Bibi. P. Verzone, "I due gruppi di porfido di S. Marco in Venezia ed il Philadelphion di Constantinopoli", Pattadio l, 1958, s. 8-14; Janin, Constantinople byzantine, 174-176; R. Naumann, "Der antike Rundbau beim Myre-laion und der Palast Romanos I. Lekapenos", Istanbuler Mitteilungen, 16, 1966, s. 209-211; A. Berger, Untersuchungen zu den Patria Konstantinupoleos, Bonn, 1988, s. 332-337. ALBRECHT BERGER
FİLARMONİ DERNEĞİ
1944'te Şehir Orkestrası'nm kurulmasıyla, çoksesli musikinin gelişmesi ve yayılması, özellikle İstanbul'da sanat yaşamının üst düzeye erişmesi konusunda geniş u-fuklar açılmış, ancak, orkestranın bağlı olduğu Belediye Konservatuvarı'mn kısıtlı o-lanakları, düşünülen amacın gerçekleşmesini sağlayabilecek ortamın oluşmasını engellemiştir. Sorunun çözümü, Senfoni Orkestrası'nm çalışmalarını her bakımdan destekleyecek bir filarmoni derneğinin kurulmasıyla sağlanabilirdi. İstanbul' da bir senfoni orkestrasının kurulmasını a-maçlayan ilk çalışmalar, Cemal Reşit Rey' in önderliğinde, 1944'te Halit Ziya Uşak-lıgü'in Yeşilköy'deki evinde başlatılmıştır.
Şehir Orkestrası'nm kurulmasıyla birlikte hızlanan çalışmalar sonunda Filarmoni Derneği 1945'te kurulmuştur. Derneğin başlıca amaçları, Türkiye'de musiki kültürünün yayılmasına yararlı her türlü girişimde bulunmak, bunun için de müzikolojik araştırmalara yönelmek, oda musikisi, orkestra ve koro konserleri düzenlemek, Türk bestecilerini özendirmek, bu amaçla bestecilere her türlü yardımda bulunmak ve İstanbul musikiseverlerinin gerek duyduğu bir müzik evinin kurulmasına çalışmaktı.
Derneğin kurucuları Nadir Nadi Aba-lıoğlu, Hüseyin Saadettin Arel, Reşid Saf-vet Atabinen, Bedri Nedim Göknil, Ab-
FİLDAMI
318
319
FİLMER, CEMİL
tanbul Devlet Senfoni Orkestrası'mn çalışmalarıyla birlikte, Atatürk Kültür Merke-zi'nde sürdürülmeye başlamıştır. Bu çalışmalar günümüzde de sürmektedir.
PANAYOT ABACI
FİLDAMI
Bakırköy'de, kıyıdan 1.500 m kadar kuzeyde ve Çırpıcı Deresi'nin batı tarafında bulunan, erken Bizans dönemine ait üstü açık büyük su haznesi. Uzunluğu 127 m, genişliği ise 76 m olan bu haznenin
Warner Bros başta olmak üzere dev Amerikan şirketleri egemen oldu. Bibi. A. Özgüç, Türk Filmleri Sözlüğü 1914-1973, İst.; ay, Türk Filmleri Sözlüğü 1973-1990, İst.; G. Scognamillo, Cadde-i Kebir 'de Sinema, İst., 1991; B. Evren, Türk Sineması Sanatçıları Ansiklopedisi, İst., 1983; N. Ozon, Türk Sinema Tarihi-Dünden Bugüne (1896-1960), Ankara, 1962; ay, Türk Sinema Kronolojisi (1895-1966), Ankara, 1963; ay, İlk Türk Sinemacısı Fuat Uzkınay, İst, 1970.
BURÇAK EVREN
FİLMER, CEMİL
(1895, İstanbul-15Aralık 1990, İstanbul) Sinema işletmecisi ve yapımcısı.
Gençliğinde fotoğrafla ilgilenmesi sonucu, I. Dünya Savaşı yıllarında istanbul' da Merkez Ordu Sinema Dairesi'nde görevlendirildi. Merkezin başında, Fuat Bey (Uzkınay) vardı. Cemil Filmer burada film çekmeyi, yıkamayı, basmayı öğrendi.
