I d I n I a V a V x h o n I n < I j V a h I x V l a I o I l n V v h fi X l Q



Yüklə 7,77 Mb.
səhifə103/139
tarix27.12.2018
ölçüsü7,77 Mb.
#87837
1   ...   99   100   101   102   103   104   105   106   ...   139

GRAVÜRLER

420


421

GRAVÜRLER

Antoine-Ignace Melling'in Beyoğlu, Galata surlan üzerinden karşı kıyıları betimleyen panoraması. Voyage pittoresque de Constantinople et de rives du Bosphore, Paris, 1819 Galeri Alfa

Gouffier'nin(->) Voyage pittoresque dans l'Empire Ottoman, en Grece, dans la Tro-ade, leş iles de l'Archipel et sur leş cotes de l'Asie Mineure (Paris, 1841) adlı yapıtının üçüncü cildindeki resimleri yapmıştır. D'Ohsson'un İstanbul sarayı ve kent yaşamına ilişkin ayrıntılı betimlemelerini görsel malzeme ile zenginleştiren Hi-lair, özellikle Choiseul-Gouffier'nin yapıtında İstanbul'un bazı ünlü panoramalarını yapmıştır. Bunların içinde Yedikule ve istanbul Marmara kıyıları panoraması, Salacak'tan limanın görüntüsü, Topkapı Sahilsarayı, Hippodrom, o sırada yan terk edilmiş durumdaki Kavak Sarayı ve Ayna-lıkavak Sarayı gibi, öğretici olanları vardır. Ne var ki bu resimleri hemen hemen aynı zamanlı Melling'in resimleriyle karşılaştırınca aralarında birçok farklar görülüyor. Burada Hilair'in Melling'e göre daha az gerçekçi, bazen şematik, daha re-simsel bir gözle çalıştığı söylenebilir. Örneğin Salacak'tan görünen limanı çevreleyen mekân, güçlü olarak ifade edilmiş olsa da mimari biçimler, yapıların yerleri göreceli olarak doğrudur. Liman ise yoğun bir deniz araçları sergisi niteliğinde sunulmuştur. Topkapı Sahilsarayı'nı Tophane'den gösteren resimde, Hilair ön plandaki insanlarla daha çok uğraşmıştır. Aynı şekilde Hippodrom'da bütün öğeler verilmiştir. Fakat mekân oranları ve yaşam sahneleri yapaydır. Kuşkusuz sanatçı asıl amacı olan yaşamsal atmosferi sunma ödevini yerine getirmiştir. Choiseul-Gouffier'nin pitoresk gezilerinin İstanbul cildini resimleyen sanatçılar arasında Sa-rayburnu, Kuruçeşme, Defterdarburnu ve Boğaz kalelerini resimleyen Louis-Fran-çois Fauvel'i de saymak gerekir.

D'Ohsson'un kitabını da Hilair'den başka l'Espinasse, Barbier, Moreau gibi baş-

ka ressamlar da resimlemiştir. D'Ohsson' un ressamlardan özel olarak istediği düşünülebilecek bir tutumla bu ressamlar, yazarın amacına uygun bir didaktik üslupla ve tabloların çoğunda, yapılar çevresindeki törensel olayları da göstererek, kitabı resimlemişlerdir. L'Espinasse'm Beşiktaş Sarayı, Bâb-ı Hümayun, Tomak Köşkü ve Yalı Köşkü gravürleri, Barbier'nin Topkapı Sarayı'nın ikinci avlusundaki bayram merasimi, Moreau'nun I. Mahmud'un Bayıldım Köşkü, alaylar, saraya ve sultana ilişkin törenleri vurgulamak için yapılmış ve mimariyi bir fon olarak kullanan resimlerdir.

1797'de bir Fransız heyeti ile teknik ressam olarak istanbul'a gelen Antoine-La-urent Castellan'ın(->) bıraktığı, mimari eskiz niteliğindeki birkaç gravür içinde Fransız Sarayı'nı ve İncili Köşk'ü gösteren desenler vardır. 1812'de Paris'te yayımlanan Moeurs, usages et costumes deş Ottomans et abrege de leur histoire adlı yapıtında Osmanlı kıyafetlerini gösteren 72 desen yayımlamıştır. Charles Pertuisier'nin Atlas deş Promenades dans Constantinople et sur leş Rives du Bosphore (Paris, 1817) adlı kitabını resimleyen ressam Preault'nun özgün bir üslubu vardır. Bir maket karak-terindeki ağaçları, bir ödev yapan öğrenci niteliğindeki desenleriyle daha çok didaktik karakterli resimler bırakmıştır. Fakat, örneğin Melling ve Bartlett gibi sanatçılarla karşılaştırılınca, Preault'nun temel biçimleri doğru yansıttığı, fakat mimari ayrıntıları yeterince kavrayamadığı söylenebilir.

İstanbul'u bilinçli bir programla, özellikle eşsiz topografyasının tüm verileriyle bize ve dünyaya tanıtan III. Selim'in mimarı ve kız kardeşi Hatice Sultan'ın ressamı (kendisi desinatörü diyor) Alman mi-

Louis-François Fauvel'in Comte de Choiseul-Gouffier'nin Voyage ptttoresque de la Grece (Paris, 1782-1822) adlı kitabında yer alan bir istanbul görünümü. Galeri Alfa

mar ve ressam Antoine-Ignace Melling' dir(->). İstanbul'da 18 yıl kalan Melling, birçok ressam gibi, sadece algıladığı bir kent ortamını resimlemek için değil, gerçek bir belgeleme amacına dönük olarak ve bir mimarın tutarlı çizimiyle kenti anlatmıştır. Bu açıdan Voyage pittoresque de Constantinople et deş rives du Bosphore (Paris, 1819) Osmanlı tarihinin başta gelen kaynaklarından biri olarak da görülmelidir. Döneminde bir yayın olayı olan bu kitabın hazırlanmasında Osmanlı İmparatorluğu üzerinde uzmanlaşmış çok sayıda gezgin, politikacı, oryantalist de yardımcı olmuşlardır. Bu yapıt İstanbul ve çevresinin ilk sistematik görsel ve mimari belgelemesi sayılabilir. Bu amacı Kauffer tarafından 1776-1786 arasında yapılan haritalarla da pekiştirilmiştir. Kanımca günümüze kadar da bu amaç ve kapsamda başka bir görsel İstanbul betimlemesi yapılmamıştır. Kitabın giriş bölümünde Barbier de Bocage yapıtın sanat ve arkeoloji ağırlıklı olduğunu vurgular. Kanımca asıl özelliği tümel bir kent fizyonomisinin görsel betimlemesidir. Melling'in 48 tablosundan büyük bir bölümü yerleşmenin coğrafi ve mimari boyutları arasındaki ilişkileri gösterirler. Marmara'dan kentin ilk nefes kesici görüntüsü ile başlayan albüm, kentin birçok uç noktasından bütün panoramaları verir. Bunların içinde Çamlıca' dan kent ve Boğaz ilişkisini gösterenle, Eyüp'ten Haliç ve İstanbul siluetini ve Ga-lata'yı gösteren panoramalar İstanbul'un en tümel ve öğretici görüntüleridir. Melling aynı yöntemle Kandilli'yi esas alarak aşağı ve yukarı Boğaz'ı, Yuşa Tepesi'n-den kente doğru Boğaz topografyasını, Beyoğlu'ndan Sarayburnu ve kent siluetini resimlemiştir. Adalar ve Anadolu yakası Büyükada'dan göriintülenmiştir. Üskü-

