendi'yi tanıtırken hikâyenin de özetini vermiş ve birkaç cümle ile de olsa görüşlerini dile getirmiştir. Burada, hikâye ve masallarımıza yüzyıllardan beri aydınlarımızın bakış açısının yeni bir şekli yer almaktadır. İnal, hikâyenin yazılmasına özen gösterildiğini belirttikten sonra konuyu pek "avam pe-sendâne" bulmaktadır. Ayrıca, "muhave-re"ler tabii değildir; "kocakarı hikâyeleri" ibaresi, bize Namık Kemal'in Mukaddi-me-i Ce/â/indeki bazı satırları hatırlatmaktadır.
Bu hikâyeleri ilk defa topluca ele alan Ozon sadece "Hançerli Hanım", "Letâifna-me", "Tayyarzade", "Çevri Çelebi" hikâyelerinin adlarım saymış ve özetlerini vermiştir. S. E. Siyavuşgil, Karagöz faslına çevrilen ve daha ziyade İstanbul'a has halk hikâyelerini sayarken "Hançerli Hanım" in yanma "Binbirdirek Batakhanesi" ile "Hain Kâhya" hikâyelerini ekler. İsmail Habib' in sınıflamasında "Hançerli Hanım'la birlikte "Meddahlık" bahsinde yer alan "Sansar Mustafa"(->) ("Tayyarzade" ise "Aşklı hikâyeler" bahsinde gösterilir), Boratav'ın eklediği "Kanlı Bektaş", Elçin'in eklediği "Tıflî ile İki Biraderler Hikâyesi"(->), "Ev-hâd Çelebi Hikâyesi", "Ferruhdil ile Meh-med Bey'in Hikâyesi" bu türün kadrosunu meydana getirir. M. Tevfik'in "Üç Gün Alâka Sonra İzdivaç" adıyla verdiği hikâye ise, gerçekçi hikâyelerle birlikte Tanzimat döneminin ilk romanlarının izlerini taşımaktadır.
Bu hikayelerdeki olaylar IV. Murad dönemi İstanbul'unda geçer. Sultan, nedimi Tıflî ve dönemin ünlü fıkra tipi Bekri Mustafa da ikinci derecede şahsiyetler o-larak yer alırlar.
Hikâyelerin bazılarında konuyu ortak çizgiler etrafında toplayabiliriz. Azılı bir kadının işlettiği batakhaneye düşen hikâyenin erkek kahramanı, çeşidi ölüm teh-
likeleri atlattıktan sonra bir arkadaşının o-lanı biteni padişaha anlatmasıyla kurtulur. Hikâye sonlarında kötülerin cezalandırılması biraz da masalları hatırlatmaktadır.
Hikâyerin düzenleyicisi veya yazarı diyebileceğimiz sahipleri, biri dışında belli değildir. "Hançerli Hanım"ın müellifi, Ceride-i Havadis yazarlarından Ali Âli Efendi'dir. Bazı hikâyelerin ("Sansar Mustafa" vb) yazıldığı tarih belli değildir; bazılarının ise yazma nüshalarının okunduğu tarihler bellidir ("Hançerli Hanım" vb). Hikâyeler arasında basılı olanlar da vardır ("Çevri Çelebi", "Tayyarzade" vb). Bunlardan bazılarının basım tarihi ise belli değildir ("Tıflî ile İki Biraderler" vb).
Bu hikâyeler arasında yalnız sonuncuları, "gerçekçi" karakter gösterenleri İstanbul'a has hikâyeler olarak kalabilmişler, imparatorluğun başşehrinden pek dışarı çıkmamışlardır. Diğer hikâyelerin bir bölümü zaten İstanbul'a mahsus olmayıp "İstanbul'da da anlatılan hikâyeler" olarak bilinmekteydiler.