Savaş bitince, Merkez Ordu Sinema Da-iresi'nin bütün araç gereci Malul Gaziler
Cemal Reşit Rey yönetimindeki İstanbul Şehir (Filarmoni) Orkestrası, Taksim Belediye Gazinosu'nda verdiği bir konser sırasında, 1953. İstanbul Filarmoni Derneği'nin izniyle
dülkadir Karamürsel, Lütfi Kırdar, Cemal Reşit Rey, Muhiddin Sadak, Salih Nurettin Kocareşit, Ali Emel Tacar, Afif Tektaş, Prof. Salih Murat Uzdilek, Halit Ziya Uşaklıgil, Ömer Refik Yaltkaya'dır.
Cemal Reşit Rey'in yönetimindeki Şehir Orkestrası ile sağlanan işbirliği sonunda derneğin düzenlediği ilk konser 13 Aralık 1945'te, Saray Sineması'nda verilmiştir. Bunu yerli ve yabancı sanatçıların katıldığı dizi konserler izlemiştir. Yabancılar arasında, Carlo Zecchi, Henri Barraud, Nadia Boulanger, George Tsipine gibi şefler, Emil Gilels, Nikita Magaloff, Wilhelm Kempff, Alfred Cortot, Samson François, Jose Iburbi, Walter Gieseking, Alexis Wei-senberg (piyano), Jacques Thibaud, Vasa Prihoda, Yehudi Menuhin, Ruggierro Ric-ci, Gabriel Bouillon, David Oistrach, Le-onid Kogan (keman), Gaspar Cassado, Pi-erre Fournier, Enrico Mainardi (viyolonsel) gibi dünyaca ünlü sanatçılar vardır.
Senfonik konserler dışında, derneğin Beyoğlu'ndaki lokalinde, oda musikisi konserleri, resim sergileri ve çeşitli sanat konulan üzerine konuşmalar düzenlenmiştir. Demek Aralık 1948'den başlayarak üç yıl Filarmoni adlı bir de aylık musiki dergisi yayımlamıştır.
1962'den sonra Filarmoni Derneği'nin çalışmaları yavaşlamıştır. Bunun başlıca nedeni, istanbul Belediyesi'nin, Şehir Or-kestrası'mn yalnızca konservatuvar konserlerine katılmasını istemesidir. Orkestra bu yüzden Filarmoni Derneği'nin desteğinden yoksun kalmış, gitgide zayıflamıştır. Öte yandan Filarmoni Derneği de çalışmalarına ara vermek zorunda kalmıştır.
Fildamı'nın planı ve kesiti.
S. Eyice, "istanbul'un Bizans Su Tesisleri"
S. 5 (Ağustos 1989), s. 5
1972'de Devlet Senfoni Orkestrası'nın(-») kurulmasıyla, dernek çalışmalarına yeniden başlamıştır. Bu kez oda musikisi konserleri Sheraton Oteli ile Işık Lisesi'nde düzenlenmiş, bir süre sonra da çalışmalar, is-
derinliği 11 m olarak ölçülmüş olmakla birlikte ilk halinin daha da derin olduğuna ihtimal verilir. Duvarların kalınlığı ise 4 m'den fazladır.
Osmanlı döneminde içinde fil barındırıldığı için Fildamı olarak adlandırılan bu hazne Bizans'ta şehrin surları dışında ö-nemli bir yerleşme yeri olan ve bir de sarayın bulunduğu bilinen Hebdomon Ma-hallesi'nin suyunun toplandığı bir havuz idi. içindeki su, başta saray olmak üzere, yine burada olan askeri yığınak yerinin ihtiyacını da sağlıyor olmalıydı.
Hazne toprak üstünde olduğundan duvarları dışarıdan belirlidir. Surlardaki gibi taş ve tuğla sıraları halinde yapılmıştır.