dar'dan Galata dışında hemen hemen tümüyle boş olan Cihangir ve Ayazpaşa sırtlan, Beyoğlu tepelerinden bugün için hayal edilmesi bile güç olan suriçi silueti Osmanlı başkentini tümüyle bilinmeyen boyutlarıyla tanıtmaktadır. Kentin daha ayrıntılı olarak verdiği yapıları ise Topkapı Sarayı avlusu, Beşiktaş Sarayı, Defterdar-burnu'nda Hatice Sultan'ın Neşatâbâd Sarayı, Aynalıkavak Sarayı ve olağanüstü güzelliği ile Bebek Kasrı, Tersane ve Tophane'deki büyük kışlalar, Bahçeköy bentleri ve Mağlova Kemeri, kentsel mekân olarak Atmeydaru, Bâb-ı Hümayun, Tophane Meydanı ve Kız Kulesi'nden yaptığı İstanbul Limanı dünyanın hiçbir yerinde var olmamış bir kent ortamını yansıtır. Melling kent yaşamını yakın boyutta anlatmak için, Harem'den, Hatice Sultan Sarayı'ndan, kahvehanelerden enteryör-ler veriyor. Burada, örneğin Topkapı ha-remindeki bir odada bir tandırı ayrıntılarıyla gösterirken, Tophane'deki bir kahvehanenin içinde de ocak, klasik tavan bezemesi, duvarlardaki rokoko kartuşlarla İstanbul mimarisindeki geç rokoko atmosferini yaratıyor. O sırada yerli azınlıkların ve yabancıların oturduğu Büyükdere ise kuşkusuz çok aşina olduğu bir muhit olarak, birkaç kez resimlenmiştir. Fakat Melling'in resimlerinin şaşılacak bir özelliği vardır. Melling Ayasofya da dahil, hiçbir önemli dini anıtı, surları, antik kalıntıları ve büyük kamu yapılarını, genel siluetler dışında, tek başına resimlememiştir. Ayrıntılı olarak sadece Topkapı Sarayı'nın ikinci avlusu, Tophane Çeşmesi ve Bâb-ı Hümayunla birlikte III. Ahmed Sebili ve Çeşmesi ve Mağlova Kemeri ve yukarıda

saydığım saray yapıları ve kışlaları resimlemekle yetinmiştir.

Tanzimat reformlarının başında, Mustafa Reşid Paşa'nm sadaretinde İstanbul'a gelen Miss Pardoe'nun İstanbul gezisi not-lanm (TheBeauties oj~the'Bosphorus, Londra, 1839) resimleyen William H. Bartlett(-0, Melling gibi, İstanbul'a bütünüyle tanıtılacak bir kent olarak değil, yazarın izlenimlerini yansıtan bir ressam olarak bakmıştır. Dolayısıyla Pardoe'nun kitabında, topografik verilerden çok, kent yaşamına ilişkin enstantaneler vardır. Fakat bunlar fiziksel çevrenin, bazen biraz abartılmış bile olsa, dikkatle resmedilmiş fonu önünde ya da içinde verilmiştir. Bu bakımdan Bartlett'in resimleri de önemli bir kent tarihi kaynağımızdır. Kaldı ki Miss Pardoe' nün betimlemeleri de yazarın mimariye karşı duyarlığını yansıtır. Bartlett'in büyük panoramaları topografik siti, yükseklikler ve vadiler arasıdaki oranları abartarak, dramatik bir ifadeye büründürür. Örneğin Eyüp'ten Haliç panoramaları, sadece o-ranlarla değil, aydınlık kubbeler ve gri tepe siluetleri karşıtlığı ile bu dramatizmi vurgular. Ayrıca.Bartlett eğer ayrıntılı bir desen çizmiyorsa, temel biçimlere Melling kadar itina etmez. Bütün panoramalarında yapıların aklığı topografyanın ve kompozisyon öğeleri olarak kullanılan ağaçların koyuluğu ile karşıtlaşarak onun de-senlerindeki özgün karakteri yaratır. Fakat Bartlett'in resimleri, günlük yaşamı, mimari atmosferi ile birlikte anlatır. İnsan fizyonomileri, giysiler, ortamın belirleyici özellikleri, Melling gibi soyut bir dille değil, ressamca verilmiştir. Eyüb Sultan Camii avlusu, Kapalıçarşı görüntüleri, Beya-

zıt Meydanı, liman, ünlü Göksu Mesiresi insan öğesine özel bir itina gösterilen tablolardır. Bunun ötesinde Miss Pardoe'nun İstanbul'un geçmişine ve büyük anıtlarına ilgisi, anıtsal sütunların, Tekfur Sarayı' nın, büyük sarnıçların, surların ve büyük camilerin resimlenmesini sağlamıştır. Bunların içinde Süleymaniye'nin oturduğu platodan Halic'e egemen konumunu gösteren panorama, bu büyük külliyenin kent içindeki yerini en güzel ifade eden tablolardan biridir. Bartlett'in desenlerinde özel bir yer tutan yapı türlerinden biri büyük meydan çeşmeleridir. Ahşap Unkapam Köprüsü'nün ondüleli siluetini ilk çizenlerden biri de Bartlett'tir. Miss Pardoe'nun büyük bir itina ile betimlediği konut yapıları, özellikle yalılar, dinamik biçimlenmeleri biraz abartılarak sunulmuştur. Bartlett'in Tarabya'yı gösteren resmi, İstanbul sivil mimarisinin 19. yy'm ilk yarısında yarattığı kent peyzajının özgünlüğünü betimleyen ilginç bir belgedir. En ünlü İstanbul ressamlarından biri İngiliz Thomas Allom'dur(->). İstanbul'a 1834'te gelen ressamın resimleri, İstanbul' daki ingiliz elçisinin papazı olan Robert Walsh'la birlikte yayımladıkları Constantinople and the Scenery ofthe Seven Chur-ches of Asia Minör (Londra, 1838) adlı kitapta ve daha sonra L. Gallibert ve C. Pel-le'in Character and Costume in Turkey andltaly (Londra, 1840) adlı kitapta bulunmaktadır. Allom İstanbul'u ve topografyasını büyük anıtlarla odaklayarak anlatır. Kanlıca Mezarlığı'ndan Rumeli Hisarı, Atmeydam'ndan Sultan Ahmed Camii bu tür gravürlerdir. Aynı zamanda mimar da olan sanatçı, Süleymaniye Camii avlu-