Bugün bu hikâyelerin, belki birkaçını bilen az sayıda ihtiyara, bir o kadar da meraklıya rastlayabiliriz. Diğerleri, görevlerini tamamladıkları için unutulmaya terk edilmiştir, tıpkı masallar, efsaneler gibi. Ancak, son çeyrek yüzyıldır günümüz roman ve hikâye yazarlarımızla şairlerimizin bu konulara da eğildikleri görülmektedir. Afet İlgaz'ın Halk Hikâyeleri (.1972), Tarık Dursun K.'nın Bağnyamk Ömer ile Gözel Zeynep'i (1972) ilk akla gelebilen adlardır. Tomris Uyar'ın Ödeşmeler'indeki (1973) bir hikâye de konumuzla ilgilidir. Afşar Timuçin'in Destanlar (1969) adlı e-seri ise 5 halk hikâyesinin yeni bir anlayışla nazma çekilmiş şeklidir. Dikkati çeken nokta, içlerinde "gerçekçi" hikâyelerin olmaması, hepsinin klasik anlamdaki halk hikâyelerinin yeniden yazımı veya benzerleri olmasıdır.
Bibi. İbnülemin Mahmud Kemal [İnal], "Meşâ-hir-i Meçhule", TTEM, XVIII, 96 (l Haziran 1928), s. 37-51; M. N. Ozon, Türkçede Roman Hakkında Bir Deneme, İst., 1936; S. E. Siyavuşgil, Karagöz, ist., 1941; O. Spies, TürkHalk Kitapları, ist., 1941; ismail Habib [Sevük], Edebiyat Bilgileri, ist., 1942; P. N. Boratav, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, ist., 1946; M. Rasih Özgen (çev.), "Yabancı Gözüyle Kaba-taş-Dolmabahçe", Yeni Tarih Dünyası, II, S. 17 (1954), s. 677-679; Ş. Rado, "Kahve Üzerine", Hayat Tarih Mecmuası, II, S. 11 (l Aralık 1969), s. 4-5 (Mizan'Ul-Hak'tan sadeleştirilmiştir); E. Ünal, "istanbul'da ilk Kahveler", ae, I, S. 5 (l Haziran 1966), s. 22-27; Ş. Elçin, "Kitabî, Mensur, Realist istanbul Halk Hikâyeleri", Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, I, S. l (Mart 1969), s. 74-106; ay, "Destân-ı Kıssa-i Şad ile Gam/Ferruh-dil ile Mehmed Bey'in Hikâyesi", Türk Kültürü Araştırmaları, XV, S. 1-2 (1976), s. 167-201; ay, "Sansar Mustafa Hikâyesi", ae, XVI, S. 1-2 (1977-1978), s. 195-224; ay, "Evhad Çelebi Hikâyesi", Mehmet Kaplan için, Ankara, 1988, s. 59-71; ay, Halk Edebiyatı Araştırmaları, II, Ankara, 1988; B. Necatigil, "Halk Hikâyelerimizin ve Halk Kitaplarımızın Yapıları, incelenmesi, Çağdaş Edebiyata Etkileri", Milliyet Sanat Dergisi, VIII, S. 176 (19 Mart 1976), s. 4-7; 1. Enginün-M. Kutlu "Halk Hikâyesi/Hikâyeleri", TDEA, IV (1980-1981), s. 57-62; P. N. Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, (4. bas.), ist., 1982, s. 51-66; N. Sakaoglu, "Hal-
kın Okuduğu Cenk Kitaplan-Aşk Masalları", TT, III, S. 18 (Haziran 1985), s. 37-39; A. Öz-türk, Türk Anonim Edebiyatı, ist., 1985, 81-84; Mehmed Tevfik, istanbul'da Bir Sene, İst., 1991, s. 64-65; Nutku, Meddahlık.
SAİM SAKAOGLU
HALK İLAÇLARI
İstanbul'da kullanılan halk ilaçlarının büyük kısmında bitkilerden yararlanılmaktadır. İlin denizle olan ilgisi nedeniyle, ö-zellikle balıkçılar arasında kullanılan halk ilaçlarında, deniz ürünlerinin de yer aldığı görülmektedir. Madensel (taş, toprak, su vb) kökenli halk ilaçları ise çok azdır (bak. halk hekimliği).
