Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 202-203;
Kumbaracılar, Sebiller, 44-45; A. Egemen, is
tanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 27-
29. .. ..
H. ORCUN BARIŞTA
HAMİDİYE ETFAL HASTANESİ
bak. ETFAL HASTANESi
HAMİDİYE MEDRESESİ
bak. ABDÜLHAMID I KÜLLİYESİ
HAMİDİYE SUYU TESİSLERİ
Halic'in kuzeyinde kalan bölgeye su sağlamak amacıyla II. Abdülhamid tarafından yaptırılan ve 1902'de hizmete giren tesis. Yıldız Sarayı'nın(->) yapımından önce Taksim Suyu tesisleri(->) Halic'in kuzeyinde kalan bölgenin su ihtiyacını karşılıyordu. Yıldız Sarayı'nm günde 2.000 m3 su tüketmesi üzerine bu bölgede su kıtlığı başladı. Kâğıthane Deresi'nden toplanan sularla açık kapatılmak istendi. Ancak gerek Taksim Suyu, gerekse de Kâğıthane Deresi'nden sağlanan sular yüzeysel sular oldukları için kirlenme tehlikesi taşıyordu. Kaliteli içme suyu sağlama amacıyla yapımı kararlaştırılan Hamidiye Suyu te-
sisleri için bir komisyon kuruldu. Komisyon başkanlığına Adliye Nazırı Abdurrah-man Nureddin Paşa, üyeliklere ise II. Abdülhamid'in yakınlarından Emin Bey, istihkâm feriği Berthier Paşa ve Bongofs-ki Paşa tayin edildi. Berthier Paşa'nın ülkesine dönmesi üzerine projenin yapılması görevi Hendese-i Mülkiye-i Şahane öğretmenlerinden Hulusi Bey'e verildi. Tesisin büyük bölümü 1900'de tamamlanmıştır. Şebekeye suyun verilmesi ve tesisin resmen kabulü ise 26 Mayıs 1902'dedir. Cendere'deki pompa istasyonu ile çeşmelerin tümünün üzerinde 1318/1900 tarihi yazılıdır.
Hamidiye Suyu tesislerini gerçekleştirmek için Kırkçeşme tesislerinin doğu kolu üzerinde ve Kemerburgaz'ın güneydoğusundaki Karakemer ve Kovukkemer civarındaki membalar 20 maslakta toplanmıştır. Dr. Besim Ömer Paşa 80 kadar mem-banın maslaklarda toplandığını bildirir. Memba sayısının 50 ya da 64 olduğunu ileri sürenler de vardır. Membalardan toplanan Hamidiye Suyu'nun günlük verimi 1.200-1.300 rrf'tür. Daha önceki su tesislerinde pişmiş kilden yapılmış borular kullanılmışken bu tesislerde demir borular kullanılmıştır.
iSKl'deki kayıtlara göre Hamidiye Suyu tesislerinde toplam olarak 43.872 m boru kullanılmıştır. Bunun 5.137 m'lik bölümü membalarla maslaklar arasında, 3.765 m'lik bölümü maslaklarla isale hattı arasında yer almaktadır. Kemerburgaz-Cen-dere isale hattının uzunluğu ise 12.900 m' dir. Cendere'den bir kol Kâğıthane Deresi' nin sol sahilim takiben Halic'e ve Sütlüce Mezbahası'na su verir. Cendere'de 2 adet 500 rrf'lük su deposu bulunmaktadır. Burada buharla çalışan tulumbalar saatte 120 m3 suyu 120 m yükseğe çıkarıyordu. Su
Hamidiye Suyu tesislerine ait IV. Levent'teki bir su deposu.
Kâzım Çeçen
Harbiye Askeri Müze bahçesindeki demir dökme çeşme. Kâzım Çeçen
yerçekimi gücü ile bu kuleden 3.000 m uzaklıktaki Balmumcu depolarına iletiliyordu. Zincirlikuyu'dan ayrılan bir kol Mecidiyeköy'deki çeşmelere su verir. Bir kol Harbiye, Maçka, Beyoğlu ve Kasımpaşa'ya, bir kol Dikilitaş'a, bir başka kol da Yıldız Sarayı, Beşiktaş ve Ortaköy'e su verir. Balmumcu'da 2 adet 500 rtf'lük su deposu bulunmaktadır. Sonraları Cendere' deki buharla çalışan tulumbaların yerine elektrik motorlarının çalıştırdığı santrifüj tulumbalar konulmuştur. Bugün bu tulumbaların bir ünitesi çalışmaktadır. Hamidiye su şebekesinden 133 çeşmeye su verilmiştir. 1993'te bunlardan Beşiktaş civarındaki 13 tanesinin suyu akmaktaydı. Hamidiye Suyu'ndan beslenen resmi daire, hastane ve kasır sayısı da 43'tu.