GRAVÜRLER

422

Eugene Flandin'in l'Orient (Paris, 1853) kitabında Eyüp'te mezarlık ve Eyüb Sultan Camii'nin bir bölümünü betimlediği deseni (üstte) ile Ludwig Christian Fuhrman'ın Eduard Raczynski'nin Malerische Reise in einigen Provinzen deş Osmanischen Reichs (Breslau, 1824) adlı kitabında yer alan Top Arabacıları Kışlası deseninden gravür. Fotoğraflar Galeri Alfa

sunu ve cephesini gerçek bir mimari ve mekânsal duyarlılıkla resimlemiştir. Allom' un bazı resimleri, örneğin, Binbirdirek Sar-nıcı'nm içi, Direklerarası'ndan Şehzade Külliyesi'nin görünüşü, eski Çırağan Sarayı İstanbul anıtlarını en güzel anlatan tablolar olarak anımsanabilir. Allom istanbul'un barok çağı mirasını da, Üsküdar Selimiye Camii, Nusretiye Camii, Nu-ruosmaniye Camii'nin iç avlusu, Babıâli, Eyüp'te Esma Sultan Sahilsarayı'nın bir salonu gibi resimlerinde vurgulamıştır. İstanbul yaşamının en güzel anılarından bazıları da onun resimleriyle tanınır. Küçüksu Çeşmesi ve eski Küçüksu Kasrı çevresinde mesire alanı görüntüsü buraya ilişkin en güzel tablolardan biridir. Sultanın Eyüp' ten iskeleye gelişi de en güzel saltanat

alayı resimlerinden sayılabilir. Boğaz yalıları, genellikle konutlar, biraz fazla stili-zasyona uğramıştır. Fakat Said Paşa'nın ilginç yalısı her zaman kullanılan bir Boğaz mimarisi örneğidir. Anadolu Hisarı' nın üzerine yerleşmiş yalı dizisi de o dönemin ilginç bir görüntüsüdür.



L 'Orient kitabında resimlerini yayımlayan Eugene Flandin(->) istanbul'un en pitoresk ve değişik köşelerim sempatiyle ve başarılı olarak resimleyen sanatçılardan biridir. Geniş planlı panoramalarında temel imgeyi doğru vermekle yetinir. Fakat yakın planda ayrıntılara dikkat eder. Örneğin Sarayburnu tablosu romantik bir hikâye olarak algılanabilir. Bu hikayeci tavır bazen garip yozlaşmalara yol açmıştır. Örneğin çok güzel bir Küçüksu Çeşmesi'nin ar-

ka planında, olanaksız, çok minareli bir istanbul silueti vardır. Ona karşın Nusretiye Camii ve çevresini gösteren resminde cami oldukça doğru tasvir edilmiştir. Bazı resimleri kentin biçimlenmesini doğru öğrenmemize yardım eder. Örneğin Azap-kapı'da ilk Unkapam Köprüsü'nün başlangıcını ve tersanenin Azaplar Kapısı'nı gösteren resim, Sokollu Mehmed Paşa Camii ile buradaki tersane duvarının nasıl birleştiklerini gösteren tek belgedir. Fakat camiyi oldukça doğru çizen ressam, minareyi uydurmuştur. Flandin'in mezarlıkları, Selimiye Kışlası'm, Selimiye Camii' ni, Eyüp ve Üsküdar kıyılarını gösteren tabloları, romantik bir üslupla doğru imgeler sunarlar.

19. yy'm ortalarında yapılan bir grup gravürün daha çok illüstrasyon niteliğinde olduğu kabul edilebilir. Örneğin, Gos-selin, Sebatier, Joubert, Camille Rogier gibi sanatçıların yapıtları bu kategoriye sokulabilir. Fakat, bazen çizgisel ve illüstrasyon niteliği ağır basan resimler yapmış olsa bile, ünlü ingiliz ressam John Lewis' in desenleri, tümüyle gerçekçi niteliktedir. Örneğin Sepetçiler Kasn, Nusretiye Camii ve Arabacılar Kışlası en iyi onun desenlerinde belgelenmiştir. Üsküdar'daki meydan çeşmesini ve Mihrimah Camii'ni içeren aydınlık görüntü bir küçük başyapıttır. 1835-1836'da istanbul'da olan ressam Illustrations of Constantinople Made During a Residence in that City in theye-ars 1835-36 (Londra, 1837) adlı yapıtında çok güçlü bir desen ve ifadeyle çizilmiş resimlerini yayımlamıştır.

Kuşkusuz bütün gravürlere doğru imgeler yansıtan belgeler olarak bakılamaz. Örneğin Jouannin, kendinden önceki sanatçılardan, özellikle Hilairden yararlanarak, hemen hemen kopya niteliğinde resimler yapmıştır. Velazques gibi şematik ve yanlış imgeler verenler de vardır. Aynı konulan resimleyen sanatçıların tabloları birbirleriyle karşılaştırıldığı zaman, sadece üslup farkları değil, daha eski resimleri kopya etmekten kaynaklanan yanlışlar bulunur. Örneğin Espinasse (d'Ohs-son'un kitabında), Hilair, Melling ve Jo-uannin'in Yalı Köşkü'ne ilişkin resimleri ya da Küçüksu Kasrı'nın Melling, Preault tarafından yapılan resimleri birbirlerine genel çizgileriyle benzese bile, ayrıntılarda benzemezler. Bazılarında ressamın bir mimari detayı, örneğin bir kafa penceresini anlamadığı anlaşılır. Boğaziçi'nin en güzel kasırlarından biri olan Bebek Kasrı, Hilair ve Melling tarafından birbirine yakın resmedilmiştir. Fakat birinde kepenk-ler açık, diğerinde kapalı olduğu ve bahçe duvarları değişik biçimde çizildiği için güvenilir resmin hangisi olduğunu saptamak olanaksızdır. Joubert'in aynı kasır i-çin yaptığı resim yanlış ve basit bir eskizdir. Jouannin ise, büyük bir olasılıkla, Hi-lair'den yararlanmıştır. Aynı şekilde en güzel Türk konut yapılarından biri olan Beşiktaş Sarayı d'Ohsson'un kitabında Espinasse tarafından ve sonra Melling tarafından resimlenmiştir. Her ikisi de bu olağanüstü konut kompleksini çekici desen-