İstanbul'da eskiden beri halk arasında kullanıldığı tespit edilen halk ilaçları, kullanıldıkları hastalıklara göre şunlardır: Anjin: Elma ve karabiber pişirilerek lapa haline getirilir. Bir bezle boğaza sarılır. Arpacık: Sarmısak, arpacık çıkan yere sürülür. Astım: "Boru" adında yapraklı bir bitkinin yapraklan sigara gibi sarılarak içilir. Ateş: Patates dilim dilim kesilerek bir bezle alna bağlanır ya da alna sirke sürülür. Bademcik ağnsi: Kuru dut, süt ile kaynatılır ve soğutulur. Koyulaşıncaya kadar karıştırılır. Bir bezle boğaza sarılır. Bağırsak kurtlan: Her gün aç karnına kabak çekirdeği yenir ve sonra süt içilir. Basur:
1. Üvez kökü kaynatılıp suyu içilir. 2. Sar
maşık yutulur, buğusuna oturulur. 3. Nar
kabuğu kaynatılarak suyu içilir. 4. Ayva
yaprağı, beyaz zambak yaprağı ve limon
kaynatılarak suyu içilir. Belsoğukluğu: 1.
Maydanoz kaynatılıp buğusuna oturulur.
2. Külde pişmiş patlıcan, cinsel organa sü
rülür. Böbrek taşı: 1. Maydanoz kaynatılıp
suyu içilir, 2. Ayrıkotu kaynatılıp suyu içi
lir. Burun kanaması: 1. Enseye soğuk su
dökülür. 2. Burna tütün basılır. Çıban:
1. Kudret narı çiçeği zeytinyağı ile birlik
te bir şişeye konur. Şişe güneşe bırakılır.
İçindeki çiçekler eriyince yaranın üstüne
sürülür. 2. Pişmiş soğan yaranın üstüne
sarılır. 3. Pişmiş soğan, zeytinyağı ile ka
rıştırılarak yaraya sarılır. 4. Yaraya doma
tes bağlanır. 5. Yaraya keten tohumu la
pası bağlanır. 6. Yaraya şekerle karıştı
rılmış nişasta bağlanır. 7. Arpa unu, bal ile
karıştırılıp yaraya sarılır. 8. Yumurta sarı
sı, şeker, sabun tozu karışımı yaraya sa
rılır. Diş ağrısı: Ağrıyan dişe tuz ya da is
pirto konur. Dolama: 1. Zeytinyağı, piş
miş soğan ve sabun rendesi karıştırılır; bir
bezle parmağa sarılır. 2. Dolama olan par
mak sıcak pişmiş kahvenin içine batırılır.
Egzama: 1. İncirin yaprağı kurutulup ha
vanda dövülür ve elenir; bal ile karıştırılıp
her sabah aç karnına yenir. 2. Isırgan kay
natılarak suyu içilir ve posası egzama olan
yere sarılır. 3. Isırgan kaynatılarak suyu ile
banyo yapılır. Gözağnlan: 1. Ilık çay pan
sumanı yapılır. Çapaklanan ve toz giren
gözlere de uygulanır. 2. Göze limon ve an
ne sütü damlatılır. Guatr: 1. Kırlangıçba-
lığı yağı harici ve dahili kullanılır. 2. De
niz süngeri kurutulduktan sonra yakılır.
Meydana gelen kül, bal ile kanştırılıp, sa
ban aç karnına yenir. İdrar zorluğu: 1.
Maydanoz kaynatılarak suyu içilir. 2. Mı-
Osmanlı döneminde şifalı ot toplayıcıları.