Hamidiye su şebekesinde yer alan çeşmelerin bir bölümü dökme demirden yapılmıştır. Ortaköy Meydanı'ndaki, Darphane bahçesindeki, Firuzağa Camii önündeki ve Harbiye Askeri Müze bahçesindeki çeşmeler bu demir çeşmelerin örnekleridirler. Diğerleri ise çeşitli büyüklük ve üsluplarda inşa edilmiş mermer çeşmelerdir.
Bibi. Çeçen, Taksim-Hamidiye; Nirven, İstanbul Sulan; K. Esmer, Tarih Boyunca İstanbul Sulan ve istanbul'un Su ve Kanalizasyon Sorunu, ist., 1983; Nazım, istanbul Vilayeti Şehremanetine Evkaftan Devr Olunan Sular, İst., 1341; Çeçen, Su Tesisleri; Galip Ata (Ataç), "istanbul Evkaf Sulan", Sıhhiye Mecmuası, no. 16, 1922; Besim Ömer Paşa, Nevsal-i Afiyet, 3. sene, ist., 1320.
KÂZIM ÇEÇEN
HAMMER,JOSEPH
(9 Haziran 1774, Graz - 21 Kasım 1856, Viyana) Avusturyalı tarihçi.
Tam adı Baron Joseph von Hammer-PurgstalPdır. 1796'da Viyana Doğu Dilleri Akademisi'ni bitirdi ve diplomatlık mesleğine girdi. 1799'da Avusturya'nın istan-
bul Elçiliği'ne tercüman olarak atandı. Bu sayede istanbul'u ve Osmanlı ülkesinin birçok yerini tanımak fırsatını elde etti. Daha sonra gittiği Mısır'da ve İngiltere'de araştırmalar yaptı. 1802'de elçilik sekreteri olarak yeniden İstanbul'a geldi. 1806'ya kadar kaldığı bu görevdeyken Osmanlı tarihiyle ilgili malzeme toplamayı sürdürdü. 1811'de Viyana'da saray tercümanlığına getirilen Hammer, 1817'de İstanbul'a elçi olmak istediyse de Başbakan Metter-nich diplomatlıktan çok araştırmayla uğraşacağına inandığından Hammer'e bu görevi vermedi. Sonraki yıllarda dışişleri bakanlığında danışman olarak çalışan Hammer, 1847'de kurulan Avusturya Bilimler Akademisi'nin ilk başkanı oldu.
Yaşamı boyunca Türk, Arap ve Fars kültürüyle yakından ilgilenen Hammer'in en önemli eseri 10 ciltlik Geschichte der Os-manischen Reicbes'diı (1827-1832; Osmanlı Devleti Tarihi). Kuruluşundan 1774'e ka-darki dönemi kapsayan eser Osmanlı tarihi üstüne Batı'da yazılmış ilk bilimsel sentez olarak kabul edilir. Kitap Mehmed Ata tarafından 18 ciltlik Fransızca tercümesinden Türkçeye Devlet-i Osmaniye Tarihi (1-10 c., 1913-1921, 11 c., 1947) a-dıyla çevrilmiştir. Tamamlanmayan bu çeviriden sonra tam bir çevirisi Osmanlı Devleti Tarihi adıyla yayımlanmıştır (1983-1989, 1-18 c.)
Hammer'in Osmanlı Devleti'ne ilişkin i-kinci önemli çalışması Die Staatsverfas-sung und Staatsverıvaltung deş Osma-nischenReichegdti (I-II c., 1814-1816) (Osmanlı İmparatorluğu'nun Devlet Örgütü ve Yönetimi).