lerle sunmuşlardır. Fakat Espinasse'in bir hayal dünyası yapısı gibi ve sadece cepheden iki boyutlu olarak çizdiği saray, Melling'in resminde bütün harekeden ve karmaşıklığı ile belirtilmiştir.

Tek anıt üzerinde önemli bir belgeleme çalışması Ayasofya'yı 1847-1849 arasında restore eden Fossati kardeşlerden Gas-pare Fossati'nin(->) Ayasofya'yı ve çevresini konu alan albümüdür. 1852'de Londra'da Aya Sophia of Constantinople, as re-cently restored by order of H. M. the Sultan AbdulMedjid adı altında yayımlanan kitapta Ayasofya kubbesinin üzerinden istanbul'un çok güzel panoramaları verildiği gibi, Ayasofya Meydanı ve Atmeyda-nı'nın da doğru bir görsel betimlemesi yapılmıştır.

istanbul'u 19. yy'da resimleyen yayınlar ve ressamlar çoktur. Bunlar içinde J. B. Hobhouse (AJourney Through Albania and other Provinces ofTurkey andAsia to Contantinople during the Years 1809-1810, Londra, 1812), çizgisel ve şematik desenleriyle anımsanabilir. E. Raczynski' nin Malerische Reise in einigen Provinzen deş Osmanischen Reichs (Breslau, 1824) adlı kitabını resimleyen Fuhrman mimariyi doğru yansıtan, iyi bir desinatördür. Daha geç yıllarda fotoğrafik bir gerçekçilikle, örneğin Beyoğlu tepelerinden yabancı sefaretleri ve Sarayburnu'nu resimleyen bir Brindesi, belgesel nitelikte resimler bırakan bir başka ressamdır.

19. yy'in ikinci yarısında istanbul'u fotoğrafla saptamak olanakları çıkmışsa da daha uzun bir süre sayımız ressam bu eşsiz kentin cazibesine kapılarak resimler yapmışlardır. Fakat I. Âbdülhamid'in saltanatından (1774-1789) Taazimat'a (1838) kadar geçen yarım y ü;;/il, istanbul gravürlerinin altın dönemidir. Bu ilginin yoğunlaşmasında Türkiye'nin, kararlılıkla Batı' ya açılmasının büyük bir rolü olduğu yadsınamaz.



Bibi. Melling, Voyages; Pardoe, Bosphorus; T. Allom-R. Walsh, Constantinople and the Scenery of the seven Churches ofAsia Minör, Ittustrated in a series of dratvings from natu-re by T. Allom, Londra, ty; A. Boppe, LesPeint-res du Bosphore au XVUIe Siecle, Paris, 1911, yb., resimli, Paris, 1989; N. Arslan, Gravür ve Seyahatnamelerde istanbul, İst., 1992.

DOĞAN KUBAN



GREGORAS NİKEFOROS

(13- yy sonu, Herakleia Pontike [Karadeniz Ereğlisi] - 1360'lann başı, Konstanti-nopolis) Tarihçi, ansiklopedisi, bilim adamı.

Doğumuyla ilgili verilen tarihler 1290-1295 arasında değişmektedir. Yetim olarak büyüyen Gregoras eğitimini amcası Herakleia (M. Ereğlisi) Metropoliti İoan-nes'ten aldı. 1314/1315'te Konstantinopo-lis'e giderek mantık, hitabet, felsefe ve astronomi dersleri gördü. 1321-1328 arasındaki taht mücadelelerinde, imparator II. Andronikos'u desteklediyse de, sonra III. Andronikos'un yanında yer aldı. 1326'da Sırp Kralı III. Stefan Usos'a elçi olarak gönderildi.

Gregoras Nikeforos, koyu bir Aristote-lesçi olan Calabria'lı keşiş Barlaan ile girdiği felsefi tartışmadaki başarısından dolayı başkentin önde gelen bilim adamlarından biri olarak kabul edilmişti. Bunun ardından II. Andronikos döneminde (1282-1328) ortaya çıkan ve geç Bizans döneminin en önemli dinsel tartışmasını yaratan hesihast mistik düşüncesine karşı bir tutum aldı. Tanrı'ya ulaşmak amacıyla kutsal yalnızlık içinde katı bir keşiş yaşamını seçmeyi öğütleyen bu öğreti İ341'de toplanan konsilde kabul edilince Grego-ras'ın konumu zorlaştı. 1347'de tahta geçen VI. loannes Kantakuzenos'u destekleyen Gregoras, hesihast öğretisini benimseyenler Aynaroz Dağı (Yunanistan'da) keşişlerinin önderliğinde sarayın desteğini sağlayınca itibarını kaybetmeye başladı. 1351'de toplanan bir konsilde lanetlenerek aforoz edildi.

14. yy'm en verimli ve yaratıcı bilim a-damlarından olan Gregoras, Kora Manas-tırı'nda (Kariye Camii) açtığı okulda dersler verdi, burada bulunan Teodoros Meto-hites'e ait kitaplığı geliştirdi. Gregoras'm en önemli çalışması, 37 kitaplık Rhoma-ike Historia (Roma Tarihi) adlı eseridir. Bunun 30 cildi 1204-1359 arasındaki dönemi analitik bir yöntemle ele alır. Gregoras tarihsel olayları nedensellikle açıklayan görüşlere karşı çıkar. Söz konusu dönemi yalnızca giriş mahiyetinde ele almışsa da, bu eseri 14. yy'ın en değerli kaynaklarından biridir.

Çalışmalan arasında azizlerin yaşamöy-küleri ile dinsel ve felsefi konularda yazdığı risaleler sayılabilir. Astronomi alanında da eser veren Gregoras, usturlap (yıldızların uzaklığım ölçen alet), ay ve güneş tutulmaları hakkında risaleler yazdı. Tak-

Grelot'dan bir Ayasofya betimlemesi.