Turhan Baytop koleksiyonu
sır püskülü ve iğde çiçeği kaynatılarak, suyu içilir. 3. Ayrık kökü, mısır püskülü, kiraz sapı, bakla çiçeği ve maydanoz kaynatılarak suyu içilir. İshal: 1. Kahve ile limon karıştırılarak yenir. 2. Atkestanesi çentile-rek yutulur. 3. Taze iç cevizin zarı kaynatılır ve suyu içilir. 4. Kızılcık yenir. 5. Leblebi yenir. 6. Demli çay içilir. 7. Bir kaşık nişasta ile pelte yapılır. Buna yarım limon suyu karıştırılarak yenir. Kellik: Açılmış kısma sarmısak sürülür. Kesik ve yaralar: 1. Tütün basılır. 2. Islak yosun sarılır. 3. Kudret narı ve şeker karışımı veya kudret narı ve zeytinyağı veya bademyağı karışımı bir hafta güneşte bekletilir. Elde edilen merhem, kanı durdurmak için kullanılır. Kınk, çıkık, burkulma: 1. Zeytinyağı, içyağı ve balmumu karıştırılır. Bu merhem, rahatsızlığın olduğu yere sürülür. Bir bezle sarılır. 2. Çekirdekli zeytin sarılır. Kulak ağrısı: 1. Kulağın uç kısmında kâğıt yakılır. 2. Kulağa pişmiş sarmısak konur. 3. Kulağa soğan suyu damlatılır. Mayasıl: 1. Sığırdili otu kaynatılır, sabah akşam suyundan bir fincan içilir ve bu su ile banyo yapılır. 2. Defne tohumu, devedikeni, ısırgan ve ardıç dövülerek şekerle karıştırılır ve aç karnına yenir. 3. Ağaç mürveri tohumu yutulur. Mide ağrısı: 1. Nane ile limon kaynatılarak çay gibi içilir. 2. Boruçiçeği kaynatılarak suyu içilir. 3. Zeytin yaprağı kaynatılarak suyu içilir. 4. Ülserde, kudret narı ve bal karışımı içilir. 5. Karanfil ile zencefil kaynatılıp, sabah akşam aç karnına suyu içilir. Nasır: Domates sarılır. Daha sonra yumuşayan kısım kesilir. Öksürük: l. Ayva çekirdeği kaynatılır. Bu su ılık olarak hastaya içiri-lir. 2. Hatmi çiçeği kaynatılarak suyu içilir. 3. Akşam yemekten sonra, yatmaya yakın bir kaşık zeytinyağı içilir. 4. Keten tohumu su ile kaynatılır. Lapa haline gelince, bir tülbent arasına konularak hastanın sırtına bağlanır. 5. Ayva yaprağı kaynatılıp suyu içilir. 6. Denizkadayıfı sütle kaynatılıp içilir. Romatizma: 1. Atkestane-leri soyularak rende yapılır. İspirto ve kırmızıbiberle karıştırılarak bir kavanoza ko-
nur ve ağzı kapatılarak güneş gelmeyen bir yerde dokuz ay saklanır. Romatizma olan yere sürülür. 2. Karalahana yaprağı sıcak suya bırakılır ve ara sıra romatizmalı yere konur. 3. Karaturp rendelenir ve ağrıyan yere sarılır. 4. Yılanbalığı pişirilip yenir. 5. Saf alkolde iki gece ayazda bekletilen denizanası ağrıyan yere sürülür. Safrakesesi iltihabı-. Yabangülü ağacının kökünün üstü koparılıp kaynatılarak suyu içilir. Sancı-. \. 1-2 dilim ekmek kızartılır, üzerlerine kırmızıbiber serpilerek, sıcak sıcak hastanın karnına konur. 2. Karnı ağrıyan çocuklar için zeytinyağı ile pişmiş yumurta, bir bezle çocuğun karnına bağlanır. 3. Meyankökü, şeker ve su ile kaynatılarak sıcak sıcak içilir. 4. Kurutulmuş limon kabuğu çiğnenir. 5. Kekik kaynatılıp, suyu içilir. Sanlık: 1. 7 ağacın yaprağı ve 7 ağacın toprağı toplanarak, bir kap içinde sabaha kadar bekletilir. Sabah onun suyu ile erkenden yıkanılır. 2. Alnın ortası, dilin altı veya kulağın arkası jilet ile kesilerek kanatılır. 