Bütün sarnıçlara özgü bir şekilde, içerideki köşeler yuvarlatılmıştır. Haznenin dış cephesinin bir köşesinde yuvarlak bir kule halinde dışarı taşan bir merdiven vardır, iç çapı 3 m kadar olan bu kulede helezon bir taş merdiven aşağıya kadar iner. içeride dar taraflarda karşılıklı olarak altışar paye görülür. Bu payeler ortadaki en yüksek olmak üzere iki yanlarda kademeli alçalan dört kemeri taşırlar. 40 cm kadar genişlikteki kemerlerin üzerlerinde evvelce çifte merdiven bulunduğu tahmin edilir. Fildamı, üç tanesi şehrin içinde olan su toplama havuzlarının surlar dışındaki tek örneğidir. Onlardan farklı olarak bir dış mimariye sahip olması bakımından da önem taşıyan bir eserdir.
Bibi. Strzygowski-Forchheimer, Byzantini-schen Wasserbehâlter, 50-51; Th. K. Makridis, "To Byzantinon Hebdomon kai ai par autu momai", Thrakika, X, Atina, 1938, s. 175-177; Janin, Constantinople byzantine, (1. bas.), 199; T. Ergil, "A Byzantine Cistern near istanbul", Archaelogy, XXVII (1974), s. 42-47; S. Eyice, "Byzantinische Wasserversorgungs-an-lagen in istanbul", Mitteilungen der Leitıveiss-Institutfür Wasserbau, LXIV, Braunschweig, 1979, s. 8; ay, "İstanbul'un Bizans Su Tesisleri", STAD, II, S. 5 (1989), s. 5.
SEMAVi EYİCE
FİLMCİLİK
Sinemanın Türkiye'ye girişinden bugüne dek yerli ve yabancı filmciliğin merkezi hep İstanbul oldu. İlk sinema salonları bu kentte açıldığı gibi stüdyolar, laboratuvar-lar, platolar, dağıtım, gösterim ve alım şirketleri özellikle Beyoğlu ve çevresinde toplandı. Yapımevlerinin yoğunluk kazandığı Yeşilçam Sokağı(->) giderek Türk sinemasıyla özdeş hale gelerek onun bir diğer adı oldu.
İstanbul'daki ilk özel yapım şirketi 1923' te Kemal ve Şakir Seden kardeşler tarafından Kemal Film adıyla kuruldu. Bunu 1927'de ipekçilerin açtığı ipek Film izledi. Aynı zamanda bu iki yapımevi, sinemamızın da ilk özel yapım şirketleri oldu. 1947' de Faruk Kenç İstanbul Film'i, Çetin Kara-manbey ise Kurt Film'i kurdu. Bir yıl sonra bunları Fuat Uzkınay'ın Doğan Film, Turgut Demirağ'ın And Film ve Nazif Duru ile Murat Köseoğlu'nun Aüas Film'i izledi. 1946'dan sonra yerli film sayısındaki çoğalma ve sinemacılara sağlanan kolaylıklar İstanbul'da birçok şirketin açılmasını sağladı. 1946'da Ankara, Sema, Bir-
lik, Erman, Şark, Duru; 1947'de Elektra; 1949'da Ülkü, Milli, Azim, Güneş; 1950'de Sonku, Örmen, Hilal, Ateş; 1951' de Sene-ka, Kale, inci, Ceylan, Reks, Erkin, Emek, Özen, Ar, Yakut; 1952'de Adalı, Barbaros, Toros, Aslan, Mondial, Ertuğrul, Işık, Yıldız, Yurt, Tunç, Yaman; 1953'te Doğan Kardeş, Kartal, Umur, Ses, Burç, Cezayirli, Güven, Çağman, Anadolu, Deniz; 1954'te İyi, Vatan, Ipar, Birsel, Akar, Irmak, Güler, Day, Tayfun, Nana, Kopra, Servan, Star, Türk Film şirketleri kuruldu. 1960'tan sonra ise artan film sayısına koşut olarak şirket sayısı da çoğaldı. Şirketlerin çoğu Türk sinemasının sağlıksız ekonomik durumu nedeniyle çok kısa ömürlü oldu; birkaç film çevirdikten sonra kapandı ya da vergiden kaçma politikası nedeniyle ad değiştirerek varlığını yine bir film çevirmeye yetecek kadarıyla sürdürdü.
istanbul'da kurulan ve çalışmalarını bu kentte sürdüren uzun ömürlü yerli film şirketlerinin önde gelenleri şunlar oldu: Arzu Film (Ertem Eğilmez), Akgün Film (irfan Ünül), Alfa Film (Ömer Kavur), Acar Film (Murat Köseoğlu), And Film (Turgut Demirağ), Birsel Film (Özdemir Birsel), Çiçek Film (Arif Keskiner), Emek Film (Nazmi Özar), Erler Film (Türker Inanoğlu), Erman Film (Hürrem Erman), Feza Film (Mehmet Tanrısever), Gülşah Film (Selim Soydan), Gülgen Film (Melih Gülgen), Güney Film (Yılmaz Güney), Halk Film (Fuat Rutkay), Mine FÜm (Kadri Yurdatap), Murat Film (Süreyya Duru), Muhteşem Film (İrfan Tözüm), Özer Film (Enver Özer), Pesen Film (Nevzat Pesen), Sezer Film (Berker İnanoğlu), Saner Film (Hulki Saner), Uğur Film (Memduh Ün), Umut Film (Abdurrahman Keskiner), Varlık Film (Lokman Kondakçı).
İstanbul'da ilk stüdyo 1922'de Kemal ve Şakir Seden kardeşler tarafından Eyüp' teki Feshane'nin bir atölyesinde Kemal Film Stüdyosu olarak kuruldu. Bunu İpek Film (1932), Ha-ka Film (1934), Marmara Stüdyosu (1941) ve Ses Film Stüdyosu (1943) takip etti. 1947'den sonra sinemadaki gelişmeler ve yabancı film ithalindeki artışlar stüdyoların çoğalmasına neden oldu. Halk Film (1947), Atlas Film (1947), And Film (1948), Ar Film (1948), Erman Film (1948), Duru Film (1949), Lale Film (1951) stüdyoları açıldı.
Türkiye'ye dışarıdan ilk yabancı film ithal eden kişi Sigmund Weinberg'dir. Pathe Freres Şirketi'nin temsilciliğini alan Wein-berg, ayrıca sinemanın mucidi Lumiere kardeşlerin filmlerinin yanısıra Ferdinand Zecca'nın yapımlarını da İstanbul'a getirdi. 1920'den sonra ortaya çıkan dışalımcılar ise Beyoğlu'nu merkez seçtiler. Başlangıçta dışalımcılarm çoğunluğunu Levantenler oluşturdu.
Rum Telemakos Spiridis'in temsil ettiği Gaumont, İstanbul'a ve dolayısıyla Türkiye'ye giren ilk yabana şirket oldu. Bunu United Artist ve Pathe'nin dağıtımcısı Opera Film, Nisto Film, iris Film, Orient Film ve Star Film izledi. Fea Film'in kurucularından Fernando Franco İstanbul seyircisine Fransız şiirsel gerçekçi akımının öz-
Dünya matbuatımla isimlen sşdarea bîrvzevk ve heyecaa da!gaEİ: haiînde geçeni bu yıhn; en buyök' fU^m^sabeserîerVîv/ ~:! ;, •' : ;;
.
^-'
Lale Film'in 1953
sezonunda
gösterime
giren filmlerini
tanıtan broşürü
(üstte),
Kemal Film'in
Kanlı Nigâr
filminin
broşürü.
Burçak Evren
koleksiyonu
W::OSİ»^PS?a^^^l^»««W«W«g
a^£HWîS;f**^aî; atmmua M
' "
gün örneklerini tanıttı. Antoine Aposto-lou, Ceylan Film'i kurarak başta italyan filmlerini istanbul'a getirdi. 194l'de Fatma ve ibrahim Pekin ile Osman, Mediha ve Asaf Sirmen Özen Film, Filmcilik ve Sinemacılık TAŞ'yi kurdu. Pekin, Sirmen ve Soyarslan ailelerinden oluşan şirket varlığını günümüzde de sürmekte, dışalımcı-lığın yanısıra, sinema işletmeciliği de yapmaktadır, istanbul'da kurulan diğer dışalıma film şirketleri arasında çoğu bugün kapanmış olan şu şirketler yer aldı: Fitaş Film, Ulus Film, Tual Film, Akgün Film, Met Film, Ekran Film, Başaranlar, Sunar Film.
1989'dan sonra ise Yabancı Sermaye Yasası'ndaki değişiklik nedeniyle yabancı şirketlerin ülkemizde doğrudan doğruya şirket kurup gösterim ve dağıtım haklarını elde etmesi üzerine, yerli dışalıma şirketlerin çoğu kapanmak zorunda kaldı. İstanbul ve dolayısıyla Türkiye piyasasına United International Pictures (Paramo-unt, Metro Goldwyn Mayer, Universal),
FİLOKSENUS SARNICI
320
321
FİRUZKÖY
Cemil Filmer (soldan ikinci) Lale Film' adına Refik Halit Karay'la Nilgün filmi için anlaşma
yaparken.
Gökhan Akçura koleksiyonu
Cemiyeti'ne verildi. Cemiyette sinema işlerinden sorumlu kişi yine Fuat Bey'di. Filmer, burada çalışmaya başladı, ilk olarak, rejisörlüğünü AhmedFehim'in yaptığı "Bin-naz" filminin dış sahnelerinde kameraman-lık yaptı. Film çalışmaları geçimini sağlamadığı için, Üsküdar Doğancılar Bahçe Si-neması'nda makinist ve yönetici olarak çalışmaya başladı. Doğancılar Sineması çok iyi çalışmaya başlayınca, yeni teklifler geldi. Kadıköy'deki Kuşdili Sineması'mn işletmeciliğini arkadaşlarıyla birlikte üstlenen Filmer, geleceğinin bu işte olduğunu düşünmeye başladı. Kuşdili Sinema-sı'ndaki işletmecilik de başarılı oldu. Ama Apollon Sineması'mn işletmecisi "Üç subay Kadıköy'de sinema işletiyor" diye ihbarda bulundu, işgal kuvvetleri gelip sinemayı boşalttılar ve ahır yaptılar. Filmer, bunun üzerine Sirkeci'deki Kemal Bey Si-neması'nda operatör olarak çalıştı. Bir süre sonra, işletmecilik için elverişli koşullar doğduğunu görünce ağabeyi Tevfik'le birlikte izmir'e gitti ve burada küçük bir sinema imparatorluğu kurdular.
işlerin sürekli iyi gitmesi üzerine Filmer, İstanbul'a gelip film ithalatçılığına başladı. Ama bu işi ancak bir buçuk yıl sür-dürebildi. Kumar oynamaya meraklı olan ağabey, izmir'deki işletmelerin durumunu oldukça sarsmıştı. Bunun üzerine Filmer, izmir'deki işlerin başına geçti ama ekonomik durumları düzelmedi. Ağabeyi ile birlikte yurtdışında sinemacılık yapmayı düşündüler. Paris'te küçük bir sinema satın aldılar. Ağabeyi sinemanın başında kaldı. Filmer yine izmir'e döndü. Ama burada ipekçilerle Filmer arasındaki baştan beri var olan tatlı rekabet sertleşmeye başlamıştı. Filmer düşmanım kendi sahasında yenmek için İstanbul'a gelmeye karar verdi. Bu karar 1940'ta Lale Film Anonim Şirke-ti'nin kurulmasıyla uygulamaya konuldu.
Filmer, istanbul'da bir yıllık bir inceleme döneminin ardından Paris'e giderek Warner Bros, Paramount gibi büyük Amerikan şirketlerinin Türkiye dağıtımını aldı. Ama filmleri almak, tek başına işe yarama-maktaydı. Çünkü ipekçiler sinemaları öylesine kendilerine bağlamışlardı ki, onların izni olmadan bu kapıları aralamak olanaksızdı. Filmer, altı ay bıkıp usanmadan filmlerini gösterecek sinema aradı. Ama sinemalar İpek Film'in programının dışına çıkamayacaklarını söylediler.
Filmer'in İstanbul'da ilk anlaşma yaptığı sinema, ipekçilere bağlı olmadan çalışan Saray Sineması oldu. Elindeki güçlü filmleri burada geçmeye başlayınca, sinema önünde kuyruklar oluştu, istanbul film piyasasında, diğer sinemacılar için tehlikeli bir rakip doğmuştu. Filmer'in hedefi, yeni sinemalar edinmekti. Saray Sineması'mn karşısında yeni bir sinema inşaatının yapıldığını görüp sahibiyle ilişki kurdu. Burayı kiralayarak, Lale Sineması adıyla açtı. Filmer'in İstanbul'daki işletmeciliği, Elhamra, Ar (şimdiki Sine-Pop), Kadıköy Süreyya, Üsküdar Hale, Beşiktaş Gürel, Osmanbey Site ve Kent sinemalarıyla sürdü. Lale Film bir dönem, Türkiye düzeyinde 33 sinemayı birden işleten bir büyüklüğe ulaştı.
Öte yandan, yerli yapımcılığın geliştiğini gören Filmer, Mecidiyeköy'de özel bir stüdyo kurdu. Böylece kendi stüdyosuna sahip olan Lale Film, yerli film yapımı için harekete geçti. Esat Mahmut Ka-rakurt'un Allahaısmarladık adlı romanının uyarlaması olan ilk filmin başarı kazanması üzerine, Lale Film yapımcılığa devam etmeye karar verdi. Çoğu edebiyat eserlerinden uyarlama olan bu filmlerden bazıları şunlardır: Nilgün (Refik Halit Karay), Yavuz Sultan Selim Ağhyor (F. Fazıl Tülbentçi), Leylaklar Altında (Mebrure
Alevok), Soygun (C. Fehmi Başkut) ve Kadın Severse (Esat Mahmut Karakurt).
Filmer'in kurduğu sinema imparatorluğu, 1950'li yıllardan itibaren sarsılmaya başladı. Önce işletilen sinemalar tek tek bırakıldı. Bu arada, Lale Film Stüdyosu' nün binası yıkılarak yerine bir han yapıldı. 1981 itibariyle Cemil Filmer'in ortak olduğu bütün şirketler tasfiye edildi.
Bibi. C. Filmer, Hatıralar, İst., 1984; G. Akçura, "Aile Boyu Sinema", Hürriyet, 22 Ekim 1991.
GÖKHAN AKÇURA
FİLOKSENUS SARNICI
bak. BİNBIRDİREK SARNICI
FİLOPATİON SARAYI
Filopation (Philopation) Sarayı, orta Bizans döneminde kullanıldığı bilinen surların dışında bir saray ya da av köşkü idi.
Binadan ilk defa imparator III. Mihail döneminde (842-867) söz edilir. Onun yakın adamı olan Makedonyalı Basileios (sonraları I. Basileios, [hd 867-886]) bu sarayın çevresinde dev bir kurt avladığına göre, bina daha önceden vardı. III. Miha-il'i öldüren suikastçılardan Yakobitzes de aynı yerde avlanırken bir kaza sonucu ölmüştür. Imparatoriçe Zoi ile evlenmek suretiyle Bizans tahtına geçen IX. Konstan-tinos Monomahos (hd 1042-1055), bazen burada kalıyordu. Nikeforos Briennios'un 1078'de aynı sarayda gözlerine mil çekilmişti, imparator I. Aleksios Komnenos (hd 1081-1118), sarayı çok sevmiş ve sık sık gelmişti. Konstantinopolis önlerine dayanan Haçlı ordusunun başındaki Alman imparatoru III. Konrad von Hohenstaufen ile Fransa Kralı VII. Louis 1147'de I. Manu-el Komnenos (hd 1143-1180) tarafından bu sarayda misafir edilmişlerdi. Fakat Haçlılar arasında bulunan Odon de Deuil'ün bildirdiğine göre, Konrad sarayın etrafındaki koruyu tahrip etmiş ve içeride beğendiği şeyleri yağmalamıştı. Çok maceralı hayatı ve korkunç ölümü ile Bizans tarihinde yer alan I. Andronikos Komnenos (hd 1183-1185) da iktidarda olduğu yıllarda eğlentileri için buraya kapanıyordu. Kardeşi II. İsaakios Angelos'u 1195'te tahtından indirmeden önce, III. Aleksios Ange-los da burada yaşamıştı.