Relation nouveüe d'un voyage â Constantinople, Paris, 1680

Galeri Alfa

423 GRELOT, GUILLAUME-JOSEPH

vim reformu ve Paskalya tarihinin yeniden hesaplanması konusundaki önerisi uygulanmadı fakat 1582 tarihli Gregoryen reformlarına öncülük etti.

14. yy'm diğer ünlü tarihçisi Pahime-res'in(->) görüşlerine eserlerinde yer veren Gregoras mektuplarıyla da ünlüdür. Günümüze ulaşan 160 mektubu dönemin kilise ve siyaset adamlarına ilişkin önemli bilgi kaynağıdır. Sofistlere karşı felsefi diyalogları ve Ptolemaios'un Almagest'i üzerine yorumları da değerlidir.

Bibi. R. Guilland, Essai sur Nicephore Gregoras, Paris, 1926; H. V. Beyer, "Nikephoras Gregoras als Theologe und sein erstes Auftreten gegen die Hesychasten", Jahrbuch der Öster-reichischen byzantinischen Gesellschaft, 1971, s. 171-188; Ostrogorsky, Bizans, 430-343, 442-448, 480; Ana Britannica, c. X, s. 29.

AYŞE HÜR


GRELOT, GUILLAIJME-JOSEPH

(l 7. yy) Ressam ve gezgin.

Hayatı hakkında bilgilerimiz az ve karışıktır. Bilinenler kendi seyahat kitabından ve diğer gezginlerin ona ait yazdıklarından derlenebilir. Onun Doğu seyahatinden önceki ve sonraki hayatına ait bir şey bilmiyoruz.

Büyük bir olasılıkla Fransa Elçisi Charles François Olier de Nointel'le birlikte 22 Ekim l670'te istanbul'a gelen Grelot'dan Antoine Galland(->) ara sıra günlüğünde söz eder. 9 Mart Iö72'de ikinci Iran seyahatine çıkmış olan Jean Chardin istanbul'a uğrar. Galland burada Grelot'yu Chardin'e tanıştırır ve Chardin onu yanına ressam o-larak almayı kabul eder. Ancak Galland ve Chardin Nointel heyetiyle birlikte Edirne'de iken Haziran 1672 ortalarında Grelot bir Fransız keşişle birlikte Lübnan'a gitmek üzere istanbul'dan yola çıkar, l Ağustos'ta

GREVLER

424

425

GREVLER

Lübnan'a varan Grelot, Şam yoluyla Ha-lep'e geçer ve oradan Galland'a Tebriz'e gidip Chardin'i bekleyeceğini yazar. 29 Temmuz'da istanbul'dan hareket eden Chardin, Kırım ve Gürcistan üzerinden 17 Nisan l673'te Tebriz'e varır. Burada iki gezgin buluşarak yollanna devam edip 23 Haziran'da İsfahan'a varırlar. Burada iki yıl kadar Chardin'in hizmetinde kalan ve onun hazırladığı kitap için desenler çizen Grelot patronu ile bozuşarak başka bir gezgin, Venedikli asilzade Ambrogio Bem-bo'nun hizmetine girer, 1674 sonunda Grelot, Bembo ile birlikte Irak yoluyla Halep'e gider, oradan da 30 Ocak l675'te yola çıkarak 15 Nisan'da Venedik'e varır. Paris'e dönen Grelot 1680'de Relati-on nouvelle d'un voyage â Constantinop-le adlı kitabım yayımlar. Büyük boy bu baskıdan bir yıl sonra küçük boy bir baskı daha yapılır, istanbul'a ait çizimler bu kitapta yer alır. l688'de Londra'da basılmış ingilizce çevirisi vardır, iran'a ait diğer 78 çizim Chardin'in seyahat kitabında basılmıştır, iran'a ait 50 çizim ise Ambrogio Bembo'nun yazmaları arasında muhafaza edilmektedir.

Grelot'nun kitabında en önemli öğe kuşkusuz çizimlerdir. Ancak burada yer alan istanbul panoramasının çok ayrıntılı ve ilginç olmamasına rağmen Grelot' nün özelliği Ayasofya'nm ve Süleymaniye' nin planlarını ilk defa çizmesi ve bunları Batı'ya tanıtmasıdır. Çizimlerin yanısıra tasvirler de önemlidir. Örneğin Ayasof-ya tasviri birinci baskıda 68 sayfa tutar. Ayrıca Sultan Ahmed Camii ve Yeni Cami, Yedikule ve Topkapı Sarayı'nın sahil köşkleri de anlatılır.

STEFANOS YERASİMOS



GREVLER

istanbul'da çeşitli meslek grupları ve amelenin ağır iş koşulları veya hak ve ücret talepleri yüzünden, daha 15. ve 16. yy'lar-dan başlayarak iş bıraktıkları; Mimar Sinan'ın büyük yapı ve suyolu inşaatlarında çalışan amelenin zaman zaman direnişe geçtiği bilinir. Ancak günümüzdeki işçi grevlerine benzeyen ilk tatil-i eşgal (iş bırakma) olayları 1870'lerde başlar.

Belli bir süreye yayılan, eylem içinde örgütlenen, belirli talepler çerçevesinde süren iş bırakmalara ait ilk veriler 1872'ye aittir. 1872'nin ilk aylarından başlayarak, Beyoğlu Telgrafhanesi'nde çalışanların ücret sorunları nedeniyle işi bıraktıkları, Beykoz'daki deri ve kundura işçilerinin, Hasköy Tersanesi işçilerinin yine ücret a-lacaklarının tahsili talebiyle greve çıktıkları gazete haberlerinden öğrenilmektedir. Nisan 1872'de, Yarımburgaz-Ömerli demiryolu ve Haydarpaşa-lzmit demiryolu yapımı sırasında birkaç hafta süren iş bırakmalar görülür, istanbul'da, sonraki yıllarda en fazla ve en uzun süreli grevleri gerçekleştiren Kasımpaşa Tersanesi işçileri, dönemin ilk büyük iş bırakma eylemini Ocak 1873'te gerçekleştirirler. 11 aylık ücret alacaklarının ödenmesi için Babıâli'ye gelen ve sayılarının 600'den faz-

la olduğu bildirilen işçiler, çoluk çocuk aç olduklarını ileri sürerek Bahriye zabitlerinin tayınını yağmalarlar. Çıkan arbedede yararlananlar olur.