3. Hastanın idrarı haberi olmadan kendisine içirilir. 4. Hastaya köpek pisliği yedirilir. Soğuk algınlığı: 1. Eklem yerlerine veya bütün vücuda tuz ve limon karışımı sürülür. 2. Pekmez ve karabiber karıştırılarak kaynatılır. Bu karışım içilir ve vücut terletilir. 3. Keten tohumu lapası bir bezle sırta sarılır. Şeker hastalığı: Hastaya dut yaprağı yedirilir. Şiş: Çiğnenmiş ekmek, bir tülbent içinde, şişen yere bağlanır. Uyuz: 1. Dişbudak ağacı yakılır, külü su ile karıştırılarak vücuda sürülür. 2. Şeftali yaprağı doğulur, vücuda sarılır. 3. Tuz ve şeker karıştırılarak hastaya yedirilir. 4. Hastanın vücuduna tuzlu su sürülür. Verem: 1. Kaplumbağa kanı, konyakla karıştırılarak hastaya içirilir. 2. Bakla çiçeği kaynatılarak suyu içilir. Yanık: Kuyu suyu, talk pudrası ve zeytinyağı karıştırılarak, yaranın üzerine sürülür. Arı sokması: Sokulan yere domates veya çamur sarılır.
Bibi. M. Alp, "Eski İstanbul'da Halk ilaçları", TFA, S. 186 (Ocak 1964); M. H. Bayrı, "İstanbul'da Kullanılan Bazı Halk İlaçlan", HBH, S.
HALK KİTAPLARI
522
523
HALK TAKVİMİ
: Satış yeri Iklsal küfcGj
Latin harfleriyle basılan halk kitaplanndan iki örneğin kapaklan: Sürmeli Bey, 1959 ve Âşık
Garip, 1935.
M. Sabri Koz koleksiyonu
91, 1939; Bayn, İstanbul Folkloru, 1972, 96-123; A. Demirhan, "Yalova'nın Bazı Köylerinde Halk Hekimliği", TFA, S. 280 (Kasım 1972); V. Ö. Göksoy, "istanbul'daki Balıkçı Ailelerinde Halk Hekimliği", Türk Halk Hekimliği Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1989; M. N. Ayral, "İstanbul'da Halk İlaçları, HBH, S. 72, 1937.
ALPARSLAN SANTUR
HALK KİTAPLARI
Halkın okuma ihtiyacım karşılamak amacıyla, basit bir dil ve örgüyle ve çok çeşitli konularda yazılan, önceleri ilkel teknik ile basılıp resimlenen kitaplardır. Taşbas-kı tekniğiyle çoğaltılıp Anadolu'nun her köşesine, özellikle Darendeli seyyar kitapçıların eliyle ulaştırılan kitapların sayısı araştırmacılara göre değişmektedir. Bunda, "halk kitabı" kavramının sınırlarının kesin olarak çizilememiş olmasının rolü vardır. Çünkü, halkın okuduğu kitapların bir bölümü hikâye etmeye dayanan ve benzer adlarla "halk romanı" veya "halk hikâyesi" diyebileceğimiz eserlerdir. Ancak, dini muhtevalı kitaplardan Nasreddin Hoca, Bekri Mustafa ve incili Çavuş fıkralarına, Yunus Emre Divam'ndan Ferec Bade'ş-Şidde'den çıkma "Seyfülmülûk" hikâyesine ve mektup örneklerine varıncaya kadar pek çok kitabı geniş çerçeveli bir_sınıflamanın içine sığdırmak da son derece güç olacaktır.
1937'de "halk romanlan"mn yeniden işlenmesi konusunda dönemin Matbuat Umum Müdürlüğü'nce hazırlanan listede sayı 70 kadarken, P. N. Boratav bu sayıyı 1946'da "100'ü geçiyor" şeklinde ifade etmektedir. Hattâ o, sayının araştırmalar sonucunda "150, hattâ 200'ü bulacağı"m eklemektedir. F. Türkmen de sayıyı 150 olarak vermektedir. Ancak bütün bunlar iyi bir araştırma sonucu derleneceği tahmin edilen halk hikâyelerinin sayısıdır; halkın okuduğu diğer kitaplar bu sayıya dahil değildir. O halde, halkın okuduğu kitapların sayısı daha da artacaktır.