VI. Haçlı Seferi 1204'te şehri ele geçirdikten sonra Filopation Sarayı artık unutuldu ve muhtemelen harap olmaya terk e-dildi.
Bizans tarihinde bilhassa 11. ve 12. yy' larda önemli yeri olan ve etrafındaki ağaçlı arazileri ile Fransa'nın bir tarafında bir kasaba, diğer tarafında ise bir orman bulunan ünlü Vincennes Şatosu ve Parkı'na benzetilen Filopation Sarayı'nın nerede olduğu konusunda çok çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. İstanbul'un Rum tarihçilerinden J. B. Papadopulos, şehrin dışında şimdiki Topçular semtinde 1920'ye doğru rastladığı bazı kalıntılara dayanarak, sarayın bu çevrede olabileceğini söylemişti. Filopation'u Vincennes'a benzeten C. Emerau ise, Edirne Kapısı dışında Halic'e hâkim bir tepede (Tokmak Tepe) oldu-
ğunu ortaya atmıştır. A. M. Schneider, hemen hemen aynı yeri, Blahernai bölgesinin karşısında gösterir. R. Janin ise bu görüşlere aykırı olarak, daha güneybatıda Topkapı dışındaki bir yeri kabul etmek istemiştir. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç şudur ki, Filopation Sarayı'nın yeri kesin olarak bulunamaz. Son yıllardaki yapılaşma da bu hususta herhangi bir araştırma yapılmasını artık imkânsız duruma sokmuştur. Yalnız bu vesile ile ekleyelim: Haznedar Çiftliği adı verilen yerde 1950'li yıllarda pek çok Bizans mimari parçasının meydana çıkarıldığı ve hiçbir ilgilinin görmesine meydan verilmeden hepsinin yok edildiği bilinir. Bunlar belki de Filopation Sarayı'nın kalıntıları idi. Bu hipotezi tekzip edebilecek tek husus, Filopation'un Blahernai'den görülebildiği yolundaki Ni-ketos Koniates'in bir cümlesidir.
Bibi. J. B. Papadopulos, "Le palais de Philopation", Comptes rendus de l'Academie deş Insc-riptions etBelles-Lettres, Paris, 1921, s. 276-282; C. Emerau, "Le Philopation, le Vincennes de Byzance", Echos d'Orient, XXI (1922), s. 171-185; Schneider, Byzanz, 81; Janin, Constan-tinople byzantine, (1. bas.), 142-144.
SEMAVi EYlCE
FİRUZ AĞA CAMÖ
Sultanahmet'te Divanyolu üzerindedir. Kitabesine göre yapı, 896/1490'da II. Baye-zid'in (hd 1481-1512) hazinedarbaşısı Fi-ruz Ağa tarafından inşa ettirilmiştir.
Firuz Ağa'mn tarihsiz vakfiye hülasası-f na göre, istanbul'daki camii ve mektebi, Havza'daki mescit ve medresesi, çeşmesi ve Saray'daki çeşmesi için İstanbul'da hücreler, dükkânlar, köyler, bağ, bahçe, çayır, değirmen, Binbirdirek denilen sarnıç, Semendre, Tokat ve Sivas'ta hamamlar vakfetmiştir. 923/1517'de Sofi Hayred-din isminde bir şahıs Firuz Ağa Camii'ne kürsü koydurmuş, yine 1070/l659'da Mustafa Ağa isminde bir zat 9.000 akçelik bir vakıf yapmıştır. 1648'deki zelzelede caminin bazı yerleri harap olmuş, minare peteği yıkılmıştır. İstanbul'da bulunan diğer iki Firuz Ağa Camii'nden Kırkçeşme-Boz-doğan Kemeri civarındaki bugün yoktur. Diğeri, Tophane üstünde, Defterdar Yo-kuşu'ndadır. Fakat her iki caminin de Ha-zinedarbaşı Firuz Ağa tarafından yaptırıldığına dair kesin deliller bulunmamaktadır.