Daha sonraki yıllarda Tersane işçilerinin grevleri belli aralıklarla sürüp gitmiş, Haziran 1875'te 1.200 kadar Tersane işçisi 6 aylık alacakları bulunduğunu ileri sürerek işi bırakmışlar; bir hafta süren eylemlerden sonra 6 haftalık ücrete razı o-lup işbaşı yapmışlardır. Ağustos 1875'te Taksim'deki inşaatlarda ve düzenlemelerde çalışan Müslüman işçilerle yabancı mühendisler arasında olaylar çıkmış, işçiler bir süre işi bırakmışlar, tutuklamalar olmuştur. Aynı yılın ekim ayında Sirkeci hamalları, kâhyaların da kışkırtmasıyla işi bırakmışlardır. II. Abdülhamid'in tahta geçtiği 1876'da emekçi kesimlerde önce bir umut belirir. Şubat 1876'da Hasköy Ter-sanesi'nde çalışan ingiliz makinist ve yabancı işçilerin grev yaptıkları; yine aynı günlerde Araba Şirketi'nde çalışan arabacıların şirket ortaklarından Hristaki Efen-di'ye karşı, bir süre iş bırakmayı da içeren protestolara giriştikleri bilinir. Mart 1876' da, Haydarpaşa demiryolu işçileri ücretlerini alamadıkları için greve gitmişler, Nisan 1876'da birkaç yüz Fişekhane işçisi yine ücretlerini alamadıkları için kısa süre iş bırakıp Veliaht Yusuf izzettin Efendi' ye dertlerini anlatmaya çalışmışlar; Darphane işçileri onları izlemiş; Mayıs 1876'da tersane grevi yeniden başlamış; greve Ter-sane'de çalışan 2.000'e yakın amele katılmış; Babıâli'ye gelerek birikmiş ücretlerini istemişler; Bahriye nazırı işe dönmeleri koşuluyla sadece 2 aylık ücret ödeneceğini, işbaşı yapmayanların ise tam ücret ödenerek işten çıkarılacağım bildirmiş; bunun üzerine bir bölüm işçi işbaşı yapmış; ancak eyleme devam eden işçiler tarafından hırpalanmışlar; yaralananlar olmuş, olaya silahlı birlikler müdahale etmiştir. Gazeteler olaya işçilerin çocuklarının, özellikle de kadınların katıldığını; eli sopalı "hamım birlikleri"nin Tersane' nin kapısında durup çalışmaya yeltenenlere sopa yağdırdıklarını anlatmaktadır. Aynı yıl ağustos ayında Feshane işçileri de bir süre iş bırakmışlardır.

Ekim 1878'de önce duvarcılar, sonra terzi işçileri ve ayakkabıcılar greve giderler, işçiler ücretlerinin artmasını ve iş koşullarının düzeltilmesini istemektedirler. 1879'da iş bırakma ve işçi eylemlerinin arttığı görülür. Bunun başlıca nedeni ekonomik bunalım ve "kaime" denilen kâğıt paranın değerinin hızla düşmesinin yarattığı gerçek ücret aşınmasıdır. Mart 1879' da, inşaat amelesi ücretlerin artırılması ve iş saatlerinin kısaltılması talebiyle iş bırakırlar. Yine aynı ay içinde Şirket-i Hayriye' nin şantiye ve dökümhanelerindeki işçiler ücretlerin kaime ile değil mecidiye ile ödenmesi talebiyle iş bırakırlar. Temmuz ayında, Tersane işçilerinin, yine aynı nedenle iş bıraktıkları görülür. 1880 Şubat başlarında Idare-i Mahsusa tekneleri işçileri, alacak ve ücret sorunlan nedeniyle iş bırakırlar. Greve dönüşmemekle birlikte, Haydarpaşa demiryolu işçilerinin ve

Tophane işçilerinin de aynı taleplerle giriştikleri eylemler birbirini izler.

1880 sonrasında, II. Abdülhamid'in "istibdat dönemi" diye bilinen siyasal baskıları yoğunlaştırma döneminde, istanbul'da işçi ve amele hareketleri geriler. Çeşitli işyerlerinde, bir önceki dönemi andıran huzursuzluk ve direnişler mutlaka sür-müşse de artık bunlar gazete sayfalarına ve kamuoyuna pek yansımamaktadır. Bu döneme ait işçi haberlerinden biri, Ekim 1882'de Tatavla'daki kundura fabrikası amelesinin sık sık tatil-i eşgal yaptığına i-lişkindir. Nisan 1885'te, Odunkapı'daki bıçkı amelesinin ücret zammı isteyerek iş bıraktığı ve elebaşlarıyla birlikte karakola götürüldüğü öğrenilir. Şubat 1886'da Beyoğlu'ndaki mağazaların çalışanları iş koşulları ve pazar tatili yüzünden greve gitmişlerdir. 1906'da Reji tütün işçilerinin grev yaptıklarına dair haberler vardır. Yine Ağustos 1906'da istanbul'daki matbaa emekçileri ücret anlaşmazlığı yüzünden greve giderler.



1908-1923Dönemi:23T^emmuz 1908'de II. Meşrutiyetin ilanını izleyen günlerde ülkeyi saran "hürriyet" havası içinde imparatorluğun bütün büyük merkezlerinde olduğu gibi İstanbul'da da o zamana kadar rastlanmayan bir grev patlaması yaşanır, istanbul'da 1908 grev dalgası temmuz sonunda Cibali Tütün Işletmeleri'nde çalışan işçilerin greviyle başlar. Ağustos 1908'de vapurlara kömür yükleyenler başta olmak üzere istanbul limanı amelesi greve gider. Paşabahçe Cam imalathanesi işçileri, Tramvay Şirketi'nin Aksaray, Şişli, Beşiktaş hatları kondüktör ve sürücüleri, Anadolu-Bağdat Demiryolu işçileri, istanbul gazete mürettipleri, ekmekçi amelesi (fırın işçileri), Üsküdar-Kadı-köy Su Kumpanyası ve Tramvay Şirketi' nin diğer hatlarının işçileri greve çıkarlar. 1908 Ağustos ayı içinde, istanbul'da ücret zammı, iş koşullarının düzeltilmesi, amele sandıklarının tanınması vb isteklerle işi bırakan işçiler arasında Yedikule iplik Fabrikası işçileri, istanbul Limanı hamalları, Sirkeci Şimendifer Atölyesi işçi ve makinistleri, Yedikule Şimendifer Atölyesi usta ve işçileri vardır. 1908 grev dalgası, eylül ayında da şiddetini artırarak sürer, istanbul'da Düyun-ı Umumiye'ye ait Balıkhane ve müskirat işçileri, Kazlıçeşme Deb-bağhanesi işçileri, bir süredir kısa süreli iş bırakmalara girişen Anadolu-Bağdat Demiryolu işçileri (bak. Anadolu Osmanlı Demiryolu grevi), Şark Demiryolları işçileri, Şirket-i Hayriye makinist, tayfa ve memurları, Şirket-i Hayriye fabrikaları işçileri, tramvay işçileri, Idare-i Mahsusa müs-dahdemi, çeşitli otel, lokanta, gazino işçileri, Yani Birahanesi, Londra Birahanesi, Tokatlıyan, Pera Palas garson ve işçileri, Birinci ve Altıncı Daire-i Belediye işçileri, Oredzdibak Ticarethanesi memur ve müstahdemi, Bön Marche, Au Lion gibi büyük mağazaların çalışanları, Feshane-i Âmire işçileri işi bırakırlar. 1908 Temmuz sonuyla, yabancı sermayenin de baskısıyla grevleri başta devlete ait işyerleri olmak üzere büyük ölçüde yasaklayan Ta-

