Bibi. M. Es'ad, Mirat-ı Mekteb-i Harbiye, ist., 1310; M. M. Iskora, Harp Akademileri Tarihçesi, I-II, Ankara, 1966-1968.
NECDET SAKAOĞLU
HASAN AĞA MEDRESESİ
Eminönü îlçesi'nde Aksaray Horhor'da Çıngıraklı Bostan Sokağı ile Aksaray Külhan Sokağı'nm kesiştiği köşede, Horhor Hamamı ve Hindîler Tekkesi'nin de yer aldığı yapı adasında bulunmaktadır. Haso-dabaşı veya Hacı Odabaşı Hasan Ağa Medresesi olarak da anılır. Medreseyi yaptıran Hasan Ağa'nın kimliği tam olarak saptanamamıştır. Sicill-i Osmanî'âs yer alan üç Hasan Ağa'dan biri olması olasılığı zayıftır; bugün mevcut olan bina Osmanlı klasik dönemi özelliklerini taşımamaktadır. Yapım tekniği ve mimari ayrıntılarına bakılarak en erken 19. yy'a tarihlene-bilir.
1869'da işler durumda olduğu saptanan
yapı, 1894 depreminde hasar görmüştür. 1914'te yapılan incelemede "kadro dışı" bırakılan medrese hakkında ayrıntılı bilgi verilmemiş, yalnız 11 hücreli olduğu belirtilmiştir. 1918'de yangınzedelerin barındığı bina 1934 tarihli Pervititch haritasında genel olarak bugünkünden daha iyi durumda gözükmektedir, ancak bu çizim yapıyı tam ve doğru olarak yansıtmamaktadır; planda dershane belirtilmemiş, bitişiğindeki iki katlı yapıyla birlikte ayrı bir bina gibi gösterilmiştir. O tarihten günümüze kadar ciddi bir onarım görmemiş olduğunu sandığımız binanın büyük bir bölümünde istanbul Vakıflar Başmüdürlüğü personeli barınmaktadır. Güney yönündeki revak, hücreler ve dershane depo olarak kiraya verilmiştir. Avluyu çevreleyen sütunların aralarına duvarlar örülmesi, pencerelerin bir kısmının kapatılması, güney kolunun doğu duvarında bir geçit açılarak yandan girişli ayrı bir bölüme dönüştürülmesi gibi değişikliklerle yapının ilk tasarımını anlamak güçleşmiştir.
Dikdörtgen planlı bir avluyu üç yönde saran revak ve giriş ekseni üzerinde yer a-lan dershaneden oluşan medrese, klasik "U" plan tipinin bir uyarlamasıdır. Çıngıraklı Bostan Sokağı'na açılan ana giriş dikdörtgen çerçeveli küçük bir kapıdır. Söve-lerindeki profil düzeni ve köşelerde gönye burun birleşme şekliyle bir Bizans yapısından alınmış gibi durmaktadır. Avluyu çevreleyen mermer ve granit sütunlar da devşirme olmalıdır. Planda yan uzun kenarlar dört açıklıklıdır; dershane yönünde ise Pervititch planında tek açıklık gösterilmesine karşılık üç açıklık bulunmaktadır. Çoğu mermerden olan kabaca işlenmiş başlıkların hiçbirinin biçimi diğerine uymamaktadır. Od taşından yapılan iki başlık çok kötü aşınmış olduğundan ilk biçimlerini anlamak mümkün değildir. Medresenin duvarlarının genel olarak mo-
Hasan Ağa Medresesi'nde dershanenin bugünkü görünümü.
Yavuz Çelenk, 1994
562
HASAN ÇELEBİ
loz taş ve tuğla kmklanyla yapıldığı, üstünün sıvandığı gözlenmiştir. Ara duvarlarda yer yer harman tuğlası kullanılmıştır. Örtü malzeme ve strüktüründe ise endüstri devrimi sonrasının etkileri gözlenmektedir, Sütunların üzerinde alışılmış revak düzeni yerine düz atkılı bir sistem vardır. Pervi-titch planında bu durum tam anlaşılmaya-rak sütunların arası basık kemerli gibi gösterilmiştir. Düz atkılı sistem demir profillerle oluşturulmuş ve avlu aynı yükseklikle devam eden bu sürekli kirişle çevrelenmiştir. Dikdörtgen kesitli kirişin çerçevesi köşelere yerleştirilen köşebentlerle belirlenmiş, bu dört boyuna donatı belirli aralıklarda birbirine lamalarla bağlanarak bir kafes düzeni oluşturulmuştur. İçi tuğlayla doldurulan bu kafesin üzeri sıvanarak konstrüksiyonu gizlenmiştir. Hücre ve re-vaklar bu kirişlere ve dış duvarlara mes-netlenen, mertekleri "I" profillerle yapılan beşik-kırma çatı karışımı bir sistemle örtülüdür. "I" profillerin aralarının tuğla volta döşemeli oluşu ilginç bir yapısal ayrıntıdır. Günümüze ulaşan hiçbir Osmanlı medresesinde örneğim görmediğimiz bu özellikle bina önem kazanmaktadır.
Kare planlı olan dershanenin örtüsü bugün mevcut değildir. Üzerinde kagir bir örtü olduğuna ilişkin bir iz görülmemektedir. Kare veya yerine göre dörtgen planlı olan hücrelerin revaklara açılan bir kapısı ve birer basık kemerli penceresi, ayrıca dışarı açılan iki basık kemerli penceresi bulunduğu anlaşılmaktadır. Pencerelerin çoğu örülmüştür. Medresenin güney hücrelerinin tuğla bacaları korunmuştur ancak içerdeki değişiklikler nedeniyle ocak yerleri görülememektedir. Yapının saçak kornişi bulunmayıp, belki yenilemeler sırasında yok olmuştur.
Bibi. Sicill-i Osmanî, II, 120, 135, 139; Kütü-koğlu, Darü'l-Hilafe, 89; Kütükoğlu, İstanbul Medreseleri, 329; S. Eyice, "istanbul'un Ortadan Kalkan Bazı Tarihi Eserleri", TD, XXVII (1973), s. 158.
ZEYNEP AHUNBAY
HASAN ÇELEBİ
(?, ? - 1594'ten sonra, istanbul) Hattat.
Çerkez asıllı olup Ahmed Karahisarî' nin(->) önce kölesi iken sonra onun tarafından azat edildi ve manevi evladı oldu.
Hayatı hakkında, eserleri dışında bilgimiz yoktur. Hattatlığı Ahmed Karahisarî' den öğrendi. Hocasının yolunda ustalıkla yürüdüğü ve onun yerini doldurduğu i-çin "Hasan Halife" olarak da anılır. Bir rivayete göre Süleymaniye Camii'nin yalnızca mihrabındaki yazı; başka bir rivayete göre de kubbesindeki yazı Ahmed Karahisarî, diğerleri ise Hasan Çelebi tarafından yazılmıştır. Başka bir söylentiye göre ise, Karahisarî, daha hayatta iken Süleymaniye Camii'nin yazılarının Hasan Çele-bi'ye verilmesine gücenmiş; öğrencisi bütün yazıları tamamladıktan sonra sıra tab-hane içindeki "ve yet'amûne..." ayetini yazmaya geldiğinde gözlerinde bulanıklık belirmeye başlayınca hocası Ahmed Kara-hisarî'ye müracaatla ona tamamlatrmştır. Aslında, Edirne'de Selimiye Camii'nin yazılarının kubbeye geçirilmesine nezaret ederken, düşen kireci temizlemek için kalemlerini yıkadığı kireçli suyla, fark etmeden gözlerini temizlemesi görme yeteneğini azaltmış; bunun üzerine, II. Selim, o-na hayat boyu maaş bağlatmıştır.
Ölümünde Sütlüce'de hocasının yanına gömülen ve zamanla kabri kaybolan Hasan Çelebi, Ahmed Karahisarî ayarında kudretli bir hattat olup hocasının kurduğu okula mensup olmakla birlikte onun ölümünden sonra klasik üslubun kurucusu Şeyh Hamdullah'm(->) yoluna dönmüştür.
Eserleri, müze, kütüphane ve özel koleksiyonlardadır. Süleymaniye Camii'nin çini üzerindeki yazılarla kitabesi ve ayrıca Edirne'de Selimiye Camii'nin bütün celi sülüs yazıları onun elinden çıkmıştır. II. Selim'e takdim edilen ve halen Topkapı Sarayı Kütüphanesi'nde bulunan Evrâdu'l-Usbûiyye adlı dua mecmuası gerek hat, gerek tezhip bakımından bir şaheserdir. Eser sülüs, nesih, muhakkak ve reyhani yazılarıyla yazılmıştır. Aynı kütüphanedeki En'am\ da fevkalade güzeldir. Bibi. Nefeszade ibrahim, Gülzâr-ı Savâb, ist., 1939, s. 21, 59; Müstakimzade, Tuhfe, ist., 1928, 155; Suyolcuzade Mehmed Necib, Dev-hatu'l-Küttâb, ist., 1942, s. 36; Habib, Hat ve Hattatan, ist., 1306, s. 84, 106; C. Huart, Leş calligraphes et leş miniaturistes de l'OrientMu-sulman, Paris, 1908, s. 127, 128; U. Derman, "Edirne Hattatları ve Edirne'nin Yazı Sanatı-mızdaki Yeri", Edime, Ankara, 1965, s. 311-319; ay, "Kanuni Devrinde Yazı Sanatımız",
Hasan
Çelebi'nin
yazısıyla
Süleymaniye
Camii'nin giriş
kapısı-
üstündeki
kitabe.
Yavuz Çelenk,
1994
Kanuni Armağanı, Ankara, 1970, s. 269-289; ay, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, İst., 1982, s. 9 ve 10. levhalar; ay, "Hasan Çelebi", islam Kültür Mirasında Hat Sanatı, ist., 1992, s. 197; Ş. Rado, Hattatlar, 81-82; A. Alparslan, Ünlü Türk Hattatları, Ankara, 1992, s. 59-60.
ALİ ALPARSLAN
Hasan Çelebi Mescidi'nden bir görünüm. Yavuz Çelenk, 1994
HASAN ÇELEBİ MESCİDİ
Beyoğlu İlçesi'nde, Kasımpaşa'da, Sururi Mehmet Efendi Mahallesi'nde, Emin Bey Camii Sokağı'nda bulunmaktadır.
Tersane Emini Hasan Çelebi (ö. 1576) tarafından 15. yy'ın üçüncü çeyreği içinde yaptırılmış olan bu mescit Mimar Koca Sinan'ın ufak çaptaki eserlerindendir. "Emin Bey Camii" olarak da anılan yapı 19. yy'da Cezayirli Hasan Paşa Vakfı tarafından onartılmış, 1952'de de, mimari bünyesini belirli ölçüde değiştiren bir onarım geçirmiştir.
Mescidin kare planlı harimini, kesme küfeki taşı ile örülmüş duvarlar kuşatmakta, her cephede, altlı üstlü ikili gruplar halinde düzenlenmiş dörder pencere yer almaktadır. Alttaki pencereler dikdörtgen a-çıklıklı, tepe pencereleri ise kemerlidir. Doğu ve batı duvarlarında ikişer dolap nişi, güney duvanmn ekseninde mihrap, kuzey duvarının batı kesiminde de giriş bulunur. Son onarımda, harimi örten ahşap çatı iptal edilerek söz konusu mekânın ü-zerine betonarme bir plak oturtulmuş, plağı taşıyan kirişlerin kesişme noktalarına iki tane betonarme sütun konmuştur. Hari-min kuzeybatı köşesinde yükselen minarenin kare tabanlı kaidesi cepheden dışarı taşmakta, kaide ile kürsü kısımlanmn 16. yy'dan, gövdenin ise 19. yy'daki onarımdan kalma olduğu anlaşılmaktadır. Aslında ahşap direkli olduğu tahmin edilebilen son cemaat yeri 1952 onarımında iki katlı ve kapalı olarak ihya edilmiş, bu arada, minarenin yanına bir müezzin odası
eklenmiştir. Yapının mimari özellikleri kısmen özgünlüğünü yitirmiş ise de, harimin duvarları, minarenin alt kesimi, ayrıca ha-rim girişi ve mihrap gibi bazı önemli ayrıntılar ilk şekilleriyle günümüze ulaşabilmiştir. Hadîka'du, mescidin yanında yer aldığı bildirilen mektep tarihe karışmıştır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 7; Raif, Mir'at, 524; S. Abaç: Kasımpaşa'nın Tarihçesi, ist., 1935, s. 12; Öz, istanbul Camileri, II, 22; Kuran, Mimar Sinan, 311.
M. BAHA TANMAN
HASAN EFENDİ (Hatip-ZâkM)
(?, Foça - 1622/1623, İstanbul) Besteci, zâkir.
Genç yaşta İstanbul'a gelerek Sakıza-ğacı'ndaki "Sır Tekke" adıyla tanınan Halveti tekkesinin şeyhi Nureddinzade Mustafa Muslihiddin Efendi'ye (ö. 1571) bağlandı, onun dergâhında dini ilimler, tasavvuf ve musiki bilgileri öğrendi. Sonra aynı dergâhın zâkirbaşılığına getirildi. Ayrıca Hoca Hayreddin Camii'nde hatiplik etti. Zâkirbaşılığıyla İstanbul'da büyük ün kazandı, Bezcizade Şeyh Muhyiddin (ö. l6ll) ve Koğacızade Şeyh Mehmedle (ö. 1617) birlikte zamanının üç önemli musikişinasından biri oldu. "Zâkirî" mahlasıy-la şiirler de yazdı.
Hasan Efendi en seçkin biçimine İstanbul'da ulaşan Türk dini musikisinin ilk ve en büyük bestecilerinden biridir. Eserleri cami musikisinin en kalıcı örnekleri arasındadır. Kutsal günlerde, dini törenlerde, namazdan önce ve sonra camilerde, tekkelerde okunmak üzere naat, durak, mersiye, sala, münacaat, tevşih, teşbih, temcid, ilahi gibi formlarda pek çok dini eser besteledi. Başka birçok değerli bestecinin eserleri yalnız camide yahut tekkede okunurken, onun eserleri hem camilerde, hem de tekkelerde okundu. Ancak, pek az e-seri günümüze ulaşabildi. Dindışı musikiyle de uğraştığı sanılıyor. Bayramlarda okunan bayati bayram ve cuma salatı, cenaze törenlerinde okunan hüseyni cenaze salatı, muharrem ayının onuncu günü tekkelerde okunan nühüft mersiye-i İmam Hüseyin ("Rivayette gelir bir gün Resullah olup dilşâd") 4 yüzyıla yakın zamandır etkisinden bir şey yitirmemiş, bütün topluma mal olmuş eserlerdir. Irak naat ile temcid; rast ve uzzal teşbihler; pençgâh, rast ve segah ilahiler günümüze ulaşabilmiş öteki eserleridir. Nühüft mersiye Dr. Suphi Ezgi tarafından notaya alınmıştır. Aynı eserin bir de kendine özgü mersiye tavrıyla icra edilen ve geleneklerle günümüze ulaşan bir şekli vardır. Bu tarzı günümüze ulaştıran Hafız Yaşar Okur, Kocamustafa-paşa'daki Sancaktar Hayreddin Dergâhı' nın zâkirbaşısı Aksaraylı Hafız âmâ Hasan Efendi'den bu mersiyeyi küçük yaşta meşketmiş, bunu öğrencisi Kemal Evren'e (ö. 1986) öğretmişti. Evren de mersiyeyi günümüz sanatçılarından Ahmet Özhan'a öğreterek eserin özgün icra şeklinin yaşatılmasını sağlamıştır.
Dr. Ezgi, geleneğin Itrî'ye mal ettiği cami musikisi eserlerinin Hasan Efendi'nin besteleri olduğunu ileri sürmüştür. Her iki
besteci arasındaki üslup benzerliğinden kaynaklanan bu iddia musiki çevrelerinde günümüze kadar sık sık tartışma konusu edilmiştir. Hatip Zâkirî Hasan Efendi, eserleri günümüze ulaşan en eski Osmanlı musikişinaslarından biri olması yönünden de önem taşıyan bir bestecidir.
Bibi. Müstakimzade, Mecmua, Süleymaniye Ktp, Esad Efendi Bölümü, no. 3397; Ataî, Ha-daiku'l-Hakaik; Ezgi, Türk Musikisi; Ergun, Antoloji, I; Öztuna, BTMA, I.
ÖMER TUĞRUL İNANÇER
HASAN EFENDİ (Kel)
(1868, istanbul - 1929, istanbul) Ortaoyunu ve tuluat sanatçısı.
Doğum tarihini 1874, ölüm tarihini 1925 olarak gösteren kaynaklar da vardır. Fakir bir ailenin çocuğu olarak Kadıköy' de yoğurtçuluk yaparken, hevesli olduğu tiyatroculuğa başladı. Yoğurtçuluğu sırasında da tuhaf halleri, ölçülü ve sevimli sesiyle halkı çevresinde toplardı. Henüz küçük bir çocukken ünlü komik Abdürrezzak Efendi'nin(~») rollerinin neredeyse tümünü ezberlemişti. Önceleri, Küçük İsmail Efendi'nin(->) Kuşdili'ndeki tuluat tiyatrosunda külhanbeyi rolünde oynadı. Asıl komik rolüne çıkmak istediyse de bu rolün sahibi Abdürrezzak Efendi'yle geçi-nemeyerek topluluktan ayrıldı. Şehzade-başı'nda Hayalhane-i Osmani Kumpanyası adlı bir topluluk kurdu. Topluluğa Kül-hanyan ve Papazyan'dan başka kanto için Küçük Eleni de alındı. Kel Hasan, Mardiros Mınakyan'm o günlerde çok tutulan dramlarına karşılık sürekli komedi sahneledi. Abdürrezzak Efendi saraya alınınca tuluat komikliğinde rakipsiz kaldı. 1925'e kadar sürdürdüğü sahne hayatında, gelişen Batı tarzı tiyatroya rağmen ününü korudu.
Saçı olmadığı için "Kel" lakabıyla anılan Hasan Efendi eski tip oyunların yamsıra yeni tip oyunlara da ağırlık vermiştir. Başına yırtık bir fes giyer, kaşlarını siyaha,
Kel Hasan Efendi
Gözlem Yayıncılık Fotoğraf Arşivi
563 HASAN HÜSNÜ PAŞA TEKKESİ
burnuyla yanaklarını kırmızıya boyar elinde bir tavan süpürgesi, sırtında istan-buliniyle (bu kıyafeti ustası Abdürrezzak Efendi'den almıştı), sahneye önce bir boş gaz tenekesi yuvarlar, ardından söylene söylene kendisi çıkardı. Bazen, Rüyada Taaşşuk gibi kendi tertiplediği oyunlarda saatlerce sahnede tek başına kaldığı da olan Hasan Efendi kısık sesine karşın keskin zekâsı ve hazırcevaplığıyla büyük övgü toplardı. Son ortaoyunu ve tuluat sanatçısı İsmail Dümbüllü de onun yanında yetişmişti.
Bibi. M. And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ankara, 1969, s. 241; S. Y. Ataman, Dümbüllü ismail Efendi, ist., 1974(?), s. 9-12, 45-52; M. Eıtuğrul, Benden Sonra Tufan Olmasın, ist., 1989, s. 561; S. Nüzhet (Gerçek), Türk Temaşası, ist., 1930, s. 142; Gövsa, Türk Meşhurları, s. 170; C. Kudret, Ortaoyunu I-II, Ankara, 1973-1974; Ö. Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi, I, ist., 1985, s. 384-385; M. N. Özön-B. Dürder, "Kel Hasan", Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, ist., 1967, s. 251; N. Türkmen, Ona Oyunu, ist., 1971, s. 113.
RAŞÎT ÇAVAŞ
HASAN FEHMİ PAŞA TÜRBESİ
Eminönü İlçesi'nde, Şehzadebaşı'nda, Kemal Paşa Mahallesi'nde, mahalleye adını veren caminin yanında yer almaktadır.
Selanik Valisi Hasan Fehmi Paşa'nın (ö. 1908) eşi olan ve türbenin yanındaki Kemal Paşa Camii'ni yeniden inşa ettiren, Ga-lib Paşa'nın kızı Zeyneb Feride Hanım (ö. 1903) tarafından 20. yy'ın başlarında yaptırılmıştır.
Kare planlı ve kubbeli türbenin duvarları kesme küfeki taşı ile örülmüştür. Barok üslupta bir akroterle taçlandırılmış cilan girişin üzerinde yer alan talik hatlı, mensur kitabede türbeyi yaptıranın kimliği ve ölüm tarihi belirtilmiştir. Giriş cephesi dışında kalan cephelere üçer pencere açılmış, bu açıklıkların arasına, yarım paye biçiminde pilastrlar yerleştirilmiştir. Pi-İastrların başlıkları Korint üslubunda olup akantus yaprakları ile bezelidir. Gövdeleri ise örgü geçmelerle süslenmiştir. Oldukça dışa taşkın bir silmeden sonra bir kalkan duvarı ile türbenin cepheleri sona ermektedir. Köşelere birer küre oturtulmuştur.
Türbenin içinde dikkate değer bir süsleme öğesi görülmemekte, duvarlar düz badana ile boyanmış bulunmaktadır. Türbede H. Fehmi Paşa ile Z. Feride Hanım'a ait iki adet ahşap sanduka vardır. Paşaya ait sandukanın başucunda, mermer bir levha üzerinde, ölüm tarihini veren talik hatlı, manzum bir kitabe yer alır.
İ. GÜNAY PAKSOY
HASAN HÜSEYİN MESCİDİ
bak. HOCA KASIM GÜNANİ MESCİDİ
HASAN HÜSNÜ PAŞA TEKKESİ, KÜTÜPHANESİ VE TÜRBESİ
Eyüp İlçesi'nde, Merkez Mahallesi'nde, Boyacı Sokağı'nın batı yakasında bulunmaktadır.
Tekke, kütüphane ve türbe bölümlerini bünyesinde toplayan bu yapı, II. Abdül-
HASAN NAZİF DEDE
564
565
HASAN PAŞA
hamid dönemi (1876-1909) bahriye nazırlarından Bozcaadah Hasan Hüsnü Paşa (ö. 1903) tarafından 19. yy'ın sonlarında inşa ettirilmiştir. Doğu yönünde Boyacı Sokağı, diğer üç yönde, Eyüb Sultan Külliyesi'n-den(->) Halic'e uzanan mezarlık ile kuşatılmış olan binanın güneyinde, paşanın gelini Hatice Canan Hanım'a (ö. 1907), kuzeyinde de Posta ve Telgraf Nazırı İzzet Efendi'ye (ö. 1891) ait açık türbeler yer alır. Günümüzde son derecede bakımsız olan ve berduşlann barınağı haline gelmiş bulunan yapının yer yer çökmeye başladığı görülmektedir.
Dikdörtgen bir alanı kaplayan binanın bazı duvarları tuğla ile, bazıları da moloz taş ve tuğla ile almaşık düzende örülmüş, üstleri sıvanmış, yalnız Boyacı Sokağı üzerindeki esas cephe tamamen beyaz mermerle kaplanmıştır. Bu cephenin ekseninde, demir kanatlarla donatılmış olan ana giriş, yanlarda da buna göre simetrik konumda olan ve Hasan Hüsnü Paşa ile yakınlarının gömülü oldukları türbe birimlerine açılan birer pencere bulunmaktadır. Her üç açıklık da yuvarlak kemerle taçlandırılmış, kemerlerin çıkıntılı kilit taşlarının üzerine, kıvrımlı yapraklardan oluşan tepelikler oturtulmuştur, ikisi girişin yanlarında, ikisi de cephenin sınırlarında olmak üzere, akantus yapraklı başlıklara sahip 4 adet pilastr, saçak hizasına kadar yükselir. Pencerelerin alt ve üst hizaları ile saçak hizasına yerleştirilmiş olan 3 adet silme, pilastrların yarattığı düşey ifadeyi dengelemektedir. Pencerelerdeki döküm parmaklıkların üst kesiminde yer alan güneş motifleri, cepheye egemen olan ampir üslubuna bağlanmakta, buna karşılık alt kesimlerde görülen "S" ve "C" kıvrımları barok üslubu yansıtmaktadır.
Doğu cephesindeki ana girişi izleyen koridor batı cephesine kadar ilerleyerek yapıyı iki eşit parçaya ayırmakta, arkadaki küçük avluya açılan tali bir kapı ile son bulmaktadır. Binanın barındırdığı bütün mekânlar bu koridora açılır. Yapının doğu kesimine, koridora göre simetrik konumda, kare planlı ve kubbeli iki türbe birimi, kuzeydeki türbenin arkasına kütüphane odası ile türbedar-şeyhin odası, güneydeki türbenin arkasına da, bu ikisinin top-
lamı büyüklüğünde olan tevhidhane yerleştirilmiştir.
Türbe birimlerinden koridora açılan dikdörtgen açıklıklı kapılar, kesme taş sö-velerle çerçevelenmiş, ahşap kanatlarla ve yuvarlak hafifletme kemerleri ile donatılmıştır. Doğu cephesindeki pencereler ile bu iki kapı dışında binada bulunan bütün açıklıklar tuğla örgülü basık kemerlerle geçilmiş ve kesme taş sövelerle kuşatılmıştır. Kuzeydeki türbede, Boyacı Sokağı'na bakan pencerenin önünde, Hasan Hüsnü Paşa'nın, günümüzde çıplak bırakılmış olan ahşap sandukası, batı duvarının ö-nünde de, oğlu Amiral Mehmet Rüştü Boz-calı'nın (ö. 1966) kabri bulunur. Söz konusu kabri örten mermer levhada Latin harfleriyle altında gömülü olanın künyesi o-kunmakta, başucundaki küçük şahidede sülüs hatlı "Hüve'1-Bakî" ibaresi ile "Bütün nefisler ölümü tadıcıdır" mealindeki ayet yer almaktadır. Batı duvarında görülen, basık kemerli geniş nişin aslında kütüphane odasına açılan bir pencere olduğu ve sonradan örüldüğü anlaşılmaktadır.
Güneydeki diğer türbe, Hasan Hüsnü Paşa'nın hanımı ile çocuklarına ait 5 adet ahşap sandukayı barındırır. Sandukaları kuşatan oymalı ahşap parmaklıklar paramparça edilmiş durumdadır. Batı duvarında, tevhidhaneye açılan pencerenin önünde yer alan sandukanın parmaklığı I. Ulusal Mimarlık Üslubu'nu," diğerleri ise eklektik zevki yansıtır. Bu türbenin doğu duvarında bir tepe penceresi göze çarpar. Türbeleri taçlandıran, tuğla örgülü kubbeler, özel olarak imal edildiği anlaşılan çember şeklindeki çelik putrellere oturmakta, bunlar da, kubbelerden arta kalan yüzeyleri örten volta döşemenin putrellerine bağlanmaktadır.
Dikdörtgen planlı küçük mekânlar o-lan kütüphane odası ile türbedar-şeyh odasından birer kapı ile pencere koridora a-çılmaktadır. Kitapları Süleymaniye Kütüp-hanesi'ne nakledilmiş olan kütüphanenin kuzey duvarında küçük bir ocak ile sonradan örülmüş bir tepe penceresi bulunur. Türbedar-şeyh odasının koridora bakan penceresinin de örülerek kapatıldığı, bu mekânın arka avluya açılan iki pencereden ışık aldığı görülmektedir. Dikdörtgen
Hasan Hüsnü Paşa Tekkesi, Türbesi ve Kütüphanesi'nin Boyacı Sokağı'ndaki giriş cephesi. M. Baha Tanman, 1994
planlı tevhidhane, ikisi koridora, ikisi güneye, biri batı yönündeki avluya, biri de türbeye açılan 6 adet pencereye sahiptir. Güney yönündeki açıklıklar tepe penceresi niteliğinde olup bunlardan bir tanesi sonradan örülmüştür. Yuvarlak kemerli, sığ bir niş şeklindeki mihrap, güneydoğu köşesine verev olarak yerleştirilmiştir. Tevhidhane ile türbedar-şeyh odasından meydana gelen bu tekkenin Sa'dî tarikatına bağlı olduğu nakledilmektedir.
Türbelerdeki kubbeler dışında, binar daki mekânlarını örten volta döşemelerde alışılmadık bir ayrıntı dikkati çeker. Döşemenin taşıyıcıları olan çelik putrellerin arası, tuğlalar yerine Marsilya kiremitleri ile kapatılmış, söz konusu tavanlar, aynı tekniğin kullanıldığı bir çatının altına alınmıştır. Tevhidhane ile türbelerin duvarlarında, aynca türbelerdeki kubbelerin içinde, büyük ölçüde tahribe uğramış kalem işleri seçilmektedir. Osmanlı döneminin sonlarında, her türlü yapıda benzerlerine rastlanılan bu bezemeler, duvar yüzeyindeki dikdörtgen panolardan ve bunların köşelerine yerleştirilmiş stilize bitki motiflerinden oluşur.
Minyatür bir külliye niteliği arz eden bu ilginç yapı bir türbe-tekke olarak değerlendirilebilir. Türbe birimleri, konumlarına ve cephelerine verilen öneme bakılacak olursa tasarımın ağırlık merkezini teşkil eder. Mimari programı asgariye indirgenmiş ve arkaya yerleştirilmiş tekkenin varlık sebebi ise, bir türbedar-şeyhin denetiminde, türbenin yakınında sürekli Kuran okunması ve zikredilmesi (Allah'ın anılması) arzusuna dayanmaktadır. Bazı veli ve sahabe türbelerine sonradan meşihat konulması sonucunda kurulmuş türbe-tekkeler dışında istanbul'da pek yaygın olmayan bu tür yapılara Kahire'yi kuşatan mezarlık alanlarında bol miktarda rastlanmaktadır.
Bibi. Akakuş, Eyyûb Sultan, 196-197; M. O. Bayrak, istanbul'da Gömülü Meşhur Adamlar, İst., 1979, s. 91; Demiriz, Türbeler, 49; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 199-201.
M. BAHA TANMAN
HASAN NAZİF DEDE
(1794, Yenişehir [bugün Yunanistan'da Larissa] -1861, istanbul) Mevlevi şeyhi ve mutasavvıf.
Kütahya'dan Yenişehir'e göç eden müftü ve muhaddis Mahmud Efendizade eL-Hac Halil Efendi'nin üç oğlundan biridir. Diğer kardeşleri Emin ve Arif efendiler, Balkanlar'daki Mevlevî örgütlenmesinde önemli rol oynamış kişilerdir. İlk eğitimini babasından alan Hasan Nazif Dede, Yenişehir'deki Horasanî Aziz Efendi Medre-sesi'ne devam etti. Daha sonra hocası Celâl Efendi'den icazet alarak bu medreseye müderris oldu. Uzun yıllar bu görevini sürdürdü. Fakat tasavvufa olan eğilimi ve "ehl-i beyt" yanlısı düşüncelerinden ötürü ulemayla çatışarak medreseden ayrılmak zorunda kaldı. Bir süre Balkanlar'da seyahat ederek bu bölgedeki Bedreddi-nî ve Melamî zümreleriyle ilişki kurdu. Ardından Anadolu'ya geçip Hacı Bektaş
Âsitanesi'nde Bektaşî kültürünü inceledi. Daha sonra Konya'ya gitti ve Mevlânâ Âsi-tanesi Postnişini Said Hemdem Çelebi'ye (Ö. 1858) intisap etti. Çile çıkartıp Aşçıbaşı Nesîb Dede'den Mevlevî hilafeti alan Nazif Dede, tekrar Yenişehir'e dönerek buradaki mevlevîhaneye 1852'de postni-şin oldu. Bu görevde ancak l yıl kalabildi ve 1853'te Mehmed Said Dede'nin vefatıyla boşalan Beşiktaş Mevlevîhanesi(-0 meşihatına atandı. 1853-1861 arasında bu görevde bulunan Hasan Nazif Dede, Beşiktaş Mevlevîhanesi'nin son şeyhidir. Kendisinden sonra yerine oğlu Hüseyin Fahreddin Dede(->) Maçka/Bahariye Mev-levîhanesi postnişini olarak geçmiştir. Mezarı, önce Beşiktaş Mevlevîhanesi Türbe-si'nde iken tekkenin yıktırılması üzerine oğlu tarafından 1871'de Maçka Mevlevî-hanesi'ne ve ardından 1877'de Bahariye Mevlevîhanesi'ne(-») nakledilmiştir. Bu tekkenin de 1960'larda uğradığı yıkım neticesinde üçüncü defa olarak şimdiki yerine, Eyüp'te Silahtarağa Caddesi kenarındaki açık türbeye taşınmıştır.
Hasan Nazif Dede, Beşiktaş Mevlevîhanesi meşihatını üstlenen son büyük şeyh ailesinin kurucusudur. Kendisinden önce Eyyubî Mehmed Dede (ö. 1723) ailesi 1669-1764 arasında Trabluslu Ahmed Dede (ö. 1771) ailesi de 1766-1853 arasında tekke yönetimini ellerinde tutmuşlardır. Nazif Dede ailesinin Beşiktaş Mevlevîha-nesi'nde başlayan meşihatı ise, oğlu Hüseyin Fahreddin Dede (ö. 1911) ve torunu Küçük Hasan Nazif Dede (ö. 1915) tarafından Bahariye Mevlevîhanesi'nde sürdürülmüştür. Ayrıca ailenin, Nazif Dede'nin kardeşi Arif Efendi kolundan gelen Baha-eddin Dede de vekâleten bu tekkede postnişinlik yapmıştır.
Hasan Nazif Dede, 19. yy İstanbul Mevlevî kültüründe "ehl-i beyt" yanlısı tasavvuf anlayışının en güçlü temsilcisi sayılır. Yenikapı Mevlevîhanesi(->) postnişini Sa-buhi Ahmed Dede (ö. 1644) tarafından 17. yy'da sistemli bir şekilde İstanbul Mevlevî kültürüne kazandırılan bu anlayış, zamanla Galata ve Kasımpaşa mevlevîhane-lerinde de etkili olmuş, fakat asıl gelişimini Hasan Nazif Dede'nin kişiliğinde sürdürmüştür. Beşiktaş ve Bahariye mevlevî-hanelerinde odaklanan Bektaşî-Melamî e-ğilimli bu tasavvuf anlayışı, aynı zamanda bu tekkelere Mevlevî organizasyonu içinde daha bağımsız bir konum sağlamıştır.
Balkanlar'daki Bektaşî-Melamî kültürünü İstanbul Mevlevîliğiyle kaynaştıran Hasan Nazif Dede, Hz Ali ve "ehl-i beyt" taraftan şiirleriyle zahit Mevlevîlerin eleştirilerine de hedef olmuştur. Mevlevî geleneğine aykırı bir tutumla bu şiirlerini Bektaşîliğe mensup Haşim Bey'e Suzinak Ayini olarak besteletmesi üzerine Konya'da-ki çelebilik makamına şikâyet edilmiş ve bu eserin mevlevîhanelerde icra edilmesi yasaklanmıştır. Mevlevîlik erkânı üzerine yazdığı Tarifü's-Sülûk adlı eseri ile şiirlerini topladığı bir Divariı vardır.
Dostları ilə paylaş: |