Sınıflama konusunda bazı araştırmacılar dalların sayısında birleşseler bile ad ve konularda birleşememektedir. Konuya ilk defa eğilen F. R. Güloğul daha kitabın başında, o günlerde (1937) halkın okumakta olduğu kitapları şöyle sınıflandırıyordu. 1. Dini kitaplar: Namaz Hocası, Hüc-cetü'l-lslam, 2. Din ve mezhep etkileri altında yazılmış cenk kitapları: Muhammet Hanefi Cengi, Hayber Kalesi, Berber Kalesi, 3. Aşk masalları: Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Leylâ ile Mecnun, 4. Divanlar: Ka-racaoğlan, Yunus Emre, Niyazi-i Mısri, 5. Milli cenk ve kahramanlık kitapları: Köroğ-lu, 6. Dini hurafeye boğan kitaplar: Eski Mızraklı İlmihal, ilavelerle değiştirilmiş Mevlid.
Güloğul, bu sınıflamasının sonunda, ilhamı bu kitaplardan alınarak yazılan i-ki yeni daldan ve örneklerinden de söz ediyordu: Bunlardan ilki ikinci maddenin, ikincisi ise üçüncü ve dördüncü maddelerin birleşmesinden ortaya çıkan yeni şekillerdir.
Güloğul, harf devriminden sonra basılan kitapları da, "taşbasma aslı olanlar",
"halk ağzından toplananlar" ve "telif edilenler" diye üçe ayırdıktan sonra, son iki dala giren örnekleri de yeniden sınıflandırarak dörde ayırmaktadır: "Aşk hikâyeleri", "cenk kitapları", "halk ağzından dinlenilen hikâyeler" ve "milli kitaplar". Boratav, 1946'da yaptığı sınıflamada, her ne kadar bu sonuncu sınıflamayı aldığını söylerse de, o âdeta Güloğul'un bütün sınıflamalarından yola çıkarak telif edici bir sınıflama yapmıştır.
"Halk kitapları" denilince daha çok anlatmaya dayalı olanlar akla geldiği için, bazı araştırmacılar yalnızca bunlan değerlendirme yoluna gitmişlerdir. Bu alanda yazılan ilk kitabı da dilimize çeviren B. Necatigil basit bir sınıflandırmayla "aşk" ve "kahramanlık" hikâyeleri olmak üzere ikiye ayırır. Aynca hikâyenin yapısı da dört bölümde incelenir. Bu konudaki son sınıflamayı N. Sakaoğlu yapmıştır.
1. Aşk hikâyeleri (Asuman ile Zeycari), 2. Olağanüstü kahramanlık masalları (Haz-retiAli Kan Kalesi, Gazavât-ı Seyyid Battal Gazı), 3. Değişik kurguda cenk, aşk, korku serüven kitapları (Ali Baba ve Kırk Haramiler, Temimdar Hikâyesi), 4. Mizah hikâyeleri (Nasreddin Hoca, incili Çavuş, Karagöz metinleri), 5. Din kitapları (Namaz Hocası, BinbirHadis, Mevlid-i Nebevi), 6. Değişik konulu kitapçıklar (Rüya Tabirleri, Güzel Mektup Numuneleri).
Burada, diğerlerinde yer almayan dördüncü ve sonuncu dallar dikkati çekmektedir. Ayrıca, öbür sınıflandırmalarda yer alan "milli kitaplar/milli cenk ve kahramanlık kitapları" dalının yer almadığı, örneği olan "Köroğlu"nun genel bir başlık altında, Ali Baba, Dürr-i Yekta, Hançer-li Hanım gibi farklı yapıdakilerle bir arada verildiği, özellikle harf devriminden sonra kaleme alınanların sınıflandırma dışı kaldığı gözden kaçmamaktadır.
Halk kitaplarının dili, oldukça yalın ve aşırı süsten uzak olup özellikle anlatmaya dayananlar Arapça ve Farsça tamlamalardan arındırılmıştır. Anlaşılması kolay, zihinlerde sorular uyandırmayan bir yapıya sahip olan bu kitapların bir bölümünün
Yaygın bir
Doğu
hikâyesi
olan
Seyfülmülûk 'un
taşbaskı bir
nüshasından
resimli ve
resimsiz iki
sayfa,
1307/1899.
M. Sabri Koz
koleksiyonu
yazma ve basma nüshalarının olmasına karşılık bir bölümü sadece ağızlardan derlenmiştir. Boratav halk hikâyelerinin ancak 5-6 tanesinin yazma nüshasının veya nüshalarının olduğunu kaydeder (1946). Bu sayı günümüzde az da olsa artmıştır. Ayrıca Nasreddin Hoca, Mevlid-i Nebevi, Hançerli Hanım, Karagöz oyunları gibi bazı halk kitaplarının da yazması mevcuttur. Bu kitapların taşbaskı usulüyle çoğaltılmaları da 1863'ten sonraya rastlar.
B. Necatigil, bu kitapların anlatmaya dayananlarını tanımlarken bir yandan "tıkız", "acemice", "ilkel", "eksik" olduklarını belirtir öbür yandan da "sevimli birer kısa roman" şeklinde değerlendirir. Diğer kitaplar ise konularına göre az çok bu ö-zelliklere yaklaşır veya bazılarında olduğu gibi dikkati çeken bir uzaklaşma görülür.
Halk kitaplarının bir bölümünde basit çizgilerle de olsa resimlere rastlanır. M. Aksel ve G. Derman bu resimleri incelemiş ve hikâye-resim ilişkisini ortaya koymaya çalışmışlardır. Derman'a göre bu resimlerin bir bölümü acemice şeyler olup resim kurallarına uyulmamış, oranlar den-gelenememiş ve kompozisyon duygusu gelişmemiştir. Diğer bir bölüm ise, asıl halk resmi karakteristiği gösterenlerdir. Bunlar acemice karalamalar değilse de Batı resim anlayışının etkisini pek sindirmiş değildir. Sonuncu bölümü ise Batı tarzı resme en yakın unsurların bulunduğu resimler oluşturur.
Bu kitaplar genellikle belli matbaalarda basılır, belli kitapçı dükkânlarında satılır veya cami avlularıyla eski hanların giriş kapılarında sergilenirlerdi. Önceleri Vezir Hanı'nda, Çadırcılar'da basılan bu kitaplar daha sonra Babıâli'ye kadar inmiştir. Ancak satış için Babıâli ve Nuruosma-niye'nin ara sokaklarında ve yeni tarz iş-hanlarının girişlerinde sergilenme imkânı bulabilmiştir. Günümüzde yeni teknikle basılıp resimlenen, hattâ renkli kapaklarla süslenen bu kitapların sayısı son derece azalmıştır.