til-i Eşgal Kanunu'nun çıkarıldığı ekim başlarına kadar geçen dönemde, 50.000 kadar emekçi grevlere katılmıştır. Ağus-tos-Ekim 1908 grevlerinin ortak yanı, u-zun baskı döneminden sonra bir patlama olarak başlamaları; ücret artışı ve iş koşullarının düzeltilmesi taleplerinin yanısıra amele sandıklarının tanınması gibi daha ileri talepleri de içermeleri; işçilerin 1908 Meşrutiyeti'nden sonra ülkede siyasal güç haline gelen ittihat ve Terakki'ye umut bağlamalarının bk göstergesi olması ve e-kim ayında yürürlüğe gken grevleri kısıtlayan yasayla hızlarım bk ölçüde kaybetmesidir.

Tatil-i Eşgal Kanun-u Muvakkati'nin 8 Ekim 1908'de yürürlüğe girmesinden sonra lokanta, gazino gibi yasa kapsamı dışında kalan işyerlerinde grevler olmuşsa da grev dalgasının hızı kesilmiştir. Mart 1909' da 8.000 kadar gümrük hamalının "terk-i eşgal" ettikleri bildirilirken rıhtım amelesi de nisan başında greve çıkar. Mayıs 1910'dan itibaren istanbul'da grevlerin yeniden hızlandığı görülür. Tatil-i Eşgal Kanunu kapsamına gkdiği halde tramvay işçileri greve başlarlar. Terzi işçileri, Kazlıçeşme Debbağhanesi işçileri; Mart 1911' de Reji tütün işçileri, ağustosta Altıncı Daire-i Belediye tanzifat amelesi, eylülde İstanbul Un Fabrikası işçileri, Şubat 1912'de Seyr-i Sefain idaresi amelesi, memur ve müstahdemi greve çıkar.

1912'de Balkan Savaşı'nın başlaması, Haziran 1913'te Mahmud Şevket Paşa'mn bir suikastla öldürülmesinden sonra ağırlaşan siyasal hava ve baskılara bağlı olarak grevler de seyrekleşir. I. Dünya Savaşı yıllarında, her türlü işçi eylemi gibi grevler de durmuş görünmektedir. Bu yıllar, savaş gerekçesiyle iş saatlerinin olağanüstü uzatıldığı, iş koşullarının ağırlaştığı, gerçek ücretlerin düştüğü, kadın ve çocuk emeğinin arttığı; daha sonra Mütareke ve İstanbul'un işgali sırasında, İngiliz ve Fransız sermayeli işyerlerinde çalışan Müslüman Türk işçiler üzerinde maddi ve manevi baskıların çok ağırlaştığı yıllardır. Özellikle Fransız sermayeli Tramvay Şirketi'nde işgünü-nün 18 saate kadar uzatıldığı, Müslüman Türk işçilerin ağır baskı ve hakarete uğradığı görülür. Mondros Mütarekesi'ni izleyen günlerde ve asıl 1919'da, istanbul işçi hareketi ve grevler yeniden bk yükseliş dönemine girer. 1919'un ocak ayının ilk günlerinden itibaren Şirket-i Hayriye memur ve işçileri, Telefon Şirketi memurları, Reji işçileri; temmuz ayında tanzifat amelesi, liman hamalları, Haliç vapurlarında çalışanlar, fırın işçileri; 1920'de yine Haliç Vapur Şirketi, Tramvay Şirketi işçileri, gazete mürettipleri, Kasımpaşa Tersanesi işçileri, Kazlıçeşme Debbağhanesi işçileri greve çıkarlar. Bu grevler arasında, Tramvay Şkketi çalışanlarının, zaman zaman bitip yeniden başlayan, Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF) ve onun lideri Hüseyin Hilmi'nin öncülüğünde gerçekleştirilen grevlerinin özel bir yeri vardır (bak. Hilmi [iştirakçi]), işgal altındaki İstanbul'da, kentin günlük hayatını etkileyen grevlerle geçen 1920, Elektrik Şirketi işçilerinin

yüzde yüz zam istemiyle biterken, 1921'in ilk ayında gazeteler, yaygın bir grev tehlikesinin kapıda olduğunu haber vermektedir. 1921'de tramvay işçilerinin, Şirket-i Hayriye işçilerinin, Kadıköy Havagazı Şirketi işçilerinin, Elektrik-Tünel-Tramvay Şirketi işçilerinin, Zeytinburnu Fabrikası işçilerinin grevleri birbiri ardına dizilirken 1921 Ağustos'unun ikinci yarısında İstanbul'da genel grev söylentileri ve korkusu yaygınlaşmıştır. Bu grevlerin hemen hemen tümü TSF'nin ve Hüseyin Hilmi'nin güdümünde görülmekte; işgal güçleri arasındaki çelişkileri kullanarak başarıya da ulaşmaktadır. Ancak 1922 başlarından itibaren olayların gidişi tersine dönecek, 26 Ocak 1922'de greve başlayan 1.500 tramvay işçisinin grevi bu defa başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Şubat 1922'de 1.000 tanzifat amelesi greve çıkmış, daha sonra grev hareketi istanbul'da geri çekilmiş, ancak 1923 yazından itibaren yeni bir yükseliş gösterebilmiştir.