Firuz Ağa Camii, Divanyolu
Isa Çelik
Cami, plan olarak tek kubbelidir ve üç kubbeli bir son cemaat yeri, solda bir minaresi mevcuttur. Dış ölçüleri 13,50x13,53 m olup son cemaat yeri 4,25 m derinli-ğindedir. Duvar 1,30 m kalınlığındadır. Bina tamamen kesme taştan, temiz bir işçilikle yapılmıştır. Her duvarda altlı-üstlü ikişer pencere vardır. Son cemaat sütunları ve stalaktitli başlıkları mermerdendir. Cümle kapısı az çıkıntılı, sade silmeli, üstü mukarnaslıdır. Kemeri beyaz ve pembe mermerden yapılmıştır. Üstünde hattat Şeyh Hamdullah'a ait olduğu söylenen dört satırlık, Arapça sülüs mermer bir kitabe mevcuttur. Bu kitabede II. Bayezid'in hazinedarbaşısı Firuz'un bu camiyi "hasbe-tenlillâh" yaptırdığı yazılmıştır. Tarih rakamla ve ebcedle 896 olarak verilmiştir. Minare kaidesi ve gövdesinin kalınlığı birbirine çok yakındır. Gövde 16 kenarlıdır, şerefe ve korkuluğu yapıldığı döneme aittir. Caminin sağ ve sol iç duvarlarında birer dolap bulunmaktadır. Kubbe köşelikleri beş sıra mukarnaslıdır. Mihrap alçıdan, köşelerinde kum saatleri bulunan 6 sıra mukarnasla işlenmiştir. Eski olan ahşap minber çok tamir görmüştür. Üst pencereler alçılı renkli camlarla, cami iç duvarları ve mihrap kalem işleri ile tezyin edilmiştir. Caminin minare tarafında mermer bir lahit bulunmaktadır. Süs olarak bir kavuk ve dört yüzünde birer gülce bulunan bu sade kabrin Firuz Ağa'ya ait olduğu zannedilmektedir. Hadîka'ya. göre 9187 1512'de vefat etmiştir. Firuz Ağa'mn mektebinin, caminin karşısında olduğu tahmin edilmektedir. Bu mektebin ilk meşk hocasının da Şeyh Hamdullah olduğu rivayeti vardır.
Bibi, Ayvansarayî, Hadîka, I, 155-158; Good-win, Ottoman Architecture, 166; S. Eyice, "İstanbul Minareleri", Türk Sanatı Tarihi Araştırmaları ve İncelemeleri, I (1963), s. 43; Barkan-Ayverdi, Tahrir Deften, 23-25; Baltacı, Osmanlı Medreseleri, 78; Müller-Wiener, Bildlexi-kon, 414; Öz, İstanbul Camileri, I, 60-61; Ce-zar, Yangınlar, 385; Yüksel, Bâyezid-Yavuz, 250-252.
İ. AYDIN YÜKSEL
FİRUZ AĞA CAMÜ
Tophane'den Taksim'e çıkan Defterdar Yokuşu'ndadır.
Banisi olan Firuz Ağa ile Divanyolu'n-da camii olan Hazinedarbaşı Firuz Ağa'mn aynı şahıslar olduğu kesin değildir. Zira Hazinedarbaşı Firuz Ağa'mn vakfiyesinde İstanbul'da bir tek camiden bahsedilmektedir. Hadîka müellifi de Tophane'deki Firuz Ağa Camii banisinin saray ağalarından olduğunu ve mezarının bilinmediğini yazmaktadır.
Binanın ilk inşa tarihi bilinmemektedir. II. Mahmud (hd 1808-1839) 1239/1823'te camiyi yenilemiştir. Binanın sol köşesinden çapraz olarak girilen kapı üzerindeki sekiz beyitlik ta'lik kitabede Şair Lebib, caminin yandığını ve II. Mahmud'un binayı tekrar yaptırdığım yazmakta ve tarihini rakam ve ebcedle vermektedir. Kitabenin üstünde II. Mahmud'un tuğrası bulunmaktadır. Daha sonraki onarımlarda ayrıca Latin harfleriyle Beyoğlu Firuz Ağa Ca-
Dostları ilə paylaş: |