Hammer 1822'de Peşte'de İstanbul ve Boğaziçi hakkında Coristantinopolis und derBosporus, örtlich und geschichtlich beschrieben (Pesth, 1822) adlı 2 ciltlik bir eser de yayımlamıştır. Birinci cildi XXVIII +626+LXXII sahife ve büyük bir İstanbul planı; ikinci cildi 534+LXXIV sahife ve istanbul Boğazı haritasından meydana gelen, toplam 1.334 sahifelik bu büyük e-ser, istanbul ve yakın çevresi hakkında toplu bilgi veren ilk genel kitaptır. Hammer, eserde, sırası geldikçe antik çağ ve Bizans tarihinden bahsetmekle beraber, şehrin içindeki ve çevresindeki Türk e-serlerini, Türk kaynaklarından derlediği bilgilerle tanıtmaya çalışmaktadır. Şehrin ve çevresinin coğrafyası, iklimi, bitki ve madenleri ile başlayan yazar, surlar, kapılar, limanlar, meydanlar, sokaklar, anıtlar, saraylar, devlet binaları, camiler, kiliseler, havralar, türbeler, tekkeler, imaretler, darüşşifa ve tımarhaneler, mektepler, medreseler, matbaalar, meyhaneler, kahvehaneler, hamamlar, çeşme, sebil ve sarnıçlar, suyolları, bentler, suterazileri, çarşı ve pazarlar, bedestenler, kapanlar, han ve kervansaraylar, baruthane, dökümhane, tersane, lengerhane, kışlalar ve kaleler bu büyük eserin birinci cildinde ele alınan başlıca konulardır. Aynı cildin sonunda i-se birçok Grekçe ve Türkçe kitabenin metni ile Almanca tercümeleri yer almaktadır. Bunların arasında bugün en ufak izi bile kalmamış yapılara ait olanlar, bütün
HANCIYAN, LEVON
546
54 7 HANIMLARA MAHSUS GAZETE
®«fd)İ£İ)t
U tat ttyn labınBtıtfl
tfit un» îJrrSfıırn
SrarjU
m btt ©râatüng trt oimanlftrn Sfi$(S M ju
î) c il t).
t t e 6 t H •; 91 * t f o fi, 183*
Hammer'in Osmanlı Devleti Taribi'nin ikinci baskısının iç kapağı, 1834. Gözlem Yayıncılık Arşivi
yanlış okunuş ve hatalı baskıya rağmen yine de önemli tarih belgeleridir.
ikinci ciltte, Hammer, istanbul'un çevresini işlemekte, önce Trakya tarafından Büyükçekmece'den başlayarak hiçbir yeri unutmaksızın, Yeşilköy, Baruthane, Da-vutpaşa, Topçular, Otakçılar, Çömlekçiler ve daha birçok yeri tariften sonra Eyüp'e geçmekte, Alibeyköy, Kâğıthane dereleri ve bunların kıyılarını anlatarak Halic'in yukarı kıyısını Karaağaç'tan Tophane'ye kadar işlemektedir. İkinci büyük bölümde Kilyos'a kadar Boğaziçi'nin Rumeli yakası, üçüncü büyük bölümde ise, Anado-lufeneri'nden Kuzguncuk'a kadar Anadolu yakası yerleşme yerleri, tarihçeleri ile tarif edilmiştir. Dördüncü bölüm, Üsküdar, Bulgurlu, Kadıköy ve Adalar'a dairdir.
Hammer bir istanbul ansiklopedisi mahiyetinde olan bu büyük eserim, İstanbul'u tanımak isteyen yabancılar için bir seyyah rehberi gibi tasarlamıştır. Nitekim i-kinci cildinde 378. sayfadan itibaren, mühendis F. Kauffer'den(->) aldığı, 6 güne bölünmüş bir gezi programına yer vermiştir. Kitabın son bölümü İstanbul'da o sıra karşılaşılan bu büyük imparatorluğun her bir köşesinden gelen insanların milliyetlerine ayrılmıştır. Hammer, ayn bir başlık koymaksızın çeşidi meslek ve esnaf ile sanatkârları, Evliya Çelebi'nin birinci cildinden özetleyip Almancaya çevirerek eklemiştir. Ancak bunu metnin içinde ve listenin sonlarında (s. 521) bir vesile ile belirtir. Bunun arkasından da Osmanlı Dev-leti'nin o sırada mevcut çeşitli resmi daireleri hakkında bilgi verir. Cildin sonunda yine birçok kitabenin, hepsi pek doğru olmayan kopyaları ve Almanca tercümeleri yer alır. Bunların arasında da bugün artık kaybolmuş olanlar pek çoktur.
Hammer bugün bile aranılan ve başvurulan bir kaynak kitap olan bu eserini hazırlarken muhakkak ki şehri ve çevresini gezip dolaşmıştır. Ancak şehrin eski eserlerini ve tarihini iyi tanıyan bir uz-
manın yer yer gözünden kaçmayan bir husus Hammer'in bu yer ve yapıların hepsini görmediğidir. Bazı yerler ve yapılar hakkında yazdıkları görgüye değil, kitabi bilgilere dayanmaktadır. Fakat ne olursa olsun bu aksaklıklar bu büyük eserin değerine gölge düşürmez. Kitabın sonundaki İstanbul planı ise Comte de Choiseul-Go-uffier'nin(->) yanındaki mühendis Kauf-fer'in meydana getirdiği ilk İstanbul planıdır. Ancak esası 1776'da çizilen bu plan 1786'da düzeltilmiş, Hammer'in kitabı için 1821'de Barbie du Bocage tarafından yeniden düzeltmeler ve tamamlamalar ile basılmıştır. Aynı planın sonraları Hammer' in Osmanlı tarihinin atlasında da basıldığı görülür. Hammer, bu kitabı hazırlarken, İstanbul camilerine dair çok değerli bir kaynak olan Hüseyin Ayvansarayî'nin Hadîkatü'l-Cevâmi adlı eserini görmemiş ve tanımamıştır. Viyana'ya döndükten çok yıl sonra İstanbul'dan ona bu eserin bir yazması gönderilmiştir. Hammer bu eksikliği gidermek için; Hadîkatü'l-Cevâ-«z'nin bir özetini hazırlamış ve bunu Os-manh Devleti Tarihi'nin sonuna eklemiştir. Böylece Türkçe bilmeyen Batılı araştırmacılara İstanbul tarihi ve eski eserleri hakkında eşsiz bir kaynak olan bu kitaptan kısıtlı biçimde de olsa, bir dereceye kadar faydalanma imkânını sağlamıştır. Aynı zamanda başka bir denemeye daha girişerek, istanbul medreseselerinin de bir listesini düzenlemeye uğraşmıştır. Şeyhi ve Uşşaki'nin tezkireleri ile Hadî-katü'l-Cevâmi'den kaynaklanan bu listede 275 medresenin adları, bulundukları yer ve kurucuları yer almaktadır. Hammer bu kısa fakat çok değerli listesinin sonuna eklediği bir notta, padişahlara göre kronolojik olarak sıraladığı bu medreselerden başka, Atayî, Baldırzade ve Taşköp-rülüzade tezkirelerinde rastladığı başka medreseleri de alfabetik listeye kattığını açıklamaktadır.
Bibi. S. Eyice, "J. von Hammer-Purgstall ve Seyahatnameleri", Belleten, S. 182 (Temmuz 1982), s. 535-550.
İSTANBUL
HANCIYAN, LEVON
(?, istanbul -11 Temmuz 1947, istanbul) Ermeni asıllı besteci, hanende ve musiki hocası.
Hasköy'de Çıksalın'da doğdu. Çakmakçılar'daki Sünbüllü Han'ın odabaşısı olan amatör musikici lavtacı Nazaret'in oğludur. Annesi Eftik de, hanende Çilingir Markar Ağa'dan meşk etmiş bir musikiciydi. Han-cıyan ailesi, Levon küçük yaştayken Üsküdar'a yerleşti.
Levon Hancıyan ilk musiki derslerini papaz Kapriyel'den aldı. Hamparsum notasını öğrendi. Gençliğinde, Dede Efendi' nin öğrencilerinden olan Zekâi Dede, Mu-tafzade ve Yağlıkçızade'den musiki dersleri aldı. 1833'te doğduğunu, bu hocaların yanısıra Dellalzade'den de dersler aldığım, hattâ Dede Efendi'yle bile tanıştığını ifade etmiştir. Levon Hancıyan'ın Mek-teb-i Tıbbiye'nin son sınıfından ayrıldığı, sağlık subayı ve eczacı olarak 1877-1878
Osmanlı-Rus Savaşı'na katıldığı, Bulgaristan, Romanya ve Mısır'da şehzadelere, sultanlara ve ileri gelenlere dersler verdiği, Batı, Çin ve Japon musikileri üzerine de çalıştığı, kendi ifadelerine dayanılarak çeşidi kaynaklarda belirtilmiştir.
Hancıyan uzun yıllar İstanbul'daki Ermeni kiliselerinde başmuganni olarak görev aldı. Çeşitli okullarda musiki dersleri verdikten sonra saraya musiki hocası olarak alındı. II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) Bulgaristan'a kaçınca, Sofya Konservatuvan'nda Türk musikisi dersleri verdi. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü ve Şark Musikisi Cemiyeti reisi oldu. Darülbedayi ile Darül-Elhân'ın(->) kurucuları arasına katıldı. Da-rü'1-Elhân ve Darü't-Talim-i Musiki'de(-») dersler vererek çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Musiki-i Osmani'de de çalıştı.
Ud, piyano ve keman çalan ve özel dersler de veren Hancıyan, bildiği eserlerin çokluğuyla ünlüydü. Hafızasındaki çok sayıda eseri Hamparsum sistemiyle notaya aldı ve bugüne ulaşmasını sağladı. 19. yy' in sonu ve 20. yy'm başlarında yaşamış bestecilerin eserleri için en sağlam kaynaklardan biri olarak kabul edildi. Özellikle Hacı Arif Bey'inO) çok sayıda eseri ya doğrudan doğruya Hancıyan'dan alındı ya da onun nota koleksiyonlarından elde edildi.
Hancıyan yaşadığı dönemin önde gelen musiİdcileri ile yakın dostluklar kurmuştu. O dönemlerin İstanbul'unda çok önemli bir yeri olan, saraylarda ve konaklarda düzenlenen musiki toplantılarının aranılan ismiydi. Hoca olarak da büyük ün kazandı. Refik Fersan(->), Lâika Karabey, Fatma Nigâr, Galip Ulusoy, Lem'i Atlı(->), Zeki Arif Ataergin ve Subhi Ziya Özbek-kan(->) gibi birçok musikici, Hancıyan'ın öğrencileri arasındaydı.
Pek çok eser bestelediğini ifade etmesine rağmen peşrev, saz semaisi, şarkı, marş, operet gibi formlardan 40 dolayında eseri Türk musikisi repertuvarına ulaşabildi. Kilise musikisine ait eserleri de vardır. Ankara Radyosu'na sattığı büyük çaplı nota koleksiyonu Türk musikisi reper-tuvarı için büyük bir kazanç oldu. 1990' da öğrencisi Muharrem Tunçarslan'da, geniş bir koleksiyonunun daha bulunduğu ortaya çıktı. Tamamıyla elyazması olan koleksiyon İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'na bağışlandı. Koro yönetimince Osman Nuri Özpekel başkanlığında kurulan komisyonun incelemeleri sonucunda Türk musikisi repertuvarında hiç bulunmayan eserlerin yanısıra, adı güfte mecmualarında geçip de notaları günümüze ulaşamayan çok sayıda klasik eserin koleksiyonda yer aldığı anlaşıldı. Ayrıca bilinen birçok şarkının, hiçbir kaynakta rastlanmayan üçüncü mısralarının ortaya çıkması musiki edebiyatı açısından da bir kazanç oldu.
Hiç evlenmeyen Levon Hancıyan, ömrünün son yıllarını çok düşkün bir şekilde geçirdi. Son yıllarında Müslümanlığı kabul ettiği halde, bir kargaşa sonucu Ermeni mezarlığına gömüldü.
Suzidil makamında bestelediği "Cana gam-ı aşkınla perişan gezer oldum" rms-raıyla başlayan şarkısı çok ün kazandı. Musahibzade Celal'in "İstanbul Efendisi" operetini de bestelemişti. İstanbul'daki Ermeni cemaati adına, II. Abdülhamid'e methiye olarak bestelediği "Kavmimiz bu devletin lûtfuyla bulmuş imtiyaz" mısraıyla başlayan nihavent marş, o dönemin yö-netim-devlet ve yönetilen-azınlık ilişkileri açısından ilgi çekici bir kültürel örnek-bel-ge niteliğindedir.
Bibi. M. Rona, 50 Yıllık Türk Musikîsi, İst., 1960; M. N. Özalp, Türk Musikîsi Tarihi, Ankara, 1989; Öztuna, BTMA, I; M. Güntekin, "Bir Musikî Hazinesinin Kurtuluşu", Tercüman, 22 Ocak 1991.
MEHMET GÜNTEKİN
HANÇERIİ HANIM HİKÂYESİ
Olayları IV. Murad döneminde (1623-1640) geçen İstanbul halk hikâyesi.
"Çevri Çelebi"(-0, "Sansar Musta-fa"(-0, "Tayyarzade"(-0, "Tıflî ile iki Bi-raderler"(->) ve "Hançerli Hanım" hikayelerinin varyantı olarak kabul edilen Le-tâifname(->') ile P. N. Boratav'ın dikkatimize sunduğu "Kanlı Bektaş" hikâyelerinde olduğu gibi, IV. Murad burada da ikinci derecede bir rolde görülür. Bu tür hikâyelerde sultanla beraber görülen nedimi Tıflî'nin yanında Bekrî Mustafa(->) da küçük bir rolde karşımıza çıkar.
Hikâyenin, yazma ve basma çeşitli nüshaları vardır. Süleyman Şah adıyla tespit edilen nüshanın 1170/1756-57'de okunduğunu Ş. Elçin'den öğrenmekteyiz. Hançerli Hikâye-i Garibesi adıyla bilinen 12687 1852 tarihli taşbaskının bir adı da Mir'at-ı Aşk'tır. Hançerli Hamm adıyla 1340/1924' te basılan nüshası resimlidir. Cumhuriyet döneminde ise Selami Münir (Yurdatap) tarafından basıma hazırlanmıştır (1937). Bu realist hikâyelerden sadece Hançerli Haninim, müellifi bellidir. İbnü-lemin Mahmud Kemal'in (inal) tespitine göre hikâyemizi yeniden kaleme alan, Ceride-i Havadis yazarlarından Ali Âli Efendi'dir. Hikâyenin özeti şöyledir:
Bedestanî Halil Efendi, IV. Murad döneminin sayılı zenginlerinden olup artık ticareti bırakmış, İbrahim Bey adlı arkadaşıyla dostluk etmektedir. Ölümünden sonra, güzellikte eşi bulunmayan oğlu Süleyman'ın etrafını çeviren birtakım serseriler onun bütün servetini kısa zamanda meyhane ve eğlence yerlerinde bitirirler. Baba dostu ibrahim Bey, onu bedestendeki bir dükkâna yerleştirir. Ancak güzelliğiyle dikkati çeken delikanlıyı bir gün zengin bir kadın görür ve âşık olur; Süleyman ise onun cariyesi Kamer'e âşıktır. Delikanlıyı işinden çıkartan Hançerli Hürmüz, annesine de bir konak satın alır.
Kamer'le Süleyman arasındaki yakınlığı sezen hanım, cariyeyi kabahadi sanıp o-nu nice işkenceden sonra Beykoz'daki bir ormana attırır. Durumu anlayıp kızı kurtaran Süleyman'ın bu halini gören Hançerli, onun da cezalandırılmasına karar verir; meddahı Emin Çelebi'ye düzdürdüğü bir hikâyede olaylar benzer şekilde cereyan
Hançerli Hamm hikâyesinin taşbaskı nüshası Hançerli Hikâye-i Garibesi 'nin ilk sayfasından ayrıntı. Gözlem Yayıncılık Arşivi
ettirilir. Süleyman kuşkulanırsa da daha önceden planlanan ada gezisine çıkmak zorundadır.
Bu sırada Sultan Murad ile musahibi Tıflî de Bekri Mustafa'nın kayığıyla Çada-dıkapı'ya giderlerken kendilerini adaya yaklaşmış olarak bulurlar. Bu sırada, eteğinin altından çıkardığı hançerini, meddahının anlattığı hikâyedeki gibi, Süleyman'a saplayan Hançerli'nin, onu denize attığını görürler. Tıflî hemen delikanlıyı Ahır-kapı'ya çıkararak tedavisiyle ilgilenir; sonra da Hançerli'nin intikamından korumak amacıyla onu ticaret için önce Mısır'a, sonra da Trabzon ve İran'a gönderir.
Tıflî, bir gün Hançerli'nin işlerini hikâye haline getirip sultana anlatır. Bunun ü-zerine Hançerli'nin konağı basılıp, kendisinin Mısır'a sürülmesi kararlaştırılır; ancak Süleyman'ın ricasıyla affedilen Hançerli, Kamer'i azat ettiği gibi bütün malını da onunla Süleyman'a bağışlar. Gençler evlendirilir ve delikanlı saraya nedim olur.
Hikâyenin varyantı olarak bilinen Le-tâifname'âe kişi adlarının ötesindeki en önemli farklılıkları şöyle sıralayabiliriz: Yoldan çıkan delikanlıyı bir baba dostu karakullukçu yapmak ister, işkence gören genç kızın denize atılması emredilir, delikanlının öldürülmesiyle ilgili plan boğazına ip geçirilip lağıma sarkıtılmak şeklindedir vb.
Bu konuda Ö. Nutku'nun iki önemli tespiti vardır. 18. yy meddahlarından ünlü Şekerci Salih'in anlatmış olduğu "Tanbu-rî Bursavî Ahmed Çelebi Hikâyesi" "Hançerli Hanım" hikâyesine çok benzemekte, hattâ varyantı olduğu izlenimini vermektedir. Olayların II. Osman döneminde (1618-1022) yaşanması gibi bazı önemli farkları da belirtmekte fayda vardır. Diğer tespit ise Meddah Hakkı'mn anlattığı "İstanbul Batakhaneleri" adlı hikâyenin kaynaklan arasında "Hançerli Hanını" hikâyesinin de yer aldığıdır.
Hikâyede görülen mirasyedi oğul tipi, "Hâtem-i Tâî" hikâyesinin kahramanını hatırlatmaktadır. En eski basılı nüshasından öğrendiğimize göre, hikâye Süleyman
Arif Ferzend-i Halil Çelebi a.dh bir nüshadan sadeleştirilip Mir'at-ı Aşk adıyla yayımlanmıştır.
Hikâyenin yapısı, türünün diğer örneklerinden pek de farklı değildir. Hikâyedeki Süleyman-Hançerli Hanım-Cariye Kamer üçlüsünü, bir başka hikâyede Tayyar-zade-Cevher Hanım-Sahba Kalfa olarak ve aynı rolleri paylaşan kişiler olarak görüyoruz. Aynca, erkek kahramanın azılı bir kadının işlettiği batakhaneye düşmesi, Le-tâifname'den başka "Sansar Mustafa", "Kanlı Bektaş" hikâyelerinde de görülür.
Boratav'ın dikkati çektiği, aslında teferruat gibi görülen bir husus oldukça önemlidir. O, "Yaralı Mahmud" ve "Âşık Garip" gibi halk hikâyelerinin bazı varyantlarında da, tıpkı bu hikâyenin kahramanı Süleyman gibi mirasyedilerin varlığından söz ettikten sonra, serseri arkadaşlarının Garip'i Gümüş Halkalı Meyhane'ye götürdüklerini kaydeder; biz, Süleyman'ın da, Gala-ta'daki aynı adlı meyhaneye götürüldüğünü görüyoruz. Bu hikâyenin de, kitaba geçmeden önce, tıpkı diğer halk hikâyelerinde olduğu gibi sözlü gelenekte yaşadığı aynı araştırıcının diğer bir görüşüdür.
Bu tür hikâyelerin motifleriyle ilgilenen Elçin'e göre hemen bütün hikâyelerde pek çok masal unsuru yer almaktadır. "Hançerli Hanım" hikayesiyle ilgili olarak verilecek şu bir-iki örnek konuyu açıklayacak güzelliktedir: Süleyman, Hançerli'nin yalısına sütnine tarafından davet edilir; padişah "tebdil" gezmektedir; suçlunun ihbarı ve olayın ortaya konulması bir hikâye halinde anlatılır vb.
Hikâyenin bir Karagöz faslına çevrildiğim ifade eden Siyavuşgil'in diğer bir tespiti de, Karagöz oyunlarındaki zennelerin, "Hançerli Hanım" hikâyesindekiler kadar "korkunç" olmayıp "tehlikesiz, hattâ masum" oldukları şeklindedir. Şemsînin Tedbirde Kusur (187'3) adlı 8 fasıllık hailesi, hikâyenin tiyatro eseri haline getirilmiş şeklinden başka bir şey değildir.
Bu hikâyede de İstanbul'a ve İstanbul hayatına fazlasıyla yer verilmiştir. Fatih, Galata, Beykoz, Sultanahmet, Ada, Çatladı-kapı, Ahırkapı gibi yer adlan; Bedesten, Gümüş Halkalı Meyhane gibi diğer yer adları; yalılar, konaklar, hikâyenin mekânlarını teşkil etmektedir.
Bibi. İbnülemin Mahmud Kemal (inal), "Me-şâhir-i Meçhule", TTEM, S. 19 (96), (l Haziran 1298), s. 37-51; Mustafa Nihat (Ozon), Türkçe'de Roman Hakkında Bir Deneme, İst., 1935, s. 97-104; İsmail Habib (Sevük), Edebiyat Bilgilen, ist, 1942, s. 114, 162; P. N. Bo-ratav, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, İst., 1946, s. 122, 124-125; Ş. Elçin, "Kitabî, Mensur, Realist istanbul Halk Hikâyeleri", Hacettepe Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, I, S. l (Mart 1969), s. 74-106; Nutku, Meddahlık, 93-94, 99-100, 108, -199; S. Sakaoglu, "Hançerli Hanım", TDEA, IV, 1980-1981, 95-96.
SAİM SAKAOGLU
HANIMLARA MAHSUS GAZETE
l Eylül 1895-25 Haziran 1908 arasında 612 sayı çıkmış, kadınlar tarafından yönetilen ve sırf kadınlara hitap eden gazete. İlk 150 sayısı haftada iki kez, sonrası
HANLAR
548
549
HANLAR
Misafir hanı olarak kullanılan Hasan Paşa Ham (solda) ile önemli bir ticaret sitesi olan Rüstem Paşa kervansaraylarından Küçük Çukur Han'ın (Küçük Rüstem Paşa Kervansarayı) içinden bir görünüm.
Yavuz Çelenk, 1994 (sol), Nazım. Timuroğlu, 1994
Yapım-üretim hanlarından Simkeşhane Ham günümüzde Ü Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.
Araş Neftçi, 1984
Hanımlara Mahsus Gazete'den dişleriyle ilgili açıklamaların verildiği bir sayfa, 1903.
Kadın Eserleri Kütüphanesi Arşivi
haftada bir defa yayımlanmıştır. Nigar bin-ti Osman, Fatma Aliye(->), Fatma Fahrün-nisa, Leyla Hanım gibi dönemin en kültürlü istanbul kadınlarının yamsıra, Ahmed Midhat EfendiC-O gibi ünlü yazarlar, Besim Ömer Akalın(~») gibi uzman hekimler ve eğiticiler de yazılarıyla katkıda bulunmuşlardır. II. Meşrutiyet döneminde kadının çağdaş toplum içinde daha aktif olarak yer alması hazırlıkları bu gazetede başlatılmıştır denebilir. Gazetenin işlediği konular son derece geniş bir yelpazeye yayılıyordu. Çağdaş bilim ve fene ait yazılar, çocuk yetiştirme, çocuk sağlığı, vücut sağlığı, evlenmede dikkat edilmesi gereken hususlar, kızların tahsili, dini bilgiler, yerli ve yabancı yemek tarifleri, dikiş, moda örnekleri, roman, tiyatro, şiir, Avrupa edebiyatından örnekler, musiki bilgisi ve notalar sütunlarını doldurur. O dönemde büyük ilgi gören Japonya'yı ve Japonları tanıtma, bir kadının Bursa'ya seyahat notlan gibi kısımlar, ülkeyi olduğu kadar dünyayı da kadına tanıtmanın amaçlandığını gösterir. Hanımlara Mahsus Gazete, artık evine kapalı ve harem dairesinden çıkmayan kadının değil, dünyayı bilen, okuyan ve dolaşan, modern şartlan yadırgamayan kadının Türk toplumunda arzulandığını belgeleyen bir yayındır.
ORHAN KOLOĞLU
Dostları ilə paylaş: |