Kurtuluş Savaşı'nın zafere gittiği, istanbul'un işgalden kurtarıldığı günlerin ardından Anadolu'da Zonguldak, İzmir, Ay-dın'dan gelen grev haberlerine, İstanbul' da 7 Eylül'de matbaa işçilerinin, birkaç gün sonra Bomonti Bka Fabrikası işçilerinin, Dolmabahçe Gazhanesi, Tramvay ve Ter-kos işçilerinin grev haberleri eklenir. Kasım ayında Şark Şimendiferleri İşletmesi'n-de çalışan 1.200 işçi greve çıkar. 1923 sonbaharı grevlerinin ortak yanı, 1919-1922 arasındaki grevlerden farklı olarak, bk siyasal örgütün (TSF) yönetim ve etkinliği dışında, savaş ve işgal boyunca süren ezilmişliğe; yabancı şirketlere ve patronlara tepki olarak ortaya çıkmalarıdır. Bu yüzden de Ekim 1923'te Cumhuriyet'in ilanından sonra, işçi hareketlerinde ve grevlerde Cumhuriyet yönetiminin "İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış kitle" belgisiyle sınıfları reddeden görüşüne uygun olarak bir durgunluk yaşanır.



1923-1960 Dönemi: 1923-1924 arasında grevler büyük ölçüde azalırken işçi örgütlenmesinde gelişme gözlenmiş, ancak Mart 1925'te Takrir-i Sükûn Kanunu'nun çıkarılmasından sonra işçi sınıfının örgütlenmesi ve her türlü işçi eylemi önemli gerileme göstermiştir. Cumhuriyet işçilere, grev ve sendika hakkı, daha geniş örgütlenme ve eylem olanakları getirmemiş, aksine sınıf temeline oturan örgütlenme ve eylemlerin önünü büyük ölçüde kesmiştir. Buna rağmen 1923'ü izleyen yıllarda Tramvay Şirketi işçilerinin kısa süreli eylemleri ve iş bırakmaları gözlenir. 1927' de Liman Şirketi'ne bağlı çalışan 3.000 kayıkçı işi bırakıp direnişe geçer; güvenlik güçleriyle kayıkçılar arasında çıkan çatışmalarda 10 kişi ölür. Aynı yılın ağustos ayında 2.000'e yakın tramvay işçisi ve Reji tütün işçileri grev yaparlar. 1928'de dokuma işçileri, demiryolu inşaatlarında çalışan 1.500 kadar işçi, 7-15 Ekim arasında, tramvay işçileri, 500 kadar tütün işçisi, ücret zammı, işgününün kısaltılması vb istemlerle greve giderler.

1930 sonrasında, tek parti döneminde, işçi hareketi üzerinde bir yandan vesayet,

öte yandan baskılar ağırlaşır. Kapitalizmin devlet eliyle geliştirilmesi politikasının izlendiği 1930'lar; II. Dünya Savaşı'nın belk-lediği 1940'lar boyunca işçi hareketinin, özellikle de grevlerin gerilemesi doğaldır. 1931'den 196l'e kadar geçen 30 yıllık dönemde İstanbul'da çok az sayıda grev görülür.

1931'de, Feshane işçilerinin, Reji tütün işçilerinin, Ortaköy Tütün Fabrikası işçilerinin grevlerini, 1932'de Seyr-i Sefain Ida-resi'nde çalışanların hemen bastırılan grevi, 1933'te Süreyya Paşa Mensucat Fabrikası işçilerinin belli aralıklarda sürdürdükleri direniş ve iş bırakmaları, 1935'te Kuruçeşme depolarında çalışan 400'ü aşkın işçinin grevi izler. Mart 1936'da Süreyya Paşa Mensucat Fabrikası'nda çalışan 600 işçi yeniden direnişe başlar. Taksim Kışlası içindeki trikotaj atölyesi işçileri grev yaparlar. Bu grevlerde gizli Türkiye Komünist Fırkası'nın belli bk etkisi bulunduğu ve hazırlıkları yapılan yeni İş Kanunu' nün grevler yoluyla da etkilenmek istendiği sanılmaktadır.

1936'da, sınıf bilincinin doğup gelişmesine olanak tanıyabilecek her türlü gelişmeyi önlemeyi amaçladığı bizzat kanunu yapanlar tarafından ilan edilen 3008 sayılı iş Kanunu; 1938'de, sınıf temeline dayalı örgütlenmeyi yasaklayan Cemiyetler Kanunu ve nihayet 1939-1946 arasındaki savaş koşulları işçi hareketlerini ve grevleri büsbütün geriletir. 1946'da Cemiyetler Kanunu'nda yapılan değişiklikle sınıf esasına dayalı cemiyet kurma yasağı kal-dırıldıysa da, İstanbul'da sürmekte olan sıkıyönetim koşullarında işçi hareketi bir süre daha baskı altında kalmış, 1947'de çıkarılan Sendikalar Kanunu ile, güç koşullar ve baskılar altında da olsa istanbul' da hızla çok sayıda sendika kurulurken ö-nemli grevlere rastlanmamıştır. 1948'de tramvay işçilerinin direnişi uzun süreli bir greve dönüşmeden bastırılır.

1950-1960 arasındaki Demokrat Parti döneminde de, büyük bölümüyle DP'nin iktidara gelmesini desteklemiş ve diğer hak ve özgürlükler gibi grev hakları için de DP'ye umut bağlamış işçiler, bir kez daha hayal kırıklığına uğrarlar. İstanbul'da grevler açısından en durgun geçen, hemen hemen hiçbir iş bırakma haberinin dışa yansımadığı dönem 1950-1960 arası olmuştur.



1961-1971 Dönemi: 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesiyle Demokrat Parti hükümetinin düşürülmesi ve 196i Anayasası' nin, işçilere grev ve toplusözleşme hakkının önünü açmasından sonra işçi kesiminde hareketlenme başladı. Yine de işçilere grev, toplusözleşme ve özgür sendikalaşma hakkını verecek bk yasanın çıkarılması için 19ö3'e kadar beklemek gerekti. Bu dönem boyunca, 1961'den başlayarak, çeşitli işyerlerinde kıpırdanmalar, o-turma, sakal bırakma vb eylemler oldu. Temmuz 1962'de Sümerbank Defterdar Fabrikası işçileri sürmekte olan grev yasaklarına rağmen yarım günlük sembolik bir grev yaptılar. Ağustos'ta Bahariye Mensucat Fabrikası işçileri yine yarım gün-

Yüklə 7,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   99   100   101   102   103   104   105   106   ...   139




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin