Bibi. Kömürciyan, istanbul Tarihi, s. 48-49, 279-281, 284-285; mciciyan, istanbul, s. 136; Eyice, Boğaziçi; Boğaziçi, s. 131-133.
İSTANBUL
HAJREM
"Dahiliye", "içeri daire", "harem dairesi", "makarr-ı nisvan" olarak da bilinir. Bizans ve Ortadoğu geleneklerine dayalı olarak Osmanlı yaşamı boyunca, İstanbul konutlarının aile bireylerine ve kadınlara ayrılan bölümü.
Diğer ülkelere ve kentlere oranla İstanbul'da daha özgür bir ortam yansıtan harem yaşamı, kentin Türk-Müslüman toplumu kadar gayrimüslim cemaatleri için de bazı farklılıklarla geçerli oldu. Bu yaşam biçimi, 17. yy'dan başlayarak bir çözülme eğrisi izledi. Tanzimat (1839-1876) ve II. Meşrutiyet (1908-1918) dönemlerinde harem kısıtlamaları giderek azaldı. 1923'te
Cumhuriyetin ilanının ardından haremin simgesi sayılan kafesler kaldırılmaya başlandı. 1926'da Türk Medeni Kanunu'nun kabulü ile de harem düzeni ve hukuku resmen geçersiz oldu.
Harem deyimi her dönemde Doğu'ya özgü bir kurum ve özgürlükleri kısıtlanan kadınların tüm yaşamlarını sürdürdükleri bir mekân olarak algılanmıştır. Batı dünyası daha da ileri giderek haremi, dışarıya kapalı müstehcen bir ortam olarak hayal etmiştir. Bu yanlış bakış doğrultusunda en çok ilgi duyulan merkezler arasında İstanbul her zaman en başta yer almıştır. Fakat, hareme girmenin ve buradaki yaşamı gözlemlemenin olanaksızlığından, hareme ilişkin anlatım ve betimlemeler, genelde hayale, söylentilere ve yakıştırmalara dayanır.
15. yy'm ikinci yarısından 20. yy'ın başına değin, uzun bir süreçten geçen İstanbul harem yaşamına bakıldığında, aynı dönemdeki sosyal yapıya bağlı olarak kurumlaştığı gözlemlenir. Kentteki "saray" merkezli sınıflaşmanın ortaya çıkardığı "saraylılar", "şehirliler" (şehrîler-îstanbul-lular), "belde ahalileri" (Galata, Üsküdar, Eyüp halkları) ile "taşralılar" (dışarıdan gelip yerleşenler) için, ayrı ayrı "saray haremi", "şehirli haremi", "taşralı haremi"nden söz edilebilir. Buna karşılık, dar gelirli, yoksul kesimlerle, kenar ahalisi ve köylüler için, belirgin bir harem kavramından söz edilemez. Buralarda, aynı çatı altında ailenin, hattâ kiracı konumlu ailelerin kendi iç dünyalarına özgü saygıyı, görgü kurallarını, kaçgöç disiplinini koruyarak ya-şayageldikleri saptanır. Bu açıdan harem dini ve ahlaki bir kurum olmaktan çok, varsıllığın ve soyluluğun gerekli kıldığı bir yaşam tarzı olarak selamlıkla birlikte kent yaşamındaki yerini almıştır, ikinci bir husus, İstanbul haremlerinden söz edilince akla gelen ilk ve tek mekânın Topkapı Sarayı(-t) hareminin olmasıdır. Kuşkusuz bu büyük harem, 1540'lardaki örgütlenişinden başlayarak İstanbul yaşamını ve kentin ikincil haremlerini çok yönden etkilemiştir. Bütünüyle bir harem olan Eski Saray(->), vezirlerin ve devlet ricalinin, ilmiye ileri gelenlerinin kalabalık harem daireleri, özel harem bölümleri içeren sa-hilhaneler, yalılar ve köşkler, 19. yy'daki modern saray yaşamının daha çağdaş harem daireleri, temelde, hanedan haremini örnek alan kurumlar olmuştur.
Kadı sicillerinde "makarr-ı nisvan" (kadınların oturduğu yer) olarak geçen haremleri, dışarıdan herhangi biçimde rahatsız etmek yasaktı. Örneğin, komşu evlerinin bu bölüme bakan pencereleri kapat-tırıldığı gibi, mahalle cami ve mescitlerinin minareleri de şerefelerinden çevredeki evlerin harem dairelerinin gözlenmemesi için bodur tutulurdu. Küçük konutlarda "dahiliye" ya da "içeri daire" denen haremler genellikle evin arka tarafında ve alt katta yer alırdı. Evin büyüklüğüne ve ev sahibinin konumuna göre, "harem-sa-ray", "harem dairesi", "harem evi", "harem ciheti", "harem odası", "kafes odası" vb değişik adlarla anılan ve bahçeye dönük
olan bu bölümle selamlık arasında "mabeyin dairesi" ya da "mabeyin odası" denen bir ara mekân daha bulunurdu. Haremlerin dışa dönük simgesi, cumba ve pencerelerinin kafeslerle örtülü oluşuydu.
istanbul haremlerinin iç dünyası ailenin sosyal yapısıyla bağlantılı ayrıntılar içermekteydi. Örneğin bir harem taşlığı ya da sofası çevresinde eşlere (kadın e-fendi-hanım efendi) mahsus, birer ikişer odalı özel daireler, harem ağalarına ayrılan bir daire, kalfalar dairesi ile diğer hizmetler için ayrılmış oda ve daireler, saraylara özgüydü. Daha küçük boyutlu haremlerde ise oda ölçeğinde bir yerleşim vardı. Mekânlar, "büyük hanımın odası", "büyük gelinin odası", "ortanca odası", "kızlar odası" vb adlar almaktaydı. Ayrıca her ailenin yaşama anlayışına bağlı iç düzenlemeler ve donatım söz konusuydu. Yapı bakımından ise kimi haremler basık, asma kadı, loş iken, bazıları ferah ve genişti. Kent merkezindeki harem daireleri dışa daha çok kapalı tutulurken yalı ve sa-hilhane haremlerinin geniş pencereleri, iç balkonları, koltuk bahçeleri vardı.
Saptanabilen bu özelliklere karşın, Tanzimat öncesi harem yaşamı ve mekânları için bilgiler yine de yeterli değildir. Bununla birlikte suriçi İstanbul'da, nüfus yoğunluğu ve konut sıkışıklığı nedeniyle çoğu evde harem bölümüne yer verilemediği, ancak bir arka odanın, "harem odası", "haremlik" vb adlarla anıldığı saptanmaktadır. Eski bir istanbul deyimi olan "nohut oda bakla sofa" sözü de buna bir kanıttır. Bu halk tipi evlerin küçük arka bahçeleri de haremin bir uzantısıydı. 1760'a ait bir belgede Karabaş Mahallesindeki bir ev, "fevkani iki oda ve bir sofa, dehliz ve abdesthane ile magsel, tahtani bir oda, mutfak, kenif ile su kuyusu da olan bir avlu" biçiminde tanımlanmakta ve bu tanım içinde harem-selamlık ayrımından söz e-dilmediği görülmektedir. Hariciyeli ve da-hiliyeli daha büyük bir ev ise üç katlı olarak "sagir ve kebir odaları, kileri, harem taşlığı ve kapısı, harem kömürlüğü, nim-sofası, geçme ve mabeyin odaları, sofaları, dehlizi, mahzeni, ocakları, selamlık köşkü ve kahve odası ve hamamı" sayılarak tanımlanmaktadır.
"Gusülhane" ya da "magsel" denen, çin-ko-taş kaplı, mangalla ısıtılabilen dolap içi banyoların, zemini maltataşı döşeli taşlık ya da dehlizlerin yer aldığı istanbul haremlerinde ocaklı oda pek enderdi. Isınma, mangalla ve tandırla en çok da kalın giysilerle sağlanıyordu. Haremin ilginç bir mekânı ise namaz odasıydı. Burada günlük ibadetin yamsıra ailenin çocuklarına, cariyelere din eğitimi de verilmekteydi. Pek çok haremde görülen bir başka mekân sandık odasıydı. Burada kürk, çarşaf, hamam takımı, çamaşır vb özel sandıklarında saklanır, lavanta çiçeği torbası ve misk sabunları konularak buraya mahsus bir koku sağlanırdı.
Mabeyin dairesi ya da odası, kadın erkek aile bireylerinin bir araya geldiği ara mekânlardı. Dönme dolap ise haremle selamlık arasındaki duvara yerleştirilmiş, el-
Thomas
Allom'un
çizgileriyle
harem içi
yaşamdan
bir gömnüm.
R. Walsh,
^•onstantinople and
the Scenery ofthe
Seven Churches of
Asia Minör, 1838
Galeri Alfa
le döndürülebilen birkaç gözlü bir düzenekti. Yiyecek ve içecekler gözlere yerleştirilir, dolap döndürülünce diğer taraftan bunlar alınırdı. Harem halkı, evde erkeklerin ve yabancıların bulunmadığı zamanlarda selamlığın kafesli cumbalarına gelerek dış dünyayı izleme olanağına sahiptiler. Bahçedeki kameriyede ve limonlukta ise komşuları ile buluşup otururlar, elişi yaparlar; harem taşlıklarını canlandıran çiçekleri de kışın burada korurlardı. Harem eşyası genelde hasır, makat, minder, yer yatakları, halı ve kilim gibi taşınabilir türdendi. Sayfiyeye ve yalıya göçlerde bunlar kolayca götürülebilirdi.
Haremin tipik bir simgesi sayılan harem ağalarının (zenci hadım köleler) saraydaki kalabalık ve örgütlü konumlarına karşılık konaklardaki sayıları azdı. Daha küçük konaklarda ise harem ağası istihdam edilmemekteydi. Bir bakıma ailenin soyluluğunu ve zenginliğini de simgeleyen harem ağalarının asıl görevleri, korkutucu fizikleri ile harem dairelerini beklemek ve harem kadınlarının dışarı çıkışlarında onlara muhafızlık etmekti. Kendi memleketlerinde aileleri veya köle tacirleri tarafından türlü yöntemlerle erkeklik organları yok edilmiş olduğundan harem ağalarının kadınlar dünyasında görev almalarında bir sakınca görülmemekteydi.
Yüzlerce kadının ve harem ağasının barındığı saray haremine özgü protokol ve
disiplin, bir ölçüde kentin diğer haremlerini de etkiliyordu. Saray haremindeki valide sultana, başhaseki, haseki, kadın efendi, ikbal, gözde vb unvanlı kadınlara, usta, kalfa denen yetkili cariyelerle acemi cariyelere, tayalara, dadılara, sütannelerine karşılık, İstanbul'un vezir saraylarında ve paşa konaklarında da "valide hanım", "büyük hanım", "hanım efendi", "kadın efendi", "odalık" (müstefrişe) "kâhya kadın", "hazinedar kalfa", "kalfa kadın", "bacı", "aşçı kadın" vb ad ve sanlarla çağrılan bireyler vardı. Her bir hanım ya da kadın, kendi çocukları ile haremin küçük birer dairesinde (iç içe 2 oda, l banyo, l kiler ve esvap odası) otururken cariyeler ve hizmet kadınları da topluca bir-iki odada veya sofada yatıp kalkarlardı. Konak sahibinin eşlerine "hanım efendi", odalıktan eşliğe yükselenlere ise "kadın efendi" denmekteydi. Hanım efendi ya da kadın efendilerin görevi efendiyi giydirmek, oturup kendisiyle sohbet etmekti. Harem dairesine geçen evin erkeği eşlerinden ya da odalıklarından dilediğinin odasına gider; akşamı ve geceyi orada geçirirdi. Taya kadın çocukları eğitirdi. Kâhya kadın, kalfaya günlük emirler verir, cariyelere giysi biçer, şurup, reçel, turşu yapar, sandık odasını düzeltir, konuklar için oda hazırlatır, boş zamanlannda elişi ya da müzikle uğraşırlardı. Konaklarda kiler ve mutfak genellikle selamlığa bağlı olduğun-
HAREM
554
555
HAREM
ler "taşralı" denilerek ayıplanırdı. Boğaziçi'nde mehtaba, serv-i simin seyrine çıkışlarda da bu kural geçerliydi. Kadınların bindiği kayıkların birbirine yanaşması ve içindekilerin 5-10 dakika sohbet etmeleri, dedikodu, havadis aktarmaları ise doğal karşılanırdı. İstanbul haremlerinin her biri, bir diğerinin tüm özelliklerini, giyim kuşam tutkularını, feracelerinin renklerini, yürüyüş ve duruşlarıyla da kimler olduklarını yanılmasız bilirlerdi.
Harem ortamında binbir ayrıntıyla zen-
dan, vekilharç, aşçı, ayvaz, saka, yamak vb personelin haremle ilgisi olmaz, ancak bazen büyük hanım, vekilharca, aşçıya direktifler verebilirdi. Haremlerde barınan ve konumlarına göre, "besleme", "halayık" denen kızlar, köle olmadıkları gibi, bunlara ücret de ödenmez, ancak gördükleri hizmete karşılık büyütülüp eğitilerek gelin edilirlerdi.
istanbul'un büyük haremleri birer eğitim yeriydi. Hanımlar, cariyeleri sıkı bir disiplin altında görgü kurallarına ve hizmete alıştırarak yetiştirirlerdi. Bunları satarak ö-nemli kazançlar sağlayan hanımlar yanında azat edip evlendirerek yuva kurduranlar da vardı. "Çırak çıkarma" denen bu â-detler İstanbul'da yaygındı. Aileler, evlenme çağındaki oğullarına, tanınmış konaklardan kız almayı tercih etmekteydiler. Konak ya da saray hareminde yetişmiş bir cariye ile Enderun'dan(~») çıkma bir gencin evlenmesiyle kurulan aileler ise İstanbul inceliğini ve görgüsünü en ileri düzeyde temsil etmekteydiler.
Haremler kapalı, güneşsiz, rutubetli ortamlar olmakla birlikte selamlığın ferah, aydınlık fakat o oranda da resmi ortamına göre daha sıcak ve samimi mekânlardı. Burada, köle ya da asil kökenli hanım-
Camille
Rogier'in
betimlemesiyle
haremde
yaşam.
C. Rogier,
La Turquie,
Paris, 1847
Galeri Alfa
lar, gelinler, Afrikalı bacılar, Anadolulu halayıklar, Çerkez cariyeler ve kalfalar, dil, anlayış, duygu ve fizik farklılıkları ile ilginç iç dünyalar oluşturmaktaydılar. Kavgalar, kıskançlıklar olabildiğince bastırılır, buna karşılık saygı, bağlılık ve sevgi duyguları öne çıkartılırdı. Günlük yaşam, ailenin konumuna göre farklı geçerdi. Örneğin orta halli ailelerde, yemek, çamaşır, temizlik vb tüm iş yükü haremde iken zengin konaklarında aile bireylerine dinlenmek, eğlenmek, yemek içmek dışında bir iş düşmezdi. Bu tür haremlerde yaşam bir bakıma tekdüzeydi. Odalarına kapanan kadınlar, el aynası, dikiş kutusu, gergefle veya kendi çocukları, kedisi ve kafesteki kuşları ile oyalanır, ender olarak ziyaretlere gidebilir, konuk ağırlar, hareme özgü eğlencelerle vakit geçirmeye çalışırlardı. Ayn daireleri olan hanımlar gün içinde birbirlerini ziyaret edip dedikodu yaparlar, hikâyeler anlatırlardı. Kış aylarında buna "tandırbaşı sohbeti" deniyordu. Taşlıklarda, sofalarda oyunlar oynanırdı. Çubuk ve nargile alışkanlığı İstanbul haremlerine 18. yy'ın sonlarında girmiştir. Gün boyu çeşitli vesilelerle bol bol şekerleme, yemiş, meyve ve dondurma tüketilirdi. Melling, "Sultanın Hareminden Kesit" adlı resminde,
bazı yanlışlıklara karşın, bir sultan efendi sarayındaki günlük yaşamı, yemek, ibadet, yatıp kalkma, temizlik, tandırda ısınma, sohbet vb'ni ayrıntılarıyla vermiştir. Bir Fransız gezgininin, Paris'te le To-ur du Mond&da. 1863'te yayımlanan izlenimleri ile hareme ilişkin pek çok gravür, tablo ve yazı da İstanbul kadınlarının haremdeki yaşamlarını, moda izleyişlerini, kıyafet düşkünlüklerini ve inceliklerini yansıtır.
Yalı haremleri ise kadınlar için daha özgür ortamlardı. Hanımlar, konukları ile, cariyeler kendi aralarında, koruya, bahçeye çıkmak, yemekli, kebaplı, helvalı piknikler düzenlemek, "çaylak yavrumu kapamazsın", "İstanbul efendisi", "havuz o-yunu", "aşçı-ayvaz kavgası" oyunlan oynamak olanaklarını yalılarda bulmaktaydılar.
Yabancılar, İstanbul haremlerinde kitabi kültüre eğilimin söz konusu olmadığını, gelişigüzel yaşamanın tercih edildiğini, kadınların kaderci olduklarım, 14-15 yaşındaki bir kızın bütün bildiklerinin eliş-leriyle saz, oyun ve görgü kurallarından ibaret olduğunu ileri sürmüşlerdir. Birkaç şarkı ezberleyip ud ve santur çalabilmek o dönem için önemli bir meziyetti. Haremlerde müzik yapma âdetinin çok gerilere dayandığını söylemek mümkündür. Ancak bu tutkunun Lale Devri'nde (1718-1730) yerleştiği Tanzimat'la birlikte daha da yaygınlaştığı, alaturkadan alafrangaya geçişin de Tanzimat'tan sonra olduğu kesindir. Vükela konaklarının harem dairelerinde ise müzik eğitimi verilirken genç kız ve cariyelerden kurulu saz takımları da oluşturulmaktaydı.
Hareme girebilen halk öyküleri, başta "Leyla ve Mecnun" olmak üzere Doğu kökenli, en çok da İran edebiyatından klasiklerdi. Çaylak Tevfik, istanbul'da Bir Sene adlı eserinde haremin tandır çevresinde kümelenen kadın ve çocuklarının anlatıp dinledikleri "Çarşamba Karısı" hikâ-yatı, "Hamamanası", "Gulyabani" vb masallara duyulan ilgiyi, helva sohbetlerim, yüzük oyunlarım anlatmıştır. Bir harem o-yunu olan "İstanbul efendisi"nde kızlardan birinin erkek kılığına girmesindeki geleneksel yöntem, başına kabaktan ya da karpuz kabuğundan bir kavuk geçirmek, eline sarımsak dişlerinden bir tespih almak, kaşlarına kalın rastık çekmekti. Bunda, erkeklere dönük bir alay söz konusudur. Erkek kıyafetiyle icra edilen köçek ve tavşan oyunlarında da aynı temalar vardı. "Güzellik mi çirkinlik mi" oyunu da hareme özgüydü. Bir kızın gözleri bağlanır, karşısına gelenin yüz ifadesini tahmin etmesi istenirdi. Harem sofralarında-ki çengi oyunlarında ise kızlar, seksi figürlere ağırlık vermekteydiler. Haremlerde, loğusa ve matem cemiyetleri, düğün eğlenceleri, kına geceleri, mevlitler yapılır; sosyal seviyelere göre protokoller uygulanırdı. Doğum sonrasında, orta halli aile hanımları çocuklarını emzirirler ama eşlerinden bir Arap bacı ve bir de orta işleri için halayık isteme hakkını elde ederlerdi. Kimi gelinler ise koca evine Arap bacısını da yanında getirirdi. Haremlere ca-
riye, halayık, Arap bacı almışı, kentsoylu zengin elitin bunlara olan gereksinimi nedeniyle köleliğin yasaklanmasından sonra da 20. yy'ın başına değin sürdü (bak. esir ticareti).
Haremler, dış dünyaya büsbütün kapalı değildi. Buraları hemen her gün bohçacılar, falcılar, muskacı, tütsücü kadınlar, dilenciler yoklamaktaydılar. Çarşı esnafının da haremlere mal götürüp getiren a-yak tellalları vardı.
Hareme canlılık getiren olaylar ziyaret ve gezmelerdi. Haremler arası ziyaretler, haberli, davetli, zuhurat ve tanrı misafiri tarzlarında olurdu. Davetli ve haberli ziyaretlerde bir harem ağasının refakatinde 2 cariye, çağına ya da haberci olarak gönderilirdi. Gelen cariyeleri evin büyük hanımı ya da kadın efendisi misafir odasında kabul eder, kimlerin konuk geleceklerini veya davet ettiklerini öğrenirdi. Cariyeler etek öpüp ayrılırken oda kapısında harem kalfasının kendilerine oyalı birer başörtüsü ya da atlas kese içinde harçlık vermesi âdettendi.
Harem protokolünde konuk kapıda karşılanır, esvap odasına alınır, çarşafını, feracesini çıkartmasına yardımcı olunur, konuk kadınlar endam aynasında saçlarına, yüzlerine düzgün verirler, sonra teşrifatçı kalfanın yol göstermesi ile misafir o-dasına alınırlardı. Sırma işli örtülü gümüş tepsiyle ve zarflı fincanlarla sunulan yorgunluk kahvesinden sonra sohbet boyunca kokulu şerbetler, mevsim meyveleri, yemiş vb ikram edilir, tepsilerle çeşitli reçeller, kaymak, yağ, peynir türleri, sakız ve sigara börekleri ile kahvaltı verilirdi. Servisler özel takımlarla, hattâ bazen elmaslı çay kahve kaşıkları ile yapılırdı. Son dönemde harem çaylarında gümüş semaver de kullanılmıştır. Kahvaltı sırasında kızlar ve cariyeler, piyano, keman, ud çalarlar, özenli elişlerini, gergef, kanaviçe, firkete oyalarım konuklara gösterirlerdi. Geniş harem sofalarında ise kalabalık konuk gruplan ağırlanırdı. Daha eskiden bu mekânlar, divan ve sedirlerle donatılırken son dönemlerde bunların yerini Avrupai koltuk kanepe takımları almıştı. Ziyaretlerde saz çalınması, şiirler okunması, o-yunlar sergilenmesi yerleşmiş geleneklerdi. Harem konukları, aile ile olan yakınlıkları oranında bazen günlerce, aylarca kalabilirler bu süre boyunca aileden olurlardı. Bunlar genellikle uzak memleketlerden gelen akrabalardı. İstanbul'un uzak semtlerinden gelenler de bir geceden birkaç haftaya kadar kalırlar, bu ziyaretlerin anıları uzun zaman unutulmazdı.
Haremi en çok etkileyen bir diğer hareket gezmek ve sokağa çıkmaktı. İlkbahar ve yaz aylarında Kâğıthane, Göksu-Küçüksu mesirelerine, koçu ve kupalarla "hanımiğnesi" denen kayıklarla gidilirdi. Bunun için günlerce hazırlanılır, çeşit çeşit şerbetler, yiyecekler, dilenciye verilecek sadakaya kadar hiçbir şey ihmal edilmezdi. Meddahlar, ortaoyuncuları kırlarda, portatif kafesler arkasından seyredilebilirdi (bak. beylik gezmeler). Geziye ya da hamama, çarşıya, ziyarete gidilirken duru-
Sander Alexander Swoboda'mn "Harem'de Alışveriş" adlı bir resmi tuval üzerine yaslıbova 36x54 cm, 19. yy ortalan. Ara Güler fotoğraf arşivi
ma göre maşlah, ferace-yaşmak, pelerinli çarşaf, yeldirme gibi üstlükler tercih e-dilirdi. Bunun içine ise libade, hırka, üçetek, dört peşli entari, Avrupa kesimi entaT ri giyilir, başa tepelik, hotoz konur, sarkma yemeni, başörtüsü veya kundak baş bağlanırdı.
Eski İstanbul toplumu, karı-kocayı, yetişkin oğulla annesini, baba ile kızını dışarıda bir arada görmeye alışık olmadığından, aile bireyleri aynı faytona veya kayığa binemezlerdi. Bu inceliği bilmeyen-
Topkapı Sarayı'ndaki haremde İkballer ya da Gözdeler Taşlığı olarak andan ve çevresinde odaların sıralandığı alanın bir görünümü.
Ara Güler
HARFF, ARNOLD von
556
557
HARİTALAR
Hartman Schedel tarafından yayımlanan istanbul'un resim ile harita arası gravürü, 1493. Galeri Alfa
girdeşen protokol, disiplin ve görgü kuralları, istanbul inceliğinin temelini oluştururdu. Örneğin yeniyetmelere öncelikle verilen eğitim, gülümseme biçimleri, bakış, yumuşak yürüyüş, tutumluluktu. Görücüye çıkan kızın meziyetleri sayılıp dökülürken "mangalda ateş örtmeyi, maltız yakmayı pek güzel becerir" övgüsü ihmal e-dilmezdi. Konuklan aşırı ikram ve ısrarla rahatsız etmemek, iltifatla sıkmamak, konuğa soru sormamak, alçakgönüllü davranmak, üstüne düşmeyen işi yapmamak, izinsiz söze karışmamak haremde kazanılan inceliklerdi. Bunlara uymayanlar için, büyük hanımın, Çerkez kamçısı ile belden aşağıya vurarak ceza uygulaması olağandı. Bir başka harem görgüsü, kadınların eşlerini, erkeklerin de haremdekileri "Beyefendi nasıllar?", "Hanımefendi afiyettedir inşaallah" vb gibi soru ve temennilerle de olsa asla sormamalarıydı.
İstanbul'da mekânlar dışında, vapur ve tramvaylara kadar yaygınlığı olan haremi, Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati romanları çokça işlemiştir. Namık Kemal, Ahmed Midhat, Recaizade Ekrem, Halid Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar'ın eserlerinde, haremin fiziksel konumu yanında, sosyal ve psikolojik ortamları da ağırlıklıdır. Abdülhak Şinasi Hisar, Çamlıca'daki Eniştemiz'de, bir istanbul köşkündeki yaşayışı, yine haremi ön p-lana alarak işlerken Boğaziçi Mehtapla-n'nda da kendi çocukluk ve gençlik yıllarındaki (19. yy'in sonu 20, yy'in başı) gözlemlerini aktarır. Harem ve selamlık ayrımının mesire yerlerinde bile uygulanmasının, insanları "bir anneyle dolaşmanın şefkatinden, bir kız kardeşle beraber olmanın rikkatinden ve elinde bir sevgili elinin hararetini duymanın lezzetinden" yoksun bıraktığını vurgular. Mehmed Akif Ersoy ise kadın ve kızların haremlerde, okumaktan, çalışmaktan uzak tutuluşunu Kız kadın hepsi haremlerde bütün gün mahpus/Şu telakkiye bakın en kötü vahşet: Namus! dizeleriyle eleştirmiştir.
Bibi. Musahibzade, istanbul Yaşayışı, 1992; Mehmed Tevfik, istanbul'da Bir Sene, ist., 1991; Lebip Muammer, "Harem ve içyüzü", Tarih Dünyası, S. 2, s. 67 vd; H. Varoğlu, "Topkapı Sarayı'nda Kadınlar Dairesi", Tarib-Coğrafya Dünyası, S. 2, s. 95-99; L. Saz, Harem'in İçyüzü, ist., 1974; Semih Mümtaz S., Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler, ist., ty; Ahmed Refik, Onuncu Asr-ı Hicrîde istanbul Hayatı, Ankara, 1987; S. Ünüvar, Saray Hatıralarım, ist., 1964; A. Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, ist., 1986; N. S. Örik, Ab-dülhamid'in Haremi, ist., 1989; E, R. Toleda-no, Osmanlı Köle Ticareti, ist., 1994; A. D. Al-derson, The Structure ofthe Ottoman Dynasty, Oxford, 1956, s. 77-84; N. M. Penzer, The Harem, Londra, 1936, s. 125-192; Lady Monte-gu, Şark Mektuplun, ist., 1933; H. Mintzuri, _&-tanbulAnıları, ist., 1993; A. L. Croutier, Ha-rem-Peçeli Dünya, ist., 1990; Ç. Uluçay, Harem, II, Ankara, 1985; A. Ş. Hisar, Çamlıca'da-ki Eniştemiz, ist., 1967; ay, Boğaziçi Mehtapları, ist., 1978; S. Germaner-Z. tnankur, Oryantalizm ve Türkiye, ist., 1989; N. H. Neyzi, Kızıltoprak Anıları, ist., ty; N. Sakaoğlu, "İstanbul Evleri", Anadolu'da Ev ve İnsan, ist., 1992, s. 184 vd.
NECDET SAKAOĞLU
HARFF, ARNOLD von
(1471, Geldern - 1505, Geldern) Alman gezgin.
Jühch ve Geldern düklerinin sarayında önemli hizmetlerde bulunan bir Alman asilzadesinin oğlu olan Harff, Kasım 1496' da Kudüs'ü ziyaret etmek üzere Köln'den yola çıktı. Roma'yı ziyaret ettikten sonra 1497 baharında Venedik'ten gemiye binerek İskenderiye'ye gitti. Kahire ve Sina Da-ğı'nı gezdikten sonra, Tur Limam'ndan denizyoluyla Aden ve Socotra adalarına geçti. Bundan sonra Madagaskar'ı, Doğu Afrika kıyılarını gezdiğini ve Nil'in kaynaklarını keşfederek oradan nehir boyunca Kahire'ye kadar geldiğini yazarsa da bu yolculuk şüphe ile karşılanmalıdır. Ancak, 2 Kasım 1498'de Kahire'den hareket eden Harff, Kudüs'ten sonra Şam'a uğrar, oradan Beyrut ve Adana'ya geçer ve karayoluyla Konya ve Bursa üzerinden 1499 baharında İstanbul'a gelir.
Harff, Galata'da, genellikle Venediklilerin barındığı bir kervansarayda kaldığını yazar. Bunun Melchior Lorichs'in 1557 tarihli İstanbul panoramasında ön planda görünen, eskiden Halic'i kapatan zincirin bir ucunun bulunduğu Bizans binasının yerinde yapılmış ve sonradan Kurşunlu Mahzen adım alacak binanın olması mümkün.
Ertesi gün İstanbul tarafına geçen Harff orada iki Fransisken manastırının bulunduğunu yazar. Bunlar 1474'te Kefe'den getirilen Katoliklere verilmiş Meryem ve Ayi-os Nikolaos kiliseleri olmalıdır ki birincisi Odalar Camii adıyla î640'ta, ikincisi ise Kefeli Camii adıyla l627'de camiye çevrilmişlerdir. Bu kiliseler, bilindiği kadarıyla, Dominikenler tarafından kullanılıyordu. Ancak Harff'ın zamanında Fransiskenle-rin elinde bulunmaları da mümkündür.
Üç gün İstanbul'da kalan Harff'ın hizmetine, Stefenmark'taki Bresberg kenti kökenli ve adı Frenk Hassan olan bir yeniçeri tahsis edilmiştir. Bu kişi Harff ı II. Be-yazid'in huzuruna çıkarır. O dönemde saray protokolünün daha gelişmemiş olduğu ve İstanbul'a gelen gezginlerin azlığı düşünülürse bu karşılaşmanın gerçek olduğuna inanabiliriz. Kaldı ki padişah Venedikliler ve Güney İtalya'nın fethine çıkan Fransa Kralı VIII. Charles hakkında bilgi almak istemektedir. Harff'a göre II. Ba-yezid ona 200 altın karşılığında Müslüman olarak kendi hizmetine girmesini önermiştir. Ancak Harff şövalye olduğunu saklayarak tüccar olduğunu söyler ve öneriyi reddeder. Bu arada Topkapı Sara-yı'nın avlularından ve oradaki askerlerden söz eder. Kenti gezerek Ayasofya yanındaki Arslanhane'yi, Yedikule'yi, Eski Saray'ı görür. Baba Cafer Zindanı'ndan ve orada üç kulenin hapishane olarak kullanıldığından ve yanındaki balık pazarından söz eder. Ayasofya'yı da gezen Harff, Yahudi Mahallesi'ni de görür ve burada 36.000 cizye ödeyen kişinin kaldığım yazar (10 yıl önce, 1488/89 cizye defterine göre cizye ödeyen Yahudi sayısı 2.027'dir).
Gezmiş olduğu her ülkenin dili için
yaptığı gibi Harff Türk dilinden 50 kadar kelime ve birkaç cümle ve onların çevirilerini verir. Bunlar özellikle gezginin günlük ilişkilerini göstermesi bakımından ilginçtir. Örneğin, "gelberi", "alberi", "ben bilmez", "ben alayım", "nice yol gider bu şehre". Kadın kelimesinin Türkçe karşılığı ise Harffa göre "gelgidelim"dir.
Harff İstanbul'dan sonra Edirne, Filibe, Üsküp, üzerinden Adriyatik kıyısındaki Venedik topraklarına geçer ve 1499 sonlarına doğru Köln'e döner. Geldern düklerinin başmabeyincisi olarak ölen Harff, Aachen yakınlarında Lövenich Kilisesi'n-de defnedilmiştir. Kaleme almış olduğu yolculuğunun 10 kadar yazması biliniyor. Almanca ilk baskı Die Pilgerfahrt deş Rit-ters Arnold von Hargg adıyla 1860'ta Köln' de yayımlanmıştır. Londra 1946 tarihli İngilizce baskısının, 1967 tarihli Liechtens-tein'da yapılmış tıpkıbasımı vardır. Bibi. Yerasimos, Voyageurs, 122-123.
STEFANOS YERASÎMOS
Dostları ilə paylaş: |