Bu kitapların bir bölümünde "batıl iti-
:^^)^^^^^')>f^"^Ş'<Şf^ Je.4â;iibitwi5iı }^£&%^>£İM&g
^k^^^M^^^f,
<*->xt:Xfİ''.\:£.&&*2£:X.g,L&»S,\:
katlar", "irticai fikirler" ve "geri zihniyetler" olduğu için ıslahı yoluna gidilmesi düşünülmüştür; ancak dönemin maarif vekili, harf devriminden doğan yenileşmeyi bu iş için seferber edemediği için bir kısım sözler aynen devam etmiştir. Bununla birlikte Ejder Kalesi, Kan Kalesi gibi baştan sona hurafelerle dolu olan kitapların, bazen başına, bazen sonuna, okuyucuyu uyaracak ibareler eklenmiştir. M. Zeki Korgunal'ın 1932'de yayımlanan Ejder Kalesi adlı kitabındaki uyarı cümleleri şöyledir: "Bu gibi kitapları inanmak için değil, ancak hoş vakit geçirmek için okumalısınız. Çünkü bunların hiçbirisi tarih ve hakikate dayanmaz"
Dahiliye Vekâleti'nin 1937'de başlattığı bir faaliyetle bu tür kitapların yeniden ve gözden geçirilerek yazılması istenilir. Bu iş için devrin önde gelen yazarlarına gönderilen resmi yazıya kaç kişinin cevap verdiği bilinmiyorsa da gazete ve dergilerde N. Ataç, P. Safa, B. K. Çağlar, H. C. Yalçın, î. H. Baltacıoğlu, H. F. Ozansoy ve B. Cahit birbirinden farklı görüşler ileri sürerler. Güloğul'a göre roman ve hikâye yazanlar halk kitabı yazma konusunda pek de başarılı olamadılar; çünkü onlar halkı tanımıyorlardı, halk zevkini bilmiyorlardı, halkın bu kitaplarda neler aradığını, neler bulduğunu bilmiyorlardı; halk kitaplarındaki kahramanları kendi hayallerinde ce-vaplandıramıyorlardı vb.
Sayıca bu kadar çok olan halk kitaplarının tamamının istanbul'da basılmasına karşılık hangileri gereken ilgiyi görüyordu ve içlerinde olayları istanbul'da geçenleri var mıydı? Elbette bu kitaplar ilgi görüyordu; ancak bir bütün olmaktan çok bazıları ilgi görebiliyordu. Olayları istanbul'da geçenlerin sayısı pek de fazla değildi. Ayrıca bunların istanbul'da okunmalarının başka sebepleri de vardı. Hançerli Hanım, gerçekçi bir hikâye olup is-
tanbul'a mahsus idi; Karagöz oyunları, mesela "Salıncak Sefası" gölge oyunu olarak zaten zevkle seyrediliyordu. Nasreddin Hoca, Bekri Mustafa ve incili Çavuş gibi fıkra tiplerinin nükteleri yıllardan beri an-latılagelmekteydi.
Halk kitapları bir dönemin insanına kitap okuma zevkini kazandırdığı gibi onların eğlenmelerine de yardımcı olmuştu. Günden güne gelişerek 30-35 yıl önce duraklama dönemine girmiş, günümüzde ise sona yaklaşmıştır. Süleyman Tevfik (Öz-zorluoğlu), Remzi Daniş Korok, Selami Münir Yurdatap, Muharrem Zeki Korgu-nal, Murat Üraz, Eflatun Cem Güney gibi adların kalemiyle kâh aynen, kâh sadeleştirilerek yazıya aktarılan bu kitaplar birkaç basım ve yayınevinin gayretleriyle ayakta durabilmişti. Harf devriminden aşağı yukarı 70 yıl önce basımevlerinde hurufatla basılan bu kitaplar daha sonra "taş destgâhı", "litografya destgâhı" adlarıyla anılan basımevlerinde basılmaya başlanır. Daha sonra şahıs adlarına kurulan basımevleri devreye girer: ibrahim Efendizade, Ali Ra-if Efendi, Hacı Necip Efendi, Süleyman Efendi, Hulusi Efendi vb. II. Meşrutiyet'ten sonra basımevi adları yeni bir kimliğe bürünür: Sadâ-yı Millet, Zarafet, Kader, Emniyet vb. Bu dönemde kütüphane adları da konulmaya başlanır: Meşrutiyet Kütüphanesi, Sudî Kütüphanesi vb.
Harf devriminden önce başlayan yayınların 1930'lardan sonra arttığı dikkati çekmektedir. Bu dönemin önde gelen ba-sımevlerini şöyle sıralayabiliriz: ikbal, Yusuf Ziya, Emniyet, Bütün kitabevleri, istanbul Maarif Kitaphanesi, Türk Neşriyat Yurdu ve Bozkurt Basımevi. Bu yayınevleri de önce çizgi romanlara, sonra da televizyon ve videoya karşı koyamamış ve maalesef okuyucusu olan binlerce insan varken görevini tamamlamak zorunda bırakılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |